Devrimiz için bu iki partinin başarısızlıklarının sebeplerini incelemek çok faydalı olacaktır. Bu inceleme özellikle benim arkadaşlarım için iyi sonuç verecektir. Çünkü bugünkü durum aynen geç misteki gibidir. Böylece eskiden bu hareketlerden birini yok olmaya doğru götüren ve diğerini de sonuçsuz bırakan sebep ve hatalardan korunmak mümkün olabilir.
Avusturya'da Panjermanist hareketin yıkılması kanaatimce tu, sebebe dayanmakladır. Önce, özellikle yeni ve mahiyeti itibarı ile devrimci bir partide toplumsal meselelerin önemi hakkında yanlış bir fikrin hakim olmasıdır. Alman burjuva sınıfının yüksek tabakaları devletin veya milletin bir iç meselesi konu edildiği zaman kendi nefislerinden feragat gösterecek kadar barışseverdir. Şimdi olduğu
Gibi, iyi devirlerde, başarılı bir hükümet de bu tabakaları devlet için kıymetli bir hale getirebilir. Fakat hükümet zayıf olduğu zaman bu , meziyet korkunç bir kusur teşkil eder. Demek ki, ciddi bir hareketi başarıya kavuşturmak için, Panjermanist hareket bütün çalışmalarını halk topluluklarını kazanmaya sarf etmeliydi. Bu yapılmadı ve bundan dolayı hareketin geri çekilmemek için muhtaç olduğu kuvvetten yoksun kalındı. Bir hareketin başında bu husus gözden uzak tutulursa, yeni parti daha sonra düzeltilmesi imkansız bir hata işlemiş olur. Çünkü partiye alınmış olan burjuva sınıfının ılımlı unsurları partinin iç görünüşü üzerinde gittikçe tesirli olurlar ve onu halk topluluklarının önemli bir yardımını kullanma ihtimalinden mahrum bırakırlar. Bu şartlarda, böyle bir harekete teşebbüs, surat asanlara, etkisiz eleştirilere sebep olur. Böylece o andan itibaren hareketteki o yarı dini iman ve fedakarlık ruhu eksik kalır. Sonunda bir-olma eğilimi gelişir. Bu da mücadelede bir sessizlik doğurur ve da zayıf bir barış yapılır, işte başlangıçta halk topluluklarının taraftar almaya önem vermemiş olan Panjermanist hareketin sonu oldu. Burjuva kibar ve kesin duruma geldi. Bu hareketin başarısızlığının ikinci sebebi de buradan çıktı.
Avusturya'daki Almanların durumu daha Panjermanist hareke -gelişmesi anında ümitsizdi. Parlamento Alman milletinin yavaş yavaş yok edilmesine alet olmuştu. Son anda kurtarma teşebbüsü, müessese ortadan kaldırılmadıkça, bu başarı ümidine asla sahip olamazdı. Bu durum Panjermanist hareketi çok önemli bir mesele karşısında bırakıyordu. Bu parlamento ile mücadele etmek için, onun kaidesine göre, parlamentoya girip içerden torpillemek miydi? Parlamentoya girildi, fakat oradan mağlup çıkıldı. Parlamentoya girmek için zorunluluk duyuldu. Oysa böyle bir kudrete karşı dışardan din mücadele edebilmek için, esaslı bir cesarete sahip olmak ve aynı zamanda sonsuz fedakarlıkları göze almak gerekirdi. Sonunda boğa boynuzlarından yakalandı. Şiddetli darbelerin hedefi olundu, çok kere yere düşüldü. Vücudun çeşitli yerleri kırılmış bir halde tekrar ayağa kalkıldı. Ancak son derece zor bir mücadele veren cesur savaşçı, zaferin gülen yüzünü gördü. Sebatlı çalışmalar, başarı tacını giyinceye kadar gösterilen büyük feragatler sayesinde savunulan davaya yeni şampiyonlar getirir. Fakat bunun için büyük toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece onlar bu mücadelenin kanlı sonucuna kadar dövüşmek için azim ve sebata sahiptirler, işte bunlar Panjermanist harekette yoktu. Bundan dolayı parlamentoya girmekten başka bir çözüm çaresi bulamadı. Bu karar, uzun mücadele ve müzakerelerin sonunda alınmadı. Esasen başka bir usul ve hareket üzerinde de durulmadı. Bu iştirakten, bütün milletin huzurunda söz söylemek imkanı ile halk topluluklarının daha kolay aydınlatılacağı umuluyordu. Bu şekilde hareket etmekle fenalığın köküne saldırmanın dışardan yapılacak bir hücum dan daha etkili olacağı düşünüldü. Yasama dokunulmazlığının her liderin durumunu kuvvetlendireceği, bu sebeple nüfuzunun artacağı sanılıyordu. Oysa durum bambaşka cereyan etti.
Panjermanist milletvekillerinin, konuşma fırsatım elde ettikleri forum büyümemiş, bilakis küçülmüştü. Çünkü herkes ya huzurun da konuştuğu kimseye ya da gazetelerde çıkan konuşma tutanaklarını okuyan halka söz söylemiş oluyordu. Halbuki dinleyicilerin en büyük "forum"u parlamentoların oturum salonları değil, büyük ve genel toplantılardır. Ancak bu toplantılarda hatibin kendilerine söyleyeceği şeyleri dinlemek için gelen binlerce kişi bulunur. Öte yan dan parlamentoların oturum salonlarında bir iki yüz kişi vardı. Onlar da milletin temsilcileri olan efendilerinden bir şey öğrenmek için değil, gündeliklerim alabilmek için oraya gelirler. Bu gibi yerlerde daima aynı simalar görülür. Bunlar hiçbir zaman yeni bir şey öğrenemezler. Çünkü bu heriflerde zeka bir yana, yeni bir şey öğrenmek için irade bile yoktur.
Hiçbir zaman milletvekillerinden biri, önce yüksek bir gerçeğe kanaat getirecek ve sonra o kanaatin hizmetine geçecek değildi. Evet hiçbiri böyle hareket etmez. Yeni seçimlerde milletvekilliğim elinden kaçırmamayı garanti ederse belki o zaman basit bir harekette bulunur. Ancak bu hamiyet gösterileri, yeniden seçilmeyi garanti edebilmek için yeni bir parti veya eğilim aramak içindir. Böyle durumlarda onların parti değişmelerini haklı gösterecek, fakat ahlak kuralları ile bağdaşmayan birtakım sebepler bulunur. Mevcut hu parti ezici bir hezimete uğrayacaksa ya da pek açık biçimde halkın neden düşmüşse, o partide büyük bir göç başlar. Parlamento sıçanları derhal partilerinin gemisini terk ederler. Fakat bu değişiklikler, daha iyi anlatılmış bir fikir ve düşünce veya daha güzel şeyler yapmak yolunda ki çalışmalarla kesinlikle i değildir. Bu hareket, parlamento tahtakurusunu başka bir partinin sıcak yatağına düşüren içgüdünün görünümüdür, işte böyle kişilerin toplandığı bir salonda konuşmak, hayvanların önüne inci serpmek demektir. Sonucu sıfır olduğu için boş bir zahmetten 'ettir.
Panjermanist milletvekilleri konuşa konuşa gırtlaklarını yırttıkları halde etkili olamadılar. Basın ise bu konuşmalar hakkında ya sessizliğini muhafaza ediyor ya da konuşmaların akışını bozup manasını değiştirerek yayınlıyordu. Bundan dolayı halk yeni hare-niyeti hakkında bir fikir edinemiyordu. Gazetelerde çıkan fıkralar konuşmaların orasından burasından alınmış parçalardan ibaret olduğu için, hiçbir şey ifade etmiyordu. Sözün kısası Panjermanistlerin konuştukları yer tam o beş yüz parlamento üyesinden meydanı oluyordu. Bu da her şeyi anlatmaya yeter sanırım. Fakat işin daha kötüsü şu oldu: Panjermanist hareket, ancak ilk ,en itibaren yeni bir felsefi düşünce ortaya atmadıkça başarı t edemezdi. Bu büyük mücadeleyi sonuca vardırmak için dahice almak ve hakikati en iyi ve en cesur şereflere teslim etmek gerekirdi. Bir felsefi düşünce uğrunda yapılacak mücadele, eğer her fedakarlığa hazır kimseler tarafından başlatılmazsa, kısa bir zaman ölümü göze alabilecek bir mücadele adamı bulunamaz. Kendi için kavga eden kimsede, topluluk uğruna mücadele etme imkanı yok olur. Herkes bu önemli şartı öğrenmeli ve yeni hareketlenecek nesillerin nazarında şan ve şeref arz edeceğini, bugün ise t şey sağlamayacağını bilmelidir. Eğer bir hareket ne kadar çok im vaat ediyorsa, o kadar çok haris kimselerin hücumuna uğradı. Gün gelir bu siyaset işçileri parti içinde çoğunluğu ele geçirerek mevkie çıkarlar. Eskiden namuslu bir mücadele adamı olan herif şimdi yeni hareketi tanımamazlıktan gelir. Partiye yeni gelende onu bir yapışkan olarak gördüklerinden istemezler, işte bu durumda da böyle bir hareketin kutsal görevi bitmiş olur. Panjermanist hareket, çalışmalarım parlamento içine yönelttiği şeflerin ve mücadele adamlarının yerlerini parlamentocular ele geçirdiler. Böylece bu hareket kısa bir zaman içinde diğer partilere benzedi ve geçici bir siyasi teşekkül durumuna düştü. Mücadele etme yerine o da "nutuk atmayı ve "müzakere etme "yi öğrendi Böylece çok geçmeden yeni parlamenterler, yeni hareketin fikirlerini parlamento belagatinin "manevi silahları" ile korumaya başladılar. Çünkü bu şekil mücadelenin, gerektiğinde hayatını tehlikeye ama pahasına, sonu belli olmayan ve bir çıkar sağlamayan kavga).ı girişmekten daha tehlikesiz olduğunu anladılar.
Memleketlerdeki taraftarlar, parlamentoya girenlere ümit besle diler, onlardan mucize beklediler. Tabii hepsi boş çıktı, kısa bir zaman sonra sabırsızlanmaya başladılar. Çünkü milletvekillerinden işittikleri şeyler, parlamentoya seçtikleri kimselerden beklediklerim hiç uymuyordu. Bunun sebebi basının, Panjermanist miletvekillerinin konuşmalarını halka ters bir şekilde yansıtması idi. Bu arada yeni milletvekilleri parlamentoda kendi mücadelelerinin tatlılaşmış şekillerinden zevk aldıkları için, halk toplulukları arasında konuş 111.1 yapmak gibi çok daha tehlikeli bir işe dönmek istemiyorlardı. V;v.ı tasız olarak, yani büyük kalabalıklar önünde konuşma yapmanın yararları unutuldu.
Toplantı yeri işini gören birahane masası, parlamento kürsüsü ile kesin bir şekilde yer değiştirince ve konuşmalar doğrudan doğruya halka yapılacak yerde "forum"daki, halk temsilcilerinin kafalı rina boşaltılmaya başlanınca,Panjermanist hareket bir halk hareken olmaktan çıktı. Kısa bir zaman içinde de akademik münakaşa); 11.1 mahsus az çok ciddi bir kulüp seviyesine indi. Basının sebep olduğu fena intiba ile Panjermanist kelimesi halk arasında kötü bir şöhrete sahip oldu.
Fakat günümüzün züppeleri ve elleri kalem tutan haydutlar şurasını bilsinler ki, bu dünyanın büyük devrimleri hiçbir zaman l »ı kaz kalemi bayrağı altında olmamıştır! Sadece her seferinde bu kalemlere, devrimlerin kuramsal sebeplerini yazmak işi düşmüştür
Ta ilk çağlardan beri siyasi veya dini sahalarda büyük tarihi olayları meydana getiren kuvvet, sadece ağızla söylenen sözlerin kudreti olmuştur. Bir milletin büyük bir çoğunluğu daima 1"< sözün kudretine boyun eğer. Bütün büyük hareketler, şahsi durumların ve ruh haletlerinin, volkanı andıran patlamaları ile olmuştur. Ancak bu patlamalar, ya o zalim sefalet ilahına ya da halk toplu! ı il'inin sinesine atılan sözlerin kıvılcımları ile meydana gelmiştir. at bu işleri hiçbir zaman estetikçi yazarların ve salon kahramanım limonata fıskiyeleri yapmamıştır. Milletlerin mukadderatını yakıcı bir ihtiras fırtınası değiştirebilir. Ancak bunu içinde (imasını bilen kimse, ihtiras meydana getirebilir ve kendi sevgili daşlarına bir milletin kalbini açan o çekiç darbesini andıran sözü ihtiras kaynağı olur. ihtiras bilmeyen ve ağzı kapalı duran kimse iradesini açıklamak için Tanrı tarafından seçilmez.
Eğer yapacakları iş için görgü ve ehliyet yeterse, gelişigüzel kağıt karalayan yazarlar, mürekkep şişelerinin karşısında oturup "nafiyelerle meşgul olarak vakit geçirsinler. Böyle bir kimse lider olmak için doğmamıştır ve seçilmemiştir. Demek ki büyük amaçlar ve koşan bir hareket halkla teması kaybetmemelidir. Herkes her şeyden önce bu açıdan incelemeli ve kararlarım bu yöne üfmelidir. Ayrıca halkın üzerindeki tesir imkanlarını azaltacak işlerden kaçınmalıdır. Bunun böyle olması demagojik sebepler vasıtasıyla değildir. Hiçbir büyük fikir, ne kadar kutsal ve ne kadar ek olursa olsun, halkın kuvvetli desteği olmadan gerçekleştiremez. Gayeye doğru kesin yolu sadece sert gerçek temin eder. Güzel yollardan kaçınmak ister istemez gayeden vazgeçmektir. Nnjermanist hareket, faaliyetlerinin büyük bir kısmını halk değil de, parlamentoda geliştirmeye başlayınca, belki bir an başarılar elde etti, fakat buna karşılık geleceğini feda ettiği oldu. Çetin olmayan bir mücadele yoluna sapmakla zafere layık olmayan bir duruma düştü.
Viyana'daki yıllarım sırasında bütün bu meseleler üzerinde durdum. Kanaatimce Cermenliğin kaderini ellerine almaya aday görünen hareketin yıkılmasının en belli başlı sebebi, yukarıda ki açıklamalardır. Bugüne kadar olan büyük inkılapların derin sebeplerinin bilinmemesi, büyük halk topluluklarının öneminin hafife alınmasına sebep oldu. Bunun sonucu olarak toplumsal sorunlar hakkında halkın ilgisi zayıfladı ve milletin aşağı tabakalarını elde etmeye yarayacak teşebbüslerde yetersizlik hasıl oldu. Sonunda parlamentoya karşı alınan vaziyet bütün bunların üstüne tuz biber ekti, eskiden beri devrimci direnişte halkta görülen o kuvvet takdir edilseydi, gerek toplumsal yönden ve gerek propaganda yönünden başka türlü faaliyet gösterilirdi. Hareketin en belli başlı gayreti de parlamentoda değil, fabrikalarda ve sokaklarda sari olunurdu.
Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi'ne açtığı sert saldırı, halk ruhunun gereği gibi anlaşamamasından ileri geldi. Yeni partinin Roma aleyhindeki şiddetli saldırısına sebep, Habsbourg Hanedanı'nın Avusturya'yı bir Slav devleti yapmağa karar verdiği zaman, bu gayesine hizmet edecek gibi gördüğü çarelerin hepsine birden sarılması idi. Dini müesseseler tereddüt gösterilmeden ve pişmanlık duyulmadan hükümetin hizmetkarı haline getirildiler. Çek "Paroisse"ler ve "Cure"ler Avusturya'nın Slavlaştırılması işinde kullanılan vasıtalar oldular. Genellikle Çek papazları Alman olan bölgelere tayin ediliyorlardı. Bunlar yavaş yavaş Çeklerin menfaatlerini, kiliselerin menfaatlerinden üstün tutmaya başladılar. Her biri Cermenlık ten çıkarma faaliyetinin hücreleri haline geldiler.
Alman ruhban sınıfının bu duruma karşı gösterdiği reaksiyon, bir hiç seviyesindeydi. Bunlar karşı bir mücadeleyi idare edecek kabiliyete sahip değillerdi. Ayrıca hasmın saldırısına karşı milletini savunmasını da bilmiyorlardı. Böylece dinin sinsice işlenen suiistimalleri karşısında, herhangi bir müdafaaya sahip bulunmayan Cermenlik ağır ağır, fakat devamlı olarak geri çekilmek zorunda kaldı.
Küçük meseleler deki cereyan şekli, büyük meseleler dekinin aynısı oldu. Habsbourgların Almanlar aleyhindeki gayretleri yüksek ruhban heyetinde de bir tepki uyandırmadı. Böylece Alman menfaatlerinin savunulması tamamen ihmal edilmiş oldu.
Genel intiba da aynı idi. Katolik ruhban heyeti işgal ettiği ye ı ile Almanların hukukuna büyük zarar veriyordu. Bundan ötürü Ki lise kalben Alman milleti ile beraber olmadığı gibi, onun düşmanla rina da yardımcı görünüyordu. Schoenerer'e göre bütün bu fenalığın sebebi Katolik Kilisesinin başının Almanya'da bulunmaması itli Kilisenin milletimizin menfaatlerine karşı düşmanca tavır takınma sına sebep buydu.
Eskiden de olduğu gibi, o günlerde de Avusturya'da kültüre an meseleler arka plana atıldı. Panjermanist hareketin Katolik Kilisesi ne cephe almasına sebep, Kilisenin ilme ve sanata karşı takındığı tavırdan ziyade Alman hukukunu savunmaması ve Slavların isteklerine ve iddialarına devamlı olarak yardım etmesi idi. Schoenerer yarım iş yapan kimselerden değildi. Kiliseye karşı mücadeleye, bunun milletini kurtuluş yoluna çıkaracak tek hareket olduğu kanaatiyle girişmişti. Roma'dan ayrılma mücadelesi düşmanın iç kalesini fethetmek için en etkili bir taktik gibi göründü. Eğer Schoenerer Unda başarı gösterebilseydi, Almanya'daki o dini bölünmelerin üstesinden gelebilirdi. Bu başarı ile Alman milletinin ve Reich'ın kuvveti daha çok artacaktı. Fakat bu mücadelenin ne başlaması ne de bitmesi doğru değildi. Şüphesiz Alman ruhban heyetinin Cermenlik konusunda karşı koyma kuvveti, Alman olmayan meslektaşlarının özellikle Çeklerin gösterdikleri kuvvetten çok daha zayıftı. Alin menfaatlerinin esaslı bir şekilde savunulması fikrinin hiçbir zaman Alman ruhban heyetinden görünür olmadığını, sadece cahiller ifade edemezlerdi.
Çek papazı kendi kuvvetine karşı sübjektif, kiliseye karşı objektif bir vaziyet aldığı halde, Alman "Cure"si kiliseye sübjektif bir bağlılık gösteriyor ve milletine karşı ise objektif kalıyordu. Bu öyle bir olaydır ki binbir çeşit misalini gördükçe insanın asabı boşalmaktadır. Bunun, Katolikliğin özel bir misali olmadığı meydandadır. Fakat bizde, yine de kısa bir zaman içinde her milli müesseseyi ve idealleri kemiren bir derttir. Mesela, memurlarımızın milli dirilme teşebbüsleri karşısında aldıkları tavrı, başka bir ırkın memurlarının aynı durum karşısında alacakları tavırla kıyaslayalım, ihtimal verilebilir mi ki, herhangi bir ülkenin subayları, bizde tabii olarak kabul edilen ve beş yıldan beri yapıla geldiği gibi devlet otoritesinin arkasına çekilip, milletin dertlerini ihmal etsin. ün iki doktrin de Yahudi meselesinde, milli menfaatlere ve dinin gereklerine ters düşen noktaları kabul etmiyorlar mı? Oysa Yahudileri ırk yönünden pek az ilgilendiren meselelerde bir Yahudi ihamının aldığı vaziyet, bizim ruhban heyetimizin herhangi bir idemizde aldığı vaziyetle bir kıyaslansın bakalım. Tek bir fikrin müdafaası yapılan yerlerin hepsinde bu olayı görürüz. Devlet otoritesi, demokrasi, barışçılık, milletlerarası anlaşma gibi birtakım meftunlar, bizde daima bir kesin fikirler ve doktrine ait kurallar halini alırlar. Bunlar milletin hayati meseleleri hakkında verilecek hükümlere kaynak teşkil ederler.
Bütün önemli konularda, evvelden dondurulmuş bir fikre göre hareket etmek, objektif suretle doktrin ile ayrılığa düşen bir olayı Objektif olarak anlamak melekesini tamamen yok eder ve sonunda vasıtalarla gayeler arasındaki rolü tersine döndürür. Eğer kalkınma teşebbüsleri zararlı bir hükümetin devrilmesini gerektirecek ise, bu na karşı gelenler, hemen "bu devletin otoritesine karşı suikasttır" diyeceklerdir. Devletin otoritesi ise, objektifliğe dört elle sarılanların gözünde bir vasıta değil, bir gayedir. Bu gaye, onların hayatlarını doldurmaya yeter. Mesela böyle bir teşebbüse Büyük Frederic bili kalkışsa, aciz cüceler ve ahlak dereceleri belli olmayan politikacılar bunu protesto edeceklerdir. Çünkü prensiplere tapanların nazarın da, demokrasinin kanunları milletin silahından daha kutsal görünürler. Demek oluyor ki, biri devlet otoritesini sağladığından dolayı bir milleti yok olmaya sürükleyen istibdatların en adisini koruya çak, diğeri de taptığı demokrasi mefhumuna uymadığı için kurtulup, ümidi veren bir hükümeti isteyecektir, işte bunun gibi bizim barış sever Alman da, millete yapılan en kanlı baskı ve şiddetleri, en fena militarist bir devletten gelse ve olayın akışını değiştirmek için savunmadan başka çıkar bir yolu bulunmasa bile bunu sessizlikle karşılayacaktır. Çünkü savunma tedbirlerine başvurmak barışsever cemiyetlerin ruhuna aykırı gelecektir. Alman Sosyalisti dünyadaki diğer insanlar tarafından devamlı tecavüze uğrayabilir. O ise buna yalnız kardeşçe bir sevgi ile karşılık verir ve intikam almayı düşünmez. Bu pek acıklı bir durumdur. Hatta savunmayı bile aklına getirmez, işte o kişi, Alman'dır. Fakat bu durumu değiştirmek için de ilk önce onu iyice anlamak gereklidir.
Alman ruhban kurulunun basit bir bölümünün milli menfaatleri zayıf bir şekilde koruması da aynı sebebe dayanmaktadır. Bu, ne şuurlu bir kötü niyet eseridir ne de tepeden gelme emirlerin sonucudur. Bu milli azim yokluğunda, biz gençlerin Cermenlik yönün-den eksik eğitim görmemizin ve bir put gibi tapılan fikrin duruma tamamen hakim olmasının sebebi vardır. Demokrasi, milletlerarası sosyalizm, barışçılık (v.s.) yönündeki eğitim, kendi açısından o kadar sert ve dolayısıyla sübjektiftir ki, dünya hakkında çıkarılan genel görüş bu durum karşısında etki altında kalır. Halbuki Germenliğe karşı gençlik üzerinde alınan tedbirler tamamen objektiftir.
Fikrine sübjektif olarak maddi ve manevi varlığı ile kendisini veren barışçı, bir Alman olarak kendi milletine karşı meydana gelen her tehditte (ki bu tehdit ne kadar haksız olursa olsun) objektif hakkın hangi tarafta olduğunu araştıracaktır. Bu Alman hiçbir zaman beka içgüdüsüne bağlanarak, kendi seviyesinin safları arasında savaşmayacaktır. Diğer bazı mezheplerde de durum aynıdır. Protestanlık kendi kaynağına ve geleneklerine uygun geldiği nispette Cermenliğin menfaatlerini kendinden daha iyi korur. Fakat, milli menfaatlerin korunması kendi düşünce ve geleneklerine aykırı ise veya herhangi bir sebeple bu koruma işi geleneklerin dışında kalmış bir alanı ilgilendiriyorsa, o zaman aciz kalır, hiçbir şey yapmaz. Protestanlık, milli fikrin gelişmesi, ahlak meseleleri, Alman ruhunun, dilinin ve hürriyetin korunması söz konusu edildiğinde, fena Alman menfaatlerinin gerektirdiği şekilde hareket eder. Çünkü bütün bu konular, Protestanlığın istinat ettiği prensiplerle aynıdır. |Fakat milleti, yok etmek üzere olan düşmanın pençesinden kurtarmak yolundaki çalışmaları da ezmeğe uğraşır. Buna sebep Yahudiler hakkındaki görüşleridir, işte ilk önce halledilmesi gereken işte budur. Yoksa Almanların ilerde yapacakları bütün kalkınma planları anlamsız duruma düşer.
Viyana'da oturduğum sırada, bu konuyu önceden kazanılmış fikrin etkisinde kalmadan incelemek fırsatını buldum. Böylece günlük hayatımın akışı içinde bu hususun canlanma teşebbüsleri imkansız ve manasız bir duruma düşer. Bin defa haklı olduğunu anladım. Birçok milletten meydana gelen bu şehirde, milletin menfaatleri sadece barışsever Alman, objektif olarak düşünüyordu. Fakat Yahudi, kendi milletinin menfaatlerine ait hususlarda hiçbir zaman şekilde hareket etmiyordu. Yalnız Alman Sosyalist'inin, kendi milletinin menfaatlerini beynelmilelci yoldaşların huzurlarında şikayet ve ağlayıp sızlamaların dışında bir yolda korumak imkanını vermeyecek şekilde beynelmilelci olduğu da ortaya çıkıyordu. Halbuki hiçbir zaman bir Çek veya bir Leh böyle hareket etmiyordu. Sözün kısası o günlerde gördüm ve anladım ki bu hatalar, fenalık mezheplerden çok, bizim kusurlu olan eğitimimizden ileri gelir. Nedense milliyetimize ters düşen düşünceleri feda edecek kalbimize hakim olamıyorduk. Bunun sonucunda da Panjermanist hareketin, Katolikliğine karşı olan mücadelesinin nazari delili reddedilmiş oluyordu.
Alman milleti, gençlik çağlarından itibaren, sadece kendi ırkının haklarını koruyacak biçimde eğitilmeli ve Alman çocuklarının kalpleri, milletimizin savunmasına ait konularda, o kötü "objektif görüşümüzle zehirlenmemelidir. İşte o zaman, başta radikal bir hükümet dahi bulunsa, irlanda, Lehistan veya Fransa'da olduğu gibi Almanya'da da Katolik Kilisesi'nin Alman olduğu görülecektir. Bu iddiamın en açık delilini, milletimizin ilk defa bir ölüm kalım mücadelesine giriştiğinde varlığını korumak için tarihin önüne çıktığı o devirlerde buldum. Yukarıdan sevk ve idare devam ettiği sürece halk üstüne düşen görevini layıkıyla yaptı. Protestanlar ve Katolikler sadece cephedeki kuvvetimize değil, özellikle geride kalan kuvvetlerimizede hizmet ettiler, ilk sevk ve heyecan yıllarında, iki tarafda kutsal bir Alman imparatorluğu'ndan başka bir şey düşünmedi, imparatorluğun hayatı ve geleceği için herkes Tanrısına dua ediyordu.
Şimdi Panjermanist harekete, Avusturya'da Alman unsurunun bekası, Katolik dini ile telif edilebilir mi, diye sormalı. Eğer cevap "evet" olursa, bu siyasi parti din ve mezhep meselelerine hiç karış mamalıydı. Yok eğer cevap "hayır" olacaksa, bir siyasi partiye değil, dini bir reforma ihtiyaç var demekti. Siyasi bir teşkilat gibi karışık yollardan dini bir reform yapmak isteyen kimse, dini inanışların gelişmesi ve kilise için bunları tayin eden ve meydana getiren şeyleri hakkında hiçbir fikri olmadığını sadece bu teşebbüsü ile ortaya koymuş olur. iki efendiye birden saygı göstermenin mümkün olmayacağını sırası gelmişken belirtelim. Esasen benim fikrime göre, bir dinin meydana getirilmesi veya yok edilmesi, bir devletin kurulmasından daha büyük ve ayrı mahiyette bir harekettir.
Hiç şüphe yok ki, her zaman birtakım vicdandan yoksun kimseler bulunur. Böyle kimseler aynı zamanda dini kendi karanlık siyasi görüşlerine alet ederler. Fakat şunu da unutmamalı ki, dini veyahut mezhebi kendileri için suiistimal edenler yüzünden, din ve mezhepleri sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu adi kimseler, kendi adi içgüdüleri için suiistimal edecekleri başka müesseseler varsa, hiç çekinmeden onları da istismar ederler.
Parlamentoda böyle boş kafalı bir kimse kalkıp kendi siyası menfaati için, dini suiistimal edecekse, bu hareketini haklı gösterecek fırsatı nimet sayar. Eğer böyle bir kimsenin şahsi ahlaksızlığından dolayı, din ve mezhep sorumlu tutulur ve bu müesseseye hücum edilirse, yalancı artık herkesi kendine şahit tutar. Kendi hareketinin ne kadar haklı olduğunu ve dinin kurtulması gerektiğinden dolayı kendisine müteşekkir kalınmasını ileri sürer. Sonunda işi İlyaygaraya boğan bir kimsenin kavgaya sebep teşkil ettiğim kimse Jffiirk etmez. Yahut hafızası zayıf olan kamuoyu bunları hatırlamaz. Böylece adi herif, hedefine ulaşmış olur.
Bu gibi kurnaz kimseler bilirler ki, bütün bunların din ile ilgisi hiç yoktur. Bu adi herifler gizli gizli gülerken, onlarla mücadele etmiş Olan namuslu, fakat maharetsiz kimse bu işten mağlup çıkar ve hatta insanlığın iyi niyetinden ümidini keserek hayattan çekilir. Diğer taraftan, dini, din olmak itibarı ile, hatta kiliseyi de herkesin işlediği kabahatlerden dolayı sorumlu tutmak haksızlık olur. Dini teşkilatın büyüklüğü, insanın mutat noksan ve kusurları ile mukayese edilince, iyilerle fenalar arasındaki farkın dindar çevreler lehinde tecelli ettiği görülür. Ruhban kurulunda da kutsal görevleri-siyasi arzuları uğrunda kullananlar ve siyasi alanda yalan ve iftirayı yaydıklarını, hatta yüksek bir gerçeğin etkeni olmaları gerektiklerini unutan kimseler vardır. Böyle düşük ahlaklı bir veya iki kişiye karşılık kutsal görevlerine sadık bütün bir teşkilatı itham etmek yanlış olur.
Dostları ilə paylaş: |