İnsanın Hürriyeti
Eski çağlardan beri insan kendi kendini ve etrafı kuşatan kâinatı düşünmeye başlamıştır. “İnsanın Hürriyeti” konusu insanın aklını en çok meşgul eden ve üzerinde durulan problem olmuştur. Düşünmesinin büyük bölümünü bu konu meşgul etmiştir. Bugüne kadar da bu konu, filozof ve düşünürler arasında tartışma konusu olmakta ve bu konuya büyük bir ilgi gösterilmektedir. Bugün de insan, bulduğu çözüm ışığında kendine bir yaşama ve davranış biçimi belirlemek için doğru bir çözüme ulaşma ümidiyle aynı meseleyi gayret ve ciddiyetle araştırıp incelemektedir.
Bilindiği üzere, insan, bu konuda gerçeği bulmaya çalışır ve araştırmalara koyulurken çalışma alanı olarak tercih ve iradesi dışında kalan şeyleri, örneğin kendisinin siyah veya beyaz renkli olması, şu veya bu babadan dünyaya gelmesi, kalbinin atışları, nefes alması, damarlarında kanın dolaşması gibi şeyleri seçmemiştir. Çünkü bu tür şeyler, araştırma alanı dışındadır. Zira bunda insanın bir tercihi söz konusu olmadığı gibi, bunlar, insanın iradesine de bağlı değildir.
Bunun yerine insan irade ve tercih alanı içinde kalan ve iradeye bağlı olan işlere ve bu işleri yapmada hürriyetinin sınırlarını bulmaya yönelmiştir. Örneğin, evden çıkması, belirli bir yiyecek ve giyecek edinmesi, ilim ve yazma şekillerinden birini tercih etmesi, sanatlardan birini öğrenmesi, başkasını ziyaret etmesi gibi irade ve tercihe bağlı olan bütün işler.
Bu meselede bakış açıları farklı olmuş ve fikirler neredeyse doğrunun işaretlerini de beraberinde alıp götürecek kadar çelişkiler içinde çalkalanıp durmuştur.
Bazıları, insanın, muhtar (=irade ve tercih sahibi) olmayıp sadece yönlendirildiğini, iradesine bağlı işlerde bile mecbur edildiğini ve rüzgar önünde sağa sola atılan bir tüy gibi “tercih edilen değil, takdir edilen” olduğunu iddia etmiştir.112
Bazıları da, insanın, “takdir edilen değil, tercih edilen” olduğunu, ihtiyari işlerini sadece istek ve ihtiyarıyla yaptığını, işlerinde mecbur olmadığını söylemişlerdir.113
Diğeri de, insanın, sadece kesb (=kazanma) sahibi olduğunu, yani insanın bir şeye yönelmesi anında Allah’ın onu yarattığını, örneğin, yeme anında doymayı, okuma anında öğrenmeyi yarattığını, kul için sadece kesbin olduğunu, teklif, sevap, ceza, övme veya yermenin ancak bununla sahih olabileceğini söylemişlerdir.114
Bu konuda bizim görüş ve tercihimiz, İslâm’ın kararlaştırdığı şu esaslardır:
İslam’ın, İrade Hürriyetini Kabul Etmesi
İslâm, insanın; kuvvetlerle, meleke ve kabiliyetlerle donatılmış olarak yaratıldığını, bu kuvvetlerin hayra veya şerre yöneltilmesinin mümkün olduğunu, insanların bazısında hayr eğilimi fazla, bazısında ise şer eğilimi fazla olsa bile ikisi arasındaki farkı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini ve bu kuvvetlerin tamamen hayr veya tamamen şer olmadığını kararlaştırmaktadır.
Bu husus, sahih bir hadiste şöyle ifade edilmektedir:
“Her doğan çocuk, (İslâm) fıtratı üzerine doğar.”115
Yine bir hadisi şerifte bu husus şöyle belirtilmektedir:
“İnsanlar, altın ve gümüş madenleri gibi birer madendir. Cahiliyette iyi olanları fakih olunca (bilince), İslâmiyette de iyidirler.”116
Bu manayı, yüce Allah’ın şu sözü de desteklemektedir:
“Nefse ve onu düzenleyene, Sonra da ona iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin ederim ki,” 117
Yani Allah, insanın nefsini; takva ve kötülüklere yönelmeye, hayr ve şerre meyletmeye uygun mutedil ve düzenli yaratmıştır.
Allah, insanı; akaid de hakkı batıldan, işlerde hayrı serden, sözlerde de doğruyu yalandan ayırd edecek akılla donatmıştır.
Yine hakkı gerçekleştirmek ve batılı yıkmak, iyiliği işleyip kötülüğü terk etmek, doğruyu söyleyip yalandan sakınmak için insana kudret vermiştir.
İndirdiği kitaplar ve gönderdiği peygamberlerle insana hak, doğruluk ve hayr yolunu belirlemiştir.
Ayırt edici (=mümeyyiz) akıl, iş yapmaya kudret ve çizilen yol apaçık var olduğuna göre insanın irade hürriyeti ve işleme ihtiyarı vardır demektir. İnsana düşen görev, kuvvetlerini kendine seçeceği hakka veya batıla, hayra veya şerre, doğruluğa veya yalancılığa yöneltmektir.
Yüce Allah, bu konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Biz, insana (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör olsun.”118
Yani insana; hak ve batıl, hayr ve şer, yalan ve doğru yolu gösterdik. Artık o, ya en doğru yolu tutup şükreder ya da eğri ve dolambaçlı yola girip küfreder.
Yine Kur’an-ı Kerim bu mana ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
“Biz, insana (eğri ve doğru yol olmak üzere) iki yolu da göstermedik mi?”119
Her insanın, kendisine takdir edilen kemale ulaşması için nefsini terbiye ve ıslah etmesi lazımdır. Dolayısıyla da bu terbiye ve ıslahından kendisi sorumludur. Nefsin ıslahı, tezkiyesi ve geliştirilmesi, ancak yararlı ilim ve güzel amelle olur. Nefsin kurtuluş yolu; Allah rızasını kazanma, cemal ve celalini müşahade için yakınlık kazanma yoludur. Bunu ihmal etmesi, kendisi için kayıp ve hüsrana uğrama yolu olur.
“Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir. Kendini kötülüklere gömen kimse de ziyana uğramıştır.”120
“Doğrusu insan kendi nefsini(n ne yaptığını) görür.”121
“Her nefis, kendi kazancına bağlıdır.”122
“Herkes kendi kazandığına bağlıdır.”123
İnsanın hürriyetini belirten ayetler, gerçekten çoktur. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Kim salih bir amel işlerse, bu, kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.”124
İyi ve kötü ameller hep insana dayanır. İnsan hür olmasaydı bu tür işler ona isnad edilmezdi. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür. Yine de Allah, çoğunu affeder.” 125
Yani insanın başına gelen kötülükler; çatışmasının bir eseri, ihtiyaç ve tasarruflarının bir sonucudur.
Kur’an-ı Kerim, insanı saran suç ve kötülüklerden söz ederek bunların Allah’ın yapısı olmayıp insanın amelinden olduğunu şöyle açıklamaktadır:
“İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu. Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.”126
Kur’an’ın kararlaştırdığı bu şeyler, insanın nefsinde his ve idrak ettiği şeylerdir. Sadece kendi irade ve ihtiyarıyla bir takım işler yaptığının bilincine varmaktadır. Bunlardan dilediğini işler ve dilediklerini de terk eder. Bunlardan yararlı şeyler işlediği zaman övülmeye, kötü ve zararlı şeyler işlediği zaman da kötülenmeye layık olur. Eğer ihtiyari (=serbest) irade sahibi olmasaydı yaptığı iyi işler için övülmez ve zararlı şeyler sebebiyle de kötülenmezdi.
Daha doğrusu, insan irade ve ihtiyar sahibi olmasaydı iyilik işleyen ile kötülük işleyen arasında fark kalmazdı. Çünkü ikisi de yaptıkları şeyler için zorlanmış olurdu. O zaman iyiliği emredip kötülükten nehy etmek ise geçersiz olurdu. Çünkü insanın iradesi olmayınca bunların hiçbir faydası olmaz. Allah’ın kullarına emir ve nehiyde bulunması da söz konusu olmazdı. Çünkü irade ve ihtiyarlarını aldıktan sonra onlara teklif yapması yüce Allah’ın münezzeh olduğu en büyük zulüm olurdu. Bu takdirde durum şairin dediğinden farklı olmazdı.
“Adamı elleri kolları bağlı denize attıktan sonra ona:
“Sakın suda ıslanma” dedi.”
İnsan, iradesiz ve ihtiyarsız olsaydı kanunlar yok olur ve iyilikle kötülüğün karşılığı söz konusu olmazdı.
Müşrikler koştukları şirklerine Allah’ın iradesini sebep göstermeye çalışmışlar ve şirk koşmalarını Allah istememiş olsaydı müşrik olmayacaklarını iddia etmişlerdi.
Yani “Allah istemeseydi biz müşrik olmazdık. O istediği için biz şirk koştuk” diye suçu Allah’a yıkmak istemişlerdir. Bu iddia ve gerekçelerini yüce Allah şöyle boşa çıkarmıştır.
“Müşrikler: “Allah dileseydi, babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık” diyecekler. Onlardan öncekiler de, “Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara:
“Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece tahminde bulunuyorsunuz’ de. De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi.”127
Kur’an-ı Kerim, müşriklerin bu iddialarını iki yönden çürütmektedir.
1. Allah önceden gelmiş kâfirlere azabını tattırdı ve cezalandırdı. Eğer iyilik ve kötülükleri, şirk ve küfrü seçmede serbest olmasalardı Allah onları azaplandırmazdı. Çünkü Allah adildir. Zerre kadar hiçbir kimseye zulmetmez.
2. Müşrikler, Allah’ı ve onun dinini bilmedikleri için bu iddiayı ortaya atmışlardır. Ellerinde dayanılacak ve başvurulacak bilgileri de olmadığından böyle söylemişlerdir. İşledikleri küfürleri de, Allah’ın dinine karşı çıkmak ve Peygamberleri aracılığıyla indirdiği hakkı çiğnemekten başka bir şey değildir. Allah önceki toplulukları küfürlerinden dolayı cezalandırdığına ve müşriklerin de dayanacakları hiçbir delil bulunmadığına göre, iddialarının her türlü delil ve kanıttan yoksun, kuru bir zandan başka bir şey olmadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Bu şekilde Allah’ın apaçık ve tam kanıtı müşriklere karşı var olmuştur. Dileseydi hepsini hidayete mecbur ederdi. Bu durumda da kendileri insan değil, başka bir şey olurdu. Çünkü insan, hürriyet ve ihtiyar üzere yaratılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |