Kader Konusunda Bazı Meseleler
1- Kulun kaderi tasdik etmesi ve takdir ettiği konularda Allah'a boyun eğmesi vaciptir.
2- Vuku bulan şeylerde teslim olmak, hemen taat üzere şükretmeyi ve günahlardan tevbe etmeyi gerekli kılar.
3- Müslümanın, mükelleflik konularında, istikbalde, muhtar (seçme hakkı bulunan biri) olduğuna ve muhtar olduğuna göre tasarrufta bulunacağına inanması gerekir.
4- Yine kulun kader konusunda Allah'ın hükmüne teslim olması; kesb ve kader konusunda Allah'ın iradesi ve kudreti ile olduğu konusunun nasıl cem edileceği hususunda vesveseye kapılmaması gerekir. Çünkü Allah olmuş ve olacakları bilir, onu iradesiyle tercih eder ve bunun sonucu olarak kendi kudretiyle onu meydana çıkarır. Burada bir sınır vardır ki, o da Allah'ın sorumlu olmayışıdır. Nitekim bu konuda şöyle buyurur:
"Allah yaptığından sorumlu tutulmaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir."10
5- Bir yönden ilahi meşiet ile, diğer yönden emir ve rıza arasında fark vardır. Olmuş ve olacak her şey Allah'ın iradesi iledir. Fakat olmuş ve olacak her şey Allah'ın teşrii emri veya rızası ile değildir. Kafirin küfrü, günahkarın günahı, Allah'ın teşrii emri ile olmadığı gibi, onun rızası ile de değildir. Fakat her ikisinin de meydana gelmesi Allah'ın iradesi iledir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"De ki: Allah kötülüğü emretmez."11
"Allah dilediğini sapıklığa yöneltir, dilediğini de doğru yola iletir."12
6- Kafirin küfrüne; sapığın sapıklığına; fasığın fışkına meşieti delil getirmesi doğru değildir.
7- Kader konusuna dalmak, kalbi ızdırabın ve gönül huzursuzluğunun belirtisidir. Bunun için kader konusuna dalmak mekruh sayılmıştır. Çünkü bu konudaki dikkatsiz sözler, kişiyi karışıklığa ve tereddüte götürür.
8- Bazı İslami fırkalar, Allah'a zulüm nisbet etme anlayışından korkarak kaderi inkar etmişlerdir. Aslında onlar daha şiddetli bir zulme düşmüşlerdir. Çünkü onlar, Allah'tan iradenin kapsamını, kudretin kapsamını ve ilmin kapsamını neryetmişlerdir.
Özet olarak şunu söylüyoruz:
Kedere iman, Allah'ı bilmenin, O'nun sıfatlarını ve fiillerini tanımanın en yüksek görüntüsüdür. Kadere inanmak, insanın ubudiyetteki makamına uygun düşer, insanın muhtaç bir varlık oluşu ile uyum sağlar, insana rıza ve saadeti bollaştırır, şecaat ve atılganlık verir. Kadere iman, Allah'a tevekkül etmenin anahtarıdır. Bunlar ve diğerleri kader inancının müsbet yanlarıdır. Bizler aynı zamanda bir çok şeyle mükellefiz: Kadere inanmakla, Allah'a tevekkül etmekle, amel etmekle ve sebeplere sarılmakla mükellefiz. Marifet, iman, teslim ve amel, bu makamda müslümanın terbiyesidir.
Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
"Ve de ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin."13
Ehli sünnet vel cemaat, Mutezile ile şu konularda ihtilafa düşmüştür:
Kulların fiillerini yaratması meselesi ve kader sıfatı ile irade sıfatının bu evrende cereyan eden her şeyle ilgilerinin şümulü meselesi. Bu mesele ihtilafın en önemli meselesidir.
Mutezile, kulun kendi fiillerini kendisinin yarattığını ve insanın içine yerleştirilmiş bir gücün bulunduğunu söylemiştir. Bu anlayışa göre Allah, sebepleri içlerine yerleştirdiği güce göre çalışır şekilde yarattı. Cereyan eden şeylerde irade ve kudretinin doğrudan bir müdahalesi yoktur. Bu ve Mutezilenin diğer akideleri dini nasslara aykırıdır. Çünkü Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir."14
"Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azabetsin, onları rezil etsin..."15
"Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı..."16
"Hastalandığın zaman bana şifa verendir."17
"Şimdi bana ektiğinizi haber verin. Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz?"18
"Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir."19
"Güç ve kuvvet ancak Allah iledir" cümlesi, İslam'ın önerdiği zikirlerdendir.
"el Kayyum - Her şeyi yerine getiren" sıfatı, Allah'ın isimlerindendir. Bu da her şeyin Allah'ın sayesinde varlığını sürdürmesini gerektirir.
"es Samed - Hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey O'na muhtaç olan" sıfatı da Allah'ın isimlerindendir. Bu da mahlukatın, Allah'a muhtaç olmasını gerekli kılar.
"el Muizz - Yücelten, şereflendiren"
"el Muzill - Alçaltan, zelil eden,"
"el Kabız - Canları alan, rızıkları tutan,"
"el Basit - Hayat bahşeden, rızık yağdıran"
"el Mukaddim - Öne geçiren,"
"el Muahhir - Geri bırakan,"
"el Muhyi - Dirilten, hayat veren"
"el Mumit - Öldüren" sıfatları da Allah'ın isimlerindendir. Bunlar da, meydana gelen her şeyin Allah'ın yarattığı kendi fiili olduğuna işaret eder.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"O, her an yaratma halindedir."20
Bu da "İnsanın kendi fiillerinin kendisi yarattığı" fikri ve "Allah tarafından içe yerleştirilmiş güç" düşüncesi ile tezat teşkil ediyor. Çünkü bu iki fikir de sonuç olarak şu düşünceye götürür: "Allah sebepleri ve musebbebatı (sebepler sayesinde olanları) yarattı ve onları, içlerine koyduğu güç ile cereyan etmeye bıraktı. Cereyan eden şeylerde de O'nun doğrudan hiçbir müdahalesi yoktur."
Eğer durum Mutezilenin savunduğu gibi ise, dua ve tevekkül düşüncesi ne olacaktır? Ve bu kadar dini naslar nerede kalacaktır? Yalnızca Fatiha suresini düşünürsek, onda ehli sünnet ve'l cemaat mezhebine bir çok delil görürüz.
"Hamd alemlerin Rabbi Allah'a aittir."
Bu ayet hamdin ve övgünün her türlüsünün Allah'a ait olduğunu söylüyor. Çünkü hakikatta fail O'dur. Bundan dolayı da övgüyü ve hamdi hakeden O'dur. Her türlü hamdin sedace O'na ait olması gerekir. Bir insanı bir şeyden dolayı övsek, bu şey Allah'ın sayesinde ve Allah'tan olduğu için, hamdi övgüyü hakeden yalnızca Allah olur. Bu da ehli sünnet ve'l cemaat akidesinin haklılığına şahitlik ediyor. Yine Fatiha suresinde yüce Allah: "Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım dileriz" diye buyuruyor. Bu ayet de ehli sünnet ve'l cemaat'ın lehine bir delildir. Meydana gelen olaylarda Allah'ın bir müdahelesi yoksa, kendisine kullukta O'ndan nasıl yardım isteriz? Yine Fatiha'da: "Bize doğru yolu göster veya doğru yola ilet" buyurulmaktadır. Bu ayeti kerime de ehli sünnet ve'l cemaat'ın düşüncelerinde haklı olduklarına delildir. Eğer hidayet ve doğru yolu gösterme veya doğru yola iletme Allah'ın elinde olmasaydı, bir günde şu kadar kez O'ndan hidayet ister miydik? Gerçekten kitap ve sünnet metinleri, ehli sünnet ve'l cemaatin sahip olduğu:
"Her şey Allah'a muhtaçtır ve meydana gelen her şey, Allah'ın yardımı ve fiili ile olmaktadır" düşüncesinin doğruluğuna tanıklık etmektedir.
"İnsan kendi fiillerini kendisi yaratır" ve "içe yerleştirimiş güç" fikirleri, kadere imanı zedeler. Ehli sünnet ve'l cemaat, Mutezile'yi "Kaderiyye: Kaderi inkar edenler" diye isimlendirmişlerdir.
Allah'ın ezelde bildiğine, ezelde irade buyurduğuna, kendi kudretiyle de meydana getirdiğine ve bunu Levh-i Mahfuz'da kaydettiğine; şu anda olan ve ileride olabilecek olan şeylerin Allah'ın ilminin, iradesinin ve kudretinin eseri, Levh-i Mahfuz'da kaydetmesinin muktezası olduğuna iman etmekle, kadere inanmak içiçedir.
Bir çok meselenin kader konusundan ötürü ortaya çıktığına ve büyük prensiplerin ondan doğduğuna ve onun ayrıntısına girdiğine göre, bu durum bizleri bu meselelerin ve prensiplerin içine sokuyor. Her insan bu konuya girmeye ve bu durumda selamet kıyısına ulaşmaya ehliyetli değildir. Bundan dolayı, açıklayacak ve şüpheleri giderecek kadarı hariç, kader konusuna dalmak mekruh sayılmıştır. İmam Ahmed'e kaderden soru sorulmuş da şöyle cevap vermiştir:
"Her şey Allah'ın takdiri ve meşiet (dilemesi)İyle cereyan eder, O'nun meşieti (dilemesi) geçerli olur. Allah'ın dilemesi hariç, kulların dilemesi, geçerli olmaz. Allah'ın onlar için dilediği şey olur, dilemediği şey ise olmaz. Allah'ın kazasını geri çevirecek ve O'nun hükmünü geçersiz kılacak ve O'nun emrini hükümsüz kılacak hiç kimse yoktur."
Bu iki büyük alimin sözünü iyi düşünmemiz gerekiyor.
Dostları ilə paylaş: |