T. C.
10 uncu yıl 1923 - 1933 29 ilk teşrin
Parmaklıklı kapularm yanları, üstü açık tuğladır. Atatürk büstünün arkasına düşeri çiçek tarhındaki plakada da şu yazı vardır: x Dokamnaym çiçeklere, insan için sızıdır Koparmaym çiçekleri, tabiatın kızıdır.
(Rahmetli arkadaşımız İhsan Hamamioğ-lunun İstanbul Ansiklopedisine 2 Eylül 1946 Pazartesi târihi ile tevdi ettiği yukarıdaki notun tarif ettiği Beykoz parkı zamanımızda-ki parkdan pek az farklıdır)
İhsan Hamamioğîu
BEYKOZ TAŞOCAĞI SOKAĞI — Beykozun Yalıköyü mahallesindedir; Seyrek-selviler sokağı ile Baharatçı sokağı arasında uzanır ki, bu iki sokağın öbür alt başları Ahmet Midhat Efendi Caddesi üzerindedir; Beykoz Taşocağı Sokağı Yalı köyünün arkasındaki tepelerdedir.
Baharatçı sokağı tarafından yüründüğüne göre evvelâ geniş, dik yokuş ve bozuk
— 2667 -— BEYKOZ VEREM DİSPANSERİ
2666
Yeni Beykoz Vapuru (Resim: Bülend Seren)
BEYKOZ'UN CEVİZİ
toprak yol halindedir; İ'shakağa caddesi ile olan kavuşağından sonra manzarası değişir, darlaşır ve merdivenli bir yol olur, sağ kolda Seyrekselviler sokağı ile olan kavuşağmı müteakib de kırlara doğru uzanır, taş ocaklarına doğru gider; kayde değere başka şey
görülemedi (Şubat 1961).
Hakkı Göktürk
BEYKOZUN CEVlZt — İri, elin hafif bir tazyiki ile kırılabilir; gaayet ince kabuklu, ve taze yendiğinde pek lezzetli bir cevizdir; bu yukarı boğaz kasabasının adı ile de ilgili olduğu söylenir (B.: Beykoz). Ceviz ağaçları Akbaba, Dereseki ve Karakulaktadır. Zamanımızda Beykozdaki ceviz ağaçlarının çok azaldığı, bu makbul ceviz cinsinin kaybolma tehlikesine mâruz kaldığı söyleniyordu (1961).
Bibi.; Gn. H. R. Ayyıldız ve R. E. Koçu, Gezi notu.
BEYKOZUN FASULYASI — Bilhassa Ayşekadın fasulyası İstanbulun konak mutfaklarının şöhreti idi, lezzet ve taraveti ile Beykoz fasulyası, aşçıbaşılar, vekilharçlar tarafından sureti mahsusada Beykoza gidilip alınırdı. Zamanımızda aranmamaktadır. Bu namlı fasulya Beykozun Arnavutköyü, yeni adı ile Mahmud Şevket Paşa köyünde yetiştirilir (1961).
BEYKOZUN KALKAN BALIĞI — Yakıştırma, kâzib bir şöhrettir; Beykoz sularında ve dolayısı ile meşhur dalyanlarında kalkan balığı çıkmaz.
1922 yılına kadar Beykozlu rum balıkçılar, ki gözü pek denizci olarak tanınmışlardı, mevsiminde Boğaz dışına çıkarlar, tuttukları kalkan balıklarına, İstanbul Balıkhanesine pek taze olarak getirirler; kalkan balığı lezzetli zamanını geçirince de bu balığı . asla tutmadıkları için, Balıkhanede bu bey-kozlu balıkçıların kalkanları dâima pek makbul sayılır ve en yüksek fiatla müşteri bulurdu; «Beykozun kalkanı» işte bu suretle ve balıkçısına nisbetle yerleşmiş bir şöhrettir. Zamanımızda hâlâ, balıkçı madrabaz esnafının sattığı bütün kalkan balıkları, Karadeniz yalısından, Marmaradan, nereden gelirse gelsin; «Beykozun bunlar!..» diye bagrılarak satılır. B.: Kalkan Balığı).
Bibi.: Gn. H. B. Ayyüdız ve R, E. Koçu, Gezi
.İSTANBUL
notu.
BEYKOZUN PAÇASI — Şöhretinin başlangıcı tesbit".edilemedi, 1922 ye kadar Bey-kozda rum aşçıların pişirdiği paça, asrımız başları ile geçen asrın şöhretlerindendir. İstanbulun Beykoza en uzak yerlerinden paça yemeğe gelen dil ve damak tadı düşkünleri çok olurdu, hem o devirlerde Beykoza gitmek adetâ küçük bir seyahat sayılırdı.
Rum aşçılar Beykozdan çekilince Beykoz-da paça pişirilmez oldu. Kasabanın bu şöhreti ancak otuz beş sene sonra, 1957-1958 arasında ihya edildi. Zamanımızda bilhassa park karşısında Oflu Ahmet Albayrağın lokantası ile sahilde Rizeli Gâhid Kurtuluşun Park Lokantasında paça pişirilmektedir; fakat eski şöhreti bulacağı, devamı şübhelidir; zira yeni neslin dili ve damağı paça tadını aramamaktadır (Mayıs 1961).
BEYKOZUN PAZAR KAYIĞI — On altıncı asır sonları ile on yedinci asrın ilk yarısında yaşamış bostancı başı Ahmed Ağanın vakfı idi, Boğaz içindeki pazar kayıklarının en büyüklerinden biriydi (B.: Pazar kayıkları) ; bu zât Beykozda bir de sibyan mektebi yapdırmış olup sonraları üç tuğlu vezir olmuş, Macaristan da Kanije'de vefat etmişdir.
Bibl.: Hadikatül Cevâmi.
BEYKOZUN SU KAYIĞI — Beykozun meşhur Karakulak suyu şehre, ağızları mühürlü damacanalarla, ve Cumhuriyet devri başlarına kadar da bu damarcanalar hususî bir su kayığına yüklenerek getirilirdi (B.: Karakulak suyu).
Daha eskiden bu işi Beykozun pazar kayığı görür iken, aslında yine bir pazarkayığı yapısında olan.bu su kayığını Sultan Abdül-mecidin anası Bezmiâlem Valide Sultan yap-tırtarak meşhur suya ve Beykoza vakfetmiş-di. Kayık hâlen mevcud değildir (1961).
Bibi: H. Y. Şehrüvaroğlu, Beykoz (makaale, Akşam Gazetesi).
BEYKOZUN TESTİ VE KÜPLERİ — Beykozun kadimdenberi büyük bir şöhreti idi; yukarı boğazın Anadolu kıyısı halkı asırlar boyunca testi ve küplerini Beykozdan ala gelmişdi; Beykoz veya Tokad dereleri kenarında kurulmuş olduğunu tahmin ettiğimiz «cömlekhâne» denilen bu imalâthanelerin: kaç ocak olduğu tesbit edilemedi.
ANSİKLOPEDİSİ
Rumlar tarafından işletilen bunlardan sonuncu 1923 yılında bayriye zabitliğinden emekli Mahmude Beye satılmışdır. Soy adı kanunu çıktığında «Tözge» adını alan bu zât Çömlekhaneyi, vefatı tarihi olan 1947 senesine kadar işletmiş ve müessese ölümünde oğlu Necat Tözgeye geçmiş. Sanatkâr bir genç olan Necat Tözge eski çömlekhâneyi bir seramik, atölyesi hâline kalbetmiş ve 1960 yılına kadar da muvaffakiyet ile çalışmışdır. Bu târihde imalâthane yerinin sahibi olarak Yunanistanda tavattun etmiş bâzı hissedarlar meydana çıkmış, yer satılmış, yeni mülk sahihlerinin tahliye talebi karşısında da Beykozun son cömlekhâne - seramik, atölyesi ka-panmışdır.
BEYKOZ VAPURU — .Şirketi Hayriye-nin Boğaziçinde işletdiği ilk vapurlarından; numarası tesbit edilemedi; makinas] 60 beygir kuvvetinde bir ahşab tekne olup 1274 (Milâdî 1858) de şirketin hizmet de bulunan on altı vapurundan biri idi. Şirkete kaç yıl 'hizmet ettiği de bulunamadı.
BEYKOZ VAPURU — Denizcilik Bankası Liman İşletmesinin, bu, satırların yazıldığı sırada muhtelif hatlarda işlernekde olan vapurlarından biri de Beykoz adını taşımak-da idi; eşi olan Vaniköy Vapuru ile beraber 1959 yılında Hasköy Tersanesinde inşâ edilmiş olup boyu 54,50 metre, eni en geniş yerinde £,40 metredir. İtalyan yapısı Fiat marka makinası 1520 beygir gücü kuvvetinde olup sürati saatde 14 mildir. En büyük hususiyeti akar yakıt sarfiyâtinin gaayet eko-
nomik oluşudur; normal seyri sefer ile saatde ortalama 100 litre motorin sarfetmekte-dir. İstîab haddi 1000 kişidir. Günde takriben 20 sefer yapabilen bu geminin ortalama taşıdığı yolcu sayısı 12,000 kişidir. Bu satırların yazıldığı sırada geminin süvarisi Salâ-haddin Yirmibeş Kaptan, çarkçıbaşısı da îd-
ris Ertan idi (Haziran 1961).
Tufan Can:
BEYKOZ VEREM DiSPANSERi — 1941 yılında «Verem ile Savaş Derneği» tarafından, ve bilhassa Ord. Prof. Dr. General Tevfik Sağlamın himmeti ile kurulmuş bir dispanserdir; İshak Ağa Çeşmei Kebirinin bulunduğu meydana nazır olan konak yavrusu güzel binası, Beykozun hayır sever zenginlerinden Hüseyin Subaşı tarafından hediye edilmişdir ki bundan ötürü «Subaşı, Dispanseri» adı ile de anılır. Bu satırlar 1961 yılında yazıldığına göre, yirmi senedenberi Beykoz İlçesine çok geniş ölçüde hizmet etmiş bir müessesedir.
Yürük Çelebi imzası ile Akşam Gazetesinde 1945 - 1947 yılları arasında intişar etmiş bir röportajdan aldığımız aşağıdaki notlar, eski olmasına rağmenj müessesenin faaliyet tarzını belirtme bakımından kıymetlidir, kaldı ki bu dispanserin ilk beş sene içindeki başarı ve muhite hizmeti ayrıca bir bilgidir:
O târihde, Beykoz İlçesinde üç büyük fabrikadan Sümerbank Deri ve Kundura Fabrikasında 1600, İspirto . Fabrikasında 1200, 'Şişe ve Cam Fabrikasında da 2000
BEYKOZ VEREM DİSPANSERİ
— 2668 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2669
BEYKOZ YALİKÖYÜ
amele bulunuyordu; bu fabrikaların müdürlerinin tahminine göre îstanbulun diğer semtlerindeki fabrikalar da çalışıp da Beykoz ilçesi sınırları içinde oturan işçi ve amelelerin aileleri efradı 25,000 kişiydi. Beyko-zun en az 50-60 yataklı bir revire ihtiyacı var iken sâdece bu dispanserin şefkat ağu-şu açılabilmişdi.
Beykoz Verem Dispanserinde ilk beş yıl içinde 20,000 den fazla vatandaş muayene edilmişdir. Müessesenin gaayesi, ilçe dâhilinde tam bir verem taraması yapmak, muayene edilmedik tek ferd bırakmamak, veremlilerle vereme müstaid olanları kesin tesbit etmek, bu programla hiç aksamadan çalışarak devamlı, ciddî bir kontrol tesis etmekdir.
Radyoskopik muayeneler sonunda hastalığı tesbit edilenler tedavi altına alınmaktadır. Hergün 80-100 kişiyi röntgen cihazı önünden geçirmek mümkün olmaktadır, îcâb ederse hastanın filmi ^çekilmektedir,
Gelir kaynakları Veremle Savaş Derneğinin tahsisatı ile hayır sever şahıs ve müesseselerin devamlı yardımıdır.
Hastalığı tesbit edilen fukaraya ayda-20 lira gıda bedeli verilir. O târihde, 1940-1947,, yalnız nefsi Beykoz'da bu tarzda yardım gören 24 hasta bulunuyordu Dispanser binasının altındaki bakkal dükkânı gıda dağıtım yeri,idi; müessesenin fakir hastalarına tahsis ettiği gıda maddeleri oradan veriliyordu; bu dağıtım işinde kırtasiyecilik tamâmeK kaldırılmış gibiydi.
Dernek bu 24 kişiden ancak onunun masrafı olan 200 lirayı veriyordu, diğer 14 hastanın 280 lirası Bey kozun hayır severleri'tarafından temîn olunuyordu; bu arada adını gizleyen bir zât, her ay 80 lira vererek 4 fakir veremliye bakıyordu. Ciğere hava verme, ilâçlar, muayeneler parasızdı.
Dispanserin hasta yatıracak bir koğuşu yokdu; binanın iki odasına ikişerden dört yatak konmuşdu, bunların da ikisi kadınlara, ikisi erkeklere mahsusdu; bu yataklarda, ilk hava verişlerde istirahat şart olduğu için., Beykozun uzak köylerinden gelen hastalar yatırılıyordu.
Dispanserin kadrosu l hekim, I hemşire
Beykoz Verem Dispanseri (Resim: İraz Tözge)
2 hademeden mürekkebdi.
Beykoz Verem Dispanserinin 1961 yılındaki faaliyeti ve kadrosu, son on onbeş yıl içindeki gelişmesi, bize bu malûmatı toplamayı vaad eden bir beykozlunun en son anda vaadini yerine getirmemesi yüzünden tesbit edilemedi (B.: Verem ile Savaş Derneği); ki bu vaid, değerli muhabirimiz Hakkı Göktürk'ün Dispanser ile temasına lüzum göstermemiş idi.
BEYKOZ YALIKÜYÜ BALIKÇI KAHVEHANESİ —- Yalıköyü İskelesinin ve bu iskele önünde bulunan balıkpazarının yanında lebideryada, deniz içine çakılmış .kazıklar üstünde bir de taraçası bulunan/- küçük bir kahvehanedir. Başda dalyan tayfaları, Beykozun hemen bütün balıkçılarının uğradığı bir yerdir; bilhassa taraçasından Boğaza nezâreti fevkalâdedir. 1961 mayısı sonlarında istanbul nsiklopedisi adına ziyaretimizde kahvehaneyi Bay Bahtiyar. Rencber işletmekde di; ha-rabca bir halde bulunan taraçası ile beraber yakında bir beton binaya çevireceğini söylediler; bu pitoresk kah vehâne tamire muhtaç olmakla beraber bir beton yapı olduğu gün yalnız kendi güzelliğini kaybetmekle kalmı-. yacak, yanındaki kayık çekek yerinin, iskelenin, onların arkasında Yalıköy Balıkpazarının ahengini bozacaktır.
••''Beyko|, Dalyanları da bu kahvehanenin önande gibidir (mayıs 1961).
YALIKÖYÜ BALIK-— Nefsi Beykozda balıkçı dükkânları dağınık, Yalıköyünde ise toplu, bir balık pazarı halindedir, ayrıca görünüşü de son derecede pito-reskdır, deniz kenarında, ardında balıkçı kayıklarının çekek yeri, daha geride balığın geldiği deniz, deniz ortasında da Beykozun meşhur dalyanları görülür. Bu manzaraya, mevsiminde çiroz askıları ayrı bir şirinlik ve şahsiyet verir.
Yalıköyü Balıkpazarının ön kenarında dalları budanmış ve yerden
tahminen beş altı metro irtifâinda bir kütük hâlinde kalmış kuru ve iri bir ağaç vardır; ağacın üst kısmına muhtelif istikametlerde sırıklar çakılmış sırıkların ucuna gemi makaraları ile çiroz askıları rabtedilmişdir. Is-tanbulda bir eşi olmayan bir tesisdir; bir gün, bu şirinliği anlayamayan bir idare âmirinin emri ile ve «ibtidâîdir» safsatası ile kaldırılırsa pek yazık olur.
Beykoz balıkçı dükkânlarının ve bu arada Yalıköyü Balıkpazarının bir hususiyeti de, mevsiminin bütün balıkları müşteriye dâima hazır bulunmasa da, mevcud balıkların her zaman gaayet taze olmasıdır (1961).
BEYKOZ YALIKÖYÜ CAMÜ — 1934
Belediye Şehir Rehberine göre, Beykozun başlıca çarşı boyu caddesi Ahmed Midhat
Beykoz Yalıköyü Balıkpazarında çiroz sergi ağacı
BEYKOZ YALIKÖYÜ
— 2670 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2671 —
BEYLERBEYİ
Efendi Caddesinin bir devamı olan Yalıköy Cayırı sokağı ile Gazi Yunus sokağının çatal kavusağı üzerindedir; mihrab duvarı önünde Gümrükemini İshak Ağanın Galata voyvodalığı zamanında yaptırtdığı çeşme vardır. Mescidin avlu kapusu Yalıköy Çayırı sokağı üzerindedir. Küçük, çarşı boyunda olduğu için cemaatı kalabalık; 1961 mayısı sonlarında ziyaretimiz de, tertemiz bir mes-cid idi; hatta pabuçluk kapusunda «Pis es-vabla ve kirli çorabla camie girmeyin» diye bir ihtar yazısı asılı idi. Binanın mimarî bir hususiyet ve kiymeti yoktur, bodurca taş minareli, dört duvar üzerine kiremit örtülü çatıdan ibaret basit bir yapıdır. Hadikatül Ce-vâmı bu mescid hakkında şu malûmatı veriyor.- «Banisi bostancıbaşı Mustafa Ağadır, Beykozdaki Camii kebir de 6nun hayır eserlerindendir. Minberini îzzet Ali Pasa koy-musdur. Yanındaki hamamı ve su değirmenini Uncubaşı Elhac Mehmed Ağa bu mescide vakfetmişdir. Bu mahaldeki ırtezâristan-da medfun Gazi Yunus nâm zât İstanbul fethinde bulunan gazilerdendir».
Evvelâ ehemmiyetle kaydedelim ki Hadikatül Cevâmiin, bu mescidin mihrab duvarı önünde bulunan İshakağa çeşmesinden bahsetmemesi garibdir. Biz Gazi Yunusun da istanbul fethi gazilerinden olmayup, îstanbu-lun fethinden bir asır evvel, Beykozun fâtihlerinden olduğu kanaatindeyiz; kuvvetli delillerimizden birisi, istanbul çenginde ve fethinde bulunmuş gazi ve şehidlere normal ölçülerde kabirler yapıla gelmiş iken, Gazi Yunusun kabrinin, Boğaza kadar Kocaeli yarım adasının fâtihlerinin kabirleri tipinda gaayet büyük, 8-8,5 X 3-3,5 metro çapında oluşudur (B.: Beykoz Mezarlıkları; Yunus, Gazi).
Hadikanın kaydetdiği değirmen ile hamamdan eser kalmamışdır (B.: Beykoz Ya-lıköyü Hamamı).
Fakat yine garibdir ki Hadikatül Cevâmi İshak Ağa çeşmelerinden, bu mescidden bir evvelki «Hünkâr iskelesi Mescidi» maddesinde ve mübhem bir ifâde ile bahsetmektedir. (Matbu nüsha, cild II, S. 151); söyleki: «... Hünkâr İskelesinde minaresiz muhtasarca bir mescid vardır. O civarda Değirmen Ocağının da minaresiz bir mescidi vardır, ayni sahrada üç yerde Gümrükçü İshak- Ağanın
da çeşmeleri vardır» deniliyor-.
Beykoz Yalıköyü Camiinin banisi Bostancıbaşı Mustafa Ağanın ne zaman yaşadığını tesbit edemedik. Hadikatül Cevâmi, yine bu zâtin hayır eseri olan Beykoz İskele Camiinde, «medfeni malum değildir» demekle iktifa ediyor. Evliya Çelebi Beykoz İskele Camiini kaydettiğine göre Beykoz Yalıköyü Camiinin de on yedinci asır ortasından evvel yapılmış olduğunu söylemekle yetineceğiz. Minberini koyan defterdar şâir İzzet Ali Paşa, önündeki çeşmeyi yapdıran İshak Ağa ile çağdaşdır.
Cami İkinci Mahmud zamanında bu pâdişâhın kadın efendilerinden biri tarafından tecdiden tamir edilmişdir; bu tamirde şekli aslisini tamamen değişdirdiği söylenebilir; tamirin kitabesi minare kaaidesi üzerinde olup metni şudur: «Cennetmekân firdevs âşiyan Gazi Sultan. Mahmud Han Hazretlerinin kadım devletlû Elhâce Baş kadın Efendi Hazretlerinin hayratıdır. 15 receb 1269 (M. 24 nisan 1853)».
BEYKOZ YAUKÖYÜ — Ha-
dikatül Cevâmi zamanını tesbit etmeden Uncubaşı Hacı Mehmed Ağa tarafından, yine o civarda bulunan bir su değirmeni ile beraber yaptırıldığını ve yine değirmenle beraber Beykoz Yalıköyü camiine îrad olarak vakfedildiği yazıyor.
İkinci Mahmud zamanında 1826 dan az evvel tanzim edilmiş bir bostancıbaşı defterinde bu hamam deniz kenarında, hiç olmazsa, denizden bakıldığı zam^n gerglen, -iahil \ ile arasında başka yapı bulunmayan bir yerde gösterilmişdir.
1961 de otuz dokuz yaşında bulunup doğma büyüme Beykozlu olan Beykoz Gençlik kulübünün denizcilik kaptanı Bay Bedri Alev bize, dört yaşlarında iken bu. hamama götürüldüğünü hatırlamaktadır; ayni zât hamamın 1925 ile 1928 arasında yıkdırıldı-ğını ve yerine hâlen Beykoz Mâliye ve Adliye Dâireleri olarak kullanılan eski Halk Evi binasının yapıldığını söylermşdir.
BEYKOZ YALIKÖYÜ İSHAK AĞA ÇEŞMESİ — Beykozda Yalıköyü Mescidinin kıble duvarı önündedir; 1934 Belediye Şehir Rehberinde Yalıköy Çayırı Sokağı adını taşıyan, aslında ise Beykozun en büyük cad-
desi olan Ahmed Midhat Caddesinin Beykoz çayırına doğru bir devamı olan cadde ile Gazi Yunus sokağının çatal kavusağı üzerindedir; İbrahim Hilmi Tanışık bir meydan çeşmesi olarak kaydediyor ise de, üstü kiremit örtülü geniş saçağı ile meydan çeşmesini sâdece andırmaktadır; bir duvara dayanmamış, mescid önüne konmuş tek cebheli bir çeşmedir; banisi onsekizinci aşırın ilk yarısında yaşamış ve yukarı boğazın Anadolu ve Rumeli yakalarında hepsi kendine has güzellik ve şekilde, tek eşleri bulunmayan çeşmeler yaydırmış olan Gümrükemini İshak Ağadır (B.: İshak Ağa Çeşmeleri). Tek cebheli bir çeşme olup mescid önüne müstakil oturduğu için bir meydan çemesini andıran ve ananevi çeşme planına sadakat ile inşa edilmiş olan bu çeşmenin hususiyeti de, cebhe kemerinin altında lülenin bulunduğu ayna taşının hazfedilerek, onun yerine ustuvânî (silindirik) bir mermer sütün konulmuş ve lülenin bu sütuna rabtedilmiş olmasıdır; bu da çeşmeye, tek benzerî olmayan bir sîmâ vermişdir. Çeşmenin kitabesini de taşıyan üstüvanenin üst kısmına kavuğu andırır bir şekil verilmiş olduğundan bu mermer' sütün âdeta bir kabrin baş şâhidesi gibi durmaktadır; Bu bakımdan, eşsiz güzelliği inkâr'.edilememekle beraber soğukdur. Mezarlık içinde bir çeşme ruha feraklık verirken, bir kasabanın, mahallenin günlük hayatı içinde bu çeşme, duyabilene. ölümün kasvetini hatırlatmaktadır.
Banisi İshak Ağanın Galata Voyvodalığı zamanında inşa edilmişdir, kitabesi şudur:
«Sâhibül hayrat vel hasenat Es-seyid İshak Ağa Voyvoda! Galata. Sene 1154 (M. 1741)».
1961 de bir akar çeşme idi. BEYKOZ YANGINLARI — Beykoz, bu satırların yazıldığı sırada dahi büyük kısmı ahşab bir İstanbul köşesidir; Allaha hamdetmelidir ki, Beykozun târihinde, geniş ölçüde hâ-nümanlar söndüren yangınlar yoktur.
Değerli bilgin Osman Nuri Ergin Ölmez büyük eseri olan «Mecelle! Umûri Belediye»nin İstanbul yan-
gınları bahsinde Beykozda yalnız bir yangın kaydediyor; rûmî takvim ile 3 mart 1319 da (milâdî 16 mart 1903) Çınaraltı mevkiinde 18 ev yanmışdır.
Beykoz korkunç bir ateş felâketi tehdidi ile 1960 yılında Boğaziçindeki tankerler müsademesi inflâkında karşılaşdı, hamdolsun ki o müdhiş yangın da Peter Zonariç adındaki Yugoslav tankerinden karaya atlamadı (B.: Boğaziçinde Tankerler Müsademesi Faciası). BEYLER BAYIRI SOKA&I — Beylerbeyinde, Beylerbeyi - Küplüce yolu ile Şem-sibey sokağı arasında,uzanır; iki araba geçebilecek genişlikde dik bir yokuş sokaktır. İki kenarı boyunca birer ikişer katlı kagir ve ahşab evlerin çoğu bağçeli, orta halli aile meskenleri görünürler. Sokağı gölgelendiren üç ağaç ayni zamanda renk ve şirinlik de vermektedir. Kapu numaraları 1-35 ve 2-30
dur (ekim 1960).
Hakkı Göktürk
BEYLERBEYİ -— İstanbul Boğazının - Anadolu yakasında, Boğazın liman kavuşa-ğına yakın, Galata Köprüsünden 7 kilometre mesafede dir; yakın geçmişde büyük yalıları ile bir kibar yatağı, zamanımızda da kendine has cemiyet atmosferi olan bir köydür; «Güzeldin, hani kaşın kaaresi; kibardın, nerde samur paresi?» diyen sözü hatırlatır, Beylerbeyi, eski İstanbuldan ve İstanbul hayat ve
Beykoz Yalıköyü İshak Ağa Çeşmesi (Resim: Bülend Seren)
ANSİKLOPEDİSİ
2673
BEYLERBEYİ
— 2672 —
İSTANBUL
Kuzguncuk arasındadır.
Burası fetihden onsekizinci asır ortalarına kadar «İtavroz» adı ile amlmışdır, ve büyük bir kısmım, sahilden gerilere doğğru pâdişâhlara mahsus «İstavroz Has Bağcesi» teşkil etmişdir.
"Beylerbeyi" adı, öyle tahmin ediyoruz ki on sekizinci asır sonlarında çıkmış ve yerleşmiş olacakdır. Onyedinci asrı, ilk yıllarından hemen bitimine yakın yaşamış olan Evliya Çelebi bu ismi hiç kullanmıyor, seyahatnamesinde, Boğazı inerken, Çengelköyünden
BEYLERBEYİ
muaşeretinden «samur paresi ile kaşının kaaresini» muhafaza edebilmiş bir köşedir. Hâlen, Birinci Sultan Abdülhamid tarafından yapılmış ve oğlu ikinci Sultan Mah-mud tarafından tâdilen tamir edilmiş iki minareli büyük bir cami; şimdiki bina Abdüla-ziz zamanında yapılmış bir sâhilsaray, bu sarayın hemen yanıbaşında Ordumuzun yüz akı müesseselerinden Deniz As Subay Okulu Beylerbeyine ayrıca kıymet , vermektedir; genlerindeki kırlıkları ile de güzel yerdir; Boğazdan inildiğine göre Çengelköyü ile
^r^LJr^
Beylerbeyi (1918 Necîb Bey Rehberinden)
'İP
İstavroz'a, oradan da Kuzguncuk'a geçiyor. Bizim tahminimiz, Beylerbeyi adının, İstav-• roz Bağcesi kasrı yıkıldıkdan, ve geniş arazisi, lebideryada cami ve hamam için ayrılan saha hariç, parçalanıp halka satıldıktan sonra kullanılmaya başlanmış olmasıdır. Fakat. şurası da şayanı dikkattir ki, Evliyanın zamanında pâdişâhlara mahsus İstavroz Has Bağcesi ve Kasrı, ve bu mîrî malikânenin şâir müştemilâtı en parlak devrini yaşadığı halde büyük seyyahın bunlardan da hiç bahsetmemiş olmasıdır. Evliya İstavroz için: "Bağ ve bağçesi çok bir kasabadır, camii de vardır" demekle iktifa ediyor (B.: Beylerbeyi Camii; Beylerbeyi Sâhilsarayı; İstavroz; Ab-dullahağa Camii; Deniz As Subay Okulu).
Burası çok eski zamanlarda «Arhâi Foi-zusâi» adı ile anılırmış; sonraları «Stauros», istavroz olmuş. Bugün bu çevrede Bizanslılar devrine âid bâzı kalıntılar vardır:
1 — Beylerbeyinden Üsküdara giden
caddenin sağında, deniz tarafında ve hemen
yol kenarında, Beylerbeyi ilk okuluna var
madan bir harabe görülür; inşâ tarzına göre
Bizantin bir kilisenin son izidir, cadde ge
nişletilir iken büyük kısmı yıkılarak kaldı
rılmış olmasına rağmen kalan parça mimarî
bir mânâ ifâ etmektedir, V. yüz yıl bizans
binalarından biri olduğu fikrini vermekte
dir.
imparator İkinci Konstantinin (316-340) burada bir kilise yaptırdığı bilinmekte, ve semtin Stauros adını, bu kilisenin kubbesi üzerine konulan yaldızlı bir salibden aldığı söylenmektedir. Buna göre, yukarda zikredilen bina kalıntısının bu İstavroz kilisesi ha-râbesi olduğu ve böyle bir kilisenin inşâsı için civarın oldukça meskûn bulunduğu ka-bul edilebilir (Bir rum vatandaş bu kilisenin adı «Stauroproskinis = Haç Tapınağı» olduğunu söyledi).
-
— E. Mamboury, Hammer'e atfen, bi
zans devrinde Beylerbeyinde bir «Pantaleon»
kilisesinin bulunduğunu, bu kilisenin de, da
mı yaldızlı kiremitlerle örtülü olduğu için
«Kriso keramos» diye anıldığını söylüyor.
Biz bu çevrede böyle bir kilisenin varlığı-
na delâlet eder esaslı bir ize rastlamaaık.
-
— Beylerbeyi İskelesi civarından Ha-
vuzbaşına kadar, birçok kapalı su sarnıcı
vardır: a — İskele yakınında ve Beylerbeyi-Çamlıca Yolunun başında dört gözlü, takriben 7.metre yükseklikde ve 12 metre boyunda bir sarniç; b — Yalıboyu caddesinin sed tarafında, Prof. Nedim Mazharın köşkü arkasındaki bağçesinde 18 kolaç derinlikde olduğu söylenilen bir kuyunun ağzı (Bu kuyu aşağılarda uzun bir dehliz hâlini alarak Çamlıca yolu istikaametine dönüp uzanıyor-nıuş, ve bitiminde büyük bir havuz varmış); c — Ayni köşkün ön kısmında 15 kolaç derinlikde diğer bir kuyu ağzı (bu da alt kısmında birinci kuyu dehlizi ile birleşiyor muş); d — Ayni köşkün ön kısmı ilerisinde ve cadde üzerinde bir grup hâlinde ve yan-yana üç sarnıç; e — Koruluk sokağında kita-besiz ve susuz çeşmenin bitişiğinde takriben 18 metre uzunluğunda bir sarniç; f — Fıstıklı Yokuşunun iki başında birer sarniç; 9 — Küplüce sırtları balangıcında Dâmad Mahmud Paşa köşkünün bağçe duvarı yakınında üstü tonos örtülü bir sarniç.
İnşâ tarzlarına göre muhtelif zamanlarda yapılmış oldukları anlaşılan bu sarnıçlar, vaktiyle bu sahil kısmında oldukça mühim binaların mevcud olduğu kanâatini vermektedir.
4 — Eskidenberi Beylerbeyinde oturanların anlatdıklarma göre gerideki sırtlar üzerinde vaktiyle eski bir hiristiyan mezarlığı varmış.
Beylerbetinin bizans devri için, tamamen indî, şöyle bir manzara tahayyül edebiliriz :
Büyük bir kiliseye ihtiyacı olacak kadar meskûn bir yalı köyü; sırt ormanla kaplı, bu arada bir mezarlık; deniz kenarında bir kaç bizaııslı zenginin yazlık kâşanesi:
Unutmamalıdır ki Bizans İmparatorluğunun düşkünlük çağlarında, Anadolunun uğradığı akınlarda, burulara kadar akan kuvvetler olmuşdur, ve halk hicret etmiş, nüfus pek azalmışdı. Fetihden bir asır kadar evvel Boğazın bu yakasını almış olan Türkler burasını pek harab metruk bulmuşlardı.
Fetihden sonra bu yalı boyu, Beylerbeyi ve civarı şöylece inkişaf etmişdir:
Çaldıran seferinden dönen Yavuz Sultan Selim beraberinde getirdiği Tebriz bilginlerinden Nakkaş Babaya, şimdiki Kuzguncu-
BEYLERBEYİ
— 267 4 —
İSÎAlîBlJL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2075
BEYLERBEYİ
ğun kuzeyinde bir yer vermiş, burada Nakkaş Mescidi, Nakkaş Bağçesi, Nakkaş mezarlığı kurulmuş (B.: Nakkaş).
Bostancıbaşılardan Abdullah Ağa (ölümü 1592) bir cami yaptırmıştır, İstavroz, artık gelişmiş bir Türk-müslüman köyü olmuş-dur (B.: Abdullah Ağa; Abdullahağa Cemii).
Üçüncü Sultan Murad devri (1574-1595) beylerbeylerinden Mehmed Paşa İstavroz yalı sarayını yaptırmışdır (Bilâhare Beylerbeyi adı bu hâtıradan doğmuş olacakdır).
İstavrozdaki hasbağçeye ve buradaki bir köşke Birinci Sultan Ahmed (1603-1617) yakın alâka gösterdi; bu padişahın muhafızları ve maiyeti için, 1613 de bu has bağçeye kırk günde bir mescid yapıldı.
Birinci Ahmedin oğlu Dördüncü Sultan Murad 1612 de, İstavroz Bağçesindeki bir kasırda dünyaya geldi.
Birinci Sultan Mahmud (1730-1754) İstavroz bağçesiııde «Ferahfeza» köşkünü, validesi için de «Şevkâbâd» kasrını yapdırmış, Abdullahağa Camiini de tamir ettirerek bir hünkâr mahfili ilâve etmişdir.
Birinci Sultan Abdülhamid (1774-1789) validesi Rabia Sultanın ruhu için hâlen gördüğümüz Beylerbeyi Camiini (B.: Beylerbeyi Camii); camiin yanına da güzel bir tek hamamını (B.; Beylerbeyi Hamamı) yaptırdı.
İkinci Sultan Mahmud (1808 - 1839), İstavroz da «Beylerbeyi Sâhilsarayı» adı ile büyük bir saray yapdırdı (B.: Beylerbeyi sâ-hilsarayı), köy de bundan sonra kesin olarak «Beylerbeyi» adını aldı. Yine bu pâdişâh babası Sultan Abdulhamidin hayratını tâdilen tamir ettirdi; bu arada büyük bir muvakkıt-hâne yaptırdı. Tarihî bir' namazgâhda da bir meydan çeşmesi yapıldı (B.: Beylerbeyi İskele Meydan Çeşmesi).
Sultan Abdülaziz (1861 - 1876), ah-şab yapı olan İkinci Sultan Mahmuduıı sahil sarayını, ki Abdülmecid zamanında- kısmen yanmışdı, yıkdırtarak hâlen gördüğümüz Beylerbeyi Sarayını inşâ ettirdi.
Resmî înıâr hareketleri böylece gelişirken, gün günden nüfusu artan İstanbul şehri halkı da bu semte rağbet göstermeye başlamış ve Beylerbeyi köyü gelişib bugünkü hâlini almışdır.
Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından az
evvel tanzim, edilmiş bir Bostancıbası Defterinde Beylerbejd sahilindeki yapılar şöyle tesbit edilmişdir (B.: Bostancıbası Defterleri), Cengelköyü tarafından gelindiğine göre;
« l — Havuzbaşı İskelesi; 2 — Sadrı
sabık Ahmed Paşanın yalısı; 3 — Salim Efendinin yalısı; 4 — Anbaremini Ali Beyin yalısı: 5 —- Tahir Ağazâde İzzet Efendinin yalısı; 6 — Hacı İbrahim Efendi kerimesinin yalısı; 7 — Sadrı esbak Yusuf Pasa zadenin yalısı; 8 —- Hacı Said Efendinin yalısı;
9 — Silâhdarzâde Mehmed Beyin yalısı;
10 — Sabık Rumeli kadıaskeri: Hacı Halil
Efendinin yalısı; 11 — Kadı Celâl Efendinin
yalısı; 12 — İkinci Kadın Hazretlerinin yalı
sı; 13 — Melek Paşa zade Salih Beyin yalısı;
-
— Sultan Abdülhamid Han Camiişerifi;
-
— Hamam; 16 — ve serapa kahve dük
kânları; 17 — Kahvelerin önü Beylerbeyi
İskelesi; 18 — Mısır tahtabaşısı İsmail Efen
dinin yalısı; 19 — Hafız. Efendinin yalısı;
-
— Dellalbaşı Seyyid Tahir Ağanın yalısı;
-
— Yağcılar kâhyası Hacı Sadık Ağanın
yalısı; 22 — Has Odadan çıkma Sesli Fey-
zullah Ağanın yalısı; 23 — Civanzâde Emin
Efendinin yalısı; 24 — Rasih Efendi yalısı;
25 — Hasanbeyzâdenin yalısı; 26 — Aralık
İskele; 27 — Elmaspaşazâde oğlunun yalısı;
-
— Çilingirbaşı Seyyid Yâkubun yalısı;
-
— Câbizâde Mustafa Efendinin yalısı;
-
— Hamamı zade Hacı Sadık Ağanın ya
lısı; 31 •— Abdipasazâde İbrahim Efendinin
yalısı; 32 — İstavroz Camiişerif i; 33 — Erzu
rum, gümrükçüsü Esad Ağanın yalısı; 34 •—
İzmîd kereste nazırı Osman Efendinin yalı
sı; 35 — Sabık kadıasker İzzet Beyin ya
lısı;......».
Bütün Boğaziçi köyleri gibi Beylerbeyinin inkişafında Şirketi Hayriyenin kuruluşunun hissesi de çok büyükdür (B.: Şirketi Hayriye; Boğaziçinde seyrüsefer).
1860 yılı eylül ayında Şirketi Hayriyenin Cerîdei Havâdisde intişâr etmiş bir sey-rü sefer tarifesi ilânından, her gün Beylerbeyinden köprüye ancak üç vapur seferi olduğunu öğreniyoruz; bunlar da, sabahleyin 12,15 de Büyükdereden kalkan Rumeli vapuru, 1,30 da Beykozdan kalkan Göksu vapuru ve 3,30 da yine Büyükdereden kalkan
«ÜS*
î
•.a
Kabataş vapurudur.
Köprüden Beylerbeyine ilk seferi de 2,45 de Boğazdan gelen Rumeli vapuru yapmaktadır. Köprüden Beylerbeyine, akşama kadar ancak iki vapur daha kaldırılmış olacağı kaydedilebilir. Vapurların ilk iskelelerden hareket zamanları alaturka, ezânî saat iledir. (Cerîdei Havadis, 19 safer 1277).
Hâlen Beylerbeyinde yakın geçmişin hâtırası olarak kalmış birkaç yalı vardır ki şunlardır :
Camiin hemen yanında ve Çengelköy tarafındaki yalı, eski Debre mebusu İsmail Hakkı Paşa veresesine âiddir; sâhiblerinin söylediğine göre mimar Valeri'nin eseridir, vaktiyle bu yalının yerinde üçüncü Sultan Selim devri sadrâzamlarından Dâmad Melek Mehmed Paşanın yalısı vardı.
Onun yanında Hâşim Paşa Yalısı. Bundan sonra Cengelköyü istikaametine gelen bir yalı da, mâliye ve evkaf nezâretlerinde bulunmuş Hasib Paşanın yahşidir; evvelâ biribirine fevkaanı bir dehliz - köprü ile geçilen ikiz yalı şeklinde yapılmış, inşaat bi-tib döşeneceği sırada yanmış, çok müteessir olan paşa: "Artık özenmeyin, derme çatma bir şey yapın!" demiş, yine çift yalı yapılmış; bu derme çatma yalılardan birincisi hâlen Hasib Paşanın torunu Hami Beyin mil-kidir, geçen asır Türk yalı mimarisinin şaheser bir örneğidir. Deniz ve bağce tarafı kavisli, ortası mustatil şekilli büyük ve iki kat-lu salon, hiç bir direğe dayanmamaktadır, tavan-catı ağırlığı asma köprü tertibi ile yine çatıya yüklenmişdir. .Beyzî salonun dört köşesinde odalar, ve bir mesken için gereken tesisler vardır. Hasib Paşa yalılarından ikincisi, tanınmış armatör Bay Nâzım Kalka-van tarafından satın alınmışdır.
Bu sıradaki yalıların sonuncusu mısırlı prenses Fatma Hanımın milki iken kızı prenses Emîre Hanıma intikaal etmişdir, bu hanım, müşir Rauf Paşanın oğlu Abürrauf Beyin zevcesidir.
Vaktiyle Beylerbeyinde iki tekke vardı, biri bedevi tarikatinden Seyyidefendi Dergâhıdır, Bedevi Tekkesi Sokağında, harab bir haldedir, diğeri İstavroz Dergâhıdır, yerini tesbit edemedik.
Evvelce Beylerbeyi - Çamlıca Yolunda kurulan Beylerbeyi pazarı hâlen Arabacılar Sokağında kurulmaktadır, bir perşembe pazarıdır.
1961 de Beylerbeyi çarşısı, beylerbeyli-leri Üsküdar ve İstanbul çarşılarından müstağni kılacak durumda değildi; vapur iskelesi civarında toplanmış olan çarşıda 4 kasab, 4 manav, 7 bakkal, dükkân sayısı ile başda gelen esnaf idi. Köyde 7 kahvehane vardı. Buna karşılık tek fırını 1958 de istimlâk edilerek yıkılmış, ekmeğini etrafdan tedârike çalışıyor ve köyde hemen hergün ekmek sıkıntısı çekiliyordu. Yeni bir fırın yapılmış, ona da, her neden ise ekmek yapma ruhsatı verilmemiş, simit çıkarıyordu.
Geçim yolunda iş ve meslek olarak balıkçılık hayli canlıdır; Beylerbeyinde hemen her gün mevsimin balığını bulmak mümkündür; amatör balıccıları da çokdur; 50 kadar sandal vardır, hemen hepsi takma motorludur. Artık vapur iskelesinden çıkıp yalısına sandalla giden eski beylerbey efendileri kalmadığı için hususî sandallar da, kira sandalları da balıkda kullanılmaktadır. Yakın geçmişde Salih Ağa ile Mümtaz, olta balıkçısı olarak yalnız köyün değil,. Boğaziçinin şöhretleri idi. Kaydetmek lâzımdır ki Bey-lerbeyindeki balıkçılık olta balıkçılığıdır; ki Yukarı Boğaz halkı olta balıkçılığını küçümserler.
Dostları ilə paylaş: |