Kalbe Yolculuk



Yüklə 0,79 Mb.
səhifə7/12
tarix29.10.2017
ölçüsü0,79 Mb.
#20278
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12

- Amin amin amin…
İmanın Hakikati ve İbadetler
Anlatılan bu hakikat ile daimi namaz halini anladım. Ama bir de bunun daimi oruç, daimi zekat, daimi hac boyutları olmalı. Onlarda nasıl bir idrak gerekli acaba? Bunu da sorsam mı? Yok beklemeliyim. Bakalım söz nerede düğümlenecek? Güzel insan devam ediyor :
- Eğer burayı anladıysan, işte imanın hakikatini ve de imanın hakikatinden dolayı müminlere namazın ne şekilde farz kılındığını, namazın hangi imana dayalı olarak farz kılındığını ve yaşanacağını fark etmiş oluruz. Bu açıklamalara dayanılarak artık sen haccın veya orucun veya zekatın nasıl bir anlam taşıdığını tefekkür edebilirsin…

Ayağa kalkıyor :

- Hasbi sana odanı gösterecek. Epey yol geldin, dinlen. Yarın devam ederiz.

- Uykum yok ama,

- Olsun gene de dinlen. Yarına sakla enerjini. Hadi bakalım Allah rahatlık versin.
Biz Hasbi ile çatı kat merdivenlerine yönelirken o da aşağıya doğru iniyor. Sanki yeni bir toplantıya gidecekmiş gibi.
Halvetin Böylesi
Ahşap evin çatı katına geldik. Eğimli bir çatı ve küçük bir oda… Ufak bir kapısı var mini balkona açılan… Duvarda levha filan yok. Yerde kilim de yok, zemin ahşap parke… Tek kişilik çekyat var sadece eşya namına.

Hasbi yatağı açıyor ben de onun getirdiği çarşafları seriyorum.


Sormadıkça cevap vermiyor bu diyarın ehli. Hasbi, sükûnet içinde işini yapıyor. Ben gene duramıyorum…

- Hasbi, Dost bu saatte nereye gitti?..

- Amma da meraklısın ha?

- Yok, ben üst katta, o aşağıda, inan ben rahatsız olurum… Uyuyamam…

- Öyle değil, o başka bir yere, her ay yapılan mutat toplantıya gitti.

- Bu saatte mi?..

Hasbi ilk tanıştığımız andaki gibi sert sert bakarak :

- Ya, biz senin saatini nehre atmadık mıydı?..

- Tamam tamam, saat demiyorum… Toplantıyı merak ettim de… Sustum, tamam.

- Bu kalacağın oda Dostun halvet mekânı. Uzun riyazat dönemlerinde, gece yarısı Hakkı zikretmek istediğinde buraya çekilir. O seslenmedikçe ben çıkmam yanına. Bazen günler, bazen haftalar kalır burada.

- Yani şimdi ben onun halvet odasında mı yatacağım?..

- Evet, seni buraya almamı özellikle tembihledi… Haydi bakalım, Allah rahatlık versin. Gecen hayır, sabahın nur olsun…


Hasbi kapıyı çekip gitti ama son dediklerini hiç iyi etmedi. Halvet ve riyazat dönemi kullanılan, yeni idrakler, yeni farkındalıklar getiren odada uyumak öyle mi?.. Uyanıklık telkin eden mekanda gaflete dalmak öyle mi?.. Ne mümkün?.. Bana uyku yok bu gece!..
Ama toplantıya aklım takılı hala. Her ayın bu gecesi! Ne varsa bu gecede?.. Eğilerek balkona çıkıyorum…Yıldızlar azalmış, mehtap ortalığı aydınlatmaya başlamış… Gözlerim ayı arıyor… Evet işte tam orada, ilerideki dağın üzerinden gülümsüyor… Ne kadar da güzel…Podyuma son çıkan, gelinlikli manken güzelliğiyle arz- ı endam ediyor bu gece…

Çünkü bu gece dolunay!..

Kelimeler biter burada… Zor olsa da uyumak, biraz uzanmalıyım… Sabah ola, hayrola!…

… … …


Geç saatlere kadar uyanıktım. Nasıl uykuya geçtim, hatırlamıyorum. Sabahın alaca karanlığına gözlerimi açtığımda, hiç yaşamadığım kadar dinlenmiş, hiç olmadığım kadar enerjik ve zinde buldum kendimi. Metropol hayatında ister erken yat, ister geç, insan dinlenemiyor. Geç yatıp erken uyanmama rağmen tattığım huzur tarif edilecek gibi değil.
Hasbi aşağıdan sesleniyor ;

- Hazırsan yola çıkıyoruz. Bugünü dışarıda geçireceğiz.

Nereye, niçin, ne kadar, nasıl sorularını bıraktım artık. Hitaba teslimim. Rahat bir şeyler giyip aşağı iniyorum. Hasbi, büyük bir piknik sepeti, mangal ve yer yaygıları hazırlamış. Eşyaları aramızda paylaşıp yola çıkıyoruz.

Evin arkasından zirveye doğru uzanan patikada yürüyoruz. Sağlı sollu yemyeşil çimler, öbek öbek pembe ve mavi tonlarla gülümseyen zambaklar, güller bülbüllerin yanık namelerine içlenmiş de ağlamışlar gibi damla damla yaş dökmüşler. Sabah çiği, şebnemler sepelemiş rengârenk kır dokusuna…


Güneş karşı tepelerden sımsıcak yüzünü göstermeye başladığında dağ yamacından hafif bir dönemeçle ilerideki saklı koruya yöneliyoruz. Küçük bir vadi içinde, mini şelalenin altında piknik yapacağımızı, günü burada geçireceğimizi anlatıyor Hasbi. Bir yerde su ve yeşil birleşmişse, hele bir de Nur sağanağını andıran şelale varsa insan dünyada cenneti buldum dese yeridir.
Kayalıklar arasından akan mini şelale, birkaç kola ayrılarak yere dökülüyor. Döküldüğü yerde yarı mağarayı andıran hilal biçimli düzlük, belli ki zaman zaman bu diyarın sakinlerinin piknik yeri. Yaygılarımızı çam ağaçları altında uygun bir yere seriyoruz.

Hasbi esintiye açık bir yere mangalı kuruyor. Rüzgâr körükleyecek ateşi. Civardan topladığım çalı çırpıyı ona getiriyorum. Oldum olası ateşle uğraşmayı sevmişimdir. Köyde soba yakmak, piknikte mangal başında durmak nedense bana ayrı bir keyfi verir. Bu defa Hasbi ;

- Bugün hizmete karışmayacaksın. Şu minderleri, sürahiyi, meyve sularını al, taşı kilimin üstüne, sonrasını ben hallederim. Israrcı olmuyorum. Hiç olmazsa köfteleri yoğursam, salata yapsam diyeceğim ama, teklifsiz teslimiyet en güzeli. Hasbi, ateşi körüklemeye çabalarken fundalıklar arasından Dost görünüyor. Yerimden fırlamak istiyorum ama eliyle otur işareti yapınca kalakalıyorum. Selamlaşıyoruz.
- Rasülullah (sav) girdiği hiçbir mecliste kendisi için ayağa kalkılmasını istemedi biliyorsun değil mi?..

- Evet.


- Kula kulluk anlayışının üzerine sünnet kılıfı geçirmek, yakışık almıyor. Rasülullahın istediği edep de bu değil zaten. Sünnetin; sünnetullah olduğu, yaşadığı çağın şartları içinde dinin hakkını vermek olduğu sana da ters geldi değil mi önceleri?!

- Evet,


- Taşlar yerine oturacak gün be gün. Ahh bir de yargısız bakabilsen!
Hasbi termostan çay döküyor. Hafif kahvaltılıklarla birlikte servis ediyor. Bu arada ateş iyice tutuştu. Kor olana kadar kahvaltıyı aradan çıkaracağız. Dost, geceyi nasıl geçirdiğimi sorduktan sonra dünkü sohbete dair hatırımda kalanları dinlemek istiyor.

Söyleneni ne kadar anladın, zaman gösterecek.

- Bir cümle söylemek gerekse ne dersin dün için? İmanın hakikati için?..
Aklımda kalan ana mesajları özetliyorum :

- Anladığım şu ki; şimdiye kadar Yakin boyutu diye öğrendiklerimiz henüz hakiki imanın kapısı bile değilmiş! Anlattıklarınızdan belli ki bilinç çıtasını yükseltiyor, yeni bir seyre bizi taşımak istiyorsunuz!..

Önceleri klasik bilgilere takılmamak gerektiğini konuşurduk. Şimdi; eski tasavvuf bilgilerimize de takılmamak gerekiyor. Yenilenme vakti. Gördüğüm; yeniden iman vakti!

HALKOLUŞ
Kahvaltımızı atıştırırken bir süre sessizlik oluyor. Yanı başımızda akan suların şırıltısını dinledikçe üzerime yapışan beşeriyet kalıntılarından arındığımı hissediyorum. Dost bugünün konusunu açıyor :

- Şimdi ayetleri eğer şöyle toplu olarak düşünürsek; neden söz ediyor?


“İnsan halk edilmiştir.” Kesin hüküm. İnsan madde dünyasının çamurundan oluşmuş, halk edilmiş. Yani hücresel yapı ile halk edilmiş. Bu halk edilen insan halkiyyeti itibarıyla yani; beyin kapasitesi itibarıyla en mükemmel şekilde meydana getirilmiş… Çünkü HALAKAL İNSANE AHSENİ TAKVİM… dendiğine göre insan yani bu topraktan, çamurdan, yani bizim bugünkü anlayışımızla hücresel yapıdan meydana gelen beyin sahibi olan insan en mükemmel şekilde halk edilmiş.

- Bu en mükemmel şekilde halk edilen insan… “VE NAFAHTU FİHİ MİN RUHİY; Ruhumu Nefhettim” işaretiyle ve “ONA İSİMLERİN TAMAMINI TALIM ETTİ” ayetinin işaretiyle ki “Ruhumu nefhettim” ile “İsimlerin tamamını verdik”; aynı şeye aşağı - yukarı gelir, farklı anlamları da var da genel olarak aynı şeydir…Bir mükemmelliğe sahip oluyor ama öbür tarafta halife özelliğinden söz ediliyor!...


- İşte buna takılıyorum; insan mükemmel yaratıldı diyorsunuz, bir de ayrı bir mükemmeliyetten; Halife oluştan bahsediyorsunuz? Nasıl ayıracağım?

- Halaka ve Ceala kelimeleri açılınca anlayacaksın!


Halaka ve Cealede Düğümlü Gerçek!
- Halife özelliği için halk ettim kelimesi kullanılmıyor! CEALE kelimesi kullanıyor. Niçin?

- Az buçuk Arapça okuduk ama bu farkı bana kimse anlatmadı.

- Derin ve ince fark şu; Halife kelimesinin işaret ettiği mana yaratılmış olmaktan münezzehtir! İnsan yaratılmıştır, sonradan var olmuştur. Halife özelliği ise Yaratanın özelliğinin varlıkta açığa çıkması, Yaratıcı Kudretin, Yaratıcı İlmin varlıkta açığa çıkması demektir. Abdülkerim Ciyli (ks) buna şöyle işaret eder İNSAN-I KAMİL’de : “ALLAH DA YARATIR, İNSAN DA YARATIR!”

Eskiden olsa bu söze tövbe tövbe derdim. Ama söyleyen A.Kerim Ciyli, nakleden de Dost ise anlamak nasip olsun diye dua ediyorum kendime.


- Bazı derinlikten mahrum Müslümanlar “Haşa insan yaratmaz, sadece Allah yaratır” der. Tabi insanın hakikatinin ne olduğunu göremediği için. İnsanın hakikatinden perdelendiği için… İnsanda, insan adı arkasında yaratma işlemini yapanı göremediği için.
-Haleka ile yaratılan mükemmel insan, Ceale ile de yaratılmaktan münezzeh öz nokta, hilafet boyutu işaret ediliyor. Bizden istenen Ceale ile işaret edilen Hilafete ermek. Buna ilerlerken dikkat edeceğimiz önemli nokta ne?
Hilafeti Anlamak
- Şimdi burada önemli olan nokta şu; Hilafet özelliği ; Hakikati Muhammedi ‘nin ilminin ve kudretinin insandan açığa çıkarılması demektir. Yani “İnsanı yarattım seyretmek için” ifadesindeki açıklamasındaki insanın gözünde gören, kulağında işiten kendisi diye tanımladığımız Hakikati Muhammedi ilminin insanda açığa çıkması için…Ki bu alan CEALE kelimesi ile meydana getirilmiştir…
Yani bir yaratılmış olan, en mükemmel şekilde yaratılmış olan, en mükemmel şekilde yaratılmasının sebebi; hilafet özelliğini açığa çıkarabilecek surette SEVVAHUM diye anlatılan; TESVİYE EDİLEN; PROGRAMLANAN; OLUŞTURULAN, BEYİN YAPISINA SAHİP OLAN varlık meydana getiriliyor. Bu varlıkta Hakikati Muhammedi ‘nin ilim ve kudretinin açığa çıkması oluşturuluyor. İşte bu hilafet özelliği!.. Ki bu hilafet özelliği yaratılması mümkün değildir, yaratma değildir, kendi varlığına ait.
Hasbi ilk kızaran köftelerden getiriyor. Meyve suyu olarak kokteyl seviyorum. Dost, tabaklara köfte ve yeşillik bırakan Hasbi’ye :

- Vişne, Kayısı, Şeftali, Erik ne varsa karıştır ver bize. Bizimki öyle sever, biz de öyle içelim bugün, diyor.

Bir yandan ikramı alıyoruz diğer yandan sohbet koyulaşıyor. Anladıklarımı ifade sadedinde birkaç kelam ediyorum :

- Benim anladığım kadarı ile, insan olarak sahip olduğumuz bir mükemmeliyet var. Ki bu Haleka ile ifade edilmiş. Bu mükemmel görüntü; kabuk aslında. Kabuğu soy, gayret et, altına Ceale ile yerleştirilen öz noktayı bul, diyorsunuz!


Dost biraz durakladıktan sonra :

- Dikkat et, bunu ben demiyorum! Kâinatın en muhteşem insanı Rasülullah (sav) söylüyor. Bunu Kur’an istiyor.

- Evet

- Sadece insan mükemmeliyetinde kalırsam, halife noktası açılmazsa kaybım nedir?



- Dinle, gör şimdi!

- Buyurun.


İnsan Çukurundan, Halife Doruğuna
- Burada önemli olan nokta şu; ben kendimi yaratılmış insan olarak görüp düşünüyorum. Ben kendimi yaratılmış insan olarak gördüğüm için de kendimde bir beşer olmanın ötesinde bir şey düşünemiyorum. Ve dolayısıyla da Rasulullah (as) ‘ın söylediklerine iman etmiyorum!..

- İman etmiyorum mu?

- Ne sandın? Kendinin halife olduğunu fark edememişsen iman etmiş değilsin!

- Peki, nasıl yaşıyor da imandan uzak düşüyorum?

- Tamamen en mükemmel şekilde yaratılmış olan bedenimin istek ve arzuları doğrultusunda en güzel şekilde yemek, en güzel şekilde içmek, en güzel şekilde çiftleşmek, en güzel şekilde her gördüğüme sahip olmak arzusuyla yaşıyorum. Yeryüzünün en gelişmiş, en mükemmel, en harika, en muhteşem hayvanı olarak yaşamımı sürdürüyorum.
- Hâlbuki “Ben seni yeryüzünde halife olarak meydana getirdim” uyarısının işaret ettiği biçimde varlığımda Hakikati Muhammedi ‘nin işaret ettiği; Allah ‘ın Esma-ul Hüsna'sının işaret ettiği özelliklerin tamamı benim varlığımda mevcut. Dolayısıyla da benim o isimlerin özelliğini kendimde açığa çıkartmak ve o isimlerin özelliği doğrultusunda varlığı değerlendirmek ve varlığı seyretmek ve varlık üzerinde tasarruf etmek özellikleri varlığımda var kılınmış!.. Ve benim buna iman etmemi istiyor Rasulullah! Buna iman etmemi istiyor Allah! Onun için bu ayetler bize bildirilmiş.

- Ama onlar kendilerinde beşer olmanın ötesinde başka bir şey göremediler ve bunu inkâr ettiler. Bir yanda beşeriyetim, bir yanda hakikatimden gelen halife olma özelliğim…

- Sen kendini en mükemmel şekilde var edilmiş et - kemik beden olarak düşünüp bunu yaşayarak ömrünü geçirirsen esfeli safılınde yanı bedenin istek, arzuları, zevkleri doğrultusunda yaşarsan, geleceğin de buna dönük olarak gelişir. Bunun sonucu da cehennemdir!..
- Hilafet yanını açığa çıkaramayan herkes cehennem mi yaşıyor?

- İnsanlık neden bunalıyor, toplumlar neden geriliyor, niçin fertlerde huzur yok sen düşün artık. Yaşanan cehennem değil de ne ki?..



Deccalin Cennetinden, Mehdinin Cehennemine !..
- Rasülullah’ın Deccal hakkındaki hadisini biliyorsun : “Deccal onlara cehennemi cennet, cenneti de cehennem olarak gösterir.” Onlara akı kara, karayı ak olarak gösterir diye anlatıyor Rasulullah as… Taaa kıyamette… Şu anda Rasulullah ‘tan bu yana 1430 kusur sene geçti… O günden daha tutup Deccaldan bahsetmesi ; bilmem ne kadar zaman sonra gelecek bir varlıktan bahsetmek amacıyla mı anlatılmış ; her devirde, her insanın içinde bir Deccal, her devirde her insanın içinde bir Mehdi mevcut olduğu için mi?..
- Senin içindeki Deccal sana madde beden yaşantısını cennet gibi gösterir, seni maddi zevkler peşinde koşturur, daha çok yemek, daha güzel yemek, daha iyi yiyip içmek, daha çok se..s yapmak gibi bedene dönük sana cennet gibi gelen özellikler peşinde seni koşturarak Deccalın cennetine girmiş olursun ki bunun sonu da ebedi cehennemdir…
- Eğer sizde, deccal çıktığı zaman, deccal gördüğünüz zaman siz eğer deccalın cehennemine kendinizi atarsanız bilin ki o esasında cennettir ebedi cennet sizi bekliyor uyarısı ile de bedenin zevkleri peşinde koşmak yerine, kendi hakikatinin yaşanması için bedenden kopmak ve bedensiz olarak kendini hissedip yaşamak yolunda çalışmalar yaparsan bu sana cehennem gibi gelir görünür ama bunun sonucunda elde edeceğin sende açığa çıkan özellikler sana ebedi cenneti kazandırır diye anlatmak istemişti Rasulullah, benim anladığıma göre…

İbn-i Arabi Hazretlerinin Dilinden
Köfteler, meyve suları derken limiti aşmamak için biraz ara veriyoruz. Şelaleden akan suda elimizi yüzümüzü yıkıyor, kıyısındaki serinliği çekiyoruz yanan ciğerlerimize…Şelalenin öte yanında, derenin yanındaki koca çınarın dalları üzerine kurulu kamelyaya yöneliyoruz. Etrafa yüksek irtifadan bakacak, yeşilin kucağında seyre çıkacağız!
Dost,

- Çayları burada içelim, diyor.

Bu yüksek yerden ileride, bağlık bahçelik yeşillikler arasındaki gölü seçebiliyorum. Dost :

- Emmare gölü sanmayasın! Orası gerçek huzura erenlerin sandal sefası yaptıkları göl. Çaydan sonra Hasbi gezdirir seni, diyor.

Kamelyadaki ağaç sedire yerleştikten sonra yazı gözlüğünü çıkarıp ciltli bir kitap açıyor :
- Bu ilmin şah temsilcilerinden biridir Muhyyidin Arabi (ks).

- “Şeyhi Ekber” demeleri onun için olsa gerek!

- Dinle de niçin demişler, neleri çözümlemiş, gör! Onun ayetlere getirdiği tevili okuduktan sonra Ceale-Halaka, İnsan-Halife farkı daha net oturacak gönlünde.

Dost aheste aheste okuyor. Sükûnetle dinliyor, bir yandan da gönlümü Şeyh-i Ekbere yönlendirip sanki O konuşuyormuş gibi tehayyül ediyorum.


- Şimdi; bu olaya ilişkin bak Muhyiddin Arabi’nin Kur’an tefsiri Tevilat kitabında bazı ayetlerin yorumu ile ilgili neler var!... Hz. Musa’dan bahsederken anlatıyor : Zalimler kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler. (Tevilat-ı Kebir/ s.72.) Ruhsal hazlar arzusuyla Allah’ın sıfatları ile sıfatlanmayı isteme dışında, nefsin hazlarından yararlanma arzusuyla onun sıfatları ile sıfatlanmayı kendilerindeki özellikleri kullanmayı istediler…

Musa kavmi için su istemişti.

- Özür dilerim, araya gireceğim ama Musa’nın kayaya vurup da 12 kaynak çıkmasını bir türlü anlayamıyordum.

- Sabredersen anlayacaksın!

Dost okumaya devam ediyor :

- Ruh semasından inen ilim, hikmet, anlam yağmurlarının yağmasını istemişti. Nefis asası ile beyin taşına vurmasını emrettik. Beyin taşı, aklın menşeidir. Ondan beş zahir, beş batın duyu; nazari akıl ve ameli akıldan oluşan insani duygular sayısınca ilim sularından 12 kaynak fışkırdı. (Bakara 61) (s.73)


- Hani siz ey Musa biz bir tek yemekle yetinmeyiz, gökten kudret helvası inmişti. (Kudret helvası onlara kendi hakikatlerinden gelen ilim rızkı idi)
- Bizim için Rabbine dua et yerden bitirdiği şeylerden; dünyada maddeden yetişen şeylerden, sebzesinden, hıyarından sarımsağından mercimeğinden soğanından bize çıkarsın da biz bunları yiyelim dediler Yahudiler... Musa ümmeti..

- Musa da onlara : “Siz daha iyiyi daha mükemmeli daha kötü ile değiştirmek mi istiyorsunuz? O halde dönün; şehre inin. Gidin şehirde yaşayın sizin istedikleriniz orda var” dedi. İşte onların üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah ‘ın gazabına uğradılar bu musibetler Allah ‘ın ayetlerini inkara devam etmeleri haksız olarak kendilerini uyaran velileri öldürmeleri sebebiyle geldi.. Bir tek yemekle yetinemeyiz dediler.. İlim, marifet, hikmet gibi ruhani gıda ile biz yetinemeyiz dediler.


- Bizim için Rabbine dua et Rabbinden bizim için iste, gıdalarımızı çoğaltsın dediler… Nefislerimiz, bedenlerimiz toprağında (topraktan yaratılmış insan) biten habis şehvetlerden adi lezzetlerden soğuk meyvelerden kısacası nefsin azabı payı niteliğindeki her şeyden versin…

Onlara şehre inin dendi.. beden şehrine… Manevi ruhani alem boyutundan kendini beden olarak kabullenme haline kendini beden kabullenme sonucunda beden şehrine gidin orada istediğiniz her şey var, böylece şehvetlerinin peşine düştükleri kabuk ve dış görünüş hırsına sahip oldukları için üzerlerine zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.. ve muhtaçlıkları sürekli oldu. uzaklık tard edilme ve kovulma gazabına müstahak oldular… “Ğayril mağdubı aleyhım” diye her Fatiha okuyuşunda okuduğun gadaba uğramışlar diye tanımlandılar bu hallerinden dolayı… Bu azap onlara Allah ‘tan geldi.. Çünkü Allah ’ın ayetlerinden ve tecellilerinden perdelendiler. (Bakara 66)


Dost biraz nefeslenirken Hasbi demliği getiriyor aşağıdan. Çaylarımızı alıyoruz. Buraya kadar anlatılanlardan anladıklarımı söylüyorum Dosta :

- O zaman şöyle anlıyorum. Sadece yaratılmış insan boyutunda kalan; ne kadar olgun yaşarsa yaşasın, gadaba uğramış, ruhani gıdayı eliyle itmiş, aşağılık şehvet ve hırslarla beslenmek gibi bir zilleti seçmiş oluyor…


- Dahası var… Zillet bu kadarla kalsa iyi… Aldıkları o şehvet-hırs-beşeri düşünce gıdaları ile nasıl karakterler oluşuyor, neler bilinçte kökleşiyor gör!
Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim!
Dost, konuya devam etmeden önce beynimde çakan şimşeği dile dökmeden edemeyeceğim. Bilmem haddi aşar mıyım? Dost anlıyor bir şey düşündüğümü :

- Aklına geleni söyle de devam edelim.

- Şeyyy! Hani hadisi var Efendimizin ; “Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” Ben bunu sadece gıdalara has sanırdım. Meğer bakış açılarımızla kimliğimiz oluşuyor imiş!

- Nasıl kimlik oluşuyormuş gör, titre! Müsaade edecek misin, okuyalım mı?

- Estağfirullah, özür dilerim lütfen buyurun!
- İnsanlar ihmal edilir, kendi hallerine bırakılır tabiatlarıyla yani bedenlerinin istek ve arzularıyla baş başa kalacak şekilde salıverilirse, azarlar, cismani lezzetlere dalarlar , zulmani bulutların içinde kaybolurlar. Çünkü bu hususta alışkanlık kazanma özellikleri vardır ve küçük yaştan itibaren bu yöndeki eğilimleri gelişmiştir.. Böylece de en mükemmel yaratılmalarına karşılık varlıklarındaki istidatları yok olur, insanlık mertebesinden aşağı düşer, başka aşağılık varlıklara dönüşürler…(s.75)
- Nitekim Allah şöyle buyurmuştur : Allah ’ın lanetlediği ve gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar çıkarttığı (Maide/ 60) Buna karşılık insanlar muhafaza edilir şer’i ve akli siyaset de gözetilirse hikmet adab ve öğütlerle terbiye edilirse yükselirler nurlanırlar. İnsanların bu ibadetleri belli vakitlerde tekrar etmeleri farz kılınmıştır. Ta ki gaflet vakitlerinde biriken tabiat tortuları lezzet alma ve şehevi arzuları tatmin etme vakitlerinde arız olan zulmet karanlıkları dağılsın.

- Tabii bunun için de o ibadetleri yaparken namaza durduğun zaman okuduğunu tefekkür ederek namazı yaşamak zorunluluğu var. Ama bazıları “Namaza durduğum zaman kalbim, ticaretimin bilançosunu, alacaklarımın, borçlarımın listesini çıkarmaya başlar, ne kadar dünya işleri varsa hepsi kafama üşüşür” der.


- İşte bu tavır yüksek insani alemden aşağı hayvani aleme yuvarlanmayı kaçınılmaz kılar. “Kendilerine aşağılık maymunlar olun dedik” ifadesinin anlamı budur. Yani görünürde insana benzerler ama insan değildirler, aşağılıktırlar, uzaklaştırılmış ve kovulmuşlardır.

- İnsanların dünya ve ahirette başka varlıklara dönüşmeleri inkarı mümkün olmayan bir Haktır!.. (s.77)


- Bu hususu dile getiren ayetler ve hadisler vardır. Bir ayette “Aralarından maymunlar ve domuzlar çıkarttık.” buyrulmuştur.
Rasulullah (sav) de şöyle buyurmuştur : “Bazı insanlar kıyamet günü öyle bir kalıp ve suret içinde haşredilirler ki maymun ve domuz onların yanında güzel kalır!”
- Yine Rasulullah(sav) tan şöyle rivayet edilmiştir ki; “13 tür-lü MESH vardır." Bu mesh edilişlerin her birinin sayısını, bunu gerektiren amelleri günahları ve mesh ediliş gerekçesini anlatmıştır Rasulullah.
- Kısacası bir kimseye hayvanlara özgü herhangi bir nitelik galip gelir, istidadını; yaratılışındaki kendi hakikatini bilme özelliğini yok edecek şekilde bu özellik onda kökleşir, karakterinde, tabiatında kalıcı bir yer edinerek, artık onun özel ruh sureti haline gelirse, bu kimsenin karakteri, tabiatı, seciyesi o hayvanın karakteri, tabiatı ve seciyesi olur. Nefsi, söz konusu hayvanın nefsine dönüşür. Ölümden sonra ruhu bedenden ayrılınca, ahiret aleminde karakterine uygun bir sıfata bürünür ve bu sıfat onun orada sureti olur!!!
Kanım Dondu !..
Dost okumayı bitirdi. Gözlüklerini gömlek cebine koydu. Kitabı kapadı. Titremekten kendimi alamıyorum. Başımdan aşağı bir soğuk, bir kaynar su dökülüyor sanki!.. Tüylerim diken diken… Dehşet bir gerçekle yüzleştim…

Şehvetlere düşenler, hırsının peşinde gidenler, ruhani alem yerine beşeriyeti seçenler hayvan karakterleri ile yaşayacak, üstelik bu, dünya ile de sınırlı kalmayacak, ebedi yaşama da o suretle, o şuur seviyesiyle dirilecekler!.. Aman Allah ’ım, kanım dondu!.. Bu nasıl bir gerçek!.. Soğuk terler boşanıyor alnımdan, boynumdan, kollarımdan boncuk boncuk!..


Hasbi peçete uzatıyor, sileyim diye. Dost öylece sessiz süzüyor gözlerimi. Sonra devam ediyor :
- Din alimleri bu konuları “Müslümanların haricindeki geçmiş ümmetler yaşadı” yada “Gelecekte kafirler, Yahudi ve Hristiyanlar yaşayacak” gibi sundu hep değil mi?.. Onun için hiç böyle düşünmek aklına gelmedi. Şimdi şaşırıyorsun! Kur ’an kimin ikizi?..

- Kuran; insanın ikiz kardeşi!

- Yani?

- Bana beni anlatıyor Kur’an, başkasını değil.



- Gerçek ucuz değilmiş gördün değil mi?..

- Evet..
Ne anladık ?!..


- Biraz sonra Hasbi seni ilerideki göle götürsün… Korkun geçsin ama gerçeği unutma! Kürek çekin, dolaşın akşama kadar, zevk edin! Ayrılmadan önce, ne dedik ne konuştuk bir tekrar yapalım, toparlayalım mı şöyle?

- Çok sevinirim lütfen! Arada not alsam!

- Kulağını aç, gözünü aç, kalbini vererek dinle! Kayıtları bırak şimdi.

- Peki
- Evet, konuyla ilgili olarak M. Arabi’nin “Tefsir-i Kebir Tevilat” isimli kitabından bazı ayetlerin açıklamalarını okuduk. Demek ki şimdi burada önemli olan nokta; eğer burayı anladıysak ; insan yaratılmıştır, en mükemmel şekilde yaratılmıştır. En mükemmel şekilde yaratılmıştır çünkü halife olma özelliğini açığa çıkarabilecek bir mükemmeliyette yaratılmıştır. Bu mükemmeliyette yaratılması ona ruhun nefh edilmesinden, yani onun, Allah’ın esmasının tamamıyla var olmasından, yaratılmasından meydana gelmiştir.

- Bu esmanın tamamıyla yaratılması itibarıyla varlığının hakikatinin Allah ’ın isimlerinin manaları olması hasebiyle halife olma özelliğini özünde, istidadında barındırmaktadır. Ki bu “her yaratılan İslam fıtratı üzerine yaratılmıştır, meydana getirilmiştir” ayetindeki Fıtratın işaretidir.
- Bundan sonra o insan kendindeki bu hakikati fark etmediği için, bilemediği için çocukluğundan itibaren kendini bu bedenmiş gibi kabul ederek doğar, büyür, yaşar, gelişir. Dolayısıyla da bedenin zevk ve şehvetleri peşinde koşar. En güzel şekilde yemek, içmek, çiftleşmek ve her güzel gördüğüne sahip olmak arzusuyla yaşar. Bu böyle gelirken karşısına Allah Nebiler ve Resuller yollamıştır. Bunlar aracılığıyla kendi hakikati bildirilir… İsa as ın onu, insanları semavatın krallığın adavet etmesi gibi… Oradaki semavattan kasıt kendi hakikati, batını anlamındadır. Yoksa bildiğimiz fizik uzay anlamında değil..
- Bu bildirilir… Eğer kişi, -bu bildirilmesi kişinin hakikatin- deki Mehdiye ‘tin hitabıdır. - Kişinin içinden Mehdisi hitap eder, sen bu beden değilsin, bu beden yok olup gidecek, toprak olup gidecek, sen ise ölümsüz varlıksın.
- Ölümsüzlük Allah ’a mahsustur. Ölümsüzlük Allah’ın esmasından var edilen varlığa mahsustur. Öyleyse sen ölmeyip sonsuza kadar var olacak bir varlıksın diye sana bildirildiğine göre sen o esma mertebesi hakikatinden var olan bir varlıksın. Öyleyse sen kendi hakikatini bularak bu istikamette yaşa. Bedenin zevklerine kapılma, diye onu uyarır.
- Bu defa içindeki Deccal açığa çıkar. İçindeki deccal akı kara, karayı ak, cenneti cehennem, cehennemi cennet gösterir. Dolayısıyla da Deccal ona kendini beden kabul etmesini, bedenin zevklerini yaşamanın en büyük cennet olduğunu, buna mukabil, kendi hakikatine yönelik yaşamanın cehennem olduğunu, oraya dönerek bir şey elde edemeyeceğini, bu kadar sene yaşadığı bedensel yaşamın esas olduğunu anlatır.
- Eğer kendi içinde bunu söyleyen Deccala karşılık, Mehdi ‘nin uyarılarını dikkate alarak ya hu ben bu beden değilim, ben Allah ’ın esmasından var edildim bana bu bildirildi diyerek bedenin istek ve arzularını kontrol ederse, terbiye ederse kendini, yani Deccalın cehennemini tercih ederse, ki bu ona ebedi cenneti getirecektir. Ebedi cennet; kendisindeki Allah ’a ait kuvvelerin açığa çıkmasıdır. Kendisinde Allah ’a ait kuvvelerle yaşamaya başlamasıdır.

- Kişide bu imanın sonucunu yaşamanın Allah’a ait kuvveleri açığa çıkarması yani Allah’a yakiyn elde etmesi, o yakiynin sonucunda Allah ’ın onun görür gözü, işitir kulağı, söyler dili, tutar eli olması diye tanımlanan olayı anlatmıştır. İşte bu cennettir.


- Ya kişi, Deccala tabi olarak bedensel zevk ve istekleri uğruna bütün bu hayatı yaşar ve sonuçlarına katlanır. Yada Rasulullaha imanının sonucu olarak, gelen uyarıları dinler ona göre kendine bir yaşam sonucu seçer.
- Ya ilahi gıdayı seçer… Ya soğan, sarımsak, maydanoz yemeye devam eder… Şehre iner… Kısacası işte CEALE İLE HALAKNA nın işaret ettiği insanın varlığında mündemiç bir hakikat. Benim anlayabildiğim kadarıyla, bana açılan kadarıyla…
Beynim allak bullak. Kafam çok dağınık. Bunları nasıl hazmederim bilemiyorum. Dost ayağa kalkarken ;

- Duymak, yaşama start vermek gibidir. Dinledin, duydun, artık dönüşü yok, bu idraki ya hazmedeceksin, ya hazmedeceksin. Başka şansın yok zaten!

- Eyvallah…

- Siz göle doğru geçin… Akşam yemeğinden sonra kulübemizde devam ederiz sohbete!


Akşama ne açacak acaba? Ama soramam ki. Sormadan o söylüyor :
- Şimdiye kadar konumuz Allah ’a imandı. Daha doğrusu imanın ilk kısmı. İkinci ve önemli boyutu Rasülüllahın Hakıkatini bilip ona iman!.. Akşama Rasülullahla tanıştıracağız seni nasipse…
“Sevgili Peygamberim, Canım Efendim” dediğin hayalindeki ile değil, Rasülullah’ın hakikati ile!..
Biz Hasbi ile göle yürürken o da geldiği ağaçlıklar arasında eve yöneliyor.

“İmanın Hakikati”, “Halkoluş” derken şimdiye kadar bildiklerimin çok üstünde açıklamalar işitiyorum. Ya, Rasülullah’ın Hakikati?!..

Dalgın dalgın yürürken Hasbi kolumdan çekiyor :

- Onunla akşam tanışacaksın! Şimdi zevk u sefa vakti. Tut elimi atla sandala!




Yüklə 0,79 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin