. «BOĞAZiÇi MEHTAPLARI» — Çağdaş türk edebiyatının en seçkin sımalarının ve sayısı pek azalmış eski istanbul kibarla-
rından Abdulhak Şinasi Hisarın millî kü-tübhânemize verdiği muhalle d bir eser, Bo-ğaziçinin eski mehtâb âlemleri üzerine yazılmış en zengin, ve içindeki hâtıra notlarına inanılır tek kitab; Varlık dergisinin Anka-rada intişar ettiği sıra önce bu dergide tefrika edilerek intişâr etmiş, sonra îstanbulda
o j '
Hilmi Kitabevi tarafından kitab olarak yayınlanmış; 1956 da ikinci baskısı yapılan bu kıymetli eser 12X18,5 santim eb'adında 314 sayfadır (B.: Hisar, Abdullah Şinasi).
Bu mümtaz edibin kalem diline verdiği kıymetli hâtıralar yedi fasıl içinde toplan-mışdır, ve her fasıl dört makaaleden, bütün eser de yirrni sekiz makaaleden mürekkepdir. Fasılların ve makaalerin isimleri şunlardır:
Hazırlanış : l — Boğaziçi Medeniyeti ; 2 — . Mazinin mahrumiyetleri; 3 — Tabiat sevgisi; 4 — Mûsiki ihtilası.
Toplanış : 5 — Bu gecelerin kıymeti ; 6 — Hanımlar buluşuyorlar; 7 — Kayıklar ve sandallar yan yana; 8 — Gelenler ve gel-miyenler.
Mûsiki Faslı: 9 — Kayıklar ve sandalların kervanı; 10 — Saz fasılları; 11 • — Saz sesleri; 12 Hanende sesleri.
Sükût Faslı: 13 — Boğaziçi Cenneti; 14 — Mehtâb; 15 — Yalıların önünden geçiş; 16 — Sessizliğin şiiri,
Aşk Faslı: 17 —r- Mehtapda görülen güzellikler; 18 — Karanlıkda parıldayan arzular; 19 — Şarkıların dedikleri; 20 — Her= kesin aşkını söyleyen saz
Dağılış: 21 — Fânilikler; 22 — Sönüş; 23 — Ayrılış; 24 — Unutuluş.
Hatırlayış; 25 Mazi Cenneti; 26 — Bizimle beraber yaşıyan hâtıralarımız; 27 — Hâtıralarımızın zaman içinde devamı; 28 — -Başka dünyâların bizden görebilecekleri.
Aşağıdaki satırları bu güzel kitabdan alıyoruz :
«O zamanlarda nakil vasıtalarının azlığı ve yavaşlığı bütün o mesafeler boyunca sıralanmış Boğaziçi yalılarını birer uzlethaneye çevirmişdi. Hayat ve sanat zevkleri kayık ve sandallarla bu güzel suların üstünde akşam gezintilerine, bu sulardan geçerek yapılan ziyaretlere, gidilen düğünlere, duyulan sazlara inhisar ediyordu. Bütün alâkalara merkez, bütün zevklere sahne, bütün aşklara imkân, hulâsa bütün ömürlere saha olan yer bu mavi suların üstüydü,
.BOĞAZİÇİ MEHTABLARI»
2878 •-
ÎSTANBÜİ
ANSİKLOPEDİSİ
2879
«BOĞAZİÇİ MEHTÂBLÂRI»
«Bu münzevî hayatın yoksullukları arasında iyi bir saz dinlemek fırsatı Boğaziçi beyleri, hele hanımları için o zamanlarda nâdir yapılan bir davet yerine, bir fikir ve his ziyafeti yerine geçirdi.
«Bahar, bütün narin kokuları, renkleri, teni, havası, nazı ve tadiyle gözlere sinerek gönülleri aşkın bütün istekleriyle açtığı zaman, aşkın zaferine engel olabilecek hiçbir kuvvet kalmazdı. Tanışma ve sevişmelerin ancak gözleri gözlere bağlayan sırlar gibi olduğu ve nazarî kaldığı o zamanlarda biribir-leriyle böyle uzaktan bakışanlar ve sevişen-ler için bu buluşmalar essiz müsamaha saatleri teşkil eder, biraz daha yakından görmek, görünmek ve görüşmek fırsatı olurdu.
«onlar sazı bir konsere, bir operaya gidenlerin merakı, keyfi, tiryakiliğiyle, dikkatle, hırsla, bütün ruhlariyle, kudsî bir eser gibi dinlerler ve bizi lakayt bırakan nice inceliklerinden zevk alırlar, hoşlanırlardı. Bu uzak sesler onlara göz yaslarını akıtacak kadar tesir ederdi. Bir taksim, bir gazel dinleyenler arasında, coşarak, kendilerini tutamı-yarak ağlayanlar az mıydı?
«Zaten bu mehtap geceleri nâdir bulunur zevklerdi. Bunlar senede belki iki, üç, nihayet dört defa tekerrür ederdi. Bu geceler bir çok uzun ve ince hesaplarla seçilirdi. Haziran, Boğaziçi mevsimi için henüz yeni bir aydır. Bazıları îstanbuldan daha dönmemiş olurlar. Mevsim daha Boğazın bütün ahalisini toplayamamıştır. Eylülün on beşinden sonra ise rutubet çoğalır. Gelenlerin bir kısmı dağılır. Artık deniz âlemi kalmaz. Soğuklar başlar. Boğaziçini balıkçılar kaplar. Sonbahar, içini çekerek ağlar. Bunun için saz ekseriyetle temmuz, tercihan ağustos, hele, eğer mehtap on beşinden evvele tesadüf ediyorsa, eylül aylarına rastlayan arabî ayın 12 inci, 13 üncü ve tercihan 14 üncü ve bazan da 15 inci gecesinde tertib edilirdi. Fakat bu rakamlar o kadar kat'î olamazdı. Zira saz âlemi için tabiî bulutsuz ve saf mehtaplı bir gece ister, bunu bulabilmekse her şeyden evvel havaya bakar.
«Mehtaba çıkılan geceye başka bir sazın tesadüf etmemesi de lâzımdı. Bir gecede ayrı ayrı dolaşarak biribirlerinin seslerini bozabilecek, rakîp gibi karşılaşacak ve sazı ta-kib eden kayık ve sandal kafilesini ayıracak iki saz takımının dolaşması o zamanki Boğaz
için bir rezalet sayılabilirdi. Kimsenin iz'an ve vicdanı buna kail olamazdı. Onun için sazı tertib eden, bütün Boğaziçine karşı bir ' mesuliyet almış olduğunu bilir, ve geceyi, eğer böyle bir rakibi varsa, daha makbul bir saz hazırlayabilecek daha zengin ve hatırı sayılır birisine bırakırdı. Esasen o zamanlarda servet mevki ile birlikte gittiğine göre, böyle hareket etmek, izzeti nefsine daha kolay gelirdi.
«Mehtab ı tertib edenin daha birçok mesuliyetleri, hesapları, düşünceleri olurdu. Saz heyetinin intihabı ve terkibi mühim bir meseleydi. Sazın geçmiş mehtaplarda, hele o senenin mehtaplarında duyulmuş olanlardan aşağı kalmamasını, mümkünse bunlara üstün olmasını ister, filânca meşhur hanende yahut sazendenin bulunmasına çalışır, sırf ticarî bir istifâde sahasına düşmeden bir hatır, gönül, nüfuz tesiri sayesinde bu saz takımlarının biribirlerine hemen denk olmasını temin ederdi.
«O zamanlarda Boğaziçi, aksisadası her tarafından ses veren, öyle bir âlemdi. Boğa-zicinde öyle tesanütlü bir cemiyet hayatı vardı ki, devrin sansürlü ve teşrifattı gazeteleri böyle bir haberi vermedikleri ve ikide bir yangınları ve mahalleyi alâkalalandıran hâdiseleri bağıran bekçiler de söylemedikleri halde, nasıl olurdu iyice bilinemez. Şirket vapurlarında ağızdan ağıza yayılmalarla, bu geceleri kollayan kira kayıkçılarının da selâmlıklardan yalıların haremlerine kadar ulaştır m alariy le. nihayet bütün Boğaziçi halkı temmuz, ağustos veya eylülün, arabî ayın on üç, on dört veya on beşine tesadüf edeıı gecesinde, meselâ Valde Paşasının, veya Sait Halîm Paşanın, yahut Suphi Paşa zade Sami Beyin «rnehtab» ı olduğunu öğrenirdi. Bu mühim havadisi böylece herkes duymuş olurdu.
«Q gece mehtaba çıkmak için bir hayli evvelinden başlayan tatlı bir hazırlık devresi vardı. Hemen her yalının bir çifte olsun bir kayığı yahut bir sandalı bulunurdu. Hususî sandal veya kayıkları olmayanlar da mahalledeki en alışık oldukları kira sandallarına haber gönderirler, onları bu gece için peylerlerdi. Beyler, aralarında sözleşerek hangi kayıkta kimlerle birlikte çıkacaklarını önceden kararlaştırırlardı.
«Nihayet, herkesin bu kadar sabırsızlıkla
beklediği büyük gece gelirdi. Bazı beyler, akşamcılıklarından kendilerini alıkoyamazlar, evlerinde rakılarını mûtadları gizli teşrifat ile içtikten sonra çıkarlardı. Bazı orta haili efen-dilerse yemek yemezler, sandalda, kaçamak olarak, gizlice biraz rakı içmeğe, biraz meze yemeğe karar verirlerdi. Hanımlar sofraya biraz daha erken, otururlar, ve yemekten sonra, yatsı sularında, ezan saatiyle bir buçuğa doğru, herkes çıkmağa hazırlanırdı. Söz vermiş olan komşular gelirler; kayık veya sandal yalının rıhtımına yanaşır ve bekler; çocuklar, büyüklerin yavaşlıkları yüzünden zaman geçiyor diye telâş ederler; hanımlar, önlerinde lâmbalar yanan aynaların karşısında, baş örtülerine ve süslerine sonuncu hisli ve uzun bir bakışla bir daha bakarlardı ve, nihayet, güya bir altın fanus içinden akseden gül sarısı donuk bir aydınlıkla aydınlanmış tılsımlı, esrarlı ve mor gecede kayık veya sandala binilir, üstlerine garip bir füsunla ışıklar dökülmüş menekşe renkli sularda mehtaba, yani gezinmeğe, seyretmeğe, saz dinlemeğe, yani his ve zevk ve hayal avına çıkılırdı.
«Bu nazlı gecelerin, hiç bir kitapta yeri olmadığı halde, bütün Boğaziçi kalkınca bilinen ve herkesin büyük bir tesanütle uyduğu usulleri, an'aneleri vardı; her zaman hem kibar hem biraz mahzun olan eski Boğaziçi, güzelliği, sazı, sözüyle öyle bir hal alırdı ki. bu cemiyette okadar teşrifat, nezaket ve sükût kabiliyeti vardı ki, bu toplanışlar merasime döner, bir Mehtap alayına benzerdi.
«Mehtab ı tertib eden kimsenin, saz takımı için, oturduğu köyün Pazar Kayığını kiralaması da anane iktizasızdı.
«Bu kayıkların arka taraflarındaki düz ve hayli uzunca kısımları hanende ve sazendelerin oturmalarına, saz âletlerinin, bir de işret tepsilerinin konmasına pek elverişliydi. Bu kayıkta saz sahibinin bir adamı bulunur; o, her şeyin efendisinin istediği yolda gitmesini temin ederdi. Yalnız bu kayıkta, hanende, ve sazendelerin kuvvetlerini tazelemek ve neşelerini arttırmak için Erdek rakısı, Umurca rakısı gibi o zamanın en iyi rakıları, mastikaları ve muhtelif cins taze balıklar, siyah ve sarı havyarlar, Gelibolu sardalyası, Tiril-ye zeytini, balık yumurtası, türlü türlü peynirler, çeşit çeşit salatalar, turşular, zamanın en makbul mezeleri, üzüm, şeftali, elma, ka-
vun, erik gibi meyvalar, bir de karlıklar içinde buzlu sular bulundurulurdu.
«Zevk için dolaşan bütün öteki kayık ve sandallar yalnız ay işığıyle aydınlanırken hizmetteki Pazar kayığı mumları yanmış üç dört fener taşıyarak gelir ve o geceki saz sahibinin yalısından, meselâ Valde Paşanın Bebekteki veya Said Halîm Paşanın Yeniköy-deki, yahut Suphi Paşa zade Sami Beyin Kanlıcadaki yalısından hanende ve sazendeleri alır açılır, giderdi. Daha tek başına gittiği sırada sazın, hafif tertip akortlar yaparak kendi kendine mırıldandığı ve sazendelerin meşketmesi kabilinden çalındığı olurdu. Fakat böyle yalnızca giderken yolda çalınan bu hayal meyal saza pek kulak aşılmazdı. Sazın asıl toplantı yerinin Kalender'in önü olması da bir Boğaziçi an'anesiydi.
«Boğazın hemen her köyünden yavaş yavaş buraya gelen kayıklar ve sandallar saz kayığının etrafında, ışığın çeversinde dolaşan ve ondan ayrilamıyan pervaneler gibi dolaşmaya başlar, onu kuşatarak ve ona âdeta yapışarak teşkil ettikleri kafile su üstünde yekpare büyük bir sal gibi bir kütle olurdu. Hele asıl saz kayığının en yakınında bulunan kayıkçılar ellerini biraz uzatarak yanlarındaki sandal veya kayığın kenarlarını tutmakla bunları biribirlerine tamamen yapıştırmış ve âdeta kenetlemiş olurlardı ve bu sıralarda sandallarını yerlerinde tutabilmek için bir teviye siya ederlerdi.
«O zamanlarda, gerçi eski, büyük teşrifat katıkları ortadan kalkmışsa da yine iki, hattâ, daha nâdir olarak, üç çifte' kayıklara rastgelinirdi. Vernik sürülmüş tahtadan bu kayıklar hep açık veya yoku sarı veya tahini renkte görünür ve kenarları bir iki sıra koyu lâcivert, mor, siyah veya yeşil yahut som yaldız şeritli olurdu. Hanımların bindiklerinin arka taraflarında kadifeli, sırmalı ve uçları sulara doğru sarkan bir ihram serilirdi. Valde Paşanın üç çifte kayığmdaki gümüş kafes örmeli ve kenarları balık şeklinde yine gümüş saçaklı ihramı meşhurdu.
«Herkesin çömelerek alçakta oturmağa alışkın olduğu bir zamanın mahsulü olan, insanı derinliğinde tâ suların hizasında ve biraz yaslanarak oturmağa mecbur eden bu kayıklar kadar suları, gök yüzünü, sahilleri, mehtabı seyretmeğe, müsait ve münasip bir vasıta olamaz.
— 2880
«BOĞAZİÇİ MEHTABLARI»
«Kayıklar, Sultan Hamîd devrine kadar, Boğaziçinde tamamen rakipsiz hâkim olmuşlardır,
«Sultan Hamid devrinde türeyen sandallar çoğalırken bu devrin ortasına doğru, daha alafranga olarak, bir de binek yarış kikleri meydana çıktı. Hep mahun renginde, kenarları birer ikişer zıh düz veya nakışlı yaldızlı şeritli, daha ince ve uzun ve bilhassa oturulacak yerleri kyaıklarınki gibi karşılıklı olan bu sandallar hem daha rahat, hem daha hafif, hem daha kullanışlıydı. Öyle ki Boğaziçi iskelelerinde kira sandalları kira kayıklarından daha ziyadeleştiği gibi yalıların da eskiyen kayıkları yerine kikleri çoğalıyordu. Bundan dolayıdır ki, bu mehtap toplantılarında ekseriyet sandallarda olurdu. Kayık ve sandalı olanlar bu gecelere çıkmak için muhakkak daha kolay idare edilen sandalı tercih ederlerdi.
«îstanbul kayık ve sandallarının, yalılar gibi, büyük hususiyetleri vardı ve biçimlerinden, efendilerinden, hamlacılarına kadar, Boğaziçi medeniyetinin birer icmali, birer hulâsası gibiydiler. Halis Boğaziçlilerin Boğazın •binbir inceliğini birden sezen gözleri bir bakışta, bunların yalnız kimin olduklarını değil, hem de, hangi ustanın yapısı olduklarını keşfederdi,
«Bu kayık ve sandallar yalnız Boğaziçi medeniyetini icmal etmez, mensup oldukları kocaman yalıların kayıkhanelerinden tıpkı vücutlarından ayrılır gibi çıkarak, sularda yalıların hayatlarını, huylarını, kokularını, ve sahiplerinin edalarını, mânalarını (dolaş-dırırlardı).
«Serever Paşanmkilerin kayıklarında Server Paşa yalısının ağır perdeli, biraz loş ve o zamanki tâbirle, kûhî odalarının kibar, rahat, kendi âlemine çekilmiş ve durmuş halini, Kıbrıslıların zarif olmaktan ziyade sağlam yapılı, yayvan karınlı, rahat ve ba--bayanı kayıklarında da geniş sofalı, geniş odalı yalılarının yayvanlığını ve serinliğini duyardım.
«Bu, belki yarısına yakını hususî ve yarısından fazlası da kira kayık ve sandalları beşer onar gelerek saz kayığının etrafını saran kafileye katılırlar ve onun etrafını yeni bir halka ile kuşatırlardı. Bu arada hemen bütün bu kayık ve sandallar yer buldukça ve imkân nisbetinde saz kayığına yaklaşmaya
İSTANBUL
çalışırlardı. Yine, daha sonra gelen kayık ve sandallar bu halkaya sokulurlar, fakat onun kenarlarında her zaman biraz daha seyrek ve daha aralık kalan bir nevi etek teşkil ederlerdi. Kütle, son kenarlarına doğru, böyle mutlaka daha gevşek kalan bir toplantı olurdu. Sazı taşıyan Pazar kayığının etrafındaki bu halka muttasıl büyür, gittikçe genişler, yavaş yavaş gelip yer alan, toplanan sandal ve kayıkların sayısı gitgide artarak yüz, iki yüz, bazan, sırasına, gecenin güzelliğine ve sazın ehemmiyetine göre, üç yüzü geçen bir kafile olurdu.
«Ay ışığında görülen bu manzara ihtişamlıydı. Bütün bu sandal ve kayıklar denizin büyük bir kısmını kaplardı. Bunlar hemen merkezî bir vaziyet alan saz kayığının etrafında dönerek daima biraz değişici bir şekilde, daima yer değiştiren bir kütle teşkil ederlerdi.
«Saz kayığının etrafındaki kayık ve sandallarda bulunanların, hele çalgıya en yakın olanların, küçük bir gürültüden bile kaçındıkları görülürdü. Güya hep gölgeden ve hayalden yapılmışlar gibi, kendilerinden hiçbir ses çıkmazdı. Saz sesleri buğulanmasın diye nefes almaktan bile çekinir gibiydiler Ağlayıp patırdı yapabilecek küçük çocuklar, zaten, buralara getirilmezdi. Ruhî saygı ve terbiye o kadar kuvvetliydi ki evlerinde içtikten sonra saza gelmiş olan sarhoşlar bile susarlardı,
«Boğaziçi bu geceler karşısında ikiye ayrılıyordu; Rumeli sahilinin tâ Kuruçeşme-ye kadar olan kısmiyle Kalenderden sonraki kısmı bu âlemin hemen dışında kalırdı. Zira . Kuruçeşmeye kadar olan köylerde Müslüman olmıyan unsurların çokluğu ve yalıların yerinde şehirle hiç münasebeti olmıyan bir takım sarayların bulunuşu bu köylerin mehtaba alâka duymamasına sebep oluyordu. Boğazın Kalender'den sonraki kısmı da, tâ Sarıyere kadar, daha alafranga sayılır ve bu taraflarda oturanlar da mehtap âlemine çokluk iştirak etmezlerdi. Fakat daha yalnız, daha hücrâ ve eğlencesi daha kıt olan Anadolu sahili, boylu boyunca tamamen Boğaziçi malıydı. Bu mehtaplarla ilgilenen kısmı da yukarda tâ Beykozdan başlayarak aşağıda tâ Kuzguncuğa kadar devam eden sahayı kaplardı.
«Kayık ve sandallara bakılsa içtimaî sı-
— 2881
ANSİKLOPEDİSİ
rufların hepsinden kadınlar ve erkekler, gençler ve hattâ söz dinleyecek yaşa gelmiş çocuklar ve devirden daha büsbütün meyus olmamış ihtiyarlar vardı. İmparatorluk Avrupa, Asya ve Afrikadan topladığı tebaasını, yarısı Avrupayı bitiren, yarısı Âsyaya başlı-yan bu sahiller arasında iki kıt'ayı birleştiren bu sularda sanki teşhir ediyor gibiydi. Belki her ülkeden birer numune olan insanların hemen hepsi buradaydı.
«Musiki faslı, çok kereler, saz kayığının o zamanki Boğaziçlilerin şairane buldukları Kalender'in önüne varıp durmasiyle başlardı. Gelen kayıklar ve sandallar saz kayığının etrafında, burada toplanırlar ve çalgı, ilk nağmelerini burada dinletirdi.
«Sonra, musiki, bir ara verince, saz kayığının tahrikettiği bir kımıldanma olur ve etrafında bu sandal ve kayık kervanı ona sanki saz sesleriyle bağlanmışlar gibi, birden yavaşça gıcırdayarak ve usulla kayarak hep birlikte harekete başlardı. Bu kadar sık ve âdeta biribirine kenetlenmiş bir kayık ve sandal kafilesinin yola revan olması, ilerleyebilmesi, bu kadar kocaman bir vücudun hareket etmesi tabiî pek ihtiyatlı ve pek yavaş olurdu. Bu hareketleri idare eden hep ortadaki saz kayığıydı. Mehtabın kendine mahsus-göreneklerine göre, bilinen yolları vardı. Gerçi nerde durulacağı, nerde durulmıyacağı evvelden tamamen kestirilememekle beraber bu hususta herkesin iptidaî ve hemen insiyakı bir fikri bulunurdu. Kafilenin ortasındaki saz kayığında beliren istikamet emareleri yavaş yavaş tesirini bütün bu vücut üzerinde gösterir ve herkes bu merkezî hareketin maksatlarına ve icaplarına uyarak hafif hafif ilerler, durur, bekler ve böylece ona uyardı Bütün bu duracakları, ve hep beraber ne zaman tekrar yola koyulacakları hem eski bir zevkle artık bellenmiş bir takım âdetlere, hem kısmen de saz sahibinin o geceki keyfine ve arzusuna göre, nereye kadar gidileceği ve nerde durulacağı evvelinden az çok tahmin edilirdi. Kayıkçılar, tecrübesiz değil, ve bu gecelere, bu şeylere alışkın Boğaziçlüer bilgisiz değildi. Suların saz faslına en müsaid olduğu kuytu yerler belliydi. Önlerinde durulacak aksi şada yerleri belliydi. Cereyanlarına kapılmadan önlerinden geçilecek akıntılar belliydi. Bütün Boğaziçi belliydi.
«Kalenderin önünde çalınan ilk fasıllar-
«BOĞAZİÇİ MEHTABLAftl»
dan sonra kütle kendini yavaşça Yeniköy akıntısına, kaptırır ve onunla kayarak Istinye önlerinde bir yerden karşıya geçerdi. Çünkü, her nedense mehtaba biraz sapa gelen İstin-ye koyuna hiç girilmez de, Boğazicinin en meşhur mehtap meydanı ve hattâ başka geceler yalnız bülbül dinlemek üzere gidilecek olan Körfeze girilirdi (Kanlıca körfezi).
«Körfez o zamanki bütün Boğaziçlilerin en çok sevgisini kazanmış bir yerdi. Üstünde bulunan tepe, Mihrabâd, mehtabın bütün Boğaziçinde en güzel görüldüğü yermiş. Körfezin kuvvetli aksi sadâlarmdan dolayı hanendelerin burada en gür sesleriyle gazel okumaları âdetti. Suların müsaid olduğu gecelerde burada mutlaka bir iki fasıl çalınırdı.
«Yine, kayık ve sandal kafilesi o geceki saz sahibinin akrabasından, yahut yakın dostlarından, birinin yalısının önüne geldi mi, suların müsaadesine göre burada biraz durularak, saz takımının bir iki parça çalması ve kısa bir fasıl geçilmesi de bu mehtap gecelerinin göreneklerindeııdi. Zira hemen her yalıda ya pek yaşlı bir mütekait, yahut bir eski zaman hanımefendisi, ya çıkması teşrifata uymayan hatırı sayılır bir zat bulunurdu.
«Kafilenin geçerken bir yalının önünde durarak böyle ona mahsus bir parça saz çalınması bir alâka, bir muhabbet ve hörrnet nişanesi olurdu. O zaman bu yalının denize bakan bir odasında yanmış bir lâmbanın önünden bir insan gölgesi geçtiği; bir iki ışık söndürüldüğü, ve, yerine bir iki kafes kaldı1 rıldiğı görülürdü. İşte karanlıkta geçen ve uzaktan hayal meyal geçtiğimiz bu lâmba söndürülüşü ve kafes kaldırılışı gibi bir iki basit ve iptidaî, ufak hareket saza bir cevap, musikiye bir iltifat demek olur, hayatta dostluk gibi, vefa gibi sağlam hisleri ifâde ve temsil eder. bu âleme bir iştirak mânası alır ve bu gölgeler halindeki hareketler tâ kalblerimize işlerdi.
«Mehtap alemiyle bütün Boğazicinin çal-kaıımasına rağmen bu gecenin bir saz gecesi olacağını mutlaka herkes işitmiş olamazdı. Fakat saz Boğazicinden geçerken herkes tarafından duyulur, ve bunu tâ uykuları içinde rüyalarında eski zevklerinin davetleri sananlar, uykularından uyanarak gönüllerinin ezelî âşinâsı olan bu peri ve deniz kızı seslerinin davetlerine koşmak isterlerdi. Gençler bu umulmadık zevk haberiyle hemen yatakla-
BOĞAZİÇİ MESİRELERİ
— 2882 —
İSTANBUL
'2883
BOĞAZİÇİ DENİZ HAMAMLARI
rından fırlarlar, acele acele giyinerek kayıkhanelere inerler, sandallarını bir hamlede suya indirirler ve evdeküerini de gezintiye teşvik ederlerdi.
«Boğazdan gecen sazı bazan da yalılarda-ki aylıklı kayıkçılar duyar, hizmetlerinin takdir olunacağı bir fırsatı kaçırmak istemi-yen bu gene ve hamarat hamlacılar, aşağıda selâmlık taşlığmdaki dönme dolaba vurarak, harem taşlığına gelen hizmetçiyle içeriye haber yollarlardı: «Küçük beyler yahut hanımlar mehtaba çıkmak istemiyorlar mıydı?»
«Cevabın gelmesi gecikir, aşağıda giyinmiş, hazırlanmış olan hamlacılar huysuzla-nırlar, söylenirlerdi.
«Her ferdine, bir mevki ve ehemmiyet vermesini, verdirmesini bilen bu cemiyette kayıkçıların da kendilerine mahsus bir gururları vardı. Bu zavallıların bazıları muvakkaten bulundukları yahnin alt selâmlık katındaki basık tavanlı odalarından bütün yalının şöhretiyle, efendilerinin durumiyle, calımiyle ilgilenirler ve bunlardan kendilerine bir gösteriş ve övünme payı çıkarırlardı. Biribirlerine karşı kendilerini rakîb addederler, şan ve şöhretlerim kıskanırlar, meha-retlerini göstermeğe fırsat kollarlar, muvaffakiyetlerini teşhir etmekten memnun olarak tebessüm ederlerdi. Mehtap gecelerinde saz kayığından uzak kaldıkça zevklerinden mahrum edilen çocuklar gibi küserler, müteessir olurlardı.
«Saz kayığı suların üstünde daima hafif hafif yer değiştirdiğinden, tabiî, kafilenin tam ortasında kalamadığı için bu halkanın bazan en uzak kenarlarında bulunanlar belki okunan gazelleri işitirlerdi ama sazın inceliklerini belki tamamen duyamazlardı. Fakat bu gecelerde maksat yalnız saz dinlemek değil, aynı zamanda mehtabı seyretmek ve bu âleme katılmak idi.
«Bu sandal ve kayık kervanı, Boğaziçin-de, bir taraftan aşağıya veya yukarıya doğru devam eden doğru gidişinin yanında, diğer taraftan, güya bir topaç gibi, etrafında döndüğü hissini veren bir harekette de bulunurdu. Zira bütün kafile muntazaman yavaş yavaş ilerlerken kenarlarında bulunan bir kayık bazan daha hızlı yol alarak, bu bir halka bibi yuvarlak kafilenin bir yanından önüne geçer, sizin yanınıza gelir. Bazan baştaki bir sandal mahsus arkaya kalır. Ortaya, sonra,.
gerilere düşer. Bazı sandalları ileride kaybeder, sonra geride bulurdunuz. Esasen sular dâima aktıklarından üstlerindeki sandalların da bir yerde kalmalarına imkân yoktur, işte yalnız sulara tâbiymişler gibi sanki kendi iradelerinin dışında görünen bu hareketler onların bir de oldukları yerde döndükleri hissini verirdi.
«Bütün bu kayıklar ve sandallar, içindekilerin isteklerine göre, sessizce, sazdan başka zevkler de ararlar, birbirlerine bunun için yaklaşmak, sokulmak isterlerdi. Su üstünde geçen, tekrarlanan ve belki ancak alışkın gözlerin seçebilecekleri bu küçük su oyunlarını, bu hafif gidiş gelişleri, bu ufak ilerleyiş ve gerileyişleri, bu küçük hesaplarla arayış ve buluşları nekadar severdim! İkide bir başka bir kayığa rastgelmek ister, mahsus geri kalırsınız. İstemediğiniz bir sandalın yanına düşersiniz. (Talihsizlik!) Haberiniz olmadan ilerler, belki üçyüz kayık arasından tam istediğinizin yanına tesadüf edersiniz (Talih!.)» (B.: Boğaziçinde mehtâb âlemleri).
BOĞAZİÇİ MESİRELERİ — (B.: Mesireler).
BOĞAZİÇİNDE BALIKÇILIK — (B.: Balıkçı).
BOOAZtÇlNDE BENİZ HAMAMLARI; PLAJLAR, BOGAZİÇÎNDE YÜZME — Birinci Cihan Harbinden sonra İstanbuluıı halkı çok değişdi, en az üç kuşak İstanbullu olanlar öylesine dağıldılar ki, bir gidenin yerme beş taşralı geldiğinden İstanbul ağzı türkçe bile kayb olma tehlikesine düşmüş-dur; -bu arada, lebideryadaki yalıları, yalıların kayıkhâelenrlndeki kayıkları, iskele-lerdeki sandalları, köylerin hayır sâhibleri vakfı pazar kayıkları ile beraber Boğaziçinin kibarı, kayıkçısı, sandalcısı, balıkçısı da çekildi. Zamanımızda Boğaziçi köyleri halkının kesif çoğunluğu amele ve işçi takımmdadır; onların da denize yakınlığı, memleketlerindeki dereye girip yıkanmadan farksızdır.
Birinci Cihan Harbinden önce İstanbulluların içinde denizle kucak kucağa yaşayanlar Boğaziçi halkı idi. Birinci Cihan Harbinden, hatta Cumhuriyetin ilânından, ve Türkiyede kadın örtünmesinin kalkmasından evvel İstanbulda plaj yokdu. Zamanımızın en namlı plajlarının kurulduğu yerler, Florya, Fenerbağçe, Küçükyalı, ve Maltepe sahilleri gibi, denizin kendi başına yayıldığı,.
üstünde çıplak, ayak izi görülmeyen kumsallardı.
Plajlardan evvel İstanbulda denize girme yeri deniz hamamları idi.
Ayak takımından çoluk çocuk ve gençler rast gele bir yerden soyunub denize iç donu ile girerlerdi; orta tabaka halk. kete-beden gençler ve mektebli çocuklar da deniz hamamlarına giderler, ve deniz hamamlarından, tıpkı şehrin çarşı hamamları gibi. bellerine pestemal sarınıp denize girerlerdi.
îstanbulun, zamanımızda plaj denilen umumî yıkanma, yüzme, su sporları ve deniz eğlenceleri yerlerinin hemen hepsi şehrin Marmara sâhillerindedir; deniz hamamları devrinde ise Marmara sahillerindeki deniz hamamları Yenikapuda, Kumka'puda, Modada, Fenerbağçede ve Bostancıda idi.
Boğaziçinde ise plaj yokdur denilse yeridir; Küçüksu Plajı ile Altınkum Plajı ismen plajdırlar. Boğaziçi, hemen boydan boya deniz hamamı yeridir; tarife lüzum yokdur, .deniz hamamında soyunulup denize girilince su boyu aşar; onun içindir ki deniz hamamları eğlence yeri olmakdan ziyâde yüzme yeridir (B.: Plaj; Deniz Hamamı).
Birinci Cihan Harbinden evvel îstanbulun en iyi yüzgeçlerini, yüzmeyi derin suda, akıntılı suda, dâima çırpıntılı suda öğrenmiş Boğaziçi çocukları arasından yetişmişdir; bunların arasında da, ayni. zamanda maişetini deniz üstünde temin eden gene kayıkçılar, sandalcılar ve balıkçılar olmuşdur.
Birinci Cihan Harbine kadar Boğaziçinde lebideryada her evin. her yalının husûsî bir deniz hamamı vardı.
Biz Boğaziçinin liman sınırını Beşiktaş-da görüyoruz, bundan ötürüdür ki yakın zamanda kaldırılmış olan ve îstanbulun en meşhur umumî deniz hamamlarından biri olan Salıpazarı Deniz Hamamını, tıpkı eski Galata Köprüsündeki deniz hamamı gibi bir liman hamamı kabul edeceğiz (B.: Salıpazarı Deniz Hamamı; Köprü Deniz Hamamı).
Zamanımızda lebideryada ev ve yalıların hususî deniz hamamlarından hiç biri kal-mamışdır. Türk kadını fanatik örtü altından da çıkdığı için, ve Boğaziçinde, Küçüksudan başka plaj da olmadığından, denize, evlerde, yalılarda soyunulup evlerin ve bağçelerin rıhtımlarından, sandallardan, eğer sahil boyu yol ise, yol kenarındaki rıhtımlardan gi-
rilir.
Hâlen Boğaziçinde Ortaköyde deniz eğlenceleri ve yüzme yarışları için yapılmış Li-do müessesesi bulunmaktadır (B.: Lido). Bu müessese hakkında burada, kurulduğu sıralarda yayınlanmış 'bir ilânı nakil ile iktifa ediyoruz : «İstirahat, eğlence, dans, şarkı, banyo, güneş, spor. Lido, dünyaca tanınmış sayfiyelerin eşidir. Otel. Gazino, yüzme havuzu, lokanta. paviyon; üstad aşçıbaşı Strakaris'in idaresinde mutfak. Sahilde havuz başında paviyon, eğlence, variyete ve sürpizrlerle kokteyl salonu; swing, caz, tango, romans, klasik parçalar. Evlenme ve nişan törenleri için mükemmel teşkilât Romantik saraylar arasında romantik mehtâb âlemi; îstanbulun en asrî eğlence yeri».
Aşağıdaki satırlar da Suat Erler'in «Boğaziçi ve Yüzmeler» başlıklı bir makaalesi-dir :
«Boğaziçi dünyanın emsalsiz yerlerinden addedildiği ve yüzme sporu için en uygun şartlara malik bulunduğu halde burada yüzme hiç bir zaman layık olduğu mevkii kazanamamıştır. Bunun, muhtelif sebeblerinden biri hiç şüphesiz şehir Belediye nizamnamesinin deniz hamamı inşa edeceklere gösterdiği müşkülattır. Deniz hamamı diyip geçmemeli; zira bularnın bizim sıhhi ve bedeni durumumuz üzerindeki rolleri çok mühimdir. Boğaziçinin her iki kıyısında meskûn bulunan sahillerin uzunluğu aşağı yukarı kırk kilometreyi aşar. Bu mesafe içinde bugün ancak iki deniz hamamı, iki plaj ve bir yüzme havuzu vardır. Lâkin bunlardan Boğaziçi halkı taşıt müşkilâtı veya fahiş duhuliye yüzünden hakkıyle faydalanamaz. Yalıda oturanlar veya sandal sahibi bulunanlar için mesele yokdur. Fakat Boğaziçi halkının çoğu yalıda yaşamadığına göre yüzme veya deniz banyous imkânından mahrumdur.
«Ne yazık ki Boğazın suyunda yetişmemiş olanlar onun meziyet ve hususiyetlerini takdirden âcizdirler. İnsana adetâ enerji aşılayan Boğaz suyunun hassası Marmara sahillerinin ılık suyunda mevcud değildir. Sahildeki yalıların olanı biteni denize dökmek âdeti ile gemilerin mazotlarını suya boşaltmak felâketi olmasa Boğaz sularının temizliğine söz yoktur. Bu su derin olduğu için dalgaların tesirile bulanmaz, daimi cereyan yüzünden kir tutmaz ve billur gibi akar.
BOĞAZİÇİ DENİZ HAMAMLARI
2884
«Eskiden Boğazicinin deniz hamamları temizlik, sıhhat, eğlence menbaı ve aynı zamanda yüzme sporunun ilk okulu olarak çok mühimdi. Lakin gel zaman git zaman deniz hamamlarının adedi azaldıkça buralarda yüzen, eğlenen ve dolayısile iptidai şekilde farkında olmadan vücudunu çalıştıran gençlik de ortadan çekilmiştir. Bu hadisenin yüzme sporuna büyük tesiri dokunmuştur. 1931 senesinde değerli idareci Bay Ekrem Aköme-rin gayreti ve Şirketi Hayriyenin himmetile Buyükclerede inşa edilen Lido havuzu yüzme sporumuzda bir dönüm noktası olmuştu. Anlaşılmaz . sebeblerden iki sene sonra yıkdırı-lan Lidonun inkirazile yüzme sporunda bir sukut başladı. Filvaki aradaki seneler zarfında bir iki yüzme yıldızı parladı, bir kaç re-kor kırıldı. Lâkin ne kırılan rekorların sıhhatine, ne rekoru tesbit eden saatlerin işbirliğine ne de parlayan yıldızların spora karşı muhabbetine bir türlü gönül kani olamadı. Bir gül ile bahar olmaz derler; maksat kütle halinde yüzücü yetiştirmektir. Bunlar olur biterken Boğaziçinde doğmuş olan Türk yüzücülüğü de Modaya doğru uzandı,
«Moda deniz hamamları diye maruf ve bin bir direkli Sandık Burnu gazinolarına müşabih bu istihrnam yeri esasında ne bir deniz hamamıdır, ne plajdır ve ne de havuzdur; her kılığa giren, haddi zatında hiç bir şeye
benzemiyen bir garibedir. Resmî müsabaka günlerinde mükâfatlı pehlivan güreşleri ter-tib edilen kasaba panayırlarını andırır.
' «Mamafi bütün bunlara rağmen vaziyette sadre şifa veren cihet de vardır.
«istanbul Yüzme.İhtisas Klübü ünvanile kurulan bir cemiyet yüzme sporuna layık olduğu mevkii vermek ve fennî easslara dayanarak öğretmek gayesile faaliyete geçmiştir. Klübün bir çok hususiyetleri arasında zikre değer bir nokta da Boğazda yüzmeyi canlandırmak gayesini tutmuş olmasıdır.
«Son senelerde klüb faaliyet programında Boğazı muhtelif mesafeler üzerinde yüzerek geçme müsabakalarına mühim yer ayırmış ve bir çok rekorlar tesis etmiştir. Haziran ortasından Ekini ayının sonuna kadar klübün hemen her hafta yaptığı Boğazı geçme müsabakaları, büyük, küçük bütün azalarının iştirakini sağlamakta ve gene yüzücülerine Boğazın eşi bulunmiyan serin sularında akıntı ve anaforlarla mücadele ederek müsabaka yapmak zevkini aşılamaktadır. Hatta klübün tam amatör yüzücülerinden bir grub bütün kış yüzmeğe devam etmekte ve sene başında müsabaka tertiblemektedir. Klübün en büyük gayesi her Türk gencini bir yüzücü ve her yüzücüyü bir can kurtarıcı olarak yetiştirmektir», (Suat Erler, Boğaziçi ve Yüzmeler; Turing Klüb Belleteni).
Boğaziçi seyrü seferinde Şirketi Hayriyenin ilk vapurlarından yandan çarklı, kemâre burunlu 18 numaralı Asayiş (Resim: Behçet Cantok)
Dostları ilə paylaş: |