İkinci gece olduğunda onlardan her biri tekrar yerine döndü.Rasulullahı (sam)dinlediler.Sabah olmak üzere idi ki ayrıldılar ve böylece yolda toplandılar.Böylece bazısı bazısına birinci kez söylediği gibi aynı şeyleri söyledi ve nihayet üğçüncü gece olduğunda adamlardan her biri yerlerini tuttu.Rasulullahı(sam) dinleyerek gecelediler.Sabah doğmak üzere iken meclisden ayrıldılar.Yol onları bir araya getirdi.Bazısı bazısına şöyle dedi:”Bir daha buraya dönmememiz konusunda anlaşıncaya kadar ayrılmayalım.”Bunun üzerine anlaştılar ve ayrıldılar.
Ahnes bin Şerik sabahladığında değneğini aldı ve sonra çıktı.Ebu Süfyanın evine geldi.Ebu Süfyan’a:
-Ey Hanzalanın babası…Muhammed’den işittiğin şey konusunda görüşünü,düşünceni bana haber ver,dedi.Ebu Süfyan:
Ey Sa’lebe’nin babası…Allah’a yemin olsun ki,onunla ne kastettiğini bildiğim bir takım şeyler işittim ki,onları biliyorum.Ve yine mânasını bilmediğim ve onunla ne kastettiğini anlamadığım bir takım şeyler duydum,dedi.Ahnes:
-Ben de…Buna yemin ederim ki öyle…dedi.
Ravi İbni ishak der ki;sonra Ahnes,Ebu Süfyan’ın yanından ayrıldı,çıktı.Ebu Cehil’e geldi.Onun evine girdi.Ebu Cehl’e:
-Ey Ebel Hakem…Muhammed’den duyduğun şey konusunda görüşün nedir?dedi.Ebu Cehil:
-Ne duydum ki?...Biz,şeref konusunda Abdimenaf oğulları ile birbirimize düştük.Onlar hacıları yediriyorlar,biz de yedirdik.Onlar sancağı taşıyorlar,biz de taşıdık.Onlar cömertçe veriyorlar,biz de verdik.Ta ki,ata binmeğe kadar eşit seviyeye gelmişken onlar şöyle diyorlar:”Bizden olan bir nebiye semadan vahiy geliyor.”Ne zaman bunun gibisine erişeceğiz?Allah’a yemin olsun ki,O’na asla iman etmeyiz ve O’nu asla tasdik etmeyiz.”Bu sözler üzerine Ahnes O’nun yanından kalktı ve O’nu terk etti.”10
Peygamberimize küçüklüğünden beri maddi manevi en büyük destekte bulunan Ebu Talib Peygamberimize iman etmemişti.Peygamberimiz onun için:”Cehennemde en hafîf azâb, Ebû Tâlibin azâbıdır.”
**”Önce en yakın hısımlarını uyar.”11âyeti gelince akrabalarını uyarmaya başladı.
Akrabalarını uyarmak üzere onları topladı ve onları önce Allahın birliğine davet etti.Bu sırada Ebu Leheb;-Elin kurusun,bunun için mi bizi buraya çağırdın” derken,adeta susan Rasulullaha karşı Allah ona –Tebbet-ile cevab verdi:”Ebu Leheb'in iki eli kurusun, kurudu da! Malı ve kazandığı kendisine fayda vermedi. Alevli ateşte yanacaktır. Karısı da odun hamalı olarak. Boynunda sağlam hurma lifinden örülmüş bir ip bulunacaktır.”12
**İsrailoğullarının büyük alimlerinden olan Zeyd bin Su’ne,Peygamberimizin Peygamberliğinin bütün sıfatlarını görmüş ancak iki tanesini görmemişti.O da halimliğinin cehaletini geçmesi idi.
Bunu sınamak için kabilesinin bir ümitle islamiyete girmelerine rağmen,şimdi yağmursuzluktan kırılma noktasına gelip,geri eski dine dönebileceklerini söylemiş, kendisi borç para verip,onların ihtiyaçlarının giderilmesini teklif etmişti.Kabul de edilmişti.
Gününden önce peygamberimizin yakasına yapışarak,borcunu istemiş, kabalıkta bulunmuştu.Bu durumu gören Hz.Ömerin hiddetlenmesine rağmen, Peygamberimiz hakkının verilmesini ve ayrıca 20 sa’ hurma daha fazla verilmesini söylediler.
Aradığı hilim ve yumuşaklığı da görünce,bunun sebebini açıklayarak Müslüman olduğunu dile getirip,malının yarısını da Müslümanlara sadaka olarak dağıtmıştı.
**Benzeri durumların bir çok örneklerine hayatında rastlarız.
Hakem bin Keysan’ın esir edilmesinden sonra,kendisine Müslümanlık teklif ediliyordu.O ise bunu kabul etmiyordu.Rasulullaha getirildi ve yine teklif yapıldığında yine reddetti.Hz.Ömer öldürmek için izin istedi.Rasulullah sabırla muamelede bulunarak,Allaha ve Rasulüne şehadet etmesini teklif etti.
Hidayet nasib olan Keysan kabul edip ve daha sonra da cihad ederek,Maune kuyusunda şehid edildi.
Müslüman olması ile ilgili olarak Rasulullah ashabına dönüp şöyle diyordu: ”Eğer demin bu zat hakkındaki sözlerinizi dinleyip,onu öldürseydim cehenneme giderdim.” (İbni Sa’d)
** Hadisde:”Tahallaku bi ahlakillah”yani ahlak-ı ilahiye ile ahlaklanınız.-Ahlakı ilahiye ise;İlahi kudsi sıfatlarla vasıflanmaktır.
-Kendi ahlakı,ahlakı ilahi olan ve bunu tavsiye eden,Kur’anın ahlakıyla ahlaklanmış olan Rasulullah,bu kudsi duygularla bezenmiş ve donanmıştır.
- Hz. Aişe validemiz, Peygamberimizin hayatını anlatırken, şöyle buyuruyor: "Hz. Peygamber (S .AV) sabahları uyandığında ilk söylediği şu idi; La ilahe illallahu vahdehu la şerikeleh lehü'l-mülkü velehül hamdü ve hüve ala küllişey'in kadir."
- Cebrail, Rasûlullahın yanında oturuyordu. O sırada gökten bir melek indi. Cebrail:
“Bu, yaratıldığı günden şu ana kadar yeryüzüne inmeyen bir melektir” dedi. O melek indikten sonra Hz. Peygamber’e hitab ederek:
“Ey Muhammed! Rabbim beni sana göndermiştir. Sen Kral bir Peygamber mi olmak istiyorsun, yoksa kul bir Peygamber mi?” diye sordu. Cebrail; Hz. Peygamber’e hitaben:
“Ey Muhammed, Rabbin için tevazu göster” dedi. Hz. Peygamber bunun üzerine:
“Ben kral bir peygamber olmak istemiyorum, kul bir peygamber olmak istiyorum” dedi.
*Peygamberimizin peygamberliği süresince,hazerde-seferde sürekli vahiy katibleri bulundurmuştur.Vahye her an hazır idi.
- Hz. Peygamber akşam yatarken yatağında bir hurma buldu ve onu yedi. Sonra da bunun zekat hurmalarından olma ihtimalini düşünerek sabaha kadar uyumadı. Sabahleyin hanımlarından biri:
“Ey Allah’ın Rasûlü’ Bu gece niçin uyumadın” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdular: “Akşam yatarken yatakta bir hurma tanesi buldum ve yedim. Ancak daha sonra bunun, yanımızda bulunan zekat hurmalarından olabileceğini düşündüm ve bu yüzden de uyuyamadım.”
- Huzeyfe (r.a.) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber’e:
“Ey Allah’ın Rasûlü! İyi kimselerin amellerinin efendisi ve başta geleni olan emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker (iyiliği emredip kötülükten menetme) ne zaman terkedilecektir?” diye sordum.
“İsrâiloğullarının başına gelen şey bu ümmetin de başına geldiği zaman” buyurdular. Bu kez:
“Peki ey Allah’ın Rasûlü! İsrâiloğullarının başına gelen şey neydi?” diye sordum. Şöyle buyurdular:
“Hayırlılarınız kötülerinize yağcılık yaparak ses çıkarmayıp, fıkıh (dinî ahkâm) sizin kötülerinizin, hâkimiyet de zelillerinizin eline geçtiğinde sizi her taraftan fitneler kuşatacaktır. O zaman birbirlerinize düşman olup durmadan karşılıklı hücumlarda bulunacaksınız”
-Hz. Peygamber şöyle buyurdular:
“Ey Hanzale! Eğer aile efradınızın yanında da benim yanımda olduğunuz gibi olsaydınız melekler yataklarınızın üzerinde ve yollarda sizinle musafaha ederlerdi. İnsanın bir hali diğer haline uymaz.”
- Hz. Peygamber bir gün mescitte biri Allah’a yalvarıp yakaran diğeri ise fıkıh öğrenip başkalarına da öğreten iki grup insan gördü. Bunun üzerine:
“Her iki meclis de hayır üzerindedir. Ancak biri diğerinden daha üstündür. Allah Teâlâ şu kendisine zikrederek yalvarıp yakaranlara isterse verir, İsterse de vermez. Diğerleri ise hem kendileri öğreniyorlar ve hem de bilmeyenlere öğretiyorlar. Ben de bir öğretici olarak gönderildim” buyurarak ilim öğrenen ve öğreten gruptakilerin arasına oturdular.
-O hep neticeyi hesap ederek konuşmuş ve davranmıştır.
- Kureyş’ten bir genç Hz. Peygamber’e gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Zina hususunda bana izin ver!” dedi. Bunun üzerine orada bulunanlar:
“Sus, sus!” diye onu engellemeye çalıştılarsa da Hz. Peygamber:
“Bırakın da yanıma gelsin!” dediler. Gencin yanına gelmesi üzerine de ona:
“Sen annenin zina etmesini ister misin?” buyurdular. Genç:
“Sana feda olayım ey Allah’ın Rasûlü! Tabü ki istemem” karşılığını verdi. Hz. Peygamber:
“Sen nasıl istemiyorsan diğer insanlar da annelerinin zina etmelerini istemezler. Peki sen kendi kızının zina etmesini ister misin?” buyurdular. Genç:
“Canım sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Hayır; kızımın zina etmesini de istemem” cevabını verdi. Hz. Peygamber bu kez:
“Senin istemediğin gibi başkaları da kızlarının zina etmelerini istemez. Söyle bakalım sen kız kardeşinin zina etmesini ister misin?” dediler. Genç buna da:
“Hayır istemem ey Allah’ın Rasûlü! Canım sana feda olsun!” cevabını verdi. Hz. Peygamber:
“Sen nasıl istemiyorsan diğer insanlar da kız kardeşlerinin zina etmesini istemezler. Peki öyleyse halanın zina etmesini ister misin?” diye sordular. Genç:
“Hayır ey Allah’ın Rasûlü! Canım sana feda olsun. Tabi ki bunu da istemem” dedi. Hz. Peygamber’in:
“Halk da halalarının zina emesini istemez. Peki sen teyzenin zina etmesini ister misin?” buyurmaları üzerine de yine:
“Canım sana feda olsun ey Allah’ın Rasûlü! Bunu da istemem” cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
“Diğer insanlar da senin gibi, teyzelerinin zina etmelerini istemez” dedikten sonra mübarek elini onun omuzuna koyarak:
“Rabb’im! Bu kulunun günahlarını bağışla, kalbini her türlü kötülükten arındır. Onu zinadan koru!” diye dua ettiler. Bu duadan sonra hiç kimse bu gencin kadınlara dönüp baktığını görmedi.
**Rasulullah kendisine biat edenlere fıtratlarına göre öğütlerde bulunuyor, islamın temel esaslarını tavsiye ediyordu.Bu biatlar itaat,muhabbet ve ölmek üzere de oluyordu.Tam bir bağlılık sözü..
-Beşir bin Hasâsiye Rasulullaha biat edip,ne istediğini sorduğunda Rasulullah; ”Allahtan başka ilah olmadığına,O’nun tek ve ortaksız olduğuna,Muhammedin Allahın kulu ve Rasulü olduğuna şehadet edeceksin.Namazı vaktinde kılıp,farz olan zekatı verecek ve ramazan orucunu tutacaksın.Kâbeyi ziyaret edecek ve Allah yolunda cihad edeceksin.”
Beşir zengin olduğundan zekâtı veremeyeceğini,korkak olduğundan cihada gidemeyeceğini söyleyince o şanlı Nebi:”Ey Beşir,zekat yok,cihat yok.Peki sen ne ile cennete gideceksin.”Beşir tam bir teslimiyetle Rasulullaha biat etti.
**Sakif kabilesi istişare ederek Rasulullahla anlaşmaya varmak için heyet gönderdiler.Heyet;3 sene Lat putuna tapma izni istediler,verilmedi.Kendilerinin onu kırmamalarına ise izin verildi.
Cihada çıkmamaya,zekat toplamayı onlara bırakmaya,içlerinden idareci tayin etme isteklerine hep evet derken;Namaz kılmaktan affedilmelerini istemelerine müsaade edilmedi ve:”İçinde namaz olmayan bir günde hayır yoktur.”dedi.
** Rasulullah hutbelerini hep kısa tutardı.En uzun olanı ise,Veda hutbesidir.
**Hz. Peygamber:“Ben Rabb’imden, ümmetimi açlık ve kıtlıkla helâk etmemesini istedim. Allah isteğimi kabul etti. Sonra ümmetimin başına onları yok edecek azgın bir düşmanı musallat etmemesini ve ümmetimi fırkalara ayırarak onları birbirlerine kırdırmamasını istedim. Fakat Allah bunu kabul etmedi. Ben de üç kez “O halde ey Allah’ım, başlarına musallat edeceğin belâ, bâri sıtma veya veba olsun” diye dua ettim” buyurmuştu.
**Peygamberimizin mucizeleri muhteliftir.Berekete,geleceğe,hidayete,miraç,ayı ikiye ayırması,parmağından suyun akması,hayvanların konuşması,ağaçların emrine itaat etmesi,taşların elinde zikretmesi,ölüleri diriltmesi,hastaları iyi etmesi,dua ve bedduasının kabul olması,minberde dayandığı direğin değiştirilmesinden dolayı deve gibi inleyerek ağlaması ve cennette dikilme vadiyle susması,bir parça attığı toprağın her bir düşmanın gözüne bir avuç olarak girip hezimete uğraması,sözünün yanlış çıkmaması için güneşin bir saat teehhür etmesi,doğumundan evvelki fil olayı,doğumu anında olan harikulade olaylar,peygamberlikten önceki mucizeler,Buheyranın peygamberliğini tasdiki,süt annesinin yanında kardeşi Şeymanın müşahedesiyle kalbinin yarılıp yıkanması,peygamberliğe hazırlanması,önceki kitapların peygamberliğini haber vermeleri,adeta kainat emrinde olup,binlerce göstermiş olduğu ve görülen mucizeler ahlakta ve insaniyette en üstün bir şahsiyet ve peygamber olduğuna işaret ve delil olmaktadır.
O Zatın en büyük mucizesi ve delili,kıyamete kadar devam edecek olan Kur’an-ı Kerim-dir.
- Rasulullah miraca velayetle gidip nübüvvet ve risaletle dönmüştür.Giderken adeta massederek, tefekkür ve temaşada bulunarak seyir ile yavaşça gitmiş,dönüşte bu eğitimini tamamlayıp adeta inişe geçtiğinden çabuk dönmüştür.
Adeta diplomasını almıştır.
**-Onun mu’cizeleri ile ilgili olarak özetle Bediüzzamanın Mektubat adlı eserlerinden örnekler:
-Mucize ise, Hâlık-ı Kâinat tarafından, onun dâvâsına bir tasdiktir, sadakte hükmüne geçer.
*Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm dâvâ etmiş ki:
"Ben, şu kâinat Hâlıkının meb'usuyum. Delilim de şudur ki: Müstemir âdetini, benim dua ve iltimasımla değiştirecek. İşte, parmaklarıma bakınız, beş musluklu bir çeşme gibi akıttırıyor. Kamere bakınız, bir parmağımın işaretiyle iki parça ediyor. Şu ağaca bakınız, beni tasdik için yanıma geliyor, şehadet ediyor. Şu bir parça taama bakınız, iki üç adama ancak kâfi geldiği halde, işte, iki yüz, üç yüz adamı tok ediyor."
*Meşhur ulema-i Benî İsrailiyeden Abdullah ibni Selâm gibi pek çok zatlar, yalnız o Zât-ı Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın simasını görmekle, "Şu simada yalan yok; şu yüzde hile olamaz" diyerek imana gelmişler.
*Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahit olabilir. Fakat her hali, her tavrı harikulâde olmak lâzım değildir. Çünkü, Cenâb-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahvâl-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a'mâl ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mucizât-ı kudret-i İlâhiye olan âdiyat içindeki harikulâde olan san'at-ı Rabbâniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlâhiyeyi göstersin. Eğer ef'âlinde beşeriyetten çıkıp harikulâde olsaydı, bizzat imam olamazdı; ef'âliyle, ahvâliyle, etvârıyla ders veremezdi.
Fakat, yalnız nübüvvetini muannidlere karşı ispat etmek için harikulâde işlere mazhar olur ve indelhâce, ara sıra mucizâtı gösterirdi. Fakat, sırr-ı teklif olan imtihan ve tecrübe muktezasıyla, elbette bedâhet derecesinde ve ister istemez tasdike mecbur kalacak derecede mucize olmazdı. Çünkü, sırr-ı imtihan ve hikmet-i teklif iktiza eder ki, akla kapı açılsın ve aklın ihtiyarı elinden alınmasın. Eğer gayet bedihî bir surette olsa, o vakit aklın ihtiyarı kalmaz, Ebu Cehil de Ebu Bekir gibi tasdik eder, imtihan ve teklifin faydası kalmaz, kömürle elmas bir seviyede kalırdı.
*Bir vakit huzur-u Nebevîde derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: "Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp şimdi Cehennemin dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür." Bir saat sonra cevap geldi ki, "Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp Cehenneme gitti."Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâmın beliğ bir temsille beyan ettiği hadisenin tevilini gösterdi.
*En yüksek bir derece-i takvâda ve adlde ve sıdkta çalışan ve:"Benden bilerek yalan birşey haber veren, Cehennem ateşinden yerini hazırlasın."13hadisindeki tehditten şiddetle korkan ve"Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır?"14 âyetindeki şiddetli tehditten şiddetle kaçan muhaddisîn-i kâmilîn, bize sahih bir surette o haberleri nakletmişler.
*Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın beşeriyeti, o çekirdeğe, o yumurtaya benzer. Ve vazife-i risaletle parlayan mahiyeti ise, şecere-i tûbâ gibi ve Cennetin tayr-ı hümayunu gibidir. Hem daima tekemmüldedir. Onun için, çarşı içinde bir bedevî ile nizâ eden o zâtı düşündüğü vakit, Refref'e binip, Cebrâil'i arkada bırakıp, Kab-ı Kavseyne koşup giden Zât-ı nuranîsine hayal gözünü kaldırıp bakmak lâzım gelir. Yoksa ya hürmetsizlik edecek veya nefs-i emmâresi inanmayacak.
*"Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır."15
"Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet meydan alacak."16
*Hem Enes ibni Mâlik'in halası olan Ümmü Haram'ın hanesinde uykudan kalkmış, tebessüm edip ferman etmiş:"Rüyâmda ümmetimin gazilerini gördüm. Tahtlarına oturmuş padişahlar gibi denizde savaşarak yollarına devam ediyorlardı."17
Ümm-ü Haram niyaz etmiş: "Dua ediniz, ben de onlarla beraber olayım." Ferman etmiş: "Beraber olacaksın." Kırk sene sonra, zevci olan Ubâde ibni Sâmit refakatiyle Kıbrıs'ın fethine gitmiş; Kıbrıs'ta vefat edip, mezarı ziyaretgâh olmuş. Haber verdiği gibi aynen zuhur etmiş.
*-BEREKETE DAİR MUCİZÂT-I KAT'İYENİN…
-Su hususunda tezahür eden bir kısım mucizâtı beyan eder.
-Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın envâ-ı mucizâtından birisi de, ağaçların insanlar gibi emrini dinlemeleri ve yerinden kalkıp yanına geldikleridir ki, şu mucize-i şeceriye, mübarek parmaklarından suyun akması gibi, mânen mütevatirdir.
Müteaddit suretleri var ve çok tariklerle gelmiştir.
-Hazret-i Abdullah ibni Ömer'den haber veriyor ki:
Bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir bedevî geldi. Ferman etti: "Nereye gidiyorsun?" Bedevî dedi: "Ehlime." Ferman etti:"Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?" Bedevî dedi: "Nedir?" Ferman etti: :”En teşhede an lâ ilâhe illallâhu vahdehû lâ şerîkelehu ve enne Muhammeden abduhu ve Rasûlühü”
Bedevî dedi: "Bu şehadete şahit nedir?" Ferman etti:"Vadi kenarındaki ağaç şahit olacak."
İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri şak etti, geldi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına. Üç defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o ağacı istişhad etti, ağaç da sıdkına şehadet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleşti.
-Hanînü'l-ciz' mucizesidir. Evet, Mescid-i Şerif-i Nebevîde, kuru direğin büyük bir cemaat içinde, muvakkaten firak-ı Ahmedîden (a.s.m.) ağlaması, beyan ettiğimiz mucize-i şeceriyenin misallerini hem teyid eder, hem kuvvet verir. Çünkü o da ağaçtır, cinsi birdir. Fakat şunun şahsı mütevatirdir. Öteki kısımlar, herbirinin nev'i mütevatirdir; cüz'iyatları, misalleri, çoğu sarih tevatür derecesine çıkmıyor.
Evet, Mescid-i Şerifte, hurma ağacından olan kuru direk, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hutbe okurken ona dayanıyordu. Sonra minber-i şerif yapıldığı vakit, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm minbere çıkıp hutbeye başladı. Okurken, direk deve gibi enin edip ağladı; bütün cemaat işitti. Tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yanına geldi, elini üstüne koydu, onunla konuştu, teselli verdi, sonra durdu. Şu mucize-i Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, pek çok tariklerle, tevatür derecesinde nakledilmiştir.
-Yani, "Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, Resulullahın iftirakından kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti."
Hazret-i Büreyde, tarikinde der ki: Ciz' ağladıktan sonra, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini üstüne koyup ferman etti:
"İstersen seni eski yerine nakledeyim. Orada kök salar, büyüyüp gelişirsin, yaprakların tazelenir ve defalarca meyve verirsin. Eğer Cenneti istersen seni Cennette dikeyim; orada meyvelerinden Allah'ın sevgili kulları yer."
Sonra o ciz'i dinledi, ne söylüyor. Ciz' söyledi; arkadaki adamlar da işitti:
Yani, "Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakkın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada beka bulup, çürümek yoktur." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etti: Öyle yaptım”
Sonra ferman etti: "Bâki olan âhireti fâni dünyaya tercih etti."
İlm-i kelâmın büyük imamlarından meşhur Ebu İshak-ı İsferânî naklediyor ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm direğin yanına gitmedi. Belki direk onun emriyle onun yanına geldi. Sonra emretti, yerine döndü.
Hazret-i Übeyy ibni Kâ'b der ki: Şu hadise-i harikadan sonra Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm emretti ki, "Direk minberin altına konulsun." Minberin altına konuldu-tâ Mescid-i Şerifin tamiri için hedmedilinceye kadar. O vakit Hazret-i Übeyy ibni Kâ'b yanına aldı; çürüyünceye kadar muhafaza edildi.
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadise-i mucizeyi şakirtlerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki: "Ağaç, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha ziyade iştiyaka, meyle müstehaksınız."
Biz de deriz ki: Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.
*ON BİRİNCİ İŞARET:Onuncu İşaret, nasıl ki şecer taifesindeki mucize-i Nebeviyeyi gösterdi. On Birinci İşaret dahi, cemâdatta taş ve dağ taifesinin mucize-i Nebeviyeyi gösterdiklerine işaret edecek. İşte, biz de Hazret-i Enes (hâdim-i Nebevî) demiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanında idik. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Ebu Bekri's-Sıddık'ın eline koydu; yine tesbih ettiler.
Ebu Zerr-i Gıfârî, tarikinde der ki: Sonra Hazret-i Ömer'in eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı, yere koydu, sustular. Sonra yine aldı, Hazret-i Osman'ın eline koydu; yine tesbihe başladılar. Sonra, Hazret-i Enes ve Ebu Zer diyorlar ki: "Ellerimize koydu, sustular."
Hazret-i Ali ve Hazret-i Câbir ve Hazret-i Aişe-i Sıddıkadan nakl-i sahihle sabittir ki:Dağ, taş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma "Esselâmü aleyke yâ Resulallah" diyorlardı.
*Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm bir avuç toprakla küçük taşları aldı,küffar ordusunun yüzüne attı,-Şahetil vücuh- dedi. Şâheti'l-vücuh kelimesi bir kelâm iken onların herbirinin kulağına gitmesi gibi, o bir avuç toprak dahi herbir kâfirin gözüne gitti. Herbiri kendi gözüyle meşgul olup, hücumda iken, birden kaçtılar.
*Gazve-i Hayber'de bir Yahudi kadını, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş, gayet müessir bir zehirle zehirlemiş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma göndermiş. Sahabeler yemeye başladılar. Birden ferman etti:
Yani, "Pişirilen keçi bana der ki, 'Ben zehirliyim" diye haber veriyor. Herkes elini çekti. Fakat o şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibni'l-Bera' aldığı birtek lokmadan vefat etti. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o Zeynep ismindeki kadını çağırdı. Ferman etti: "Neden böyle yaptın?" O menhuse dedi: "Eğer peygambersen sana zarar vermeyecek. Eğer padişahsan, insanları senden kurtarmak için yaptım."
-Bazı rivayette onu öldürtmemiş, bazı tarikte öldürtmüş. Ehl-i tahkik demiş ki: Kendi öldürtmemiş; fakat Bişr'in veresesine verilmiş, onlar öldürmüşler.
*Nakl-i sahihle, Hazret-i İbni Abbas demiş ki:
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma mecnun bir çocuk getirildi. Mübarek elini onun göğsüne koydu. Birden çocuk istifrâ etti. İçinden, küçük hıyar kadar siyah birşey çıktı; çocuk şifa bulup gitti.
-Yedinci çocuk: Çocuk tabiatında hayâsız bir kadın, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm yemek yerken lokma istemiş, vermiş. Demiş: "Yok, senin ağzındakini istiyorum." Onu da vermiş. O gayet hayâsız kadın, o lokmayı yedikten sonra, en hayâlı kadın ve Medine kadınlarının fevkinde bir hayâ sahibi oldu.
-İşte bu sekiz misal gibi, seksen değil, belki sekiz yüz misalleri var. Çoğu kütüb-ü siyer ve ehâdiste beyan edilmiştir. Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın mübarek eli Hekim-i Lokman'ın bir eczahanesi gibi ve tükürüğü Hazret-i Hızır'ın âb-ı hayat çeşmesi gibi ve nefesi Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın nefesi gibi meded-res ve şifa-resan olsa; ve nev-i beşer çok musibet ve belâlara giriftar olsa, elbette Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma hadsiz müracaatlar olmuş. Hastalar, çocuklar, mecnunlar pek kesretli gelmişler, cümlesi şifa bulup gitmişler. Hattâ, kırk defa hacceden ve kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kılan, Tâbiînin azîm imamlarından ve çok Sahabelerle görüşen, Tavus denilen Ebu Abdurrahmani'l-Yemânî kat'iyen haber verir ve hükmeder ve demiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ne kadar mecnun gelmişse, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm sinesine elini koymuşsa, kat'iyen şifa bulmuştur; şifa bulmayan kalmamış.
Dostları ilə paylaş: |