Eğer Rûm'un revânmdâ görürsem ben dilârâyı Revânînâ revân îdem Semerkand'î, Buhârâ'yı
gibi söyleyişleri, bu müphem fakat sihirli ve ahenkli söylenişi dolayısiyle, ölünceye kadar hatırlamıştı.
Annesi, Yahya Kemale: «Oğlum, dünyada iki insanı sevv Peygamber Efendimizi, bir de Sultan Murad Efendimizi sev.» derdi. Bu Murad adında Balkanların büyük fâtihlerinden Birinci ve İkinci Sultan Muradın hizmetleri ve hâtıraları birleşiyordu. Türkleri Balkanlara yerleştiren, Sırpları umumiyetle
Yahya Kemal 16 -17 yaşlarında (Fotoğrsfdan Sabiha Bozcah eli ile)
BEYATLI (Yahya Kemal)
— 2608 —
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
İslâvları mağlûp eden, Üsküpde ulu camiler yücelten, aynı adda iki Türk hükümdarı, vefalı Balkan Türklerinin hafızasında tek bir Mu-rad adiyle yaşamakta idi. Birinci Kosova zaferi ile İkinci Kosova Muzafferiyetini kazanan ner iki Ivlurad, Üskübün erkek ve kadınları tarafından ayır d edilmiyordu.
Yahya Kemal böyle bir ev ve çevre terbiyesi içinde yetişirken, 1895-de Mekteb-i Edeb'i bitirdi. Üsküb îdâdîsine verildi. Tam o sırada, , babasının Selânik'de yaşamak arzusu üzerine evlerinin ilk düzeni bozulmuş oldu. 1897 de aile, Selânik'e yerleşti. Yahya Kemal, Selanik idadisine nakledildi. Selânik'de Eski Saray Camii yanında deniz gören bir evde oturuyorlardı. Annesi bu evde yatağa düşdü. Bu hasta-,hk aileyi perişan etti. Üsküb'de evlerinin eşyası satılırken üzülen, ince ruhlu kadın, daha o zaman buna sebep olan Selânik'de yaşama -macerasından hoşlanmamıştı. Burada kendisini yabancı bir diyarda zannediyor, bir müslüman şehri olarak sevdiği Üsküb'ü özlüyordu. Hastalığı artınca, yeniden Üskübe nakledildi, fakat aynı yılın Eylûl'ünde annesi Üskübde veremden vefat etti.
Bir sene sonra, babası, ikinci defa evlendi. ÜS'kübde bir başka mahalleye taşındı. Yahya Kemalin kızkardeşi Rukıye, büyük annesi, Âdile Hanımın yanında kaldı. Erkek kardeşi Reşad B ey atlı ile kendisi, babasının evine gittiler. Fakat ailede geçimsizlik başlamış, Yahya Kemal, bu sefer leylî olarak yine Selanik idadisine gönderilmişti. Orada hastalandı tekrar Üskübe döndü ve nihayet 1902 de tahsilini tamamlamak üzere İstanbul'a gönderildi.
İstanbul'da önce Mekteb-i Sultânî'ye (Galatasaray Lisesi) girmek istedi, fakat kadrosuzluk yüzünden alınmadı. Ertesi yılın Eylülünde Robert Kolej'e girmek karariyle 1902 senesi kışını, Sarıyer'de, annesinin akrâbasm-•d^ı Abdurrahman Paşazade İbrahim Beyin evinde geçirdi. Bu evde Yahya Kemal'in millî mûsikî terbiyesi teşekkül etti. Alkol ve mûsikî meraklısı olan İbrahim Beyin yalısında hemen her gece Türk mûsikîsi fasılları icra ediliyor, fasıl heyetine devrin tanınmış mûsikî üstadlarından Kanunî Hacı Arif Bey riyaset ediyordu. Mehtaplı gecelerde, pazar kayıkla-riyle, Boğaziçinde de saza çıkıldığı oluyor, aile gençlerinin kulakları, Türk mûsikîsinin en güzel besteleriyle doluyordu. Bu evde fasıl heyeti, derin bir huşu içinde, tam ıbir^mûsikî
terbiyesi ve ibâdeti andıran bir sükût ve ihtiramla dinlenirdi.
Birçok seçkin insanların saz dinlemek için toplandıkları bu evde şiir konuşmaları, bu arada, siyasî içtimaî konularda görüşmeler de olurdu. Bunlar arasında, siyasî fikirlerinden dolayı Parise firar etmiş, sonra dönmüş fakat aynı sebeple ordudan ihraç edilmiş, Serezli Sekip Bey adında bir genç vardı ki, ailenin gençlerini etrafına toplar, çok tesirli konuşur, onlara Avrupa felesoflarımn fikirlerini .anlatır, Paris'den, oradaki hürriyetten, medeniyetten âdeta coşkunlukla bahsederdi. Sekip Beyin Yahya Kemal üzerinde büyük tesiri oldu. Henüz 19 yaşında bulunmasına rağmen, genç şâir, bu tesirle Paris'e firar etti.
1903 senesi Ağustosunda Mesagerie Mari-time kumpanyasının Mempfais vapurunda tedarik ettiği bir güğerte bileti ile İstanbul'dan Marsilya'ya ve oradan Parise gitti. Parisde ailesinden para gelinceye kadar büyük sıkıntılar geçirdi. Sonra, Quartier Latinde, mütevazı bir otelde, küçük bir odaya yerleşti.
Parisde Ahmed Rıza Bey'le, Sami Paşazade Sazâî ile, Mehmed Ali Paşa, Hoca Kadri Efendi, Prens Sabahaddin Bey, şâir Hüseyin Sîret, Doktor Nihad Reşad Belger, Doktor Rıfat, Abdullah Cevdet, şâir Ab'dülhalim Mem-duh gibi şahsiyetlerle, diğer Jön-Türklerle ve başka firarilerle tanıştı. Hemen o yıl, Dr. Ab-dulalh Cevdet'in tavsiyesiyle, Quartier Latinde vakit geçirmiyerek, Parise üç saat mesafedeki College de Meaux'ya yatılı olarak, yazıldı. Meaux Kolejinde 'bir sene içinde, çok çalışarak yeteri kadar fransızca öğrendi. Tekrar Parise dönerek, Siyasî İlimler Mektebinin seksiyon diplomatiğine girdi. Burada Frahsanın büyük tarihçilerinden ve bilhassa Albert So-rel'den tarih zevkini ve metodlarım öğrendi. Sorel'in en devamlı ve çalışkan bir talebesi olarak, ona meftun 104 talebe ile birlikte, hocasının Assace Sokağındaki konağında talebesine verdiği çaylarda da bulunarak, büyük akademik sohbet kabiliyeti olan bu tanınmış âlimden çok istifade etti.
Yahya Kemal'in Paris'de bulunduğu, «1904 senesi, Jdlise ve din düşmanlarının azdığı ve sosyalist cereyanının sert bir rüzgâr gibi estiği bir seneydi.» Parisde yapılan sosyalist mitinglere ve nümayişlere kansan şâir, sokaklarda international'i dinlerken, hâdiseyi geniş bir insanlık sevgisi gibi hissederek, böyle bir
Yahya Kemal Beyath (Resim: Sabiha Bozcalı)
BEYATLI (Yahya Kemal)
— 2610 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
—/ 2611
BEYATLI (Yahya Kemal)
sevgiye karşı içinde bir temayül hissetmeğe başlamıştı. Jaures, Pressanee, Sebastien Faure gibi, sosyalist ve anarşist hatiplerin kuvvetli nutuklarını hararetle dinlediği ve bir an bunlara kapıldığını zannettiği olmuştu. Fakat bu yanlış uzun sürmedi:
«Bir taraftan, Sorel'in, derslerinde, Alman ve İtalyan milliyetlerinin uyanışlarını anlatması, bir taraftan Fransız nasyonalistlerinin neşriyatı, diğer taraftan, coşkun milliyetçi ve vatancı, Fransız mütefekkirler Yahya Kemali milliyetçi cephede kalmak duyguları ile doldurdu. Bu hâdisede, Parisdeki Bulgarların, Rumların, Sırpların yaptıkları mitinglerde millî şuurun, milliyetçi heyecanların da büyük rolü olmuştu. Yahya Kemal, bu sebeple, Türk milletinin de Türk milliyetine uyanması lüzumunu idrâk ediyordu.
Bu idrâk, onu, gerek bizim milliyetimizi öğrenmek, gerek Garp medeniyeti, tarihi, tefekkürü eserlerini okumak yolunda hummalı bir faaliyete şevketti.
Bu arada, Halid Râşid isimli, Çerkeş asıllı ve edebiyat heveslisi bir arkadaşıyle müzeleri geziyor, geceleri, bir iptilâ halinde tiyatroya gidiyor, büyük tiyatro yazarlarının, aynı büyüklükte sahne artistleri tarafından sahneye konulan eserlerini bâzan defalarca seyrediyordu. Tiyatro seyri onun hem fikrim, hem bilgisini tiem de fransızcasmı arttırıyordu.
Şiirde Victor Hugo'nun, Asırların Masalı; Charles Baudelire'in Şer Çiçekleri, Paul Verlaine'in ve bilhassa Jose Maria de Heredia-mn şiirleri onu çok sarmış, türlü cephelerden yetiştirmişti. Yine symboliste şairlerden Mal-larme'nin şiir anlayışı ve Vachette kahvesinde bizzat tanıştığı yunan asıllı fransız şâiri Jean Moreas'ın, şairliği ölçüsünde kudretli musaha-beleriyle, Yahya Kemal üzerinde bıraktığı tesirler, onun çok zengin bir şiir görüş ve anlayışına varmasını sağlıyan hâdiseler olmuşdu.
1912 de Yahya Kemal, gençliğinin en hararetli dokuz yılını geçirdiği Paris'den ayrılarak İstanbul'a döndü.
Çok alıştığı Quartier Latin'den, Vachette' den, hulâsa Parisden ayrılmak ona önce zor geldi. Başta Ali Kemal olmak üzere Paris'de-ki Türklerden Vachette'in, Sopha'nın garson ve müdürlerine kadar kalabalık bir zümre tarafından teşyî edildi. Önce Marsilya'ya, altı gün sonra da İstanbula geldi.
İçinde Paris'e karşı derin bir nostalji du-
yuyordu. Onu bu hüzünden İstanbul sevgisi kurtardı: Büyük Fransız tarihçi ve milliyetçilerinin tarih ortasında ve coğrafyada Fransızlığı aramak yolundaki müsbet ve ilmî metod-larmı, târih ortasında ve coğrafyada Türklüğü aramak mevzuuna tatbik etme düşünüşü onu türlü sıkıntılardan kurtarmış oldu. Parisden sonra, ilk bakışta gözüne bir köy gibi görünen İstanbul, bu ikinci bakışla şâire bütün sihirli ve tarihî güzelliğini göstermeğe başladı.
Camilerimizi, türbelerimizi, medreselerimizi, kabristanlarımızı birer birer gezip görmeğe, Türklüğü vatan coğrafyasına, derinliğine ve genişliğine yazılmış, medenî eserleri, mimarî âbideleri, şehir dekorları, millî semtleri, halk inanışları ve halk hayatı içinde araştırmaya ve tanımaya koyuldu.
Paris'den İstanbula geldiği 1912 yılında, Dârüşşafaka'yı yeni bir tedris heyetiyle uhdesine alan Sâtı' Bey, Yahya Kemale bu mektebin târih ve edebiyat derslerini verdi. Mu-limliğe başlayışı, 1913 de bu mektepte oldu.
1914 de Sultan Selimde açılan Medreset ül Vaizinde muallim vekili olarak, Medeniyet Tarihi derslerini okuttu. İslâm medeniyetini yeni bir görüşle tedris edişi, o zamanın genç talebesi üzerinde büyük tesir ve fayda uyandırmıştı.
Aynı tarihlerde Türk Ocağı'nda ve Bilgi Derneğinde açılan dil ve tarih münazaralarına iştirak ediyor, fikirleriyle devrin gençliği üzerinde büyük tesir ve alâka uyandırıyordu. İtti-had ü Terakki fırkası umumî kâtibi ve Türkçü mütefekkir Ziya Gökalp ile aralarında o zaman gerek Türk dili anlayışı, gerek Türklüğün tarihî tekevvünü konularında ilmî münakaşalar oluyordu. Ziya Beyin bütün Türkleri bir bayrak altına toplamak idealindeki hayal cephesini mevsimsiz bulan Yahya Kemal, Türkiye Türklüğü realitesinde ısrar ediyor, önce eski ve büyük Türklüğün, yeni vatandaki bu yeni tekevvünü ve büyük devamını anlamak; Selçuk ve Osmanlı asırlarındaki Türklüğü anlayıp, onarmadan aşırı hayallere kapılmamak lüzumuna inanıyordu.
Yahya Kemale göre, Türkiye Türklüğü, Türk milliyetinin tarihdeki en büyük tekevvünü ve yine en 'büyük medenî zaferiydi. Türklüğün, yani bütün Türklüğün yükselmesi için, önce bu topraklardaki millet ve medeniyetimizi, onu yaratan bütün unsurları tanımak
suretiyle anlamak ve millî kalkınmaya tekrar ve mutlaka Türkiye'den başlamak lâzımdı.
Dilde, Ziya Beyin «Ararsan her sözün vardır türçesi» gibi düşünüşlerine mukabil, Yahya Kemal, dünyanın en zengin lisanı olan in-gilizcede bile her sözün ingilizcesi bulunma>-dığı realitesinde ısrar ediyor, Gökalp'in daha sonra kabul edeceği, «Türkçeleşmiş, türkçe-dir.» kanaatinde ısrar ediyordu.
Güzel olan, bütün bu fikir ayrılıklarına ve münakaşalara rağmen, iki Türk mütefekkirinin de birbirlerine asla kırılmayışları hattâ birbirlerini daha çok takdir edişleriydi. Bunun parlak bir misali, Darülfünun müderrisi olan Ziya Beyin, münhal bulunan bir tarih kürsüsüne, müderrisler meclisinde, türkçü müderris gurupu ile müttefikan, teklif ve ısrar ederek Yahya Kemal'i seçtirmesiydi.
1916 -1919 yılları arasında, Yahya Kemal, eski Darülfünunda önce Medeniyet Tarihi, sonra Garp Edebiyatı Tarihi, daha sonra Türk Edebiyatı Tarihi derslerini okuttu. Yahya Kemal'in bu sonuncu vazifeye tayini, kendisine Darülfünûn-ı Osmânî Edebiyat Medresesi Kâtib-i Umumîliğinin şu dikkate değer tezkeresiyle bildirilmişti:
«Müderris Yahya Kemal Beyefendi Hazretlerine
Efendim Hazretleri,
Cenab Şahabeddin -Beyden inhilâl eden Türk Târîh-î Edebiyatı Müderrisliğine naklen tâyininiz Meclis-i Vükelâca teiîsîb edildiği 5 Eylül 338 tarihli tezkire-i sâmiyyeye atfen Maarif Nezâret-i Celîlesinin 7 Eylül 338 tarihli tezkiresinde iş'ar kılınmış olduğu arz ve bilvesile teyîd-i ihtiram olunur Efendim Hazretleri. 11 Eylül 338 (Kâtib-i Umumî:Behcet). Yahya Kemal, daha 1914 -15 yıllarında, Peyam-ı Edebî gazetesinde, Süleyman Sadi im--zasıyle ve Cidaller, Hasbihaller gibi, Çamlar Altında Musahabe gibi başlıklarla, edebî târihî makale ve musahabeler yazıyordu.
1918 mağlûbiyeti faciasından sonra, Yahya Kemal, Darülfünun'daki talebesi ile birlikte, daha ilk anlarından itibaren, İstiklâl Mücadelesine bağlandı. Bu senelerde, İleri ve bilhassa Tevhîd-i Efkâr gibi gündelik gazetelerde yazdığı çok sayıda ve çok kuvvetli makalelerle İstiklâl mücadelesini teşvik ve takdis edici neşriyatta bulundu.
Bu gazetelerde neşrettiği Hisardan Şehitliğe, Bir Rü'yâda Gördüğüm Eyyub. Ezan ve
Kur'an, Bu Muharebenin Askerleri, Ezansız Semtler. İstiklâl Hissimiz, Yeni Türk Ruhu, Yine Böyle Bahardı, Serviler Altında Musahabe gibi çok sayıda ve çok sevilmiş yazı-lariyle Dergâh Mecmuasında intişar eden Üç Tepe, Gezinti, Esir Jeminüs ve Altor Şehri gibi kuvvetli makaleleriyle durmaksızın milliyetimizi ve bizi zafere ulaştıracak millî değerlerimizi meydana koyuyordu.
Yine aynı yıllarda şâirin, daha Londra'da iken bir deneme halinde söylemeğe başladığı Türk Destan'ının bâzı mısraları, meselâ:
Canavarlar kaçıyormuş gibi gür bir doludan Bir salîb ordusu, bozgun, kaçıyor Niğbolu'dan
Şehsüvârânı kılıç koymamak azmiyle kına Dola dizgin koşuyorlardı akından akına
gibi söyleyişleri, dillerde dolaşmağa başlamıştı. Şarkı şeklinde yazdığı şiirler, eski şiirin rüzgârîyle söylemeğe başladığı gazeller, yalnız şiirin değil, aynı zamanda tarihin sesi gibi, okuyanlarda bir başka şevk uyandırıyordu.
Yahya Kemalin fikrî hayattan siyâsî hayata atılışı da yine 1922 de oldu. Lozan konferansına gönderilen Türk murahhas heyetinde müşavir âza olarak bulundu. Lozandan döndükten sonra, 1923 de Büyük Millet Meclisine Urfa mebusu seçildi. 1925 de Türkiye-Sûriye hudut tahdidi heyetine murahhas tayin edildi. Fransızlarla olan bu müzâkerede Payas istasyonu arkasındaki altı kilometre arazi ile Kilis'den 13, Hassa'dan 18 Türk köyünün anavatana ilhakını temine muvaffak oldu.
1926 da Varşova orta elçiliğine tayin olundu. 1929 da İspanya orta elçisi ve Lizbon elçisi olarak Madride gitti. 1932 de bu vazifeden azledildi. Bir müddet Fransa'da kaldı. Sonra Cenevreye, oradan Bükreşe oradan Hamdullah Suphi ile birlikte İstanbula ve Ankara-ya döndü.
1934 de Yozgaddan' millet vekili seçilerek Meclise avdet etti. Aynı senenin sonunda Te-kirdağı millet vekili olarak yine Meclisde kaldı. Bu seferki mebusluğu 1943 e kadar devam etti.
1943 seçiminde Yayha Kemal mebus seçtirilmedi. Fakat 1946 da İstarrtmlda yapılan ve çekişmeli geçen kısmî seçimlerde, İstanbul seçmenleri tarafından mebus seçilerek tekrar Meclise girdi. Böylelikle İstanbul seçmenleri, şehirleri için edebiyatınızın en güzel şiirlerini
— 2612
BEYATLI (Yahya Kemal)
söyliyen bir vatan şâirine lâyık olduğu mükâfatı vermiş oluyorlardı.
Yahya Kemal, daha çocukluk yaşlarından başlıyarak, yurd içinde ve dışında çok seyahat etmiş, 1903 de Parise firar etmiş, 1906 da Londraya geçmiş, 1910 da İsviçreye, 1911 de Bretanya'ya geçmiştir. 1923-2925 de Lozan, Paris, Viyana, Budapeşte, Niş; 1926-1929 da Varşova, Berlin, Leipzig, Viyana, Tuna, Sofya'ya gitmiştir.
1929 da Prag, Cenevre, Bern'den sonra Paris yoluyla Madrid'e gitmiş, İspanya'dan El-cezîre'ye geçmiş, Tetvan'da kalmıştır. 1934 -1939 yılları arasında, Türkiye dahilinde seyahatler yapmış, İzmir, Manisa, Çeşme taraflarını gezmiştir. 1939 da bir Akdeniz gezisine çıkmış, Mısır'a gitmiş, dönüşte Beyrut, Şam, Zah-le ve Trablusşam beldelerini görmüş, Yol Düşüncesi adlı büyük vatan şiirini ve bu şiirdeki «Cihan Vatandan ibarettir îtikaadımca» mısraını, bu seyahati içinde söylemiştir.
Yine 1939 da Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Adana, Mersin şehirlerimize seyahatler yap-mışdır. Yahya Kemal hayatının son yirmi yılını çok az fasılalarla İstanbulda Park Otelde, bu otelin ikinci katında denize nazır 75 numaralı odada geçirmişdir. Bu arada, 1947 yılında, o zamanın hariciye vekili Necmeddin Sa-dak'm gösterdiği anlayışla Türkiyenin ilk Pakistan Büyük Elçisi olarak Karaşi'ye gönderildi. Pakistan reisi cumhuru Mehmed Ali Cin-nah tarafından ve bütün Pakistan aydınlarından derin saygı ve sevgi gördü. Orada kurulan Türk-Pâkistan Kültür birliği toplantısında, İngiliz, Amerikalı münevverlerin de bulunduğu meclislerde şiirleri ve derin kültürlü musahabeleri büyük hazla dinlendi.
Büyükelçilikden emekliye ayrılmak suretiyle Pakistan dönüşünden sonra, Yahya Kemal, Park Otelde şiirlerini tamamlamağa çalıştı. Dostları ile sohbetlerine devanı etti.
Doğumunun 65 inci yıl dönümünde Türk Ocoağı tarafından tertiplenen törende Yahya Kemal, büyük saadet duymuşdu. O devrin, bilhassa Üniversite gençliği, büyük, millî şâirine samimî tezâhüratda bulunmuş, İstanbul Üniversitesi konferans salonu insan almıya-cak hâle gelerek bu vatan şâirim al-kışlamışdı, 1950 de hür bir seçimle iktidara gelmiş olan Demokrat Partinin bütün ısrarlarına rağmen, yeniden mebus olmak istemedi.
İSTANBUL
11 Mart 1956 da hayatının en mühim işlerinden birine girişerek, bitmemiş şiirlerini bütnüelmeğe ve bitenleri her hafta Pazar günleri Hürriyet Gazetesinde neşre başladı. Tam 67 hafta süren bu devamlı ve ısrarlı faaliyet, büyük şâiri hayatının son yıllarında bir kaç bakımdan mesut etti. Bir taraftan «Süleymani-ye'de Bayram Sabahı» gibi, «Selimnâme» gibi, «Koca Mustafapaşa» gibi büyük şiirlerini bitirmek ve bunların intişarını görmek, şâiri âdeta eserini tamamlamaya yaklaşmış bir sanatkârın heyecanı içinde bırakıyor, öte yandan, her hafta muntazaman intişar eden bu şiirlerin memleket ölçüsünde büyük alâka gördüğünü, kesilip saklandığını öğrenmek, bu konuda, memleketin her tarafından, mektuplar, telgraflar almak, telefonda kendi şiirlerini yine kendisine okumak için can atanların saygı, sevgi ve iltifat seslerini dinlemek, Yahya Kemali emeklerinin en büyük mükâfatını elde etmenin hazzıyla dolduruyordu.
Yahya Kemalin 1947 den beri sıhhatini örseleyen bir bağırsak kanaması hastalığı vardı. Bu hastalık, onu kansız bırakıyor, hafif bir şeker hastalığı da olduğundan tedavisini güçleştiriyordu. Bu hastalık, 1957 Aralık ayında nüksetti. Şâir tedavi için, itimat ettiği Doktor Nihad Reşat Belger'in de tavsiyesiyle Cerrahpaşa Hastahânesiııe yatırıldı. Fakat şiir neşrini bırakmadı. Bilhassa «Selimnâme» şiirini bu hastalığı esnasında neşretti. Bu şiirin gördüğü sevgi şâiri âdeta neş'elendirirdi. İyi olmasını kolaylaştırdı. Selimâme şiiri Hürriyet Gazetesinde yayımlanırken, bir taraftan da onun tahlillerini ve izahını yapan makaleler intişar ediyor; şâir, neşrinden önce kendisine okunan ve tasvibi alınan bu makaleleri de alâkayla takip ediyordu.
Hastalığı geçince tekrar Park Otel'deki odasına döndü. Orada, dostu ve talebesi olan, hemen her gün buluştuğu bir arkadaşının ricası ve ısrarı üzerine, en büyük şiiri olan «Sü-leymaniye'de Bayram Sabahı» şiirini tamamladı ve nihayet neşre başladı.
Fakat 1957 Mayısında kanama hastalığı tekrarladı. Yahya Kemal, Dr. Nihad, Reşad Belger'in tavsiyesiyle, bu mühim hastalığın en iyi mütehassısı olarak bilinen, Doktor Ar-nous tarafından tedavi edilmek üzere Parise gitti. Dr. Arnous, hastalığın menşeini bularak, bağırsak içindeki derin henıorroides'i yakarak tedavi etti. Sairin kan durumu düzeldi. İstan-
ö:
•1
rf
O
m
l 0=
S D
'
C/3
D
l
ANSİKLOPEDİSİ
— 2613 —
BEYATLI (Yahya Kemal)
bula neşeli ve ümitli döndü. Hayatında ilk defa Paris'den hem -de şiddetle sıkılmıştı. Vatanına -dönmek onu bahtiyar etmişti.
Şâir bu arada artık en mühimleri tamamlanmış olduğu için «Kendi Gök Kubbemiz» adlı şiir kitabını neşretmek için, yine aynı dostu ile birlikte ciddî teşebbüse geçti. Bu kitabın arkasında «Eski Şiirin Rüzgâriyle» adlı ikinci kitabı neşredilecekdi. Bunun için, Yahya Kemal Başvekâlete müracaat etti. istediği kâğıdın İzmit Kâğıt Fabrikamızda yapılması için tavassut ve müsaade istedi (Bu dost N. Sami Banarlıdır. İs. An). Bu kâğıtlar, tam istediği kıvamda ve her iki kitaptan ellişer bin basılacak sayıda yapıldı. Şâir, kitaplarının bir istismar konusu olmasından korktuğu için, bu kitapların istanbul Yüksek Öğretmen Okulu neşriyatı olarak intişarım uygun bulmuştu.
Fakat Paris'den döndükten sonra bağırsaklarında tekrar kanama olması şâiri'üzmüştü. Bu kanama 1958 sonbaharında şiddetlendi. Yahya Kemal, tekrar, Cerrahpaşa Hasta-hânesine yattı. Bu sefer tedavisi mümkün olmadı. Ekim sonunda hastalığı şiddetlendi.
Ölümünden iki gün evvel, aynı dostu ve talebesiyle, aralarında şu hazin muhavere geçti:
Yahya Kemal sordu: — Bakî, hangi yılda doğmuştu?
-
1526 da üstadım.
-
Ne zaman öldü?
-
1600 de efendim.
-
Demek o da 75 yaşında öldü.
Büyük şâir, iki gün sonra vuku bulacak
nazin hâdiseyi söylüyordu. Son gece büsbütün, halsiz ve yorgundu. Çok zor nefes alıyordu. Damarlarına verilen kan, artık bu damarlarda durmaz olmuştu. Buna rağmen yine oturmak, konuşmak istiyordu. Aynı talebesi, şâire nükteli şiirlerini hatırlatıyor, onu oyalamak istiyor, ona:
Ne kaldı ruha teselli şerâbdan başka Boğaz'da üç gecelik mâhtâbdan başka
şiirini okuyordu. Şâir, en tatlı tebessümü ile dinliyor, bâzan tekrarlıyordu. Bir aralık:
Bu halka vakfedecek mülk ü mâlimiz yoktur Beş on gazelle şu kalb-i harâbdan başka
beytinin tekrarını istedi. Bu beyti, hayli hazin bir sesle kendisi de tekrarladı. Sonra yine bir çocuk masumluğu ile tebessüm etti.
Yahya Kemal bu konuşmadan birkaç saat sonra komaya girdi. Hayatının son iki gününde evini özler gibi özlediği Park Otel'e dönmek 'istedi ise de bu mümkün olmadı. Nihayet l Kasım 1958 sabahı, saat 9 u 50 geçe, Cerrahpaşa Hastahânesinde vefat etti.
Ölümü, memleket ölçüsünde hâdise oldu. Yurdun her tarafından tam bir millî matem yapıldı. 2 Kasım 1958 günü, Büyük Millet Meclisinin l Kasımdaki açılış haberleri olduğu halde, gazeteler, birinci sahifelerinin en geniş yerini onun vefatı haberine ayırdılar. Yine 2 Kasım günü Fatih Camimden kaldırılan cenazesi, son yıllarda görülmemiş bir kalabalıkla ve hayatında en çok sevdiği Ordu, millet'in Mehmedciklerinin elleri üstünde taşındı. Be-yazıt'da Üniversite'nin iç avlusunda yapılan törenden sonra yine büyük bir 'cenaze alayı halinde Rumeli Hisarı Mazarlığında, devrin Belediyesi tarafından hazırlatılan ebedî istirahat yerine gömüldü. Vefatı dolayısı ile, yurdun her köşesinde ve her dereceli okullarında yapılan anma törenleri bir yıldan fazla bir zaman içinde tekrar tekrar yapıldı.
Yahya Kemal'in sanatını şahlandırıan heyecan, Balkan şehirlerinde geçen bir çocukluk çağında başladı. Bu şehirlerde o zaman, Her yaz şimale doğru asırlarca koşan eski Osmanlı akıncılarının ancak hasreti yaşıyordu. Yahya Kemal, Rakofça kırlarının hür havasını alarak, ufuklara akmak ihtirası duyan eski Türk akıncılarının bu coşkunluğunu o topraklarda, tıpkı onlar gibi duyuyor, tıpkı onlar gibi, bir ufuk ihtirası içinde büyüyordu. Onun, «Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış» gibi, «Uçtuk Mohac ufkunda görünmek hevesiyle» gibi mısralarında ve «Ufuklar isimli» şiirinde bu ufuk aşma duygusu çok bellidir.
Evinden, annesinden ve çevresinden hem dinî hem millî bir terbiye alarak yetişen şâirin çocukluğu aynı zamanda 1897 Yunan Harbi yıllarına rastlamış, bu harbin Balkan Türkleri arasında uyandırdığı derin gurur ve heyecanı Yahya Kemal ilk çocukluğunda duymuştu. Gazî Osman Paşa kumandasındaki ordularımızın Atina'ya doğru muzafferane ilerleyişindeki büyük neş'eyi, çevresindeki insanların çehresinde okumuş; bu savaşa derin şevkle giden Türk askerlerinden duyduğu:
Eğil dağlar, eğil, üstünden asam Yeni tâlim çıkmış, yaram ahşam
BEYATLI (Yahya Kemal)
— 2614 —
İSTANBUL,.
ANSİKLOPEDİSİ
— 2615 —
BEYATLI (Yahya Kemal)
Aden'de karışıklıklar
ADEM. l fT-R-A.) — Sabi» rtarojunun UÜTİkl fll ta I»b«i ıdtn'dıki totiliı protektoruınd* real kın. • tıklıkllr pkmifar. Kındık çıiarsrjır bir otomobili au«ı »trm!4l*r; bir poılshts» Hsîıil oldutu b*Jd« bızt binftiırı hücum iğnelerdir. Bu hâdisBlır uHrint 10-• ;u»cı ilin edUmiı it bu bslîeıe ııkcr
7 î$çl daha kurtarıldı .
BPRnraHUA ttrou seotitt. t ca.p.ı — Tun t
t9a dtrt dlcl semfllmenln kcrJMtıç metUkktlanaı' Inuııünu Mr tshsfflmaH» dsjtBsöllcn 1 [«l öant bağda burada çakan bfr kömür madeni ocağının derin-[(Usrînöen kurtınlrnuitrdır. Buca» 7 kumm bulua-dutu (flkOk kssto öahitinti» hali £3 «ya 30 klıl |fr> te«0 baiundafu tahmin «Htoekledi*. ^j^. .^g
VP"fll cx«3?3sM£0*^<£o
EkspreS
Edebiyat âleminin büyük kaybt
Yahya'Kemal Bejatlı öldü
Son (fünlcrde bıtsUtığı t»-ilkçe »Jı rujun Tahra Kemal
nröfeso'rlprden Ur. fbmn Şuh
fim önce. ,«Dohtnr. bea Xen-beni bırakma» demi;».
mı, doltıoriannır! tedovtatrle, rtftekl bütün imkanlar knlla-nıimı? I«U=İ ne rsnV ki. bfl-
, RıhoıelK bii7(fc fKirdcn bir hit
T*-ihl tsiantuıl'n terennüm
malan, eski Yunan mısralarını bu sefer Türk diliyle söylemek şeklinde bir hevestir. Onun bu tarzda söylediği bâzı mısraların meydana gelişinde aynı zamanda Stephane Mallarme'-nin tarifini yaptığı bir şiir anlayışının da tesiri büyüktür. Bu anlayışa göre: şiir, rythme'in lisan hâline gelmesi, yâni söyleyişin bir mûsikî cümlesi olabilmesidir. Mallarme, bu anlayışı, Yahya Kemale yeni bir ufuk gibi görünen şu cümle ile ifâde etmişti: Bir mısra, kelimelerin yanyana dizilmesinden meydana gelir. Fakat, Türk 'şiirine:
Aldım Eakofça kîrîarmın hür havasını, Duydum akıncı cedierimin ihtirasını.
mısralarını kazandıracak bir şâir, şiir iklimlerine herşeyden önce Türk olan bir üslûpla
SON BEYTÎ
"Oîroek kaderdelYl
• * H L S 15 S i r i S f « K $ı4 M
Köhnemekhıi Buna bir çare yok mu,
Ü Yahya Kemalin ölüm
haberi «İstanbul Ekspres» gazetesinde.
Dostları ilə paylaş: |