Hakkı Göktürk
«BiR DÎLBERE BEN VURULDUM» — ikinci Abdülhamid devrinin tuluat tiyatroları ile baloz sahnelerinin namlı kantocularından Peruz Hanımın o zamanın ayak takımı halkı, külhânîleri, bıçkınları tarafından sevilmiş,
İJrâlj&i sözleri vsr /!man
alkışlanmış bir hicaz kantosudur; güftesi şudur:
Bir dilbere ben vuruldum bitiyorum
Kurtar beni kurtar beni ölüyorum
Arabası var faytonu var
Çıtı pıtı dilleri var
Gülpenbesi yanakları var
Bülbül gibi sözleri var
Aman aman
Sars sarı liraları var
Anacığım vay vay
Şuracığım vıy
Anacığım ölüyorum
Kurtarınız beni bitiyorum..
BlRERDlNC (Ekrem) — Bu satırların yazıldığı sırada istanbul Şehir Tiyatrosunun mühim roller ile sahneye çıkan en genç staji-yer aktörü ve rejisör asistanı; Denizcilik Bankasının şleb kaptanlarından rizeli Edhem kaptanın oğludur, 1940 da îstanbulda doğdu, 1960 - 1961 ders yılı sonunda Vefa lisesinden mezun oldu. Sahne hayâtına incizâbı henüz onbeş yaşında iken başlamış, bir lise talebesi iken Konservatuarın rejisörlük bölümüne aslî öğrenci, Güzel Sanatlar Akademisinin deko-rasiyon şubesine de dinleyici olarak devama başlamış, bir yandan da kadro dışı amatör stajyerlikle Şehir Tiyatrosuna girmişdi.
1959 da «imtihan Yılı» piyesinde baş erkek rolü olan Mik Ternuar ile iyi bir imtihan vererek Şehir Tiyatrosun daimî sanat elemanları arasına katıldı.
Konservatuarda Ercümend Bihzadın en iyi talebesi oldu ve 1960 da pek iyi derece ile diploma aldı.
Yaşının hak hududunu müderik ve hiç bir iddiası bulunmayan genç sanatkârın bu hal tercemesi, bu şehir kütüğüne kendi arzusu hilâfına kaydedildi (1961).
BÎRET (îdil) — Dünyanın aydın insanlığı ve sanat âleminde Türkiyeyi ve Türk milletini pek şerefli temsil eden bir sîmâ; bu -satırların yazıldığı târihde henüz bir gene kız idi; dünyanın en seçkin piyanistlerinden bir sanat dehâsı; 11 kasım 1941 de Ankarada doğdu, babası Şeker Şirketi memurlarından Münir Biret, annesi Leman Hanımdır; münevver bir ailenin kızıdır. Musikiye olan heves ve istidadı henüz beş yaşında iken nazarı dikkati çekmiş, yaşından umulmayan hâkimiyetle piyano çalışı, bestelediği bîr kaç fantezi bu çocuk üzerinde basının alâkasını top-
lamış ve ondan «Dâhi Çocuk» diye bahsedil-mişdir. Verdiği bir kaç konser üzerine de idil Bireti devlet himaye altına almış, ve 1949 senesi martında, henüz sekiz yaşında iken, adına çıkarılan bir kanun ile Avrupaya batı müziği tahsiline gönderilmişdir. Babası da bu tarihden itibaren memuriyetini terk ederek, tek ideali kızının yetişmesi, idil ile beraber Parise gitmişdir.
1951 de Paris Devlet Konservatuarının «Solfege Superieur» bölümüne giren idil bir sene sonra bu bölümü birincilikle bitirmiş, 1953 de «Accompagnement au piano», 1954 yılında da «Piano» bölümlerine girmiş, ve her iki bölümü de 1957 yılı haziran ayında birincilikle tamamlamışdır, hattâ jüri, idil ile diğer birinci mükâfatları kazananlar arasındaki çok büyük farkı belirtmek için idil Biret'i müsabakanın üstünde ilân etmişdir; büyük şerefdir.
Sanat hayatının ilk basamaklarında idil Biret'in ilk hocası Midhat Fenmen idi; Paris Devlet Konservatuarında ise zamanımızın tanınmış bestekârlarından Prof. Mile. Nadia Boulanger'nin talebesi olmuşdu. Daha sonraları Jean Doyen, Jacques Fevrier, ve Wilhelm „ Kemff gibi her biri büyük otorite olan sanatkârlardan dersler aldı.
ilk büyük konserini 13 şubat 1951 de, ki
henüz on yaşında idi, Parisde «Union Inte-
ralliee» salonunda hocası Mile. Nadia Boulan
ger'nin refakat ve nezâretinde verdi, büyük
başarısından fransız basını günlerce sitayiş
le bahsetti. Bu konserden on ay sonra 5 ara
lık 1951 de idil'in yeni bir başarısı alkışlan
dı, şöyle ki, W. Kemff, idil ile birlikde Pa
risde «Pleyel» sa
lonunda çalacakla
rı Mozart'ın mi be
mol majör iki pia
no konçertosunun
ilk provasında bu
lunanlara bu türk
kızı için: «Bir mû-
îize ile, görülme
miş bir dehâ ile
karşı karşıyayız,
bu küçük, şu anda,
en büyük piano us
taları ile boy ölçü
şecek kıratta, sah- İdil Biret
neye çıkacak ol- (Resim: S. B.)
BÎR FİNCAN KAHVİ
— 2808
İSfAîfMfl
ANSİKLOPEDİSİ
-- 2809 —
BİR FİTNBKİR
gunlukdadır...» dedi.
Bundan sonrası İdil Biret için dâima yükselen bir muvaffakiyet devresidir, 1953 de Pârisde, 1954 de Bostanda, 1958 de Londrada verdiği konserler haşmetli oldu, artık bu gene kız, yurd dışında memleketini ve milletini temsil eden bir sanat elçisi idi. Dünyanın en büyük sanat ve kültür merkezlerini dolaşıyor, Londra, Liverpool, Manchester, Paris, Lyon. Brusselles, Frankfurt, Kolonya, Berlin, Bonn, Geneve, Montreal, Moskova, Leningrad, Kiev, Odessa, Kharkov, Rostov, Stalingrad, Lem-berg'de hayranlıkla alkışlanıyordu.
Bu satırların, yazıldığı günlerde, 8 eylül 1961, gene büyük pianist yeni bir Avrupa turnesine çıkmak üzere idi: Zürich, Madrid, Bar-celone ve Lisbone'a gidiyordu.
Siyah saçlı, kara gözlü, buğday benizli, 1,60 boyunda dilber bir hanım kız olan îdil Biret fransızca, ingilizce ve almancayı ana dili gibi konuşur. Çok çetin olan meslekî meşgalesinin dışında resim yapar, bilhassa karikatürler çizer.
Annesinin yeğeni, ve idil'in sanat dehâsını ilk keşfeden Dr. Nureddin gazi Kösemihal: «îdil Ankarada doğdu, fakat îstanbulun sanat havası içinde yetişdi» demişdir.
Bîuhiddin Naibandoğlu
BtR FİNCAN EAHVBNlN KIRK YIL
— Nîmetşinashk, ahbablı-
ğa, aşinalığa sıdkü vefa yolunda söylenir. Bu
söz üzerine Üsküdarlı halk şâiri -Vâsif Hoca
bir vak'a naklediyor:
.- «1342 de (M. 1923) yetmiş yaşlarında bulunan Eyyubsultanlı Altmvarakcı Nazmi Efendiden (B.: Nazmi Efendi, Altmvarakcı; Muradpaşa Cinayeti; Altmvarakcılar) dinle-mişdim; çocukluğunda, babası kendi yanında calışdırırsa belki de yüz bulacağı düşüncesi ile komşusu bulunan diğer bir altmvarakcımn yanına çırak vermiş. Bu dükkâne hergün bir âmâ gelir, Nazminin ustası ile; babasına birer kahve ikram eder, bugün de parayı biz verelim dediklerinde yok yok başka gün sizden içeriz diye mukaabelede bulunurmuş. O âmânın anlattığına göre kendisi bir zamanlar Yemiş İskelesinde kahveci imiş. Bir gün kahvehanesine bir yeniçeri gelip:- Hey arkadaş!. hep müşterilere birer kahve yap, lâkin şu kâfire yapma!, demiş. Kâfir dediği de bir köşede oturub nargile içen bir rum gemi kaptanı imiş. Âmâ, hiç şüphesiz ki o zaman gözü açık,
görmekte, birer kahve yapub vermiş, en sonra da iki kahve yapub:- Kaptan, biz de seninle içelim! diye rumun yanına oturmuş. Yeniçeri:- Hey!, ben sana o kâfire kahve yapma diye tenbih etmedim mi?., deyince kahveci de:-Kaptana yapdığırn senden değil, ocakdandır ağa!. cevabını vermiş.
,
BtR FİTNEKÂR — Ahmed Midhat Efendinin «Letâifi Rivâyât» külliyâtının dokuzuncu kitabının ikinci hikâyesidir. Vak'a İstan-bulda geçer, ve bir hâin kölenin bir aile ocağını nasıl yıkdığmı ve sonra sâdık bir uşak tarafından kendisinden nasıl intikam alındığı anlatılır. Mahallî renk bakımından çok zayıf dır; hikâyenin hulâsası şudur;
Kibar, kâmil ve bilgili bir zengin olan Mümtaz Bey, «nefsi İstanbuldan uzakça bir . yerde olan konağına» çekilmiş yaşamaktadır. Bir karısı, Münevver Hanım isminde gaayet güzel bir kızı, Mansur adında 16-17 yaşında
fr.
ı •
bir yezidî kölesi, aslen Bursalı Karabacak İsmail adında ve 25 yaşlarında bir sâdık ve emekdar. uşağı, bir aşçısı ve iki cariyesi vardır. Konakda refah hâli hüküm sürmekde, herkesin sandığı sepeti doludur.
Hikâyenin kahramanı köle Mansurudur. Muharrir bu çocuğu şu satırlarla tasvir eder: «Buğday renkli, üzüm gibi kara gözlü, kuzgu-unî siyah saçlı, kaşlı, o kadar halâvetbahş idi ki hattâ hanımefendi, şâyed beyin bu çocuğa alâkası vardır diye gözünde ok olsa atub Man-suru vuracak mertebede çocuğu kıskanır idi. Ya zekâsı!, ya talâkatı!.. Mansur bir adamı kandırmak isterse, ilâhi o adam şeytanın süt kardeşi olsa kanmamak, aldanmamak müm-kin değildir».
Uşak Karabacak İsmail ise konağa sekiz yaşında girmiş, hanımın elinde büyümüş, herkesle senli benlidir, kendisinden kaç göç yok-dur. Gaayet temiz bir kalbe sâhib saf bir genedir. Köle Mansura karşı okadar muhabbet besler ki, muharririn kalemi ile: «hissi- . yatını gönlünde mukaayese eyledikçe, âlemde asku alâka derler bir şey var ise o da benim Mansur hakkındaki hissim olmalıdır derdi». Konağın civarındaki koruya, bâzı kuzgunî yağız atlı bir avcu gelir. Münevver Hanını, yüzünü uzakdan hayal rneyal seçdiği bu gene avcuya âşık olur. Karabacak İsmail kızın derdini keşfeder, ve sâdık uşak, kızın bu derdine bir çâre bulacağını vaadeder. Mansur da zekâsı ile, kendisine derin alâkası olan kapuyolda-şınm bir sırra vâkıf olduğunu sezer, ve îsma-ili.n kendisine olan aşırı sevgisinden istifâde .ederek Münevverin aşkından haberdâr olur, Sureti melek, siyreti şeytan oğlan, fırsatelan istifâde ederek servet sahibi olmak için bir takım entrikalar çevirmekde bir aıı tereddüc etmez, ve yağız atlı avcunun konak civarında görüldüğü bir gün faaliyete geçer; Karabacağa, Küçükhanımlarımn gönül verdiği gencin kim olduğunu öğreneceğini söyliyerek atlanır, ve avcunun peşi sıra koruya, gider, ve bir müddet sonra dönerek avcunun Koca-mustafapaşalı Saadâ Bey isminde çok kibar ve güzel bir zât olduğu haberini getirir. Ken-dişi ile daha yakın bir temas temini behâne-si ile sâdık uşakla sevdâlı kızdan «yüzyir-milik altın» çekerek konakdan kaybolur, dönüşünde, Saadâ Beyin, her nekadar izdivac-dan müteneffir bir gene ise de, kendisinin medhü senası üzerine Münevver Hanım hak-
kında: «Ancak böyle bir kızla teehhül edebilirim» dediğini müjdeler. Bu beyle münâsebetini daha ziyâde ilerletmek için, saf Karabacak vâsıtası ile Küçükhammdan bâzı ufak tefek mücevherat kopartır, üçer beşer günlük müddetlerle konakdan ayrılır, gene avcu ağzından yazılmış sahte muhabb'etriâme-lerle döner. Halbuki aslında hâin Mansur, Mümtaz Beyin Boğaziçindeki yalısına gitmek-de, ve yalının kıymetli eşyasını kaldırarak, gizlice hırsızlık malı alan yataklara satmaktadır; yalıyı iyice boşaltdıktan sonra bir seferinde de kundaklayarak yakar.
Bir gece konağa hırsızlar girer, ve elleri ile koymuş gibi Mümtaz Beyin birkaç yüz ke-selik nakid ve mücevheratını çalarlar; bu hırsızlar da Mansurun elde ettiği serserilerdir.
Galatada beyin sarrafı olan bir ermeni iflâs eder. Beyin bu adamda olan yedi sekizyüz kesesi de böylece gider ki, bu hileli filâ's da Mansurun bir düzenidir.
J)iğer tarafdan, veînîmetine, kızının bir çapkın avcuya gönül verdiğini, ve yakında delikanlı tarafından görücüler geleceğini; haber verir. Hakikaten bir kaç gün sonra, Koca-mustafapaşalı Saadâ Bey için Münevver Hanımı istemeğe görücüler gelir, aslında bunlar • da Mansur tarafından tutulmuş bir takım simsar kadınlardır. Bey, pek tabiî şiddetle red cevâbı verir. Bunun üzerine Mansur, kızın Saadâ Beye kaçmasını, babasının emri vâkii kaabule mecbur olacağını teklif eder, planda şöylece hazırlanır: Mansur bir gün evvel konakdan ayrılıp -A'yastefanosda kilise yanında Saadâ Beyle beraber Münevver Hanımı ve Karabacağı bekleyecektir. Karabacak bir hammal bulur, alaca karanlıkda Münevver Hanını ve kızın bir sandık eşyası ile konakdan çıkarlar, Ayastefanosa giderler, fakat söylenilen yerde Saadâ Beyle Mansuru bulamazlar. Aslında ise hâin köle konakda gizlenmişdir, Karabacak ile kızın arkasından konağın gümüş takımlarını çalmış, götürmüş, ve sonra Mümtaz Beyi kaldırarak, alçak Karabacağın konağı soyduğunu, ve velînîmetzâdesini çapkın yavuklusuna kaçırdığını haber verir. Bey de zaptiyeye müracaat eder, Mansur da yanına kavaslar alarak, eliyle koymuş gibi firarileri yakalatır, kavaslar Karabacağı: «Bre hâin nereye kaçıyorsun, dur bre velinimet düşmanı» diyerek tevkif ederler. Kız konağa iade edilir, fakat Mümtaz Bey teessüründen in-
BİR GERÇEK HİKÂYE
2810 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 11 -
BİRİNCİ SEANS
ç fa a, ma, mn, a.
LU LU
Can yakıyor... vış Görünce 6 yâri bir şey oluyor. Şuracığım çırpınıyor çırpınıyor Olur mu? Yavuklum gezelim diyor..
BİRİNCİ AVLU (Topkapu Sarayında) — Topkapu Sarayında Babı Hümâyundan içeriye girilince, bu kapu ile ikinci büyük merasim kapusu olan Bâbüsselâm (Orta kapu) arasındaki alan «Birinci Avlu» adını taşır (B.: Babı Hümâyun; Bâbüsselâm).
Birinci Avluda bulunan binalar şunlardır: bir bizans yapısı olan Aya irini kilisesi, Darbhâne, sarayın odun anbarları (hâlen mevcud değildir), Cellâd Çeşmesi (B.: Topkapu Sarayı; Aya irini Kilisesi; Darbhâne; Cellâd Çeşmesi).
Birinci Avludan bir yol Gülhâne Parkına gider; bu yolun sağında ve Birinci Avlunun az aşağısında bir alan - avlu daha olub istanbul Arkeoloji Müzesi ile Çinili Köşk'« de bu avlu üstündedir (B.: Çinili Köşk; Arkeoloji Müzesi; Hasbağçe; Gülhâne Parkı).
Osmanlı sarayı mensubları ağzında Birinci Avluya «Birinci Yeri» denilirdi.
BİRİNCİ AVLUDAKİ ÇINAR AĞACI (Topkapu Sarayında) — Topkapu Sarayın-
tihar eder, Münevver Hanım da kalb sektesinden ölür, hem kocasını hem evlâdını kaybeden hanımefendi de tecennün eder. Karabacak mevkuf, konak da olduğu gibi Mansurun elinde kalır, son vurgunu da bu felâket gününde yapar.
Karabacağa gelince, götürüldüğü paşaka-pusunda hayli işkence gördükden sonra bir yıl hapse mahkûm olur, tahliyesinde doğruca konağa koşar, konak kapalıdır, civardan felâketi öğrenir. Mecnun hanımını dilenirken sokakda bulunur, yanına alır, fakat bedbaht kadın çok yaşamaz. Karabacak ismail nâmus-kâfâne çalışarak para kazanır, ev bark sahibi olur. Aradan uzun yıllar geçer; bir gün Cânib Efendi adında zengin bir adama rastlar, bu adam, adını değişdirmiş olan hâin Mansurdur.
Mansuru tanıyan Karabacak ismail Ağa yolunu keserek: «Hâin herif. Allaha ahdim olsun, meteliğe muhtaç kal, dilen, dilenemez isen senin adına ben para toplayub avucuna koyayım» der.
Ve o günden sonra Cânib Efendinin izini kaybetmez. Çok geçmeden de Karabacağın inkisarı tutar, .Mansuru felâketler kovalar, yangınlar, iflâslar ve hırsızlıklarla fakrü zâ-• rûretin son haddine düşer, Fındıklıda Kazancılar mahallesinde harab bir eve taşınır, kuru tahta üstünde hastalanıp yatağa düşer, bir kuru ekmek parasına muhtaç olur, ayni mahallede, ayni sokakda bir ev tutan Karabacak ismail, bir akşam, bütün Beyoğlu ve civarını dolaşarak «bir düşkün adam için» hayli sadaka toplar, Mansurun kapusunu çalarak, kapu-ya çıkan karısına: «Şunları .Cânib Efendiye veriniz, ve ismail Ağanın âcizane ianesi olduğunu maasselâm tebliğ ediniz» der. Kadın paraları Manstıra verince, hâin kölenin yüreğine iner ve ölür.
Mantık bağları çok zayif olan bu hikâyede Ahmed Midhat Efendi, hiç olmazsa hicrî 1280 yılı ile hikâyenin intişar tarihi olan hicrî 1293 (M. 1863-1876) arasındaki, bu yıllar vak'amn cereyan ettiği zaman gibi görünüyor, tstanbulun bâzı köşelerini tasvir etmek külfetine dahi katlanmamışdır.
BİR GERÇEK HİKÂYE — Ahmed Midhat Efendinin «Letâifi Rivâyât» külliyâtının sekizinci cüz'ünün birinci hikâyesinin adı (İkinci hikâye Bir Fitnekâr'dır). Ünlü muharririn en zayıf eserlerinden biri olub son kısmı îstanbulda geçen bir vak'ayı anlatır:
K*** Beyefendi Ege denizi adalarında bir mülkiye âmiridir; sefih ayyaş, ahlaksız bir adamdır. Adalardan birinde yirmi iki yaşlarında bir erkek güzeli olan Ali adında bir zabtiye onbaşısı ile gaayetle dilber bir rum kızı arasındaki masum aşk, bu adamın müf-sidliği ile bir Leylâ ve Mecnun masalına döner. Fakat, bu güzellerin intikaammı K*** Beyden Allah alır; şöyleki, memuriyetinden azil edilerek Istanbula geldiğinde Aksarayda kırmızı aşı boyalı konağında, mestimüdâm rezilâne yaşarken bir gün sadakatine inandığı genç ve tüvânâ uşağı kendisine mahremâ-ne bir mesele arz etmek ister, ve hanımefendinin üç genç zabiti evine alup fahişelik yoluna sapdığını ihbar eder. Beyefendi pür hiddet hareme koşup karısını ölüm tehdidi ile sorguya çeker. Kadın iffetsizliğini itiraf etmez ise de:
— Madem ki benden emniyeti kaldırdı
nız, elinizi yıkayabilirsiniz!, der (El yıka
mak: halk ağzı deyim, karı boşamak mâna
sına) .
Beyfendi de:
— Ellerimi yıkarsam ne olur sanki? der,
ve hemen selâmlığa çekilip hanımın boş kâğı
dını yazar, nikâh tazminatını verir ve o sadık
uşağını çağırarak hanımı Kümelinde olan
memleketine götürmesini söyler.
Sâdık uşak hanımı alır, fakat Rumeli yerine Üsküdara götürür, orada bir ev tutar ve hemen imamı çağırıp bir nikâh kıydırıp hanımefendi ile evlenir. Zîrâ hanım bir fahişe değildir, zabitler hikâyesi düzmedir, sefih ve ayyaş kocasından kurtulmak için böyle bir hile düşünülmüştür, genç ve güzel tüvânâ uşağı Beyefendiye bir koca olarak bin kat tercih etmişdir. Midhat Efendi bu vak'amn 1874-1877 arasında aynen geçdiğini söylüyor. «BÎR GÜZELE KARDEŞLER GÖNÜL BAĞLADIM» — ikinci Abdülhamid devrinin tuluat tiyatroları ile baloz sahnelerinin namlı kantocularından Şamram Hanımın o zamanın halkı tarafından sevilmiş, istanbul külhânîleri, bıçkınlarınca alkışlanmış bir rast kantodur, güftesi şudur:
Bir güzele kardeşler gönül bağladım
Muhabbet ne imiş şimdi anladım
Bir kerecîk bakdı, yüreğim yakdı
Düşdü gönlüm yok mn çâre
İnadına o yârin gözleri kaare
Sallanıyor göz kırpıyor
l mlç ym di, oh. la
betk dt. yû
ı no, dt n>& o _y#>
•*?X **T
Şamramm Rast Kantosu (Kanto Mecmuası, Şamlı İskender)
da Babıhümâyun ile Orta Kapu arasında Birinci Avluda (ki Osmanlı sarayı mensubları ağzında bu alana Birinci Yeri denilirdi) istanbul fethini görmüş ulu bir çınar ağacı vardı; 1870 - 1875 arasında çekilmiş bir resminde, en az beşyüz yaşında olan bu ağaç, azametli gövdesi, her biri ulu ağaçlar kalınlığında dalları ile pür hayat görülmektedir, gövdesinin içi kofalmış, içinde üç kişinin rahat rahat uzanub yatabileceği, kadar geniş bir kovuk vardı. Bu târihî çınar için yanlış olarak «Seçeri Vakvak = Vakvak Ağacı» dır diyenler vardı; fakat gün gibi aydın hakikattir ki meş'um Vakvak Ağacı Sultanahmet Meydanında idi (B.: Çınar Vak'ası; geçeri Vakvak).
1900 den sonra kurumaya başlayan Birinci Avlu Çınarı, 1930 da bir kütük parçası hâlinde kalmış, bu son parçanın da devrilip yok olmaması için beton bir destek üstüne alınmıştır.
BİRlNCt KÂNUN AYI (B.: Aralık
Ayı).
BİRİNCİ SEANS — Şâir İlhâmi Bekirin «iskambil» adı altında toplayıp neşrine garib bir şekilde başladığı şiirlerinden sekiz parça-
BİRİNCİ TEŞRİN
— 2812
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSÎ
2813
BİRLİK
bında da gençler tarafından göğüslere takıl-mışdır. Ayni sayfada ve ayni sütunda bir de yüksek tahsil gençliği şapkasından bahsedilmektedir, o satırları da aynen alıyoruz:
«Uzun zamaııüanberi uğraşdığımız bu işte muvaffakiyetle neticelenmiştir. Yüksek mektep talebeleri için bir örnek şapka yaptırılmasına İdare Heyetinin ilk içtimalarında
fstt/ııtıil Itftami
îfinci Seans
Un tiirterfo.mSieakfp ee»n»ian takdim edilecektir.
z
l
£ k&ıı&ilı Lnr kuş Atfaför denizine bulki lıiv kumru
Bunu ben şimdi çok iyi anlıyorum Niçin* toprağa atılınca çatlar tohum Niçin baiık yumurtlar analar doğurur Toprak balık ve anne doğurucudur
Şy anne toprak anne deniz anne gök insan için bütün bu nimetleriniz Elinde mi kâinatın bitip tükenmek Tohum patladıkça ve yaşadıkça biz
uçuyos
ı'ŞAiM*m
kAHt\nı
cyaz
A kşA
khş
Deniş tıtttti şAv f\&! lallarına A p
/""/fl
i\\'A
ı
z
İskambilden iki yaprak ve eserin zarfı
Birinci Avlu Çınarı (Resim; Hüsnü)
sini ihtiva eden kısımdır.
Biline gelen kitab şekli yerine, ikişer kıt'alık her şiir parçası 7,5 X 11,5 santim eb'-admda kesilmiş beyaz kartonların yalnız bir tarafına basılmış ve kartonların dörder köşesine iskambil kâğıdlarmm işaretleri konulmuş dur; sekiz parça şiiri ihtiva eden sekiz karton dört birli ile dört ikilidir; sekiz karton parçası ayni eb'adda bir zarfa konarak zarfın sol üst köşesinde bir «kupa = kör» şekli ve altına «tskanbil; îlhami Bekir>? ibaresi konmuş, zarfın altına da «Bu şiirlerin müteâkib seansları takdim edilecektir» diye yazılmış; fakat bu acâib baskılı şiirlerin gerisi intişar etmemiştir. 1956 da îstanbulda Hüsnütabiat Maatbaasmda basılmış olan bu esere bir lira fiat konmuşdur.
Eserin bir hususiyeti de sekiz parça şiirin sekiz çeşid harfle dizilmiş olmasıdır. Eserden bir şiir alıyoruz:
En güzel şarkımı söylemek için
Bir çiçek var adını bilmiyorum '
Bir dağ başında bir keçi yolunda Dağım bilmiyorum, yolunu bilmiyorum
Bülbüllerin öttüğü yerde mi Çobanların güttüğü yerde mi
Yalanların bittiği yerde mi Bilmiyorum.
(Kupa ikilisi üstünde 10 punto italik harfle)
BİEİNCİ TESKİN AYI — (B.: Ekim Ayı)...
¥EBÎ — (B.: Birinci Avlu)
BÎK LÂHZEİ TEAHHUK — (B.: Bomba Vak'ası).
- —- Millî Talebe Birliğinin 1933
yılında çıkardığı aylık bir gazetedir; ilk nüshası temmuz ayında çıkmıştır; 31,5 X 4Î san-t.irn. eb'admda 10 sayfa çıkan ve 5 kuruşa satılan bu aylık gazetenin kaç nüsha intişar ettiğini tesbit edemedik.
Millî Türk Talebe Birliğinin tertib ettiği bir Çanakkale seyahatırida gençler o eski harb alanında şehidlerin kemiklerini toplamışlar ve üzerine: «Türk târihinin en sanlı savaşlarından birini yaratmış olan ölülerimize âbide istiyoruz, Türk Gençliği» yazılı bir levha koymuşlar, ve o kemiklerle levhanın hazin resmini bu gazetenin 4 numaralı ekim nüshasının birinci sayfasında: «Çanakkale: Üstü toprakla bile olsun örtülmemiş Türk çocuklarının kafa, bacak ve kol kemikleri» serlevhası altında ve siyah bir çerçeve içinde neşretmişlerdir; bu suretle bu Birlik Gazetesidir ki şehidlerin sanma lâyık muazzam bir Çanakkale Âbidesinin yapılması için ilk sözü söylemiştir; ve âbide o târihden ancak yirmi yıl sonra tahakkuk edebilmiştir.
Gazetenin yine o 4. sayısının başlığı yanında görülen arma. da «Biıiik»'in o nüshasında ilk defa olarak nesredilrnişdir; bu arma için altıncı sayfada şu yazı vardır:
«Mayıs 1933 Birlik kongresinde - Millî
Türk Talebe Birliği armasına kurt remzinin
de ilâvesine karar verilmişti, uzun zamandan-
beri bu isle uğraşan, muhtelif projeler yaptı
ran idare heyeti nihayet bunlardan birisini
kabul etmiştir. İlk sahifemizin başında gördü
ğünüz arma Millî Türk Talebe Birliğinin ye
ni armasıdır. Millî Türk Talebe Birliğinin
yeni bayrakları bu şekilde yapılacak, muhte
lif evraktaki armalar değiştirilecek ve Millî
Türk Talebe Birliğinin rozetleri de bu şekil
de yaptırılacaktır. Yeni armamızı güzel Sa
natlar Akademisi mimarî talebesinden Birli
ğimizin hariciye bürosu şefi Hâmit Kemali
yapmıştır». ,.
Arma yaşamıştır, zamanımızda da M.T.T. B, ini temsil eder, ve hattâ.27 mayıs inkılâ-
verdiği karar üzerine bu işe memur edilen arkadaşlarımız îstanbulda bir çok numuneler yaptırmışlar, Avrupadaki talebe birliklerinden de örnek istemişlerdi. Hariçten gelen ve burada yaptırılan muhtelif şekildeki kasket ve şapkalar üzerine uzun uzun yapılan tet-* kiklerden sonra bunlardan birisi, Güzel Sanatlar Akademisi tezyini sanat şubesinden Azra hanımın yaptığı şapka beğenilmiş ve bu Millî Türk Talebe Birliği İdare Heyetince ittifakla ve resmen kabul edilmiştir. Şimdi bu şapkanın tescili ve bir elden ucuz olarak imâl edilebilmesi iş-leirle uğraşıyoruz. Bir haftaya kadar bu işler de bitecek ve 29 Teşrinievvel bayramında bütün talebenin bu bir örnek şapkayı giyebilmesi kabil olacaktır.
«Yeni Şapkamız lâcivert renk tedir. Üst kısımlarında kırmızı zırh ve kenarlarında bir zemin üzerinde kabartma madenî kurt bulunmaktadır, Ayrıca madenî kurdun alt kısmında her fakülte ve yüksek mektep için ayrı renkte bir şerit te bulunacaktır»,
2
Z
M.T.T.B. yüksek tahsil genjliği-ne bir örnek şapka -kep giydirme işinde muvaffak olamamış-dır; yüksek tahsil \gencligi fötr şapkayı, yahud başı açık gezmeği bir örnek serpuşa tercih et-mişdir. Fakat o zamanlar türk ordusunda erler güneş-likli bir şapka giyerken yıllarca sonra, 1933 de yüksek tahsil gençliği için dü-nülmüş bu kep, hemen aynen ordumuzda er şapkası ol-
Birlik Gazetesi yazılarında dâima çok sert bir lisan kullanmış. ve gazete bu yüzden kapatlmış-
BİRLİK SOKAĞI
— 2814 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2815
BİR ÎAHTADA
karıda kaydettiğimiz tarihde kadro dışı edilerek bozulmak üzere Hasköye çekildi. Boğaz içinin seyrüsefer târihinde Şirketi Hayriyenin büyük hizmeti düşünülecek olursa, bu şirketin l numaralı vapurunun, seferden bir törenle alınması gerekir ise de, bu haber, o devrin büyük gazetelerinden Sabah da iki satırlık bir şehir haberi olarak verilmişdir (B.: Boğaziçinde Seyrü sefer; Şirketi Hayri-yeye,; Rumeli Vapuru, l numaralı).
BÎEOL (İııci) —• Sahne ve film sanatkârı ve bilhassa ünlü bir dansöz; «İnci» takma adıdır, asıl ismi Asiyedir; 1936 da İstanbulda doğdu, babası Kemal Birol Kaptan, annesi Be-tül Hanımdır; anlatmak istemediği türlü se-beblerle sabîlik çağında vatanından ayrılmış, ve sahneye henüz 12 yaşında iken Halebde çıkmışdır, ve derhal nazarı dikkati çekmiş, beş yıl, 12 yaşından 17 yaşma kadar, gün güngünden sel-pilen ve serpildikce güzelleşen emsalsiz vücud yapısı ve tatlı sesi ile ve «As-siye» adı ile arap memleketlerini pek ünlü bir rakkaase olarak dolaşmışdır; Şama, Bey-ruta, Bağdada, Mısıra ve oradan Şimalî Afri-kanın bâzı büyük şehirlerine gitmiş, bu arada bir müddet de Kıbrısda bulunmuştur; şark r akışlarında çok yüksek bir bilgi sâhibir.
1953 - 1954 arasında 18-19 yaşlarında memleketine dönen İnci Birol film prodüktörlerinin, kendisine kolaylıkla ve güvenle rol verebilecekleri bir sanatkâr olmuş, yirmiye yakın türk filminde oynamışdır; ve halk tarafından çok sevilmiş ve tutulmuştur.
1,60 boyunda, kumral saçlı, yeşil gözlüdür ; anadili? gibi arabca bilir, muhatabını sıkmayacak kadar ingilizce konuşur. Bu satırla-
HİCAZKAK
lan
W no, nü, % w#-
^
rm yazıldığı sırada piyano dersleri almakta
idi (1961).
Dostları ilə paylaş: |