BEYGİR SÜRÜCÜLERİ — İstanbulda 1908 inkılâbına kadar nakil vasıtalarından biri de kira beygirleri idi ki halk ağzında «Sürücü beygiri» denilirdi. Beygir sürücüleri büyük ekseriyet ile bekâr uşağı, bekâr uşakları arasında da şehbaz delikanlılardı. Bir sanata girememiş, haylazlık yoluna sapmış İstanbulun ayak takımı gençlerinden de beygir sürücülüğü yapmış delikanlılar olmuşdur. On dört on-beş yaşlarında çocukların da bu sürücülere yamaklık yapdıkları görülmüşdür ki onlar da, ya hemşehri kanadı altına sığınmış diyar ga-ribleri, yahud da yine ayak takımından külhanı fidesi oğlanlar olmuşlardır. Beygir sürücülüğü için ayağına koşarlı, bacağına kuvvetli, ve tabanına dayanıklı olmak şart idi. Sürücülerin ayaklarında bir yemeni bulunabilirdi, fakat yamak oğlanlar, sokak yüzü tabanlarını dondurmadıkca, bilâ istisna yalm ayak koşarlardı. Bekâr uşağı veya İstanbullu külhânî, beygir sürücüleri istisnasız hayvan ve ahır sahibi patronların uşakları idi, bekâr uşakları da ahırlarda yatıp kalkarlardı.
Sürücü beygirlerinin İstanbulun muhtelif semtlerinde ahırları, ve müşteri beklenilen belli noktalan vardı. Bir yere çabuk gitmek isteyenler, kira arabası tutamazsa, durak yerinden veya bir ahırdan beygir tutardı.
Müşteri hayvana biner, tırıs veya rehvan
sürer, hattâ bâzan, eğer hayvan koşarsa dört
nala kaldırır, sürücü veya yamağı oğlan da ta
banı kaldırıb atın ardından veya yanında koş
mağa başlardı. Bundan ötürüdür ki, Beygir
sürücüleri için hiç tereddüd etmeden sürat ve
mukavemet koşucusu birer atlet idiler demek
de yerinde olur. Sürücü müşteriyi yerine ulaş-
dırmca, beygiri alır, yolda başka müşteri bu
lamaz ise hayvana biner, fakat asla koşdurma-
yıp kendi durak yerlerine dönerlerdi. Beygir-
sürücülerinin hemen hepsi bir mahalle veya
belediye dairesi tulumbasının uşağı idi; tulum
bacılık beygir sürücüleri için biçilmiş kaftan
dı. - s
Kıyafetleri de, başda etrafına çenber sarılmış fes, sırtda dallı çiçekli basma mintan, üstünde çaprast yelek, belde yün kuşak, sim sıkı sarılı, altında kısa diz çağsın, paçası diz kapağının ençok iki üç parmak altına kadar iner, ağı bol, kırma kırma, baldırlar çıplak, ayaklar, pek azında kısa yün çorab görülür, ekserisi tulumbacı yemenisini yalın ayağına geçirir, bazıları da, yamak oğlanlar gibi, yemeni giymez, yalın ayak koşarlardı.
Ahmed Rasim beygir sürücüsünün portresini şöyle çiziyor :
«-.. bakır rengi deri üstünde göğüs perçemi, gırtlak yumru, dudakda afili, küstah tebessüm, bıyıklar kömürle karartılmış, havasına göre, fesi kaşlarından biri üstüne muhakkak eğer, en küçüğü kan kırmızı».
Son devirlerinde beygir sürücülerinin en belli durak yerleri Unkapa-nı, Aksaray, Eminönü Yenikapu, Balat, Ayvan-saray, Eyyub, Edirneka-pusu, Yedikule, Samat-ya, Kumkapusu, Galata-da Çeşmemeydanı, Salı-pazarı. Tophane, Kule-dibi, Kasımpaşa, Hasköy, Boğaza doğru Beşiktaş, Beyoğlunda Altıncı
BEYGİR SÜRÜCÜLERİ
2636 —
ÎSTANBUI
ANSİKLOPEDİSİ
— 2637 —
BEY. HAMAMI
önlerinde saatlerce bekletmeye başlayınca beygirin kira bedeli içinden çıkılmaz bir şey olur, hesabı da ekseriya bir karakolda görü-ülr'dü.
«Ayın» Nâdir (Ali Ekrem Bolayır) «Di Kıroğlan» adındaki hikâyesinde bir beygir sürücüsünün bir seferini şöyle tasvir eder ki bu-" gün kıymetli bir vesika olmuşdur:
«Bağlarbaşı yolunda :bir at sürücüsü hayvanının yanında koşub duruyordu. Bunun Kıroğlan nâmını verdiği iri gövdeli, uzunca bo-. yünlü, uzun kuyruklu, ince ayaklı, metin olduğu kadar sevimli hayvan, ne cinsden olduğu pek de bilinmeyen o gayyûri pür heyecan her halde üzerinde bulunan adamdan ziyâde ihtirama şayan idi.
«Şıklaşmış külhanbeyi görmüşsünüzdür, hani ayaklarına gaayet dar bir pantalon takan, beline ucu sureti mahsusada sarkıtılmış beyaz bir kuşak bağlayan, güya ipekli bir gömlek, güya kadife bir ceket giyen, yarım rugan kunduralarını giyebilmek için kullandığı mâhud oyuk çekeceği kuşağından göstermeğe çalışan, sivri siyah fesli, mor püsküllü, yağlanmış -kıvırcık saçlı bir takım beyler vardır ki, rum-ların dediği gibi, «elfâziye» tekellüm .etmeğe yeltenmekle beraber kendilerine mahsus bî edebâne lisanlarını da terk edemezler. Hani o korkak babayiğitler, o çelimsiz tosunlar yok mu? İşte zavallı Kır oğlanın üstünde böyle bir mahlûk bulunuyordu.
«Üs-küdarda hempalarından birinin evinde mahmurluk bozmak için bir şişe rakı içerek, hiddetini mûcib olan bâzı muamelâta karsı bir kaç kere elini belinden çıkaramadığı mâhud çekeceğe uzatarak mazmun perdazİık-lar ettikden, yiğitlikler gösterdikden sonra Bağlarbaşındaki tiyatroya gitmeyi kurmuş, ve sokağa çıkınca ilk rast geldiği sürücüye kendisini çabuk götürmek şartı ile on kuruş teklif etmişdî. Sarhoşluğun netâyici sehâvetkârâ-nesinden olan bu meblâgi azîme karşı kim naz eder? Kıroğlanm sahibi Ahmed Ağa derhal bir eli ile beyi kolundan öbür eliyle üzenginin, gemlerin ucundan yapışdı, müşterisini hayvana bindirdi. Bey hayvanın karnına süslü potinleri ile bir şiddetli darbe yerleşdirince Kıroğlan berki seyyal gibi fırladı, Ahmed Ağa yetişib de hayvanın dizgininden, hayvanda değil, şiltede oturmaya mecali kalmayan beyi belinden tutmasa şık tosunun kafası parçalana-cakdı.
«— Ne koşuyorsun be? Ben dizgin tartmayı bilmez miyim?
«— Bilirsiniz beyim, maşallah hayvana atlayışınızdan belli! ama buranın kaldırımları pek bozukcîur. hayvan kaymasın diye kork-dum...
«— Sen çekil oradan be!.. Haydi tosunum ha!...
«Ahmed Ağa "geri çekildi, fakat bey-fendinin hayvanı da, kendisini de idare edemeyeceğini pek iyi anladığı için bir elini beyin beline yakın tutarak öbür eline hayvaAin kuyruğunu almışdı. Kıroğlan dönüb sahibine bir nigâh etdikden sonra, maksadını anlamış gibi, karnına gittikçe daha ziyâde şiddetle urulan, ökçelerden müteessir olmamağa başladı, beyfendi ne kadar urursa ursun hafif tı-rısdan ziyade yürümüyor, yalnız ikide bir de derin iniltileri işidiliyordu.
«— Yürümüyor bu hayvan be!, di!., di!...
«— Yürür beyim, bir az sabredin, şimdi kaldırımdan çıkalım, görürsünüz, ateşdir vallahi!., di Kıroğlan!.
«Kaldırımdan çıkdılar. Hayvan yine sürati artürmadı, çünki beyfendinin sallanması gittikçe artmışdı. Rüzgâr esiyor, tozdan göz gözü görmüyor. Sürücü pek muzdarıb bîçâre, buram buram terlemiş. Kaşları, kirpikleri beni beyaz, sık sık nefes aldıkça ciğerlerine marsık kıvılcımları kadar sıcak, mırdar tozlar doluyor, ikide birde derin derin öksürüyor; bu mü-tevâli, mühli-k ızdırablara bir de müşteri beyin şütûmi galîzası, hayvanın tekme yedikçe çıkardığı boğuk sedalar ilâve edilirse Ahmed Ağanın maddî manevî nasıl bir arbedei hayatda bulunduğu anlaşılır. Ne yapsın zavallı adam, on kuruş var, on kuruş!..
«Muttasıl gidiyorlardı. Ahmed Ağa müşterisini muhafazadan, hayvanım idareden âciz kalmadı; yorgunlukdan bayılmak derecelerine gelmiş iken fütur getirmedi. Nihayet tiyatronun önüne geldiler.
' «— Al ağabey sana parlak parlak iki çeyrek., işte bir kuruş da bahşiş...
«— Allah ömürler versin beyim!, hayvan her zaman kendi malındır., ne zaman istersen Üsküdarlı Ahmed diye çağır., bendeni bulursun... iskelede., çeşmenin yanında..» (Serveti Fünun).
l
BEYGO (Sabri) — Değerli matbaa makinisti ve matbaacı; 1910 da îstanbulda Topka-pusu semtinde geçim sıkıntısı çeken bir ailenin evlâdı olarak doğdu, 1924 de orta okula devam çağında, on dört yaşında iken mektebi bırakıp iş hayatına atılmak zorunda kaldı ve Mahmudbey Matbaasında makinist çırağı oldu; burada İstanbulun en değerli ustabaşıla-rmdan meşhur Karnik Ustanın gözbebeği çırağı olarak yetişdi; ustasının tavsiyesi ile ve dâima daha üstün yevmiyelerle çağırılarak makine ustası sıfatı ile Halk, Cumhuriyet, Âlâ-eddin Kıral, Vakit, İkdam, Orhaniye matbaalarında çalışdı ve müstakil bir matbaanın sahibi olmak da tek gaayesi oldu; buna da 1943 yılında otuz üç yaşında iken kavuşdu. Hocapa-şa Hamamı^ sırasında bir pedal makinası ile çalışan küçücük «Öztürk ıMatbaası»m ,açdı. Ehlinin elinde olduğu için iş hacmi süratle genişledi, 1948 senesinde Ebussuud Caddesinde Meserret Oteli karşısında daha büyük bir binaya taşındı; iki pedal, bir otomatik baskı makinası, bir cild makinası ve bir mürettibhâne ile yeni ve güzel bir müessese kurdu. Fakat üç sene sonra, 1959 da, matbaasının hemen yanı başında bir otelde vâki olan ve bütün o civarı yıkan dinamit infilâkı faciasında (B.: Ebussuud Caddesi İnfilâkı Faciası) bunca yıllık emeklerinin mahsûlü matbaası bir an içinde mahvoldu; kendisi de ölümden mucize kabilinden kurtuldu. Metanetini kaybetmedi, parçalanmış makinalarınm enkaazım toplayarak ve haftalarca uğraşarak eski hallerine sokdu ve hakikî sanatkâr hüviyetini gösterdi; çocukluğunda mesleğine çırak olarak girdiği Mahmudbey Matbaasının bir kısmında iki pedal, bir Vik-toria baskı makinası, bir mücellid bıçağı, bir cild dikiş makinası ve bir mürettibhânesi ile matbaasını ihya etti. Hâlen, titiz bir işçi olarak Polis Mecmuasını, Feshâne Fabrikası ile Darülaceze broşürlerini, banka ve şâir ticâret evrakı basmaktadır, arada şâir işler de almaktadır.
Hakkı Göktürk
BEY HAMAMI — Beyoğlu hamamlarından biridir,'zamanımızda bu isim altında bir hamam yokdur, on yedinci asırda Evliya Çelebi bu Bey Hamamını «Galatasarayı yanında» kaydi ile gösteriyor. Zamanımızda Galatasarayı yanında ve civarında Galatasayı Hamamı, Beyoğlu Ağa Hamam ve Çukurcuma Hamamı
vardır.
Evliya Çelebi «Galatasarayı yakınında» diyerek bu Bey Hamamı ile beraber bir de' Balyoz Hamamından bahsediyor. Zamanımızda Balyoz Hamamı adı ile de bir hamam yokdur. Evliya, ayrıca bir Galatasarayı Hamamı kaydetmediğine göre, bu Bey ve Balyoz Hamam-brmdaıı birinin Galatasaray Hamamı olması gerekir diyebiliriz.
Evliya Çelebiden yüz sene kadar sonra, on sekizinci asırda, hicrî 1148 (milâdî 1735) yılında hamam müstahdemleri hakkında tanzim edilmiş resmî bir sicil defterinde Bey Hamamının adı vardır; fakat, Galata hamamları arasındadır; eğer Beyoğlunda olsa idi, bu def terde Beyoğlu Ağa Hamamı «Galatasarayı yanında» kaydi ile gösterildiğine göre, Bey Hamamına da ayni kayid konurdu. Evliyanın yer tesbitinde yanılmış olması, Bey Hamamının zamanımızda mevcud olmayan Galata hamamlarından biri olduğu da düşünülebilir. Lâkin yine şayanı dikkattir, yukarda bahsettiğimiz defterde de Galatasarayı Hamamı kaydedilmemişdir; buna mukabil Beyoğlu hamamlarından Ağa Hamamı ile Bağçeli Hamam «Galatasarayı yanında» diye gösterilmiş-dir; birincisi Galatâsârıyına yakındır, fakat Bağçeli Hamamın Galatasarayı semti ile hiç ilgisi yoktur.
Bu da gösteriyor ki resmî bir defterde de semt tâyin ve tesbitinde tam bir sıhhat yoktur. Her iki kaynak üzerinde durdukdan sonra bizim kanaatimiz, eğer hicrî 1148, milâdî. 1785 den sonra yıkılmış bir hamam değil ise, Bey Hamamı, Galatasarayı Hamamının eski adıdır (B. ; Galatasarayı Hamamı).
Mezkûr sicil defterine nazaran Bey Hamamı 5 dellâk, 3 natır, l yanaşma, l külhancj ve 4 hammal ki cem'an 14 nefer müstahdemi olan büyük ve çok işlek bir hamamdır; ham-mallardan ve külhancıdan gayri diğer müstahdemler memleketleri, isimleri, baba adları ve yüz şekilleri, çağları ile yazılmışdır ki şayanı dikkattir:
Ser nöbet dellâk Florinalı Hüseyin bin Ali; dellâk Florinalı Yahya bin Mustafa, köse çar ebru (dört kaşlı); Avlonyalı dellâk Mah-mud bin Ali, kumral bıyıklı; Avlonyalı dellâk Abdullah bin Mustafa, arıcık sîmâ, taze; Avlonyalı dellâk Ömer bin Ali, ince kara bıyıklı; İstanbullu natır Mustafa, kumral bıyıklı; Sivaslı natır Eyyub bin Mehmed, taze, Avlonyalı na-
— 2639 —
— 2638 —
Beykoz (Necib Bey Rehberinden, 1918)
BEYKOZ
istanbul
tır Ali bin Hüseyin, taze, Sivaslı yanaşma ermeni Ohan; külhancı ermeni Ayvaz (B.: Del-lâk; Natır; Hamam; Arnavud dellâklar).
BEYKOZ — istanbul Vilâyetinin Anadolu toprağındaki beş ilçesinden biri (diğerleri: Üsküdar, Kadıköy, Kartal, Şile); Boğaziçinin Anadolu yakasında, kendi adına nisbetle anılan -koyda ilçe merkezi olan büyük köy-kasa-bacık; kadimdenberi Boğazın en namlı iskelelerinden biri; zamanımızda Denizcilik Bankası Liman İşletmesinin Anadolu yakasında Üskü-dardan başlamak üzere on ikinci vapur iskelesi Beykoz kasabasındadır, ki bu yakada on üçüncü ve sonuncu vapur iskelesi Anadolu Kavağı köyüdür (B.: Anadolu Kavağı; Şirketi Hayriye).
Beykoz adı hakkında Türk Ansiklopedisi şunları yazıyor : «Beykozun eski adı Amni-kos'dur; Bitinya kiralı Amnikos burada otur-luğundan köye ve koya bu ad verilmişdir. Bey-kos adı Amnikosdan sonra Bizanslılar tarafından kullamlmışdır. Bu adın (Koş kelimesi farscada «
i
ANSİKLOPEDİSİ
Yukarıdaki satırlarda bu köyün, bizans-lılar tarafından kullanılan adı tam bir vuzuh içinde değildir. Maddeleri ayrı ayrı imzalanmadığı için Türk Ansiklopedisinde Beykoz maddesinin kimin tarafından yazıldığım bilmiyoruz, fakat verilen nıâlûmıatin mülgaa Şirketi Hayriye tarafından Birinci Cihan Harbi arifesinde (rûmî 1330 = milâdî 1914) neşredilmiş «Boğaziçi» adlı eserden hemen aynen nakledildiği aşikârdır; ki kitab Şirketi Hayri-yenin tarihçesi hâriç, şâir târihî malûmat bakımından tam güvene değer kaynak değildir. Adı geçen bu kitabda ayrıca, türkcede cevizin isimlerinden biri olan «koz» da hatırlanarak, Beykoz adının ikinci hecesi için : «Ahmed Midhat Efendi merhum koz olmayub koş olduğunu iddia eder; koz lafzı ceviz mânasına olmayub koş fârisîde köy mânâsına imiş» denilmektedir.
Değerli bir müdekkik olan ermeni yazarı İnciciyan Beykoz adının, vaktiyle meşhur çeşmenin yanında bulunan muazzam bir ceviz ağacından dolayı verilmiş bir ad olduğunun halk arasında rivayet edildiğini söyler. Beykozun kadimdenberi cevizi, kozu ile meşhur olduğunu da unutmamak gerekir.
Büyük muharrir ve seyyah Evliya Çelebi onyedinci asır ortalarındaki Beykoz'u şöyle tasvir ediyor :
«Lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi Burnunun üçbin adım cerrub tarafında bir büyük limanın kenarındadır, se-kizyüz haneli, bağ ve bağçeli mâmur ve müzeyyen kasabadır, camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi vardır. Çarşı ve pazarı dirahti mün-tehâlarla (ulu ağaçlarla) müzeyyendir. Cümle halkı bağçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Gerçi Üsküdar Kadılığı hükmündedir ama âliosman müneccimbaşılarrına meşruta elli akçelik kazadır. Âbü havası lâtif şirin bir şehirdir».
Evliyâ'mn çağdaşı ermeni yazarı Eremi yâ Çelebi Kömürciyan da İstanbulu ve Boğa-ziçini tasvir ederken Beykozu şöyle anlatıyor :
«Beykoz bir kasabadır. İstersen burada kayıkdan çıkalım; tanıdık ermeniler bizi büyük bir pâdişâh köşkü bulunan iç tarafa götürürler. Pâdişâhlar Tokad Bağçesi denilen bu yerde ava çıkarlar. Beykoz İskelesinin yanında yerden fışkıran bir su görüldü. Akbaba Suyu da dağlardan denize akar. İskelenin iki.ta^
BEYKOZ
rafı dalyandır (H. D. Andreasyan tercemesi)». (B.: Tokad Bağçesi ve Kasrı).
İkinci Sultan Mahmudun Yeiçeri Ocağını •kaldırmasından az evvel tanzim edilmiş bir • Bostancıbaşı Defterinde Servi Burnu ile Sultaniye Bağçesi arasındaki Beykozun yalı boyu şöyle tesbit edilmişdir :
Servi Burnu - yanında İshak Ağa mâi leziz çeşmesi - yanında beylik değirmen - yanında köpekciler bostancı ocağı - yanında Hünkâr İskelesi - yanında beylik Kâğıthane - yanında mâi leziz çeşmesi - yanında kayıkhaneler - yamnda Sârımpaşazâde çuhadarı şehri-yârî Âsim Beyin yalısı - yanında hâcegânı divânı hümâyundan Salih Efendinin yalısı - yanında esbak hazine kâtibi Tahir Efendinin iki bab yalısı - yanında Uncubaşızâde Hasan Ağanın oğlu Ali Riza Hasekinin yalısı - yanında hâcegânı divânı hümâyundan Fettah Efendinin yalısı - yanında hamam - ve kahvehane - ve çarşı - yanında Halilpaşazâde Arif Beyin yalısı - yanında gümrük kâtibi Osman Efendinin yalısı - yanında Kaymakhâne - yanında İsmail Ağanın yalısı ve kayıkhanesi - yanında kılıç dalyanı yeri ve balıkçıların odası - yaımnda Hâfızzâdenin yalısı, kayıkhanesi - yanında Hacı Selim Efendi yalısı - yanında Kalafat Mustafanın evi - yanında Deresekili Hüseyinin evi - yanında barutçu halifesinin yalısı - yanında Kadızâde kerimesi Hatice Hâtûnun yalısı - yanında sabık Yalı Köşkü ustası Salibin hanesi - yanında Berber Ali hemşiresinin yalısı - yanında Osman'Beyin yalısı Ye kayıkhanesi - yanında Mollacıkzâdenin köhne yalısı ve bağçesi - yanında Uncubaşı Ömer Ağanın yalısı - yanında hâcegândan Mehmed Şefik Efendinin yalısı - yanında Valde Sultan kethüdası İmamı Efendinin yalısı - yanında Beykoz Mahkemesi - yamnda kireç kayığı limanı -yamnda Molla kadının iki bab yalısı - yanında Subaşı Mahmud Ağanın yalısı - yanında Üsküdar Mollasızâde Şâkir Efendinin yalısı - yanında efendii mumaileyhin valdesinin yalısı - yanında peynirci esnafından İbişin yalısı - yanında helvacı esnafından Hüseyinin yalısı -yanında Kadızâde Efendinin yalısı - yanında meydana nazır hamam ve kahve dükkânları ve Beykoz İskelesi - yanında Mustafanın hanesi - yanında Hacıoğlu Ahmedin yalısı ve arsası - yamnda Laz Hüseyinin yalısı - yanında sabık İstanbul kadısı Hamamîzâdenin yalısı -yanında Merhabâzâde oğlu yalısı - yamnda
BEYKOZ
— 2640
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2641 —
BEYKOZ
Odabaşızâde Mehmed Ağanın yalısı - yanında hazine kâtibi yamağı İmamzâde Emin Efendinin yalısı - yanında Hüseyin Reisin yalısı ve kayıkhanesi - yanında kireççi taifesinin odaları ve fırınları - yısrıında Sultaniye Bağçesi. Beykoz. İstanbulun her güzel semti gibi divan şairleri tarafından övülmüş bir yerdir. 1510-1515 arasında öldüğü tahmin edilen ve meşhur bir şehrengîz'in nâzımı olan Cemâli mahbûbuna İstanbulu gezdirir iken Beykoza da götürüyor :
Yâr ile gezdüm Hisarın cümle bağ ü râğını Beykozun seyr ittirüb geşt itdüm Alemdâğım
1745 de vefat eden Fennî meşhur «Sevâ-hilnâme» sinde Beykozdan :
Bir çetin kare satasdurdu beni devri zaman Oldu Beykozlu bir âfet ile çesmim giryan
diyor.
1797 -1798 arasında ölmüş bulunan İzzet de yine bir sâhilnâmede Hünkâr İskelesi ile Sultaniye Bağçesi arası için şu beyitleri yazıyor ki o zamanlar Beykozun meşhur İshakağa Çeşmesi başının pek şenlikli bir yer olduğu anlaşılıyor :
Bî edeb varsa rakîb İskelei Hünkâre Bir iki Tokad ile itmelü teb'id ü itâb Yâhköyü ne güzel câyi ferahdır baksan Her soğuk su olamaz havz derûnunda habab Beykozun çeşmebâsı hayli müferrih yerdir Paşâbağçesi Çubuklu o dahi başka hisab Hayli zendost yeridir azm idiyor şeyh ile şâb Hele şahane makam sahili Sultâniyye
Geçen asrın başlarında yaşamış Şeyh Galibin müridlerinden ve mevlevî şâirlerden Abdülhalim Neyyir Dede, İstanbul üzerine yazdığı bir gazele Beykozla başlamışdır :
Gitmek ister şevki mehtâb ile canım Beykoza Gelmez amma neyliyeyim o canım bey koza
Üçüncü Sultan Selim de bir şarkısında bu boğaz köyünü şöyle ınedhediyor :
Üsküdara gidelim geldi çün vakti leylâk Bir iki saz ile al dilberi gel zevkine bak Çıkalım Beykoza Sultaniycden ayak ayak Gidelim seyri çemenzâr idelim leylü nehâr
Beykoz sânında yazılmış manzumelerden biri de geçen asrın ikinci yarısında yaşamış halk şâiri Tophane kâtiblerinden Âşık Râzi-nin kaleminden çıkmışdır. Bu külhanı şâir, Beykoz Tabakhanesinde, belki de muhayyel bir
simadır. İskender adında güzel bir delikanlı sânında yazdığı otuz beyittik manzumede taey-koza has şöhretlerin, Beykoz ile civarındaki meşhur yerlerin isimlerini kullanmışdır. Bu yolda yazılmış bütün manzum eserlerde olduğu gibi zörâkî gayret göze batmakla beraber nâzımının hüneri de inkâr edilemez; Âşık Râ-zinin bu manzumede Beykoz üzerine tesbit ettiği isimler şunlardır : Kâğıdhâne münâsebeti ile «somâ-kî ebru», paça, dalyan, kalkan balığı, kılıç balığı, koz__(ceyiz), Ayşekadın fasulyesi, Şâhinkaya Mezarlığı, Akbaba Köyü, Karakulak Suyu, Elmas Tabya, Gazi Yunus ma-kaamı, Poyraz Köyü, Kaymakdondura-n, Çilingir Limanı, Keçi Limanı, Fil Limanı. Çakal Limanı, Tabakhane, Âlibahâdır Köyü, Sırmakeş Suyu, Arnavudköyü, Kabakoz Limanı, Yağcı Deresi, Aktaşlar, Murad Bağçesi, Kan-lı'kavak, Uzunkestâne, Yalıköy Hamamı, Üç-' kardeş Köprüsü, Serdaroğlu Çiftliği, Çakmak Dede makaamı, Harmankaya mevkii, Peşkir Suyu, Tokad Kasrı, Hünkâr İskelesi, Panço Maslağı, Petko Çiftliği, Dereseki Köyü, Almalı, Yûşâ, İshak Ağa. Manzume şudur:
Okudum kitabı askı ezbere Gönül verdim Beykozlu bir dilbere Rengi rûyi anın «somâkî ebru» Yandım efendim bu yanık esmere. Pâ bürehne, «p'aça»larm sıvamış, Baldırları tas çıkartır mermere. «Dalyan» gibi kaddi bâlâ şehbazdır, «Kılıç», «kalkan» sanki gider sefere. Kırdığı «koz» bini asmış bıçkındır, Yosma «Ayşe Kadın» tutkun püsere. «Şâhinkaya»larda iderken pervaz, Gamzesi kartalı indirir yere. «Akbaba»yı bend eyleyen perçemin Kesdirmişdir «Karakulak» berbere. Küşâde sinesi «Elmas Tabya»dır, «Gazi Yunus» serdar olmuş leşkere. Serde eser dâim «Poyraz» yelleri «Kaymağı dondurur» çimdiği dere. Açamaz «çilingir, limanı» vuslat, O şuh külah giydirnıişdir «Fener» e. Kimi «Keçi», kimi «Fil» ile «Çakal», Usşâkı can atar bir «liman» yere. «Debbağhâne»lidir, «Âlibahâdır», Keysûsu sermâye «Sırmakeş»lere. Sorar âşık «arnavud, kûyi» yâri Muntazir «kabakoz» herif habere. «Yağcı, dere» boyu gezer âvâre Vursa gerek başını «Aktasler»e. Ne mümkin uşşâke pâyin bûs idüp, «Murad bağçesi»nde postunu sere. «Kanlıkavak» ile «Uzunkestâne», Boyun ölçüşemez altınlı sere.
«Yalı Hamamı»na girse o fetâ, Hizmet düşer dellâk «üçkardeşler» e. «Serdaroğlu» natır olup o şûhe Güze! ayağına nâlin çevire. Gece «Çakmakdede» çeker kandilin «Harmaııkaya« misâl o kubbelere. Yüzünden silmiş hangi «peşkir, suyu», Bilüp sürsem ben de yüze gözlere. Gerekdir yanaşma «tokad» uşağı, Nasib olsa nola bu derbedere. Kaçan varsa «İskelei Hünkâr»e Kayıkçılar döner «çemberciler»e; Sarup etrafını ol şehlevendin Götürelim derler emriniz nere? «Panço,», «Petko» kimi urum kâfiri, Râhi aşkda yazılmışlar deftere. Keştii muhabbet açınca yelken, Ne lâzım kılavuz ile rehbere. Konub göçüb «dere, seki», dağ, bayır, «Almaîı» o yârin karnin bir kere; Velâkin sayd için o bıçkın şahı, Gark eylemek gerek sîm ile zere. «Yûşâ» Nebî kerametin gösterüb Asan ide muhabbetin bizlere. Öter «İshak» kuşu bak ğarib garib, Âşıkım efendim beri İskendere Hey Eâzi bir şeb de bu hayâl ile Ulaşdık hamdolsun vakti sehere.
Beykoz kadimdenberi kalkan balığı, pa-, ç ası ve cevizi ile meşhurdur (B. : Beykozun Kalkan Balığı; Beykozun Paçası; Beykozun Cevizi).
Yalıköyü Beykoz ile birleşmiş, Beykozun bir mahallesi olmuşdur. Yalıköyü civarında büyük ve çok güzel bir cayır da kadimenben İstanbulun pek namlı bir mesîresidir (B. : Bey. koz Cayırı). Çayır ile deniz arasındaki tepe-cikde geçen asır ortalarına doğru yapılmış olan ve .Beykoz Kasrı adı ile anılan bir hünkâr kasrı bulunmaktadır (B.: Beykoz Kasrı); tepeciğin deniz eteği, kasrın nazır olduğu yalı boyu Hünkâr İskelesi adı ile meşhurdur (B. Hünkâr İskelesi). Hünkâr İskelesinde vaktiyle mîrî su •değirmenleri vardı ve bir bostancı ocağı tarafından işletilirdi, bu ocağın ustası, zabiti «Uncubaşı» unvanını taşır, ocağa da «Değirmen Ocağı» denilirdi (B.: Bostancılar). Bu değirmen 1826 da Yeniçeri ve Bostancı ocaklarının lağvından sonra muattal kaldı ve kaldırıldı. Üçüncü Sultan Selim zamanında Beykozda. bir kâğıd imalâthanesi kurulmuş, işletilmesi iltizam usulü ile birine devredilmiş, oldukça güzel kâğıdlar yapılmış, fakat Avrupa kâğıdlarmın rekabeti karşısında ömrü çok kısa sürmüşdü (B.: Beykoz Kâğıd-hanesi).' Kâğıdhânenin yeri cayırın şimaline
düşer. Yine o civarda kadimdenberi meşhur beylik bir debbağhâne vardı, burada asırlar boyunca en güzel deriler înıâl edilmiş ve hattâ sarâyi hümâyunun ihtiyacını karşılamışdır. Tanzimat devrinde burada beylik bir kundura imalâthanesi tesis edilmiş, yeni Osmanlı ordusunun kundura ihtiyacının büyük kısmını karşılamışdır, ki bu müessese zaman ile inkişâf ederek zamanımızda Türldyenin devlet sermâyesi ile işler en büyük müesseselerinden biri olmuşdur (B. : Sümerbank Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası).
Yukarı Boğazın en meşhur dalyanlarından biri Beykozdadır (B.: Beykoz Dalyanı). İstanbulun ve belki bütün Türkiyenin en güzel menba suyu olan Karakulak Suyu Beykozun sının içindedir (B. : Karakulak Suyu).
Onsekizinci asır ortalarında . İstanbul gümrük eminliğinde bulunmuş İshak Ağa üç güzel çeşme yapdırmışdır, üçü de ayrı güzellikde olan bu çeşmelerin biri, benzeri bütün yurdumuzda bulunmayan Beykozun muhteşem bir abidesidir (B. : İshakağa Çeş meleri; Beykoz Çeşmesi; Beykoz Çayırı Çeşmesi; Beykoz Yalıköy Çeşmesi).
Nefsi Beykoz kasabasının biri Beykoz İskelesi civarında, diğeri Yalıköyünde iki camii vardır (B. : Beykoz İskele Camii; Beykoz Ya-lıköy Camii).
Bu satırların yazıldığı 1961 yılı mayısında nefsi Beykoz kasabasının, beykozluları İstanbul çarşılarına pek muhtaç etmeyecek derecede büyükçe bir çarşısı vardı. Bu çarşı boyunda küçük aşçı ve kebabcılardan başka «Al-bayrak», «Bahar» ve «Boğaziçi» adlarında üç lokanta vardır. Oteli yokdur. Eski metinlerin meydana nazır olarak gösterdikleri Beykoz Hamamı bir aralık sokak içinde kalmışdır, Allan kem gözden, sahibinin, han veya apartı-man yapdırma hırsından saklasın, işlemektedir (B. : Beykoz Hamamı). Bostancıbaşı defterinde görülen Yalıköyünde lebideryadaki çarşı hamamı tesbit edemediğimiz bir tarihdc yıkılınışdır, o civarda bir hamam enkazına dahi rastlanamadı. Türk Ticaret Bankası, Ziraat Bankası, Garanti Bankası, Akbank ve Denizcilik Bankası olmak üzere beş banka şubesi vardır. Üç sineması vardır, Zafer Sineması yazlık ve kışlık, Bağçe ve Göksu sinemaları yazlıkdır. İskele civarında bir Belediye Parkı vardır, deniz kenarında, henüz gere-ği gibi tanzim edilememiş •durumda idi. Abra-
Dostları ilə paylaş: |