Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə31/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   76

Hakkı Göktürk

Türkiye KHşehanesi

1STANBULDA BİR KADINLAR HAMAMI



(Fausto Zonaro'nun tablosundan Sabiha Bozcalı eli ile)

Doğuş Matbaası

ANSİKLOPEDİSİ

— 2549


BERNARD (Dr.)


BERNARD (Charles Ambroise) — Viyanalı değerli bir hekim, Türkiyede batılı kafası ile tıb öğretimi yolunda kısa zamanda çok büyük hizmetde bulunmuş bir ilim adamı; «Muallim Bernard» diye meşhurdur; aşağıdaki hal ter-cemesini Türk Ansiklopedisinden alıyoruz:

1806 da doğdu; 14 mayıs 1839 da İkinci Mahmudun bir nutku ile açılan Galatasarayın-daki Mektebi Tıbbıyei Şahaneye muallimi evvel (baş öğretmen, dekan - profesör) olarak bu inkilâbcı pâdişâh tarafından Yayana elçiliğimiz vasıtası ile İstanbula getirildi; ki Sultan Mahmud o meşhur açılış nutkunda bu gene hekimden bilhassa bahsetmişdir: «Doktor Bernard'ı sizin için mahsus celbettim, Arvu-panm birinci derecesindeki hekimlerindendir; . Bu adamdan ve şâir hocalarınızdan tababet ilmini tahsile çalışın ve tedricen türkçeye alıp lisanımız üzere tedavülüne çalışın» demişdir.

Galatasaray Tıbbiyesinde baş öğretmenlikle beraber seririyâtı dahiliye, emrazı dahiliye ve seririyâtı hariciye muallimliği yapan ve pâdişâhın teveccühüne dayanarak çalışmaya başlayan Prof. Dr. Bernard, bu mektebi batı memleketlerindeki tıb fakülteleri programlarına göre .düzenlemiştir; (tababetin bu ilmin sâhiblerine servet temin eden bir meslek olmayıp, hekimin, muzdarib insanların yardımına koşan fedakâr kimseler olduğunu telkin ile tabib olacak gençlere meslek terbiyesi ve ahlâk üzerindeki 'koruyucu baskısına inanmış), kendisi hıristiyan olduğu halde müslüman talebelerinin muntazaman camie devam etmelerine ve islâm akrdesince temizlenmeleri için de hamama gitmelerine bizzat nezâret etmiş, hizmet ettiği beş yıl içinds gece ve gündüz mektebden ayrılmamıştır.

İkinci Sultaa Mah


mud Galatasaray Tıb
biyesinin açılışından
az sonra, yine o 1839
yılında vefat etmiş,
yerine pek gene yaş-
da bulunan oğlu Ab-
dülmecid pâdişâh ol
muş; Galatasaray Tıb
biyesinin imtihanla
rında bulunan yeni
hükümdar, talebele
rin imtihandaki başa
rılarından ötürü Mu- Dr> Beraard
allim Bemarda pek (Kesim: B. Seren)

çok iltifatda bulunmuş, gene padişahın da itimadını kazanan profesör 1841 de anatomi dersinin ölüler üzerinde (kadavra üzerinde) gösterilmesi için bir irâdei seniye almaya muvaffak olmuştur; 1842 de ameliyat hastahânesi denilen hariciye kliniğim kurmuş, mektebde bir de nebatat bağçesi yaptırmışdır.



V

J

Dr. Bernard'm merkadi (Semavi Eyiceniıi arşivinden)

Tıbbiyedeki vazifesinden başka İstanbul-da>ki Avusturya Hastahânesinde 'de hekimlik yapan Muallim Bernard 2 kasım 1844 de henüz 38 yaşında iken ölmüş ve ölümü İstanbul-da pek geniş ve derin teessür uyandırmışdır.

Derslerini fransızca okuturdu; İstanbul-da fransızca olarak basilmiş dört eseri vardır: Leş Bains de Brousse (1842), Elements de Botanique â l'uzage deş eleves de l'ecole de medecine de Galatasara'i (1842), Precis de per-cussion et d'auscultation (1843), Pharmacopee Militaire Ottamane (1844).

Bunlardan birincisi 1844 de Abdülmeci-din Bursaya seyahati münasebeti ile «Kaplıca Risalesi» adı ile türkçeye terceme edilmişdir (Türk Ansiklopedisi, cild VI).



BERNHARDT (Sarah)

2550 —


İSTANBUL,

ANSİKLOPEDİSİ

— 2551 —

BERNHARDT (Sarah)




Dr. Bernard Avusturya tebaası ve katolik olduğu için Avusturya sefarethanesinin şapeli vazifesini de gören Beyoğlunda Santa Ma-ria Drap.eris Kilisesinin hududları içine def-nedilmişdir. Aşağıdaki satırları, bu merkadi ilk tetkik eden kıymetli gene bilgin Semavi Eyice'nin bir makaalesinden alıyoruz :

« Dr. Bernard'ın mezar âbidesi tama


men mermerden inşâ edilmiş olup arkasında
ki duvardan 0.40 m. dışarı taşkındır. Âbide
başlıca iki kısımdan ibarettir. En geniş kısmı
bir metre kadar olan mermer bir sanduka
-birinci kısmı teşkil etmekde, buna mukaabil
ikinci kısım, üst tarafı tezyinatlı kitabe lev-
hasıdır. Âbidenin umumî yüksekliği iki met
reyi geçmektedir. Üzerleri birer rozet ile
süslü iki ayağı olan sandukanın altında zen
gin profilli bir saha bulunmaktadır. Bu kıs
mın yukarı sathında kabartma olarak defne
dallan işlenmiş ve simetrik bir şekilde iki ya
na uzanan defne yapraklarının ortada birleş
tikleri yerde boş bir saha bırakılmışdır, ki bu
rada evvelce bir arma veya monogramın
bulunmuş olduğuna ihtimal verilebilir. Âbi
denin gövdesi l m. 92 yüksekliğinde ve üstte
O m. 79, altta l m. 02 genişliğinde olan düz
bir satha sâhibdir. Bunun üzerinde 14 satır
lık fr ansızca kitabe muhtelif ölçüdeki majüs-
kül harflerden oyma olarak hakkedilmiş ve
son iki satırın arası ufak bir çizgi ile tefrik
edilmişdjr. Kitabenin tercümesi şudur :

«23 şubat 1808 de Prag'da doğan, Galata-sarayı Mektebi Tıbbiyei Şahanesinin kurucusu ve ilk müdürü, merhameti ile olduğu kadar hazakati ile de bütün beşerî ızdırabların din-diricisi, tıb ve cerrahî doktoru, Charles Am-broise B.ernard gayreti ve yorulmak bilmeyen faaliyeti sayesinde bir mevki ve bir şöhret temin ettiği, gıbta uyandıran 'bir bahtiyarlığa erişdiği bir sırada, 36 yaşında 2 kasım 1844 de İstanbulda vefat etti. Fakirler onun arkasın-, dan ağladılar. Bu âbideyi onun hâtırasına yaptıran dul karısı, onu, sâlih kimselerin dualarına emânet eder.

«Dr. Bernard'ın mezarının tanınması ile İstanbulun tarihî eserlerinden biri daha tes-bit edilmiş oluyor..» (Semavi Eyice, Mektebi Tıbbiyenin ilk müdürü Dr. Bernard'ın mezarı; Tarih Dergisi, cild II, 1952).

Semavi Eyice; doktorun -küçük adını kabir kitabesinden Ch. Ambroise olarak tesbit ediyor; Türk Ansiklopedisi ise Ch. Aubois

olarak alıyor, biz, hal tercemesinde nakletdiği-miz kitabe kaydini tercih ettik.

BERNHARDT (Sarah) — Adı yazılış şekline göre değil, yalnız kendine mahsus istisnaî olarak «Sara Bernar» diye okunur, asıl adı da Rosine Bernard (Rozin Bernar) dır; geçen asrın ikinci yarısı ile asrımızın başlarının ünlü Fransız aktrisi; zamanında dünyanın en büyük şöhretlerinden biri olmuş sahne sanatkârı hüviyetinin yanında roman yazarı, ressam ve heykeltıraş; 1844 de Parisde doğdu, ciddî bir tahsil üe sağlam edebî kültüre sâhib olarak Kon-servatuvarı bitirdi. Lirik yaradılışı, güzelliği ve sihirkâr sesi ile bir hilkat bedîası idi, ilk şöhretini 1869 da Odeon Tiyatrosunda, o zamanlar pek gene bir şâir olan François Coppee (Fransuva Kope) nin «Le Passânt = Gsçici adam» adındaki küçük manzum piyesinde «Za-netto» rolü ile yapdı, ki Zanetto bu piyes-de bir âşık delikanlıdır. Sarah Bernhardt Zanetto olduğu zaman henüz yirmi beş yaşında idi, şöhret yoluna tüysüz bir delikanlı olarak girmiş olan büyük sanatkâr, yıllarca sonra, yaşı altmışını aşkın olduğu zamanlar da sahneye ondokuz yaşında bir kız olarak çıka-cakdı.

Parisin, Fransanın, hattâ Batı Avrupanın en büyük sanat müesseselerinden Comedie -Française (Komedi - Fransez)'e girdi; Port -Saint-Martin (Por Sen Marten), Vaudville (Vodvil) tiyatrolarında oynadı ve 1893 de Re-naissance (Rönessans) Tiyatrosunun sahibi oldu, sonra Parisde Chatelet Meydanında «The-atre Sarah Bernhardt» ı, Sara Bernar Tiyatrosunu kurdu. Fransa dışında turnelere çık-dı, Avrupanın hemen her tarafında Fransız sanat ve edebiyatının mümessili olarak dolaş-dı, Rusyaya gitti, Amerikaya gitti, 1888, 1904 ve 1908 de üç defa da İstanbula geldi, her yerde Fransaya ve Fransız milletine karşı öylesi: ne bir sevgi topladı ki 1914 de Fransa Cumhuriyeti tarafından «Legion d'Honneur» nişanı ile taltif edildi.

Rollerini dâima yaratarak oynayan bu sanat hârikası kadın, 1914 de kangren olan bir ayağı kesildikden sonra da sahneye çıkdı, .o hâli ile dahi hayranlarını teshir etti; 1923 de Parisde öldü, ölümü Fransa için bir millî matem oldu, yalnız parisliler tarafından değil, vatanının her tarafından ve Avrupanın her köşesinden koşub gelen Fransızlar ve sanatse-

verler tarafından pek muhteşem bir törenle kabrine tevdi edildi.

1882 de yunanlı aktör Jacque Damala (Jak Damala) ile evlenmişdi, fakat geçineme-yib bir sene sonra ayrıimışdı, bu izdivacdan bir oğlu olmuş, onu da babasına vermemişdi.

Bir yazar olarak «l'Aveu» (İtiraf), «Ad-rienne Lecouvreur» ve «Un coeur d'homme» (Bir insan kalbi) adındaki romanları aktris şöhretinin yanında çok sönük kalır.

1888 de İstanbula ilk gelişi, belki kendisinin de asla haberdar olmadığı bir gizli tahkikata sebep olmuştur; devrin hükümeti, dünyâ yüzünde şöhret 'büyük bir sanatkârın gelişini İstanbul için bir sanat hâdisesi olarak karşılayacak yerde, bu ziyâretde bir gizli ve kötü maksad aramıştır ve bazı mülevves hafiyelerin fırsatı ganimet bilerek verdikleri j ur- < nallara ehemmiyet ve kıymet vermişlerdir; bu yolda Başbakanlık arşivinde iki kıymetli vesika vardır.

Muhterem Faiz Demiroğlunun birer suretini çıkararak Niyazi Ahmed Banoğluna tevdi ettiği, aziz dostumuz Banoğlu tarafından da İstanbul Ansiklopedisine verilen vesikalar şunlardır :



l — Zabtiye Nazırlığı tarafından ilk tahkike memur edilen M. Kâmil adındaki zâtin 5 aralık 1888 tarihli raporu :

«Oyunculukta Avrupaca kesbi şöhret etmiş olan Fransa tebaasından Madam Sara Bernar, onsekizi zükûr (erkek): ondördü ünas (ka ; dm) olmak üzere otuz iki oyuncu ile Kalas'tan bugün Dersaadete gelerek Beyoğlunda Ho-tel Ruvayal'e indikleri maruzdur. M. Kâmil».

2 — Zabtiye Nazırının Padişahdan aldığı irâde üzerine 6 aralık 1888 tarihli mufassal tahkikat raporu :

«Bu kere Dersaadete gelmiş bulunan Tiyatro kumpanyasına mensub Sara Bernar nam aktris ile beraber Damale namında biri bu-lunub Damale'nin suikastçı bir adam olduğu ve bunun Sara Bernara alâkası bulunduğu istihbar kılınmış olduğundan, bu kumpanya içinde Damale namında bir adam olub olmadığının ve Sara Bernar ile en ziyade münasc-' batta bulunan kim idüğünün tahkiki ile neticenin arzı atebe kılınmasını mutazammın hususî tezkereleri alındı. Derhal tahkikata girişildi. Damale Yunan zadeganından olup servetini tiyatrolarda ifna etmiş, nihayet hasıl olan alâkaya mebni Sara Bernar ile onbeş se-

ne evvel Londrada akdi'izdivaç ettikleri, ta-rafeyin yekdiğerini sevüb namus dairesinde yaşadıkları halde hasbelmeslek mezbûre kendisini şahsı vahide hasretmemek istemesinden olmalıdır ki beyinlerine münazaa ve o sebeb-le talak vukuu ile mufarekat eylemişlerse de merkum tahammül edemeyerek ve merkûme dahi merkum olmadıkça kumpanyanın idâr,e ve intizamı muhtel olacağını bilerek tekrar birleştikleri, gerçi nikâhsız iseler de yekdiğeri ile zevç zevce gibi gayet muhibbâne ve na-muskârane bir surette geçinmekte oldukları ve merkumun şimdiye kadar yalnız parasını israftan başka namus ve insaniyete mugaye-ret eder bir hâli görülmediği ve meslek ve maksatları hoş vakit geçirmekten ibaret olduğu; Sara Bernar'ın Damale'den başka kimse ile münasebeti olmadığı anlaşıldı, şu hâle göre suikastcılık şöyle dursun, bunlardan uygunsuz bir fiilin sudûrü bile muhtemel olmadığından bu söz olsa, şayet bunlar huzuru hümâyunda icrâyi lûbiyate davet olunur ve mazharı mükâfat olurlar mütalâası ile ve buna mümanaat maksadı ile anları çekemeyenler tarafından tasni ve işaa edilmiş foirşey ol-. mak lâzımgeleceği ve bu kumpanyanın perşembe gecesinden itibaren altı gece mütevali-yen Beyoğlunda Yeni Fransız Tiyatrosunda icrayı lûmiyât ettikten sonra önümüzdeki salı günü İskenderiye veya Atinaya gidecekleri söylenmekte, mamafih İskenderiyeye gitmeleri daha kuvvetli olduğu maruzdur».

Sarah Bernhardt'ın İstanbula ikinci gelişi o zamanın en büyük gazetelerinden «Sabah» m 6 aralık 1904 tarihli nüshasında ancak aşağıdaki satırlarla aksettirilmiştir :

«Evvelce de yazmış olduğumuz veçhile Fransa aktrisleri meyâmnda büyük bir şöhret iktisab etmiş olan Madam Sara Bernar dün Romanya postası ile şehrimize gelmiş ve cumartesi günü sabahleyin Loyid vapuru ile Dersaa-detten azimet mukarrer bulunmuşdur. Mumaileyhe dün akşam Tepebaşı Tiyatrosunda «La Dame aux camelias» (= Kamelyalı kadın) piyesini mevkii temaşaya vazetmiştir».

Sarah Bernhardt üçüncü ve son defa olarak İstanbula 1908 kasımında geldi. Edebiyatı Cedide nesrinin en güzel parçalarından biri olan Cenab Şahâbeddinin «Sara Bernardt» başlıklı yazısı büyük sanatkârın bu gelişinin en güzel hâtırasıdır; yazı şudur :

«Beş gündenberi memleketimizin kata-


— 2553 —

BERNHARDT (Sarah)


râtı şitâ ile ıslanmış duvarları arasında bir hârikai tabiat yaşıyor; Sara Bernar en şümullü mânâsı ,ile ibir bedi-ai hilkattir.

«Fransız kanı ile alman kanının mâyei muhabbetle imtizacından vücuda gelerek (val-desi alman, pederi fransız) Parisin cevvi irfanı içinde büyüyen bu nâdirei fıtratı, kemâli cesaretle itiraf edelim, biz tamamiyle anlayamayız, o bizim için az çok derbestei râz bir neşîdei zîruhdur.

«Dostlarımız ile vedâlaşmaksızın Bursa seyahatini göze aldıramıyan bizler için şehâbı arzî gibi kıtaatı hamse arasında yılankavi uçan bir hârikai zekâ biraz ucube değil midir?

Sarah Bjernhardt (Resim : S. Bozcalı)

ISTANBU7.
— 2552 —

«Bir mevsimi şimalin buzları içinde, iki ayrı mıntakai harrenin ummanı rîkü remâdı ortasında geçirerek tevzii heyecan iden, şey-dâi faaliyet bir büyük kadının bütün esrarı r ân ulviyeti ihata edilebilir mi?

«Âlemi mevcudiyetten hummayı şitâbı tarh ediniz, Sara için yalnız ölüm kalır. Lady Macbeth (Makbet) uykuyu öldürmüşdü, denilebilir ki Sarah; ihtiyacı huzuru öldürdü; onun nazarında istirahat soğuk kanlı bâzı hayvanâta yaraşan bir uyuşuklukdur.

«Kalbi beşerde mevcud kaffei hissiyatı tadan, yirmi -kadının şuûnu hayâtını eyyamı ömrüne sığdıran, kadınların mecmuu kadar bilen, hisseden Sarah'mn tanımadığı' yalnız bir kelime, tatmadığı ancak bir his. vardır: «Henüz mini mini bir raektebli iken pek iıuysuz bir kız şöhretini almışdı. En baid tel-mihâtdan bağdeten ateş alarak küçük refikalarına ilânı harb ederdi. Taze ruhu mütebâ-yin hislerin bir ma'rekei âteşini idi, daha on-dört yaşında iken bir gün: — Ben ya rahibe olacağım, ya aktris!., dediği nıer-vîdir,

«Çok geçmeden Sarah bu vaadini hicaz etti; ilk defa olarak Comedie-Fran-çaise (Komedi-Fransez) sahnesinde Iphi-genie (İfijeni) yi (Racine'nin trajedisi, yazı tarihi 1674) oynadığı zaman on yedi yaşında îdi; o gece Francisque Sarcey (Fransisk Sarsey, geçen asrın en büyük tiyatro münekkidi) den başka hemen hiç kimsenin nazarı dikkatini celb edemedi. «Sarah'ın dehâetini meydana çıkaran Françöis Coppee (Fransuva Kope) nin Geçici unvanlı manzum bir tiyatrosu oldu. Bu vesile ile Françöis Coppee de mâ-rufiyet kazandı; Sarah Bernhardt'ı Françöis Coppee, Françöis Coppee'yi Sarah Bernahrdt tanıttı. Zannediyoruz ki Sarah her hâtırasına bî-vefâlık edebilir, fakat (Geçicideki) Zanetto rolünü hiç bir zaman unutamaz; bütün târihi sânının dibacesi o dur. Gönül öyle istiyor ki Coppee'sinden

ANSİKLOPEDİSİ

cüda kaldığı için (F. Coppee 1908 de, S. B. in İstanbula gelmesinden bir müddet evvel ölmüşdü) kendisini biraz bîvei kaafiye, sanatını biraz mahrûmei şevher hissetsin!

«Sarah Bernhardt Zanetto rolünü oynayan tam kırk sene oluyor. O zamandanberi aktris serî hatvelerle medârici muvaffakiyâtı tay ederek seretânı iştihara irtikaa etti. Bu kırk sene zarfında ne kadar şiirlere ruh, ne kadar şâirlere şan kazandırmışdır! Moliere (Molyer)in handesini, Racine (Rasin) in belâ-gatini, Hugo (Hügo) nün ruûdu sevâikını Du-mas füs (Duma fiş) ;in efkârını, Coppee'nin şiiri, Rostand (Rostaıı) in sanatını, Fransanın bütün zekâsını sahne üzerine getirdi. Valde, hemşire, zevce, muhibbe, âşıka, maşuka, vefakâr, sitemkâr, târike, metruke, aldatan, al-danan, saf, dessas, pâk/dâmen, âlûde dâmen, bir kadın neler olabilmek mümkünse hepsini oldu. Kadınlığın hüsnünü, levşini, rikkatini, istinasını, bütün manâzırı kalbiyesini, bütün fazâil ve cerâyimini, bütün ruhunu perdeler arasında gezdirdi. Kleopatra oldu, Mar-guerite Gautier (Margarit Gotye) oldu, Jeanne d'Arc (Jan Dark) oldu, kahkahalar arasında Armand oldu, çiçekler üstünde yüzen Ofelya oldu, kanlar ortasında yürüyen Ledi Makbet oldu; bir gecede mâbed ve meyhaneden geçerek öksürüklerle bir hastahânede düşe kaldı, bir yerde kraliçe tacı taşıdı, ötekinde merhameti umûmiyeye avuç açdı; şimdi şâdü handan bir âşıkm kolları arasında bütün elhânı perestişi dinler, bütün peymânei nüvâzişi nûş ederek mest olur iken, şimdi bürûdeti hicran içinde merâreti metrukiyeti tattı; bir an için sürurlar, tarablar, kahkahalar, bir dakika sonra ahlar, giryeler, hıçkırıklar geçirdi. Zev-kü elemi, firâkü visali, saadetti felâketi yaşadı, hiyâbânı temaşada yaşattı. Cihanı hakikatin bütün inkilâbâtı mütehammilesini, ha-yâlât ve infialâtın bütün şedâidi mümkinesini hissetti ve ettirdi. Kaafiyeler, çiçekler arasında, neşîdelerle alkışlar içinde ağladı ve ağlattı.

«Fakat kırk senedenberi sahnede her görünüşü yeni bir hâdisei muzafferiyet oldu. Kırk senedenberi hayâtı temâşâiyesinde bir sâniyei hezûmet görmemişdir.

Sarah dehâetini yalnız Paris tiyatrolarında bahsedemezdi, kıtaatı hamseyi dolaşdı. Şiir içinde fransız nüfuzunu neşreden bir sefîrei zekiyye, bir sefîrei sanat oldu. Sarah'yı din-

BERNHARDT (Sarah)

lerken Fransaya karşı bir incizab duymamak için insan pek bî his yaradılmış olmalıdır.

«Öyle sanıyorum ki Sarah Bernhardt se-yahatlarından ikisini hiç unutamaz; Amerika ve Rusyadaki hatıratı o kadar garabetlerle memlûdur.

«Amerikada Seykl Parkda bir çadır altında koca Corneille (Korney) in Horace (Ho-ras) mı oynamışdı. Bilhassa bunun için hususî trenler tertib edilmiş ve hattâ çadıra kadar bir telgraf hattı temdid olunmuşdu, Sarah hiç bir yerde bu derece alkışlanmadı.

«Rusyada biri elîm ve garib, diğeri ga-rib ve mudhik iki vakanın kahramanı oldu; vakalar şayanı hikâyedir.

«Petersburgda bir gece sabaha karşı uyandı, hizmetçisine:

— Çabuk çantalarımı hazırla, ben ilk trenle Parise avdet ediyorum! dedi.

«Halbuki daha bir kaç oyun vermek üzere taahhüdatı vardı, Petersburgda temdidi ikaa-mete veya tazminatı mühimme itasına mecburdu. Tiyatrolar müdürü, aktörler, hizmetçiler Sarah'yı bu azmi nâgehzuhûrundan vazgeçirmeğe çalışdılar, Sarah kararında ısrar etti. Çünkü o gece rüyasına giren oğlu Maurice (Moris): — Anneciğim, beni bir köpek ısırdı; senin muavenetine ihtiyacım var!., demişdi. Sarah gibi müstesna bir kadının rüyaya 'bu kadar isnadı ehemmiyet etmesini hiç kimse anlayamadı. Sarah'nın azimetinden toir kaç .saat sonra kendi nâmına gelen bir telgrafda inanılmayacak bir şey, oğlu: «Bir köpek ısırdı, muavenetine muhtacını, acele gel!..» diyordu.

«Sarah Petersburgda bulunduğu sırada Rusyanm küçük şehirlerinden bâzılarında bir kaç oyun vermek istemiş ve lâzım gelen müsaadeyi istihsal için memuru mahsusuna müracaat etmişdi, memur dedi ki:

— Madam, bu müsaade şifahen taleb


edilemez, rusca bir istid'ânâme yazmalısınız!

«Sarah Bernhardt rusca bilmediğini an-lattınca memur kemâli nezâketle:

— Zarar yok madam, dedi, siz kâğıd ve
pul tedârik ediniz, ben yazarım!

«Sarah teşekkür etti, istidaname yazıldı, memur dedi ki:

— Şimdi bu istidanameyi resmen bana
veriniz!..

«Memur istidanameyi aldı, kemâli dikkatle okudu ve biraz düşünüb taşındıkdan sonra:



BERNİ (Corpi)

2554 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

2555 —

BESİM BEY (Hazîneli)




— Affedersiniz madam, mes'ulünüzün is'afı kaabil değildir!., dedi.

«D.erler ki Saran Bernhardt o andaki taaccübünü hiç unutamaz ve her yerde gülerek hikâye edermiş. Memleketimizden böyle bir fıkrai mudhike götürmemiş ise de evvelki iki seyahatında sansürden şikâyet götürdüğü mu-hakkakdır.

«Fakat şu son beş günde hakikaten kendisi gibi bir melîkei dehâete, bir sultânı sanata lâyık hürmete mazhar oldu'. Yıkık Bizans duvarları üzerinden Dumas fils'in, Sardou (Sardu) nün mezarlarına haytüşşuâî şeref, Ros-tand'nm eklîli sânına bir şehdânei iftihar daha ilâve etti.

«Sarah yalnız harikulade bir aktris değildir, vakıa sahnede sevmiş, sahnede aldan-mış, sahnede gülmüş, ağlamış, mesud ve bedbaht olmuş, sahneyi kendisine bir cihanı sânî ittihaz etmişdir. Fakat dehâeti sahneden taşmış, hâricde de izmârı füyûz eylemişdir; mahir bir ressam, muktedir bir heykeltraş, şayanı dikkat bir muharrirdir. Kalemi, min-kaaşı, fırçayı mütesâviyen hüsnü idare eder.

«Bir sanatı bırakması diğer sanatla meşgul olmak içindir, bu büyük kadının büyük ruhuna sanayii nefîsenin mevidi mülâkaatı diyebiliriz.

«Madam Sarah Bernhardt'ın şayanı takdir bir meziyeti de sanatkârlığı derecesinde müşfik olmasıdır. 1871 muharebesi esnasında eldivenleri çıkarmış, hastahânelerde mecrûhi-ni vatana perestârlık etmişdi: yine o esnada bir gece Opera tiyatrosunda Jules Claretie (Jul Klarti) nin koluna girmiş, huzzâra desti istiânesini uzatarak harb kurbanları için para toplamışdı.

• «Bu kadar faal, bu kadar hassas, bu kadar şefkatli bir kadın sahnenin icab ettirdiği girdibâdı ihtirâsât içinde 'yaşamağa mecbur olduğu halde pek çabuk hırpalanmalı, yıpranmak değil miydi? Hayır, Sarah bir şebâbı ebedîye mazhar gibidir. Yetmişine pek yaklaşdığı halde (1908 de altmış dört yaşında idi), boş boğazkğımızı mazur görünüz madam, bugün on dokuz yaşında bir mazlumu siyâset rolünü oynuyor!

«Denilebilir ki Sarah Bernhardt ikaai muhale muvaffak olmuşdur» (Cenab Şehâbed-din, Evrakı Eyyam).

BERNİ (Corpi) — Geçen asrın ikinci yarısında İstanbula buharla müteharrik ilk değirmen makmalarım getirmiş bir iş adamı; hayatı hakkında başka bilgi edinilemedi; Sa-kızadasmdan gelip İstanbulda Beyoğlunda, Beyoğlu Kaymakamlığı binası civarında bir yerde yerleşmiş bir aileye mensubdur; bu < ailenin bir italyan - rum melezi olduğunu tahmin ediyoruz.

BERTH1ER PAŞA — Adı Bertiye okunur; bir fransız generali, havaî fişekler yapmakta mutahassıs idi; İkinci Sultan Abdülha-mid devrinde Türk ordusu hizmetinde bulunmuş, pâdişâha da Yıldız Sarayında spor ve atıcılık muallimliği yapmışdı, Öyle ki Sultan Abdülhamid bu zâtin yetişdirmesi olarak tabanca ile imzasını atacak ve havaya fırlatılan bir yumurtayı vuracak kadar iyi silâh kullanırdı; hayatı ve Türkiyedeki hizmet yılları ile şâir hizmetleri hakkında bilgi edinilemedi.

BERTOLİ — Elli altmış yıl evvelki Be-yoğlunun alafranga Lokanta - Birahanelerinden biri. Ancak adı tesbit edilebildi, başka bilgi edinilemedi.

BERWINSKI (Richard) — Polonyalı asker, poletikacı, şâir; 1819 da doğmuş, şiir ile pek genç yaşlarında meşgul olmaya başlamış, halk şâirlerini andıran'bir dille yazmış, taksim edilmiş vatanında 1848 istiklâl ayaklanmalarına katılmış, prusyalılar tarafından iki sene kadar hapsedilmiş, bir müddet Fransada kaldıktan sonra İstanbula gelerek Türk ordusuna süvari zabiti olarak girmiş ve 1879 da İstanbulda ölmüştür.

Bibi. : Türk Ansiklopedisi.

BESİM (Yorgancı Ölü) — 1884 ile 1885 arasında Üsküdarda yorgancı esnafından on-sekiz ondokuz yaşlarında sonderecede dilber, şehbaz ve şehlevend, akran ve emsali arasında edeb ve terbiyesi ile mümtaz bir delikanlı idi; Üsküdar sandıklarından birinde tulumbacılığı da vardır; arkadaşlığı aranır, ülfeti ve muhabbeti âşıkaane sâdıkaane, tatlı dilli, bulunduğu meclisde haddini bilir, beş vakitde camie, mescide gider, yaran ile olursa meyhane âlemlerini de bilir, hulâsa âşinâlarının mahbûbu kalbi ile. 1885 de bir temmuz günü idi, Yorgancı Besim ölmüş diye Üsküdarda bir haber çı-kdı, herkes yandı, cenazesinde bir cemaati kübrâ toplandı; anlatdıklarma göre

dükkânda yorgan dikerken; «Ustacığım bana ,bir şeyler oluyor, ölüyorum galiba!..» demiş, devrilmiş.

Göz yaşları ile Karacaahmede defnedildi;"5 fakat .ertesi günü: «Yorgancı Besim dirilmiş, mezardan çıkıp dükkânına gelmiş» diye yeni bir haber yayıldı; işiden dükkâna koşdu, ha-kikatde de Besim dirilmiş, ustasının bir köşeye serdiği döşekde yatardı; el ayak, kaş göz, boy bos Besimdir, sesi de onun sesidir, lâkin dilber delikanlının tatlı esmer derisi bir gecelik kabir misafirliğinde bir acâib şekilde kara sarı ölü rengi almıştı.

Meğer o gece iki bıçkın bir sürtük kadın bulub mezarlıkda içki sofrası kurmuş, haytaca eğlenirken derinden 'bir inilti işitmişler, evvelâ korkup kaçmışlar, fakat yanlarındaki fâişe: «Ses şu kabirden geliyor, kabir de yenidir, birini diri diri gömmüş olabilirler, kurtarır isek cümle günahlarımız af olur, ben de tövbekar olurum!..» demiş, hemen dönüp, yarım saat kadar uğraşıp kabrin toprağını elleri ile aktarmışlar, Besimi kurtarmışlar, bıçkınlardan biri donunu vermiş, biri gömleğini, kadın da üstüne feracesini atmış, Besim: «Falan yerde dükkâna götürün, ustamla dükkânda yatarız» demiş. Vakit gece yarısını geçmiş, dükkâna götürmüşler, ustası hem sevinmiş, hem korkmuş.

Yorgancı Besim bir kaç gün içinde tamamen sıhhat bulup ayağa kalkdı ama derisindeki o kara sarı ölü rengi zail olmadı. Her-kesde delikanlıya karşı bir vahşet hâsıl oldu. Evvelâ ustası artık beraber işleyemiyecekleri-ni söyleyip Besime yol verdi; ve delikanlı hiç ''bir yerde iş bulamadı, iş değil, bekâr uşağı olduğu için yatacak yer dahi bulamadı. Herkesin mahbûbu olan oğlan âdeta bir hortlak oldu.

Fakat o geceden itibaren tövbekar olan sürtük kadın delikanlıyı bırakmadı, bir müddet sonra işitdik ki kadın Besimi almış, Bursa taraflarına gitmişlerdir diye. Bu satırların muharriri 1908 -1910 arasında Bursaya git-mişdim, Yorgancı Besime Ulu Cami civarında rastladım. Göz göze gelince tanışdık: «Aman Vâsıf, maceramı kimseye nakletme» diye yalvardı. Tövbekar olan o kadınla evlenmiş, iki de çocukları olmuş, fakat yüzünün ölü rengi, aradan on beş yıl geçdiği halde dururdu.

Vâsıf Hiç

BESİM BEY (Başkollukcu) — İkinci Sultan Mahmud zamanında saray mensubların-dan,; Enderunda Kiler Koğuşu başkollukculu-ğunda bulunmuş, o devrin ekser okur yazarları gibi şiir ile de meşgul olmuşdur. Tayyar-zâde Ata Bey bu zâtin bir şarkısını Enderun Târihine almışdır:


Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin