Mürâhik ayırmaz karayı akdan
Eğriyi doğrudan, fesadı hakdaıı Bıçkınlık oldu biçilmiş kaftan Başımda eserdi bir deli poyraz
3. Ayak uydurdum -hamlacı itine
Bir dahi dönmedim baba evine Bakmadım da yen yakamın bitine Taallüm eyledim Kurdoğlundan saz
4. Bana neler etti grörün feleği
Bekâr odasına serdim döşeği Oldum yaftıı ayak bekâr köçeği Külhanhkda geçdi bahar ile yaz
5. Bekâr odaları bir koca kazan
Kayııayor içinde mühmel dilberan Paşazade, beyoğlu, it, daltaban Vefakâr civelek, kahbe düzenbaa
6. Yosma ııigârı var âfeti devran
Sırma saçlarını örmüş fark kolan Gel sebbâzım der boynuma dolan Kimi dahi satar cilve ile naz
-
Yanıma koşdular söyle bir nigâr
Ahu gözlü gamzeleri fitnekâr
Saydoldum bu yoldan idemem inkâr
Destanım yazıldı buselik şehnaz
-
Bekârlık sultanlık yokdur hanemiz
Çardakdaki koilukdur kâşanemiz Rayde gelmez şu dili dîvânemiz Kafesde beslenmez bülbüli dilbaz Hâtıraları destanlara, şiirlere, hikâyelere, vak'anüvis ve müverrih kalemleri ile ve arşivdeki vesikalarla târih kütüğüne geçmiş bekâr uşakları Büyükşehir hayatının bir hâyıhûy âlemini temsil ederler. Bu hayat Tahzimatdan sonra da devam etmiş, zamanımıza ulaşmışdır; fakat artık «Bekâr Uşağı» -m îstanbulun halkından ayırd etmiyoruz (B.: Amele).
Üsküdarlı halli şâiri Vasıf Hoca merhum
Bekâr «şaklarıma sal>alj (Reste; F. A.)
24ÖB —
BEKÂft
Zamanımızın bir
bekâr uşağı tipi
(Resim: Bülend Seren)
îstanbula bekâr uşağrı gönderen' yerler (Resim ve harita: Hürriyet gazetesi)
pabuç hırpani, yosmanın bir
mültefitâne tebessümüne razı,
hiç yüz bulmadı; bir eyyam
yandı, durdu, sonra ayağını ti
yatrodan kesdi; ayağını kesme-
,sine sebebde Peruzun bir söyle
diği şu kanto oldu: . ,-
Benim adını Pcruzdur, şöhreti çok dansözüm Sen ise tulumbacı, tutmadı seni gözüm..
«Mazlum çocukdu, bıçkın boyundan olsa vak'a olurdu. Fakat sonra öğrendik ki yosma oğlanı sevmiş, bana yalvardı:
— Vâsıf Efendi, şâirsin, ağzımdan oğlana bir şey yaz, sahnede okuyayım, gönlünü alup âşıkımı davet edeyim!. Elbet kulağına •gider, bekâr uşağım teşrif ider.. dedi.
«Kendi kantosundan mülhem olarak şu yaveyi yazdım, verdini idi, sahnede okudu mu bilmiyorum:
Benim adım Peruzdur şöhreti çok dansözüm Kcn ise tulumbacı tutmadı seni gözüm Yangınlara koşarsın çıplak tabanın yarık Ben ise raksedertm 'hoppa gaayet şımarık L.'.kin görünce seni g-elir bana heyheyler Zira hoşuma gider kopuklar külhanbeyler Tulumbacı civanım çöz belinden kuşağı Boynuma kemend eyle sehbaz bekâr uşağı Mahmur gözün mest etti içmeden rakı şar ab A^uuşuma g-ehııezsen Peruzun hâli harab G.ıayet şımarık hoppa şöhreti çok dansözüm Afîeyle delikanlı lurdıysa seni sözüm Yalın ayak koşarsın kahraman semendersin Nf.ra atub geçerken kalbe işledi sesin )£ckâr çamaşırım getir yıkarım vallah
Yandım tulumbacı ben aşkına yandım Allah.
«Yine o sahnelerde dinlemişimdir, kim söylerdi hatjrlayamadım:
Tarlalar otlu oiur
Bekârlar bitli olur
Allahın hikmetinden
Güzeller dertli olur
diye bir şe3' vardı» (Vâsıf Hiç). î
Zamanımızda îstanbula bekâr uşağı akını, üzerinde ehemmiyetle, durulacak bir-haldedir, şehir nüfusu, iş hacmi ve insan eline ihtiyaç ile ölçüsüz, ayarsız olarak artmakda, işsiz bekâr uşaklarının çoğalması da büyük şehrin günlük hayatının huzurunu kaçırmaktadır. Manzara; Anadoludan îstanbula bir göç hâlini almışdır. İstanbul bu. göçlerin tek hedefi değildir, bekâr uşaklarını Ankara ve İzmir de çekmektedir, fakat en ağır yük Istanbulun sırtına yüklenmektedir. «Gece kondular» adı altında, Istanbulun eteklerine 2000,-SOOO, hattâ 10,000, hatta 25,000 evlik kasabalar eklenmişdir. Gelen bekâr uşağı kısa bir müddet sonra ailesini de getirterek bekâr uşaklığından çıkıp yurd de-ğişdirmiş muhacir olmaktadır, îstanbula yamanmış yeni kasabalarda (B.: Gece kondular; Taşlı tarla; Zeytinburnu; Kazlıçeşme;
Yüzevler; Sinekli) su, yol, elektrik temizlik, nakil vâsıtası, emniyet bakımlarından İstanbul Belediyesinin ve zabıtasını bunaltacak hâle gelmişdir.
Eskiden, yukarıda tafsilâtı ile kaydettik, Istanbulu bekâr uşağı akınından korumak için çok sıkı tedbirler almrmşdı. Zamanımızın kanunî mevzuatı artık ayni tedbirleri almağa imkân vermemektedir, fakat tamamen kayıdsız kalınacak bir mesele de değildir; büyük cemiyet meselesi, davası olmuş-dur. Bu dava üzerinde kemâli ciddiyet ile durması icab iden, ve hükümete aydınlatıcı bilgiyi toplayacak olan müessese İstanbul basınıdır; basın da kayıdsızdır. Bu konuda ilim adamlarımızın mütalâaları tamamen mechûlümüzdür. Yalnız Cumhuriyet gazetesi «Niçin geliyorlar» başlığı altında bir sıra notlar neşretmiş Hürriyet Gazetesi de, mesele üzerinde bir röportaj yazısı ile durmuşdur. Yazının başlığı da göstermekdedir ki «Hürriyet» bu. cemiyet davasını sâdece günün meraklı meselesi olarak ele almış ve onun içindir ki üzerinde ısrarla durmamışdır, 24 Haziran 1959 da intişar etmiş olan yazının başlığı şudur: «Türkiyede en fazla Rizeliler göç ediyor; 31,000 kişi ile Kastamonulular îstanbuldaki taşralıların başında».
Yazıyı bu şehir kütüğüne aynen alıyoruz :
«Senelerden beri Anadolu'dan, başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlere yapılan göçün durdurulması düşünülmüş, hattâ kanun tasarıları hazırlanmasına kadar gidilmişti. Fakat buna bir türlü çare bulunamamış ve memleket içi göçler her yıl biraz daha artarak, bugün en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu hususta ilgililerin hazırladığı istatistiğe göre, halen 1,776,500 kişi doğduğu vilâyetin dışında yaşamaktadır.
«Memleket içi göçlerinde Rizeliler şehir nüfuslarının dörtte birini dışarı göndermekle büyük bir rekor kırmışlardır. Rizelilerin balıkçılıkla geçinilen bölgeleri ye bilhassa İstanbul'u tercih ettikleri görülmektedir. Rize'nin bu rekoruna mukabil Afyonlular da, hemen hemen başka bir rekor kırmışlardır. Afyonlu olup bu şehrin dışında bulunanlar yüzde yarım dahi değildir.
«Memleket içi göçlerde Rizelileri Gü-
müşhane'liler, Erzincanlılar, Trkbzon'lular, Elazığlılar, Giresunlular ve Bitlisliler takip etmektedir. Bunların yüzde hesabı .12 ile Ig arasında değişmektedir. •
«Şehirlerinden göç edenler, başta İstanbul olmak üzere, Kırklareli, İzmir, Ankara, Edirne ve Eskişehir'i tercih etmektedirler. Bunları beğenilen vilâyet olarak Kocaeli, Muş, Bursa, Samsun Adana ve Manisa takip etmektedir.
«Göç rakamlarının tasnifi, şehirlerinden dışarı gidenlerin tamama yakın kısmının erkek olduğunu, kadınların ise ancak yüzde 1-5 arasında kaldığını meydana çıkarmıştır. Bu da göstermektedir ki. İstanbul'a gelenle; rin hemen hepsi çalışmak üzere 8 aylıktan seneliğe, hatta devamlı kalmağa kadar buraya gelmekte ve icap ederse bütün ailesini getirip tamamen yerleşmektedir.
«Bulunduğu yeri terkedip daha büyük şehre gitmekte olanların ilk olarak akıllarına getirdikleri şehir İstanbul olduğundan, bugün buranın nüfusunun yarısı taşralı olmuştur.
Halen İstanbul'da
bulunan taşralılar, umumî nüfusun yüzde 48 ini teşkil etmektedirler. . Buna mukabil İstanbullu olup başka vilâyetlere göç edenler sadece yüzde 12 den ibarettir, İstanbul'daki Anadolu doğumluların, başında 31,000 kişi ile Kastamonu'-lular gelmekte, bunun 24,193 kişiyle Rizeliler takip etmektedir. Şehrimiz-deki bazı balıkçı köylerinin tamamı Rize'-li olup, birbirlerinin akrabasıdırlar.
«İstanbul'a gelen dışarı doğumlular, memleketlerindeki işlerini, hattâ tarlalarını bırakmakta ve burada' amelelik ya-
BEKÂR UŞAĞININ EVLENMESİ
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2405 —
BEKÂR ÇAMAŞIRCILARI
parak para kazanmağa çalışmaktadırlar. Kabil olduğu kadar az yiyerek artırdıkları parayı köylerindeki ailelerine gönderen bu kimseler, bazan 1-2 aylığına memleketlerine dönmekte, fakat yine istanbul'un yolunu tutmaktadırlar.», (Hürriyet Gazetesi).
BEKAS, BEKÂB UŞAĞININ EVLEN MESl — îstanbula bir iş tutmaya, para kazanmaya gelmiş bekâr uşağının Büyükşehir-de kefalet bağları, ve bekâr nizâmı denilen göz hapsi altında yaşamakdan kurtulması, bekâr hanlarından veya odalarından çıkıp bir mahalle içine girebilmesi için (sakalık ve bekçilik gibi hizmetler hâriç; B.: Bekçi; Saka) muhakkak evlenmesi gerekirdi; fakat bekâr uşağı kimseyi tanımadığı için araya, o devrin tâbiri ile «oğlana babalık yapan» bir kılavuz girerdi. Kılavuz bâzan bu işi hakikaten baba gibi insanî duygularla yapar, îs-tanbulda bir ev açabilecek kadar para birik -dirmeğe muvaffak olmuş delikanlıya müna-sib bir kız bulur kız tarafını da ikna eder,
= oğlanı bekâr hayatının türlü mahrumiyetinden, ve bilhassa fuhuş yollarına sapmaktan, o yolların türlü kötü âkibetinden kartarırdı. Bir bekâr uşağına bulunan kız da ekseriya fakir bir ailenin evlâdı, hattâ hem fakir, hem de bir öksüz veya yetim olurdu; yâhud bir konağın evlenme çağına gelmiş cariyesi, halayığı, beslemesi olurdu. Kılavuzlar bâzan da bu işi bir para karşılığı yapar, kılavuzluğu meslek edinmiş kimseler olurdu. Ya oğlan bunlardan birine baş vurur, münâsih ırz ehli bir kız bulunmasını ister; yahud kız tarafı, her hangi bir sebeble kısmeti çıkmayan kıza, bekâr uşağı taifesinden namuslu, çalışkan, çapkınlığı veya bıçkınlığı, yâhud her hangi bir lekesi olmayan bir oğlan bulunmasını isterdi.
Geçen asrın külhanı şâirlerinden Beşiktaşlı Gedâî (B.: Gedâî, Beşiktaşlı) eski istanbul' hayatının bu konusu üzerine bir destan yazmışdır. Bu namlı şâir bektâşî ve beMir olduğundan, destanında îstanbuldan kız bulub evlenen delikanlıyı mes'ud etmemiş, kadınların cehlini, bu cehlin neticesi türlü edebsiz-
liklerini, erkeği dâima istismar ettiklerini
göstermek istemişdir.
DESTAN 1. Size bir nev îcâd destan söyleyin»
izniniz olursa söyleyim eğer . Er ile avratın kîylü kaalini Size naklideyim ben birer birer 2. Görüb meftun olur kaşı kaareye Bekâr olan elbet bakmaz pareye Gelir bir kılavuz geçer âreye Derki sana buldum bir peri peyker
-
Filân kesin, kızı gaayetle hesnâ
Gonca gülden nâzik bir hub dilrübâ
Hem aha bakışlı gözleri ela
Nezâketi dünyâ varını değer
-
Oğlan der kî benim bahtım karadır
Yürek delik deşik sînem yaradır
Gecen günlerimi korkum aradır
Gel uğratma basını derde peder
-
Kılavuz der tuz biberdir asına
Yeni girmiş on üç on dört yaşına
Bir devlet kuşudur kondu başına
Derler nâmerd olan kısmetin deper
-
Oğlan der ki her kim buyurur teklif
Gördüğünü ister ol zâti şerif
Günden güne gider masarif
Hiç olmazsa ayda on lira ister
-
Kılavuz der ayda yeter üç lira
Yalı konak eylemeyin iştira
İki odalı ev tutarsın kira
Nere gitsen ehlin beraber gider
-
Anı babasından alayım sana
Sağ .oldukça dua eylersin bana
Beş on dükkânı var hep kagir ,binâ
Geçinmek yüzünden çekmezsin keder
9. Hâsıl karariaşır tutarlar düğün
Ziyafete davet eyler gördüğün
Giyinir kuşanır güveği bir gün
Aksanı zifaf için içeri girer
l». Hâsılı olurlar ehlile iyâl
Ara yerden geçer alt ay filhâl Er avret beynine düşer infial Başlar çarhi felek aksine döner
11. El çeker bunlardan zevku muhabbet
Günden güne artar derd ile firkat
Garib başlarına kopar kıyamet
Divânenin ömrü beyhude geçer
12. Hanım derki ne beklersin yanımı
Var git herif sıkma benim canımı
Bugün gördüm filân kesin hanımı
Takmış kulağına elmas küpeler
1E. Oğîan derki benini nazlı cananını Sana feda olsun bu tatlı canım Sen ellere bakına kası kemanım
Bu kadar ettiğin cefâlar yeter
14. Hanım der ki ben de bir nâzik tenim
Var mıdır ellerden bir noksan yerim
Al ferace parlak potin isterim
Beklerim tez al gel akşama kadar
15. Kocası der nedir bunun çâresi '
Kesilmiyor mesârifin âresi
İki cebimde var bir mum paresi Alamam efendim yokdan ne biter
16. Hanım der ki yarın eyleme ihmâl
Bul bir zengin âdem var eyle suâl
Yüzde on faiz ver bir ağadan al
İşini bilene yok mu sîmü zer
17. Kocası der ben bu işi bilemem
Sonra uhdesinden beri gelemem
Vakti dolar paraları veremem
Gider Ağa bizi arzuhal eder
-
Hanım der ki ya al ya beni bırak
İşte sana oldum yıldızdan ırak
Gayri var git başın çaresine bak
Akşam eve koymam gelirsen eğer
-
Kocası der evim elimle yıkdnn
Sen benden usandın, ben senden bıkdım Altı ayda onbin kuruşdan çıkdım Elverir elinden gayri elhazer..
-
Hanım der ki bak bak bu herif kaçık
Hiç kadın olur mu böyle ap açık .
Her neyin var ise al evimden çık
Bundan sonra bana lâzım değil er
-
Kocası der benim nazlı cananım
Emrini tutmaya yoktur kolayım
Mevlâm versin ben de sana alayım
Elmas küpe yüzük cevherli kemer
-
Hanım der ki sonra nadim olursun
Ne borç eder ne kimseden alırsın
Rakıya şaraba para bulursun
Yuvarlarsın kuruşluğu ikişer
-
Kadın kocasını eder istika
Hâkim kapusunda görülür dâva
Derler ki bu kadın yâr olmaz sana
Koyver yakasını olma derbeder
-
Oğlan der ki bunun her bir sözü ok "
Hâne harâb oldum çok yıkıldım çok
Bir para vermeğe iktidarım yok
Yolumu yolsuza düşürdü kader
-
Kadın der ki dinle ey âîi himem
Nikâh nafakamdan geçtim istemem
Kurtulsam elinden daha gam yemem
Duyarsa validem kurbanlar keser
-
Hâsılı boşanır avret erinden
İyilik memul olmaz binde birinden
Mevlâ esirgesin karı şerrinden
Esir olmuş koç yiğitler "ne çeker
-
Ger olsa adamın elinde varlık
Beyhude çeker mi dünyada darlık
Yahu vezirlikdir şimdi bekârlık
Zîrâ destindedir çok hefti kişver
-
Eğer evlenmezse dünyâda insan
Ne ile dolardı bu kevnü mekân
Beyhude beyhude söylersin heman
Gedâî başında rûzigâr eser
BEKÂR BEY — Alemdar Mustafa Paşanın oğlu, asıl adı -tesbit edilemedi; babasının ölümünden sonra dünyaya gelmişdi (B.: Alemdar Paşa Vak'ası; Mustafa Paşa Alemdar). Müverrih Cevdet Paşa: «Bekâr Bey Tekkesi adı ile meşhur olan zaviyede uzun zaman şeyhlik yapmışdır» diyor; hayatı hakkında bilinen de bundan ibarettir. «Bekâr Bey» lâkabının hiç. evlenmemiş olmasından ötürü takılmış olduğu kadar, «Bekaaî Bey» adının halk ağzında bozulmuş şekli olması da kuvvetle muhtemeldir.
BEKÂR BEY SOKAĞI — Samatyada Kürkçübaşı ve Kasapilyas Mahallelerin bir sınır sokağıdır. Küçüklanga caddesi ve Samatya caddesinin birleştiği nokta ile Yokuşçeşmesi sokağı arasındadır. Müverrihnaimâ, Sulubostan ve Başbakı sokaklariyle birer kavuşağı vardır. Yukarıda adı geçen caddeler başından gelindiğine göre iki arabanın geçebileceği genişlikte kabataş döşeli ve dik bir sokaktır. Sağ kolda Boşbakı sokağı kavuşağmdan sonra sola bir kavis çizerek Yokuşçeşmesi sokağı, Ispanakçı viranesi sokağı ile bir dört yol ağzı yaparak bağlanır. Üzerinde kapı numaraları 2-22, 1-21 olan biri üç katlı, ikişer katlı kagir çoğu yeni beton evler vardır. Aralarında iki ahşap, üç bahçeli, bir yarı kagir yarı ahşap, birer katlı kagir, dışı eski galvaniz kaplı bir katlı, bir bahçe içerisinde iki gece kondu gibi mütevazı evler görülür. Bir de arsa vardır. Sakinleri orta' halli ailelerle günlük rıziklarım temine çalışan aileler olduğu tahmin olunur (Kasım 1960).
Hakkı Göktürk
BEKÂRBEY TEKKESİ — Samatyada Yo-kuşçeşme sokağında bir rifâî dergâhı idi; 1894 deki büyük zelzelede yer ile bir yıkılmış ve bir daha-ihya edilmemışdi; Zamanımızda mevcud değildir. Adını burada uzun zaman şeyhlik yapmış Alemdar Mustafa Paşanın oğlu Bekâr Beye nisbetle almışdı.
BEKÂR ÇAMAŞIRCILARI — İstanbulun günlük hayatında önemli yer tutmuş esnafıdır; Tanzimat'dan önceki devirde bekâr odaları ile hanlarının bir bekâr çamaşırhanesi ile devamlı münasebeti vardı; bekâr uşağının çamaşır yıkayub kurutmaya yer ve zaman imkânları olmadığı için, haftanın tesbit edilmiş bir günün de çamaşırcının hammalı yıkanmış temiz ça-
— 2408 —
_ 2407 —
BEKÂR DERESİ
maşırları getirir, parası ile -kirli çamaşırları toplar giderdi. Çamaşırhaneler, Çamaşırcı dükkânları İstanbulun ayak takımının oturduğu semtlerde, mahallelerde idi.
Bekâr çamaşırhanelerinde çamaşır yıkayıcı olarak çalışanlar da yine birtakım bekâr uşakları idi. Bekârçamaşırı yıkayan kadınlar da artık yarı er'îekleşmiş, ar damarı çatlamış boyundan mahalle . karıları idi; çamaşırlarını yıkadıkları bekâr uşakları ile kendileri, yâhud elleri altında bulunan uygunsuz kadınlar arasında fuhuş rezaletleri eksik olmazdı. İstanbul zabıtasının Yeniçeriler elinde bulunduğu de-' virde ve'Yeniçerilerin de şehir eskiyâsı hâlini aldıkları son zamanlarında bekâr çamaşırhaneleri âdeta birer umumhane olmuşlardı. Bekâr çamaşırcılarının yine bekâr uşaklarından olması, çamaşırhanelerde kadın işçi kullanılmaması, çamaşır getirme veya alma bahanelerine bekâr uşaklarının çamaşırhanelere girmemeleri, bu işlerin de çamaşırhanelerin kendi adamları ile gördürülmesi daima ihlâl .edilen nizamlardan biri olmuşdur.
On yedinci asır ortasında Evliya Çelebi bekâr çamaşırcılarını hamamcılara yamak esnaf dan biri olarak gösteriyor ki şunlardır: • deilâkler, natırlar, çamaşırcılar, lekeciler, kil-ciler. Ordu-esnaf alayım tasvir ederken bekâr çamaşırcılarını şöyle anlatıyor ki hepsinin erkek olduğu aşikârdır: «Dükkân 300, neferat 500. Bunlar araba üzerindeki dükkânlara es-vab yıkayub sererek- geçerler».
Üsküdarlı halk şâiri Vâsıf Hoca İstanbul Ansiklopedisine şu hâtırayı tevdî etmişdir: «Haddehanede bulunduğum sıralar, 1883 -1885 arası olacak, yeni tüylenmiş bir gençtim, arkadaşlarım arasında Unkapanlı Mehmed adında bir genç vardı, güzelliğinin şöhreti bütün Tersane muhitini tutmuşdu; güzel olduğu kadar da pençeli, bıçkın meşreb idi. O.tarihlerde Hasköyde bekâr çamaşırcıları vardı; Mehmed'den dinlemişimdir, semtlerinde zengin bir dul hem güzel hem de bıçkın olan Meh-mede gönül vermiş, perşembe ve cuma izinlerinde yolunu bekletüp nâmeler göndermiş, anlaşmışlar; ondan sonra Mehmed her cuma sabahı Hasköydeki çamaşırhaneye taşınmaya başladı idi. Dul hanım sırtına eski bir çarşaf geçirip yarım pabuç, terlik, takunya ile çamaşır yıkayıcı kılığında gelir, orada mahbubu ile buluşur imiş».
İSTANBUL
BEKÂR DERESİ — Boğaziçinde Çe'ngel-•köyünde olub Büyük Çamlıca Tepesi ile Çakal Dağı .eteklerinden dökülüb gelir ve bu köyün bulunduğu koyda Boğaza dökülür. Derenin iki , kenarı boydan boya meyva bahçeleri ve bostanlarla kaplıdır. Adını hangi münâsebetle aldığı
tesbit edilemedi.
Bibi. : Boğaziçi, Şirketi Hayriye yayını.
BEKÂR DERESİ ÇEŞMESİ — Çengelkö-yünde Bekârdere So-kağındadır; yüzü granit taşından yapılmış olup yekpare iki ince mermer sütun ve bu sütunlar üzerine atılmış bir kemerle tezyin edilmişdir, üst silmesi ikisi düz biri destere dişi tuğla ile yapılmışdır; ayna taşında kabartma tezyinat vardır; mermer teknesi yola nisbetle çukurdadır; kitabe taşında «Ve minel mâi külli şey'in hay» âyeti ile hicri 1325 (M. 1907) tarihi yazılmış olub yapdıranın adı yokdur. Hâzinesi kabataş ve çimento ile yapılmış olup üstü kiremitli çatı ile örtülmüş-dür. Çengelköyünün o civar sekenesi su ihtiyacını bu çeşmeden temin eder. Mahalle halkının rivayetine göre Aliye Hanım adında bir kadın tarafından yaptırılmıştır, inşası bir zabıta vak'asına bağlanır: eskiden o civar halkı suyunu köyün daha gerilerinde bir çeşmeden getirirmiş, bir akşam suya giden genç ve güzel bir kadına civardaki bostanlarda çalışan bekâr uşağı yanaşmalardan iki üç adam tecâvüz etmişler, vak'a köyde büyük teessür uyandırmış, bu teessür ile dir ki semt sakinlerinden Aliye Hanım mahalle içinde bu çeşmeyi yaptırmış (1948).
Hakkı Göktürk
BEKÂR DERESİ SOKAĞI — (B.:, Çengelköy ü).
BEKÂR HANLARI, BEKÂR ODALARI — Fetih'den" Tanzimat'a kadar, dört asır boyunca İstanbulda bekâr uşaklarının toplu olarak iskân edildikleri yerlere verilmiş olan isimlerdir. Bekâr uşağının tarifini, hayatını ve dört asır boyunca tâbi olduğu nizâmı bu ansiklopedide müstakil madde olarak tesbit ettik (B. : Bekâr, Bekâr Uşağı).
Zamanımızda da yurdumuzun herhangi bir köşesi halkından olup iş hacmi dar olduğu için yoksulluk içinde yaşayan ve büyük şehir İstanbula para kazanmak için gelenler pek cokdur, beldenin, bilhassa son yıllarda nüfusu-
ANSİKLOPEDİSİ
nu sür'atle ve gayri tabiî olarak kabartan bu diyar garibi bekâr uşağı.amele, Irgar, işçi akınıdır (B.: Amele). Fakat artık, «bekâr uşağı», İstanbulda yaşayış hürriyeti tahdid eden, kendilerini dâima göz önünde, kontrol altında bulundurmak için belli, hükümetçe tâyin edilen hanlarda ve odalarda olurmağa mecbur kılan bir damga olmakdan çıkmısdır: zamanımızın İstanbul bekâr uşakları, şehrin yerleşmiş halkından farksız, maddî imkânları ölçüsünde dilediği yerde oturmaktadır: Bir kısmı yine hanlarda, bekâr odalarındadır, fakat bunları da artık yalnız bu diyar garibi bekâr taifesinin oturduğu yer olmakdan çıkmısdır. İçlerinde şehrî bekârlar da barınmaktadırlar.
Eski bekâr hanlarının hepsinin isimlerini tesbit edemedik; Bekâr Hanı oldukları kesin olarak bilinen Vefa Meydanındaki Büyük Vefa Hanı ile Sirkeci civarında Hocapaşa Hanı, Uzunçarşıda Silâhdar Hanıdır. Vefa Hanı yı-kılmışdır, en küçük bir izi bile kalmamışdır. Silâhdar Hanı, içine küçük atölyeler yerleşmiş ve harab halde durmaktadır. Fakat eski -.Bekâr Odalarının dış manzarası, iç görünüşü, plânı tamamen meçhulümüzdür.
Tarih kaynaklarımız arasında eski bekâr
ha-nlarmdan ve bekâr odalarından bahseden
tek eser Evliya Çelebinin ölmez seyahatnâme-
sidir. Aşağıdaki satırlar Evliyadan edindiğimiz
bilgidir: - -
«Bekâr odalarının, hâkim ve zabitleri var- ,, dır. Ancak kefili odalara koyarlar; XVII. asır ortasında başlıca bekâr odaları şunlardır.
«Yolgeçen Odaları - En büyük bekâr odalarıdır. 400 hücredir. Ama lüzumunda bin aded eli silâhlı yiğit çıkarır.
«Cebehâne Odaları - Mahmudpaşa yanında. • «Pertevpaşa Hilâlci Odaları - Süleymani-
«Karamah Çarşısı Odaları - Kırk bekâr-hâne.
«Gedikpaşa Odaları - Gedi-kpaşada.
«Azeb Odaları - Yedi aded odalardır, Un-kapanında (B.: Azebler)
«Mercan'da Pabuccu Odaları - Sekiz aded bekâr odalarıdır.
«Bir kere Kanunî Sultan Süleyman Han Yeniçerilere kırılarak gazaba geldiğinde:
— Terbiyeli olun, yoksa sizi Mercan Çarşısında Pabuccu Bekârlarına kırdırırım!., demiş.
BEKÂR HANLARI, ODALARI
«Bu söz pabuccu be-kârlarma vardığında der akeb eli muştalı beli puşkalı kırkbın nâmdar yarar fetâlar «Allah!. Allah!..» diyerek Babı Hümâyundan içeriye girmiş ve bir de gülbaııgi Muhammedi çekmişler. Süleyman Han işitdiğinde bunların eşbehlerini, (göste; rişlilerini, ileri gelen kabadayılarını) huzuruna çağırıp:
-
Nedir şehbazlarım? diye sormuş.
-
Demin Yeniçerileri kırdırmak için
bizi istemişsiniz, ferman Padişâhınuzındır, iş
te bir göz kırpıması içinde kırk bin yiğit ha
zır basdır, eğer sabaha kalacak olursa seksen
bine çıkarız, ferman buyurun!, demişler.
Süleyman 'Han haz idüb :
— Benden ne diler iseniz dileyin!, dedik-
de:
— Pâdişâhım! makmız sûkî sultanîde bahâsı malûm o.lmak için bir pabuç ve mest yüz, ikiyüz hesab ile satılsın!, diye.rica etmişler, Ricaları kabul edilmiş.
«İstanbulda daha bir çok bekâr odaları vardır. Bunların her birinde iHîser yüz adam vardır ki sarıca arı erlerdir».
O tarihte İstanbulun şöhretleri bekâr odaları arasında, kendi adına nisbetle anılan semtde «Saraçhane Odaları» ile Kasımpaşada «Debbağhâne Odaları» idi; bunlar bu bekâr uşaklarının, hem sanatlarını işledikleri hem de içinde barındıkları birer kışla - imalâthane idi. Evliya Saraçhaneyi hiç tarif etmiyor, Kasımpaşa Debbağhânesinden ise bekâr odaları diye aydınlatmadan söyle bahsediyor:
«Kasımpaşada ezcümle debbağlar esnafı .gümrâh taifedir; 300 kadar büyük kârhâneleri vardır -ki her birinde yirmişer otuzar zeberdest pehlivanlar işler. Bu taife arasına bir kanlı veya hırsız girse cümlesi bas "kaldırıp o mücrimi hâkime vermezler. Amma o mücrim de ölünceyedek bunların içinden halâs olamaz, bir hizmete tâyin ederek sanatı öğrenir ve ha-râmilikden müstağni olur». Bu satırlar içinde bekâr uşakları işleyen bir kışla - imalâthane tasviridir. Nitekim büyük muharrir Yedikule Debbağhânelerinden bahsederken debbağ esnafının cümle bekâr uşakları olduğunu açıkça yazıyor:
«300 aded debbağ dükkânı, 50 aded tut-. kalcı kârhânesi, lebideryada 70 aded kirişçi kârhânesi vardır. Amma müteehhil mahallesi azdır. Cümlesi bekârlar pazarıdır. Kavga ol-
BEKARLIK SULTANLIK
— 2408
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2409
BEKARLIK SULTANLIK
dukda 5000 tuvana debbağ bekâr şehbazlar çıkar ki her biri demirden insana benzer».
Evliya Çelebinin bu notlarından açıkça anlatılmış gibi anlaşılıyor ki bekâr odaları ve hanları bir misafirhane, otel yahud bir kışla -imalâthane, bekâr uşaklarının başına buyruk barındıkları yerler değildir. Yeniçeri .Ocağı teşkilâtında olduğu gibi odabaşı denilen ko-ğuş-oda zabitlerinin nezâretinde, ve odabaşı-ların da üstünde müessese âmirlerinin idaresinde disiplinli yerlerdir. Kefilsiz adam alınıp barındırılmamakla da, dolayısı ile yabancı, bilhassa serseri, uygunsuz güruhu, oda sakinlerinden bir bekâr uşağının misafiri olarak dahi kabul edilmemektedir. O Hayatı yaşamış gibi güvenle söyliyebiliriz, bekâr hanlarının ve odalarının kapıları sabah ezanı açılmakda ve akşam namazından sonra da kapanmakda, hattâ yatsı namazı handa veya odalarda kılın-makda idi..
. O asırlarda «oda» koğuş mânasına kullanılırdı; bu kelimenin çoğulu «odalar»da kışla anlamına gelirfii, nitekim İstanbuldaki iki Yeniçeri kışlasının isimleri «Eski Odalar» ve «Yeni Odalar» dır, bu yoldan «Bekâr Odaları» da, hanlardan daha büyük «Bekâr Kışlası» anlamına kullanılmış olacakdır.
XVIII. asırda devşirme kanunu kaldırılıp Yeniçeri Asker Ocağının kapusu herkese açılınca, hemen hepsi ayak takımından olan, daha yerinde bir tâbir ile İstanbul şehrinin ayak takımını teşkil eden bekâr uşakları hemen yolunu bulub ocağa yazıldılar; ve ocağın disiplini süratle bozularak İstanbulun bir eşkıya yatağı, haline geldi; bekâr hanları ve odaları da evleviyet ile, tamamen kontrolsüz, disiplinsiz, müverrih Cevdet Paşanın güzel tâbiri ile birer «Dârülnedvei haşarat» oldu; («Dürülnedve» Peygamberimizin aleyhinde bulunanların toplandığı yerin adı; tezvir ve fesad erbabının meclisi).
Son bekâr odalarının hâlini anlatmak için, o devri yazmış olan müverrih Cevdet Paşanın kendi adına nisbetle anılan meşhur târihinden iki parça nakletmekle iktifa ediyoruz; hicrî 1226 (M. 1811) vekaayiinden:
«Üsküdarda Balaban iskelesi arkasında -ve debbağhâne cidarında ve sahili deryaya yakın diğer köşe ve kenarlarda bulunan bekâr odaları ötedenberi Dârülnedvei Eşkiyâ ve erâ-zili eşhasa me'vâ olup bu esnada bâzı eşkiya
bir kaç ehli ırz hâtûnları cebren mezkûr odalara götürmek üzere .yoldan çevirecek olduklarında Üsküdar ehâlisi toplanub kurtarmakla keyfiyeti Bâbıâliye ihbar etmeleri üzerine bu odaların yıkılması için ferman çıkub bostancı-başı, sekbanbaşı ve mimar ağa recebin üçüncü çarşamba günü (24 haziran) Üsküdara ge-çüb ikiyüz kadar bekâr odalarını yıkdılar. Bâzılarında çocuklu kahbeler için beşikler çık-mışdı» (B.: Balaban).
Hicrî 1227 (M. 1712) vekaayiinden:
• «Veba salgınının başlıca sebeblerinden birisi (B. : Bin ikiyüz yirmi yedi salgını) fisik ve zina çokluğu olduğundan uygunsuz takımının oturdukları bekâr odalarının yıkılmasına ferman çıkdı; kaymakam paşa, mimar ağa ve ocaklıdan' bir mikdar zâbitan Bağçekapusuna gelib Melekgirmez Sokağındaki (B.: Melekgir-mez Sokağı;^ Hidâyet Camii) ve kayıkhaneler üzerindeki odaların cümlesini bir kaç saatde yıkdılar. Kaptan Paşa da Galata ve Kasımpaşa taraflarındaki kalyoncu ve kalafatçı erâzili odalarını yıkdırttı. Bâzı kagir hanlarda olan erâzil ve fahişeler de çıkarılarak odaları mühürlendi. Yıkılan ve yıkılamayub da mühürlenen odaların bâzılarında vebadan henüz ölmüş erkekler ve fahişelere de rastlandı».
Cevdet Paşanın bu fıkrasında, son bekâr odalarına alenen fahişe kapatıldığı açıkça gösteriyor, yine buradan bekâr odalarının umumiyetle ahşab yapılar olduğu anlaşılıyor. Müverrih kaydetmiyor ama, yıkdırılan bekâr odaları ile mühürlenen han odalarından çıkarılan bekâr uşaklarının memleketlerine sürüldüğü aşikârdır.
BEKARLIK SULTANLIK MI DEDİN. —
Ahmed Midhat Efendinin «Letâifi Rivâyat» külliyâtının onuncu kitabının ikinci küçük hikâyesinin adı; eser hicrî 1294 (Milâdî 1877) yılında neşredilmişdir (B.: Ahmed Midhat).
Muharrir, eğlence yerlerinde rahatça ge-zib tozmak için bekâr hayatına özenen gençlere o âlemin insanı kese ve sıhhatçe yıpratan taraflarını göstermek istemiş, «Bekârlık Sul-tanlıkdır» diyen kalender sözüne inanmış kahramanını o âlemlerde bir yıl dolaştırdıkdan sonra hakikî sultanlığa temiz bir türk kızı ile evlendirerek nâmuskâr aile yuvasındaki saa-detde kavuşturmuşdur.
Hikâyenin mevzuu gaayet basittir; fakat geçen asır sonundaki Beyoğlunu tasvir bakımından çok kıymetli bir vesikadır. Bâbıâliden yetişmiş olan Surûri Efendi 21-22 yaşlarında iken Kastamoniye memuriyetle gider; bekârlığın sultanlık olduğuna inanmışdır, bir gün Beyoğlunda sultan gibi bekâr hayatı sürmek için onbes sene kaldığı Kastamonide birikdir-diği 2500 altını kemerine koyar ve 36-37 yaşlarında İstanbula döner, Beyoğlunda bir otele yerleşir; altınları ile «Konsolid» denilen o devrin faizli tahvillerinden satın alır, aylık faiz geliri 25 altın tutmaktadır,; ama paraya dokunmadan bu 25 lira ile gül gibi geçinirim der, fakat, irâde sahibi oldu ve hesabını da pek iyi bildiği halde ğeçinemez; her yerde gördüğü hürmet, alâka, hizmet daima bir riyakâr menfaat içindir. Yüz sene evvelki Beyoğlunu tasvir eden aşağıdaki satırlar bu hikâyeden seçilmiş parçalardır.
1877 de Beyoğlunda bir otelin bir haftalık masraf faturası,— «Amerikan Hoteline geldiğinin tamam haftası, bir cumartesi günü ho-telci bir haftalık masarif defterini takdim eder. Kuşlukda, akşamda yenilmiş on iki aded bifteğin beheri altışar kuruşdan 72 kuruş. Şu kadar makaronya 2 şer kuruşdan bu kadar, ve şu kadar ıspanak 4 derden bu kadar, elma tatlısı, ayva soğuğu, but sıcağı gibi kalemler yek diğerini tâkib ettikçe, biçâre adamcağız akşam rakıcağızmı kadeh hesabı ile iç-diğinden, kadeh adedlerine katılacak fesadı tarife hacet yok, altı gün zarfında 145 kadeh rakı 40 paradan, ve 15 konyak 60 paradan, 28 bira 2 kuruşdan yalnız içki parası 123,5 kuruşa vardığına görünce... hesabın yekûnu 7 lira 3 mecidiye 3 çeyreğe baliğ olduğunu...»
Otelde yatıp kalkan bekârlara karşı muamele — «Bir otele 'girildiği zaman yeni müşteriye o kadar riayet, hürmet, ikram ederler ki gerçekden prensler dahi bu kadar ikram görür. Lâkin bu bir hafta devam eder. İkinci hafta uşağı çağırdığınız zaman:
— Mösyö, geliyor! diye ses verdiği halde bir saatde gelmez.
«Su şişesi, kadehleri temizlenmez. Yatak gaayet ehemmiyetsiz bir yolda düzeltilir. Kahve güzel kaynamadan gelir. Hafta üç oldukda en fena biftek size gelir, üç günden kalma makarna size takdim olunur».
a Kafe Kurun — «... mütekaabil bulunan aynaların iki sıra yanmakda bulunan gazları yekdiğerine aksettirerek bu suretle ayna ayna içinde ve gazlar diğer gazlar hizasında gözün vâsıl olamayacağı yere kadar uzayıp gitmesi..».
Kafe Kristal — «... tekmil hizmetçileri kızlardan intihab edilmiş. Şu taraf da on tane perîpeyker alman kızları çalgı çalıyorlar. Birkaç tane âfeti cihan fransız işvebazları şarkı çağırıyorlar. Koca salon kırk elli gazla tenvir edilmiş. Hizmetçi diye çağıracağın herkesin nazarı rağbetini kazanabilecek bir mahbûbe-dir, ne de şeker handelerle geliyor. Vereceğin topu 60 para. Çalgı çalan kız nihayet dört defa gelirse onar paradan l kuruş da ona verirsin. 100 para ile prensler gibi vakit geçir.
«... çalgıcı alman kızlarının fasıl arasında müşterilerin yanma gelerek yarım yamalak türkce ile çıtı pıtı diller dökmeleri..
«... bir akşam bunlardan birini yanınıza davet edersiniz, fakat ikinci akşam iki üç olub gelirler. Kendilerine ikram için ne istediklerini sual edince mutlakaa sütlü kahve ile pasta isterler. Ama pastaları ceblerine koydukları bin defa görülmüşdür, sonradan yemek için değil, kahveciye satmak için».
Kafe Kristal ve Kafe Flam gibi şarkılı kahvelerdeki hizmetçi kızları gece evlerine götürme şerefi — «... işbu hizmetçi kızlar gece yarısından sonra hanelerine avdet ederlerken bir müşterinin kendisine refakat etmesi, oradan dönme zahmeti olmayub o gece. o evde müşteri efendiye de bir yer bulunabilmesi âdet hükmündedir. Siz de o gece hizmetçi hanımı hanesine kadar götürmek nimetinin kendinize teveccüh etmesi gayreti ile konyakların veya şartrözlerin yekdiğerini teakub etmesini ez cânü dil istersiniz. Gece yarısından sonra kadar kalırsınız, bir de hizmetçi hanım:
— Affınızı rica ederim, bu gece refakat için başka efendiye söz vermişdim, size de başka bir zaman için söz veririm!, deyince ne olursunuz?..».
Alkazar — «... orada da mızıka var, fakat alman kızları yok., şarkılar dinle, "pandomi-malar seyret, danslar seyret! yalnız bir kahve 2 kuruş..».
BEKARODASI SOKAĞI
2410 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2411
BEKÇİ
Dostları ilə paylaş: