Kadere iman 2 Kader Konusunda Bazı Meseleler 3



Yüklə 403,77 Kb.
səhifə12/14
tarix18.01.2019
ölçüsü403,77 Kb.
#100613
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

Kader-i Mübrem:

İnsan iradesinin ve kudretinin dışında kalan hâdiselere âid kader. Bize göre birdenbire meydana ge­len afetlerin neticesi olan zarar ve ziyanlar, fırtınalar, depremler, ölüm halleri... bazılarımızın cılız, zayıf, has­talıklı, sağlam bünyeli... olarak yaratılışımız, gelecekte olacak hâdiseler, ne zaman, nerede öleceğimiz, kıyame­tin ne zaman kopacağı gibi. Bu kısım kaderden bahset­meyi Resûlullah Efendimiz nehyetmiştir. Kendisine:

"Kıyamet ne zamandır?" sualini sorana:

"Kıyamet için ne hazırlığın var?" sualini sormuş, bilinmeyeceğini, bi­linmesinde bir faide olmayacağını anlatmak istemiş­tir.189

V- Kader İle İhtîcac (Onu Delil Saymak) Doğru Mudur?

Bir kimsenin evvelâ bile bile hata etmesi, sonra, "Ne yapalım kader böyle imiş," demesi doğru olmadığı gibi, "Kaderde ne var ise o olur, Allah alnıma ne yazdı ise başıma o gelecektir, ne yapsam kaderim değişmeye­cektir," demesi ve kabahati kendine değil, bilmediği ka­dere bulması, dinimizin asla hoş görmediği bir şeydir. Buna kader ile ihticac denir. Bu fikrin neden doğru ol­madığını izah edelim:190



1- Biz hakımızda kaderin ne olduğunu bilmeyiz. Yani ilerde başımıza nelerin geleceğini, nelerle karşıla­şacağımızı, nerede ve ne halde öleceğimizi... asla bile­meyiz. Öyle olunca bilmediğimiz bir şey ile hükmet­mek, kendimizi cansız bir varlık gibi hâdiselerin akışı­na terketmek, çalışmayı bırakmak bize lâyık değildir.

2- Hak Teâlâ hazretleri bizi dünya hayatında mü­kellef kılmış, Rasûle tabi olmamızı, emirlerine uyma­mızı, nehyettiklerinden kaçınmamızı... istemiştir. Şa­yet kaderi insan hayatında bir delil olarak almak lâzım gelseydi o zaman Cenâb-ı Hakkın ve Rasûlünün bize, "Siz her ne yaparsanız yapın kaderin önüne geçemezsi­niz, artık kendiniz yormayın, boşuna uğraşmayın..." de­mesi icabederdi. Halbuki durum bunun tamamen aksi­nedir. İnsanlar çalışmaya, ilerlemeye, tehlikeden ko­runmağa, hâsılı her iki cihanın saadetini kazanmağa davet edilmiştir.

3- Resûlüllah Efendimizin ve ashabı kiramın ka­deri delil sayıp, çalışmayı terkettiklerine kimse şahid olmamıştır. Bedir'de bulunan ashabın geçmiş ve gele­cek günahları affedildiği, hattâ on kişinin cennetle müjdelendiği bilinen bir şeydir. Allah ve Rasûlü verdikleri bu müjdeden asla dönmeyecekleri halde bu insanların hiç biri (artık cennetlik olduk) diyerek sırtüstü yatma­dılar. Amellerinde, ahlâklarında en ufak bir gerileme olmadı, üstelik gayretleri arttı.

VI- Kazaya Rızâ

Kazaya rıza; takdire ve takdire uygun olarak mey­dana gelen her şeye razı olmak demektir. Halk arasın­da, kazaya razı olmak lâzımdır, başa gelen çekilir gibi dillerde dolaşan sözler aslında bu mânâda söylenmiş sözlerdir. Takdire ve takdire uygun olarak vaki olan her şeye razı olmak mı, yoksa olmamak mı lâzımdır? Bu hususta hareket ve düşüncemiz ne olacaktır? Şimdi bu mevzuyu incelemeye çalışalım:



1- Takdire razı olmak her müslümanın dinî vazi­fesidir. Burada takdirden maksat; Allah Teâlâ'mn her şeye hususiyyetini vermesidir. Kısaca, Allah Teâlâ'nın varlıkları yaratmadan evvel tesbit buyurduğu herşeydir. Hiç bir kimsenin Allah'ın takdirine karşı çıkması, beğenmemesi, yersiz ve mantıksız bulması olamaz. Al­lah Teâlâ hakimdir. Her emrinde, her fiilinde, her koy­duğu kanunda sayısız hikmetler vardır. İnsan ne kadar etraflı düşünse, onun koyduğu kanundan daha iyisini bulmak şöyle dursun, kusur dahi bulamıyacaktır.Kusur buldum zannederse bu; ilâhî kanunda değil, kendi düşünce tarzındaki sakatlıktadır.

Allah'ın peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği her türlü ahkâma tereddütsüz razı olmak ve kabul etmek mecburiyeti vardır. Emirlerini ve nehiylerini haklı, ye­rinde ve doğru olarak bilmek ve tasdik etmek her insa­nın vazifesidir. Kimsenin bu hususta, şöyle olmalıydı diye fikir yürütme selâhiyeti yoktur.

Allah'dan bize gelen akıl, fikir, sıhhat, afiyet, gör­mek, işitmek, konuşmak... gibi nimetler. Verilen her ni­met için şükür vacibdir. Şükrün birinci derecesi ise ni­mete razı olmaktır. Bu nimetlerin artmasını istemek, aslında nimete razı olmamak mânâsını taşımaz. Sıh­hatte olanın, sıhhatinin devamını istemesi, zengin ola­nın -şükrünü edâ etme niyeti ile- daha zengin olma­yı istemesi yasak değildir.

2- Razı olmakla beraber, kurtuluş çaresi aramanın yasak olmadığı kazadır: Hastalanmak, yangın, sel, zelzele... ve benzeri felâketlere uğramak gibi. Bunlar, Allah'dan gelmesi sebebiyle razı olunması gereken fa­kat kurtuluş çaresi aramamız icabeden kazalardır. Bu çeşit kazalara razı olmaktan maksat; Allah'a karşı edebsizlikte bulunmamak, şikâyet etmemektir. Fakir düşen birinin zengin olmağa çalışması yerinde ve doğ­rudur. Fakat fakir düşmesini Allah'ın adaletsiz bir tak­diri ve zulmü saymak yersiz ve oldukça ahlâksız bir dü­şünüştür. Dinden çıkmağa sebebdir.

Hastalanan; sıhhatini elde etmek için çalışır. Allah Teâlâ'mn hastalıktan kurtulmak için koyduğu kanun­lardan istifade etmeğe gayret eder. Ama hastalanması­nı Allah Teâlâ'nın kendine karşı bir öc alması veya haksızlığı gibi düşünemez.

Yakınlarından birini kaybeden, annesi, babası veya bir dostu vefat eden kimse sabreder. Onun vefatından dolayı arzu ettiği kadar ağlar. Fakat Allah'ın bu takdi­rine baş kaldıramaz., vakitsiz öldürdüğü gibi terbiye hududunu aşan bir fikre kapılmaktan daima uzak bu­lunur.

3- Razı olmanın haram olduğu kaza: Kendinin, evlâdının veya bir başkasının zina etmesine, şarab içmes'ine, yalan şahitlikte bulunmasına; kâfir, münafık veya müşrik olmasına razı olmak ve kurtuluş sebebini aramamak gibi. Bir düşman istilâsına, ırz ve namusun ayaklar altında çiğnenmesine razı olmak ve "kadere bo­yun eğmek gerekir" demek, din duygusundan veya Al­lah'ın kazasına razı olmak hissinden değil; şerefsizlik ve haysiyet düşkünlüğünden ileri gelir. Büyük hatadır, büyük günahtır.

VII- Hazreti Ömer'in Kader Anlayışı

Hazret-i Ömer orduyu teftiş maksadıyla Şam'a gi­derken Serğ köyüne geldiği zaman veba hastalığı oldu­ğunu duyunca geri dönmek istemişti. Ordu kumandanı Ebu Ubeyde (r.a.):

"Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun ey Ömer?" deyince O'na şu sözleri söylemiştir:

"Keşke bu sözü senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde. Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kade­rine firar ediyoruz. Re'yin nedir? Söyle bakalım. Senin develerin olsa da, bir tarafı otlak diğer tarafı çorak de­reye inmiş olsa, şimdi sen o develeri otlu cihette doyu­rursan Cenab-ı Allah'ın kaderiyle, bilâkis çorak ve ku­ru cihette güder, aç bırakırsan yine Cenab-ı Hakkın ka­deriyle otlatmış olmaz mısın?"

Bu sözlerin bitiminde Abdurrahman ibni Avf gele­rek meseleyi anlayınca:

"Benim bu meselede hususî bilgim vardır," diyerek aşağıdaki hadîsi nakletmiştir:



"Bir yerde veba olduğunu işittiğiniz vakit o yere, onun üzerine gitmeyiniz. Bir yerde de siz bulunduğu­nuz halde veba hastalığı çıkarsa ondan kaçarak o yar­den çıkmayınız."191

Bütün bunlar gösteriyor ki: Kaza ve kadere inanmak insanı körü körüne hâdiselerin akışına kaptırması ve kurtuluş çaresi aramaması demek değildir. Bilâkis her şeyin bir sebebe bağlı olduğuna inanarak yapışmak kaza ve kadere inanmanın bir neticesidir.




Yüklə 403,77 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin