Kalesinde Halil Paşa Kulesi ve sahil kapusu Resim: Sabiha Bozcalı



Yüklə 5,55 Mb.
səhifə69/76
tarix27.12.2018
ölçüsü5,55 Mb.
#86801
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   76

Çayırlar otlu olur

Bekârlar bitli oîur :

Allahm hikmetinden

e

Güzeller dertli olur.

Bir ata sözü de: «Pire itde, bit yiğitde bulunur» diyor; buna rağmen birinin üstünde veya başında bit görülmesi o kişi için dâima yüz kızartıcı olmuşdur. '

Dolaşa gelmiş târihî rivayete göre Kanuni Sultan Süleymanm biricik kızı Mihrimah Sultanı vezirlerinden Rüştem Paşa ile evlendirmesinde bir bit en önemli rolü oynamışdır; şöyleki pâdişâhın kızını Rüsteme vermek arzusunda olduğunu his eden, ve bu gene ve güzel vezirin dâmadlık yolu ile ulaşacağı ikbâli çekemeyenler Rüştem Paşanın cüzam illetine mübtelâ olduğunu yaymışlardır. Pâdişâh bunu duyunca nasıl tahkik olunacağını hekimlerden sormuş, onlar da: «Bit cüzamlıya gitmez, Rüştem Paşada bit gören olursa biliniz ki tertemizdir» demişler, tahkike memur adamlardan biri de bir gün paşanın sırtından çıkardığı gömlekde bir bit bulmuş. Aşağıdaki beyit o zamanlar Rüştem Paşa hakkında söylenmiş olmasına rağmen biz bu fıkranın hakikat olacağına inanmıyoruz:



Oiıeak bir kişinin bahtı havî tabii yâr

Vakti hacet de anın kehîesi de işe yarar.

İstanbulda ayak takımının ve onlar ara-

sında bekâr uşaklarının karargâhı olmuş kahvehanelerde; ve çarşı hamamlarında yine o tabakanın soyunduğu peykelerde bit bulunması tabiî görüle gelmişdi (B.: Balaban İskelesi Kahvehaneleri).

Umumî nakil vâsıtalarından tirenlerin üçüncü, ve liman vapurları ile tramvayların ikinci mevki vagon, araba ve kamaralarının oturulacak yerlerinin tahta olması, bitin kumaş döşemelerde 'daha kolay yerleşme imkânını bulmasındandır.

îstanbulda hâneberdus takımı bit ile tamamen ünsiyet kesb etmişdir. Pantalonun altında iç donu, ceketinin altında mintan ve fanila, yahud mintanın üstünde ceket ve altında fanila olmadığı halde, sırtındaki o iki parça palasparenin yivlerindeki bitleri toplayıp yok etmezler, çoğunun uzun zaman makas yüzü görmemiş saçlarımda, ense ve şakaklarında bitlerin dolaşdığı uzakdan görülebilir. Bu mezellet çirkefine yeni düşmüş bazı oğlancıklarla delikanlıların da bir köşeye çekilip pervasızca bitlendikleri görülmüştür.

Hâneberduşlar ve pırpırı külhâniler argosunda bit'in adı «macar» dır (B.: Macar). F. Devellioğlu «Türk Argosu» adlı meşhur eserinde bit karşılığı «piyango» kelimesini de gösteriyor, biz o güruhun ağzında bit karşılığı olarak piyangoya rastlamadık.

Büyük şehrin ayak takımı bite «ufaklık» da der, macar ismi kadar yaygındır.

Malûmdur ki istanbul ceza evlerinde yatanların büyük ekseriyetini hırsızlarla yankesiciler, esrarkeşler, cinsi sapıklar, veya uygunsuzluk yolunda cerh ve katilden mahkûm olanlar teşkil eder, ki bunların çoğu da ceza evine sırtlarında ve başlarında bitleri ile girerler. Eskiden, bu güruhun mahbushânede bitlerini kemâli îtinâ ile koruyarak aralarında bit yarışları tertîb ettikleri, îstanbulun eski ceza evleri edebiyatına geçmişdir.

istanbul zaman zaman, bilhassa xharb yıllarında bit salgınına uğramışdır; bu haşere tifüs mikrobunu da yaydığı için büyük şehir de bit ile beraber dâima bir de tifüs salgını olmuşdur. Birinci Cihan Harbi yıllarında bit ve tifüs yalnız istanbul için değil, bütün yurdumuz için bir âfet olmuşdu. Bit salgınının son defa olarak, bilfiil harbe girmediğimiz halde İkinci Cihan Harbinin içinde 1940 -1941 de görülmüşdür, ki istanbul basınının üç seçkin sîmâsî iskender Fâhreddin Ser-

telli, Keman Hulusi Koray ve İzzet Apak bu bit salgının da nakil vasıtalarında aldıkları mikroplu bitlerle tifüsden ölmüşlerdir. İstanbul Belediye zabıtası o salgında, kılık kıyafetlerinden bitli oldukları belli kimseleri sokaklardan ve kahvehanelerden toplamış, kaafileler hâlinde, masrafı belediyece karşılanan ve bu temizlik işine tahsis edilen hamamlara sevketmiş, saçlarını kesdi-rerek vücudlarım yıkatmış, sırtlarından'çıkan çamaşırları, esvabları da etüvlerde temişlet-mişdi; fakat garib tarafı şudur ki, hamamda hem vücudları ve hem üstlerindeki çul çaput temizlenmiş olan bu hâneberduşlar ve bekâr uşakları, gece, inlerde, kulübelerde, bekâr odalarında ve bekâr hanlarında yine sıvama bitli yataklarına, yorganları altına, bâzıları da o günkü temizliğe katılmamış ayakdaşla-rına koynuna girmişler, ertesi sabah sokağa yeni macaıiarı ile çıkmışlardır.

Büyük şehir îstanbulda bite karşı en müessir silâh D.D.T. ve emsali ilâçlar olmuşdur; fakat biz öyle zan ve tahmin ediyoruz ki ayaktakımın toplandığı yerlerde, bekâr uşakları makamlarında bu müessir ilâçların kullanılması mecburiyetini kontrol son beş altı yıl içinde kavşamışdır. 196İ temmuzunda hammal kılıklı, beli ip kuşaklı, ve yalın ayaklı şehbaz ve şehleven bir delikanlının şakağında yürüyen bir biti, sağ elinin şöyle bir silkmesi ile, .Kadıköy Vapur iskelesinde bir çiti pıtı hanım kızın üstüne fırlatdığı, ve o haşerenin, bütün sürati ile toz penbe bir ipekli bluzun yakasından muattar kız tenine süzülüp girdiği görülmüşdür. Bu münasebetsizlik delikanlıya edibâne ihtar edildiğinde: «Boş ver baba!.» cevabi alındı,: «Bize na-sib olmayacak nimeti varsın bitimiz yesin!..» diye bilirdi.



EtTtK —• Ferid Devellioğlunun «Türk Argosu» adlı eserinde kay dine göre îstanbulun külhanı, hâneberdus pırpırılar argosunda «âşık»; misâl:

İki serseriden birinin gözleri uzakda duran güzel yüze dalar:



  • Ulan, bitiksin sen be!.. (FJD.)

  • Sorma, yanıyorum şoroloya!.

BÎTİ KANLANMAK — Halk ağzı deyim, «fakrü zarûretden küçük bir varlığa, rahatça geçim imkânına kavuşmak»; bu gibilerden eski hâlini unutup da yüksekden konuşanlar hakkında ve dâîmâ tezyif yolunda kul-


2824

s, 1S36 âa MekteMî, ve 1946 da Galata fcglcbrnâı üstünde
F«t»gr88anndan SaMfaa el ile).

lamlır; misâl:

Kahvede oturan iki kişi, karşıdan mağrurane geçen biri üzerine konuşurlar:

— Yahu şu herif yük arabası süren Çakır


Halil değil mi?

— Odur!, biti kanlandı keratanın...


BİTİRİM -~ İstanbulun külhânîler, hâ-

neberduş pırpırılar argosunda: l — Yerine göre (Külhanı tavır ve edalı, veya son derecede kurnaz, yahut gaayet cür'etkâr; misâller:

— Markacı Alinin gacosu yine çekmiş
kafayı, ulan ne bitirim karı o be...

* Bir meyhane kavgası yüzünden polis


karakoluna götürülen bir kaç kişi hakkında
konuşulur: :

— Aliyi de götürmüşler..

•— O paçayı sıyırır, bitirim oğlandır.,

* İki külhanı Kadıköy arabavapuru iske


lesinden denize giren çocukları seyrederler:

— Şu sarıyı gördünmü.. Vapurun ta kap


tan köşkü üstünden atlıyor be.,

-— Bitirim çocuk desene.. 2 —.'Güzel, hoşa giden kimse; misâl: Bir kebab kestaneci ayakdasma çırağından bah-



  • Aliyi canım gibi seviyorum...

  • Bitirim, çocuk doğrusu

3 — Güzel, hoşa giden yer; misâl: Saray burnunda ilk defa rakı içen bir külhânî:

-—- îşidirdim, hiç gelmemişdim, bitirim. yer imiş burası yahu L

Bibi: F. Devellioğlu, Türk Argosu.

(Abdullah) — Bitirim yerlerinin kurbanlarından acı bir hayat hikâyesi olan ve soy adım da mahvine sebeb olan yere nisbetle alan bir Mneberduş; 1015 de Is-



Âfcdttllah
tanbulda Fatihde doğdu, Şükrü Efendi adında bir mekteb hademesinin oğludur; anasını pek küçük yaşda kaybetmiş, câhil ve gaayet sert baba ile câhil ve son derece zâlim bir üvey ana elinde ve türlü cevrü cefâ ve mihnet içinde 1930 yılına ve Orta Okulun üçüncü sınıfına kadar okumuş; on beş yaşında ilk defa olarak smıfda kalmışdır. Karnesin-deki notlar çok kırık olduğu için smıfda kaldığı takdirde, bir ağaca bağlanarak müdhiş bir dayak ile tehdid edildiğinden, smıfda kaldığını öğrendiği günün akşamı korkudan evine gidememiş, iki arkadaşının verdiği bir buçuk lira ile geceyi, Tophanede, arkasındaki bir oda bitirim yeri olan bir sabahci kahvesinde geçirmiş, ve hemen o gece kendisine kumar oynatılmış, farkında olmayarak esrarlı sigara içirilmiş, uyuşturucu maddenin de yardımı ile gerideki odaya alınarak kumarda elbisesine ve ayakkablarına varınca soyulmuş, ve o gece iffetini de kaybederek ertesi günü yalın ayak yarım pabuç istanbul kaldırımlarına düşmüştür.

1940 yılında yirmibeş yaşında bulunan Abdullaha, bir temmuz sabahı Galata Rıhtımı kaldırımında taşlar üstünde yatmış uyur iken rastlanmış, kendisini:'uyandıran bir polis memuru ile konuşur iken çok düzgün lisanı bilhassa nazarı dikkati çekmiş, asla ür-kütülmeyerek, o zamanlar rıhtım caddesi üzerinde bulunan bir kahvehaneye davetle aşağıdaki notlar, bu şehir kütüğü için ağzından tesbit edilmiştir; o günden bu yana bir daha göremediğimiz Abdullah Bitirim suskunlunu şöylece nakletmiştir:

« Geceyi bir sabahçı kahvesinde geçire-

AHSÎRÎ^PEDÎSÎ

cekdim, elli kuruş harcarsam, ertesi sabahı bize ara sıra mektup yazan Edirnedeki halamın yanma kaçacaktım. Sabahçı kahvelerinin Tophanede olduğunu öğrenmiştim. Ortalık kararmcaya kadar sokaklarda dolaştım. Bir ara kendimi denize atmayı .bile düşündüm. Akşam üstü yağmur başladı. Tophanede kahveye girdim. Kahveciye: — Burası sabahçı mı? diye sordum, yatacak yerim ve otel param olmadığını, ertesi gün Edirneye gideceğimi söyledim; kahveci on beş kuruşa ancak bir iskemle üstünde oturarak sabahlı-yabileceğimi söyledi, Canavar suratlı bir adamdı,

«Yanımdaki masada üç adam kâğıd oyunu oynadıllar; masa altından birbirlerine para verip aldılar, kumar olduğunu anladım. Bana da teklif ettiler. Param yok dedim. Ufak oynarız, vakit de geçer dediler. Altmış altı oynadık, saat on ikiye kadar on lira para kazandım. Sonra öğrendim ki beni soymak için önce mahsus yenilmişler. Haydi şansın var, arka odaya geçelim, orada büyük kumar var, çok para kazanırsın dediler. Bana «gara verdiler, ilk defa cıgara içtim, haberim yok, dolma imiş (esrar sigarası). Toyluk da var. dünyâ başka türlü göründü bana. Arkadaki bitirim yerine geçtik. Orada kılıç öğrettiler; on lira da o oyunda kazandım; bîr dolma daha tutuşdurdular elime, sonra elime zar verdiler, barbuta oturdum, ,orada yirmi lira ile kendi bir buçuk liram gidiverdi, bu sefer tekrar kazanmak hırsı ile dalga içinde ne, yapdığımı bilmedim; biri ceketime beş lira koydu, ceketimi aldılar, ayakkablarım, pantalonum, gömleğim alındı, hatta ayaklarımdaki eski çoraplarım bile on kuruşa alındı. Yalın ayak, bir iç donu ve fanila ile kaldım. Ağlamağa başladım. Polise gideceğimi söyledim. Küfrettiler, hiç bir şey yapamayacağımı söylediler. Bir adam sözde acıdı. Dl-şarda müthiş yağmur yağıyordu, burada böyle kalamazsın oğlum dedi, ben hamamda yatıyorum, gel seni de oraya götüreyim, sıcak, hem yıkanırsın, ben sana ayakkabı ile bir pantalon uydururum hamamcılardan sabahleyin dedi. Yağmur altında o adamla Yamalı Hamama gittim, hamama külhan kapusun-dan girdik. Başıma ne geldi ise hep o gece geldi. Sabahleyin bana artık kendi malı gibi bakan o adam ayağıma bir çift eski pabuç ile bir pantalon buldu, bir de mintan verdi-

8825

ler. Üç ay 0 hamamda kahve ©cağında uşaklık ettim. Arada dellaklık da yaptım. Yasak-di ben yaşdaki çocuklara ama uşak adı ile soyunur girerdim içeri. Sonra başka bir kahvede çırak oldum. Esrara ve kumara gün-günden düştüm. Peşimi bırakmadılar, hep sürüklendim. Artık hiçbir iş yapamaz hâle geldim. Allah düşmanımı düşürmesin bitirim yerine. Soy adımı Bitirim aldım mahsus, hem de askerde bana Bitirim Abdullah derlerdi, onun için. Benim gibilere artık ölüm paklık-dır. Bitirim yerleri kökünden kalkmazsa daha ne gül çocuklar bu yola düşer».



Bitirim Abdullahın son derece yıpranmış nüfûs cüzdanı içinde saklanmış ve Bitirim yerine düşmesinden az evvel bir şipşak fotoğrafçıya çektirilmiş resmi ile kaldırım taflan üstünde uyurken gazete fotoğrafçısı tarafından alınmış resmi, R. E. Koçunun. Belediye kütübhânesine vakfetmeyi düşündüğü emsalsiz fotoğraf arşivimiz içinde, Büyük şehrin günlük kayatmm acı tarafından yüzlerce vesikadan iki dânesidir.

BÎTÎBÎMYERl — istanbul argosunda, içinde gizli kumar oynatılan, yüksek mano alman, acı kuvvetli ve pençeli fedaîleri bulunan, «sirkaf» denilen hurdebînî işaretlerle işaretli iskambil kâğıdlan ve hileli zarlarla oyuncular arasına karışan soyguncuları olan kahvehane yahud ev. Bitirim yerlerinin müdavimleri ekseriyet ile ayak takımı, hattâ ayak takımının serseri güruhu ile hâneber-duşlar, külhânî pırpırılardır; arada orta tabakadan kumarbazlar da gelirler; her kes, er veya yeç, soyulmaya mahkûmdur. Hileler meydana çıkdığında kanlı kavgalar, hattâ cinayetler olur. Bir bitirim yeri. işletebilmek için muhakkak eli tabanca, pençesi bıçak tutmasını bilir, bileği bükülmez bir kabadayı olmak şarttır; bitirim yerlerini işletenlerin hepsi, bilâ istisna katilden, cerhden, sirkatden sabıkalı, edeb, namus, iffet duyguları yok olmuş şerirlerdir. Buraları ayni zamanda esrar ve heroin yuvalarıdır. Pek çok gencin soyulduk-dan başka iffetlerine de tecâvüz edilip sefalet ve mezellet girdabına sürüklenmesinin ilk adımı, bir bitirim yerinin eşiğinden atılmış-dır; bunun en canlı hâzin misâli; soy adını de «Bitirim» alan Abdullahın hayat hikâyesidir (B.: Bitirim, Abdullah).

— Ferid Devellioğlunun «Türk Argosu» adlı eserinde kaydettiğine

BİTLEMEK

— 2826 -


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 2827

BİT PAZARI


göre İstanbulun külhâniler argosunda «tecrübeli, bilgili, açıkgöz» kimse; müellif şu misâli veriyor: «Herifi görme, bitirmiş..».

İlk iki mânâda: Semtinin arabacı kahvesine çıkan yaşlı ve sözünü bilir, hâdiseleri avamın idrak seviyesine inerek anlatır yaşlı bir aydının etrafına toplananlardan biri:

— Beybaba bitirmiştir, susalım da onu
dinleyelim!..

Üçüncü mânâda:



  • Bitirmiş biri lâzım bana bu dalgada..

  • îyiya, Tilki'yi al götür, hiç düşünme!..
    BİTLEMEK — Ferid Devellioğlunun

«Türk Argosu» adlı eserinde'kaydettiğine göre îstanbulun külhâniler, pırpırı hâneberdüş-lar argosunda «kavga çıkarmak için bahane aramak», Müellif misâl vermiyor.

BİTLENMEK — îstanbulun .külhâniler ve pırpırı hâneberduşlar argosunda «para tutmak, paralı olmak». Ferid Devellioğlu şu misâli veriyor: «Şu hacıağayı sövüşle de bir az bitlenelim be oğlum!.».

* — Tutmadı mı, kedi gibi sokulur, bitlenince de böyle uzaktan volta vurur herge- . le!.

BİTLİCE MESCİDİ — Hadîkatül Cevâ-mi şu bilgiyi veriyor: «Dârüssaade Ağası Mehmed Ağanın Camii yakınındadır; bâni-yesi Şerife Fatma Hâtûndur, ki kendi dahi bu mescid kurbinde rnedfûnedir. Bu Fatma Hanım Bitlice Ali Efendinin zevcesidir ki, hicrî 1000 (M. 1591 - 1592) târihinde istanbul kadılığından mâzul iken vefat eden bu Bitlice Ali Efendi, Şeyhülislâm Çivizâde Mehmed Efendinin biraderi tlyas âfendinin oğlu Defterdar Abdullah âfendinin oğludur. Bitlice Ali Efendinin oğlu iki defa Anadolu Kadıas-kerliğinde bulunmuş ve babasından kırk sene sonra vefat etmiş (Hicrî 1040 — Milâdî 1630 - 1631) Seyyid Abdullah Efendi, ve onun oğlu, Filiba kadılığından mâzul iken 1043 de (milâdî 1633 - 1634) vefat eden Ali Nazmi. Efendi de orada medfundurlar. Bu mescidin mahallesi yokdur».

Mühendishânei Berrii Hümâyun talebeleri tarafından hîcrî 1254 muharreminde resmedilmiş (Milâdî 1838) istanbul camileri haritasında bu mescid Mehmedağa Camii ile (haritada 48 numara) üçbaş Camii (haritada 68 numara) arasında 61 numara ile gösteril-mişdir.

1961 yılında çökmek üzere dört duvar-

dan ibaret kalmış" bir harabe hâlinde idi; küçücük, âdeta kagir bir odacıkdan ibaret bir mescid olup mihrab duvarı önünde kabir taşına rastlanamadı. Bir kenarında da bu mescid harabesinin bulunduğu genişçe bir bağçe içinde önü sundurmalı köy evlerini hatırlatan medrese odaları vardır ki bu odalarda oturan yetmişlik, ve kibar düşkünü olduğu her hâlinden belli bir hanımın rivayetine göre medrese Agniye Hâtûn adında bjr hayır sahibi ile oğlu ahmed çavuşun vakfı imiş; harab mescid de Agniye Hâtûna nisbet ile anılır imiş; hazîresi mihraba nazaran mescidin sağ duvarı önünde ve yol kenarında bulunub • kısmen yola gitmiş, kısmen de, hâlen oradaki duva-rımsı toprak tümseğin altında kalmış.

Bu küçücük mescid harabesinin, eldeki haritaya göre, Bitlice mescidi olduğunda en küçük şübheye mahal yoktur.

Bibi: Hadîkatül Cevâmi, I; Mühendishâne -Haritası; R. E. K. ve Gnl. H.R. Ayyıldız, Gezi notu.

BİT PAZARI — Türk lügati şöyle tarif eder: «Bat, arabcada son, nihâî, kat'î mânâsında; Bat pazarı, müzayede ile eşya satılan yer. bey'i bat mahalli. Avam lisanında Bitça-zarı denilir. Bitpazarlı; müstamel (kullanılmış) eşya satan esnaf» (Hüseyin Kâzım Bey, Büyük Türk Lügati).

Ayni eserde «Bey'i bat» için: «kat'î satış» deniliyor; ve misâl olarak şâir Yenişehirli Avni Beyin şu beyti veriliyor; Bir pula değmez benim indimde sûki kâinat Âlemi ben hiçe sattım ber sebili bey'i bât

Görülüyor ki bu meşhur dil.- bilgininin «Bit pazarı» tâbirini tarifi tam ışık içinde değildir; Batpazarınm avam ağzında «Bitpazarı» olduğunu söyledikden sonra, Bitpa-zarlımn «müstamel eşya satan esnaf» olduğunu kayderken, bu müstamel, kullanılmış eşyanın, nereden, ne münâsebetle geldiğini göstermiyor, îzah etmiyor.

Kendisi pek değerli bir maliyeci olduğu halde şöhretini târihî tedkikleri ile yapmış, metodsuz olsa dahi hakîkaten kıymetli eserler vücûda getirmiş bulunan muhterem Mehmed Zeki Pakalın «Osmanlı Târih Deyimleri ve Terimleri» adındaki himmet mahsûlü eserine bu pazar-çarşı adını «Bat pazarı» olarak alıyor, ve: «Eski eşya alınıp satılan pazar yeri ve çarşı hakkında kullanılır bir tâbirdir. Halk arasında Bitpazarı denilir. Aslı Bayat pazarıdır» diyor.

Bitpazarı adının aslının «Bayat pazarı» olduğunu kesin hüküm ile söyledikden sonra, yukarıdaki satırları eserinde «Baf'pazarı» maddesinde yazması, Hüseyin Kâzim beyin tesiri altında kaldığına delildir, «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri»nde müstakil bir Bit pazarı maddesi yoktur.

Aslı «Batpazarı» yâhud «Bayat pazarı»; bu çarşının adı üstünde durmadan bir hususiyetinden bahsetmelidir. Halkın «Bit pazarı» dediği çarşıda sâdece esnaf mal satmaz, burada halk da esnafa mal satar; ve bu çarşıda yeni, gayri müstamel eşya satılmaz. Bu çarşı esnafının en büyük kazancı da halka mal satar iken değil, halkın elinden mal alır iken olur.

Hüseyin Kâzım Bey: «Bat pazarı, müzayede ile eşya satılan yer, bey'i bat mahalli» diyor, fakat, yukarıda da arz ettik bu ifâdesini mübhem bırakıyor, aydınlatmıyor.. Bit pazarında müzayede, arttırma ile satış, esnafın halka mal satışında değil, halkın esnafa mal arzında olur; bu bakımdan «Bit pazarı» tâbirinin Bat pazarından bozma olduğunu söylemek de kolaylaşır; şöyleki, bir kimse , Bitpazarma satılık rnal götürdüğü zaman, mala tâlib olan esnaf birbirinden az farklı fiatlar verir, bu bir nevi arttırma, müzayededir, son haddini bulunca (ki dâima hakîki kıymetinin çok altındadır, aşağıda tafsilâtı ile arzedteceğiz), artık fazla para veren çıkmayınca o malın satılması gerekir, yahud, malın sahibi kıyamaz, satmaz, malını alır, gider.

içinde, yalnız kullanılmış eşyanın alınıp satıldığı bir carşi olduğuna göre, Bitpazarı adının Bayat pazarınden bozma olduğunu söylemek, akla çok yakındır; bayat kelimesi; günlük dilimizde rnezâcen «çok kullanılmış, eskimiş» mânasına gelir; hattâ: «Bırak o bayat lafları, mazeretleri..» gibi tâbirleri sık sık kullanırız.

«Bayat pazarı» m, avam ağzı «Bitpazarı» yapar iken, «Bit» in müstehrek bir haşere olmasından dolayı, îstanbulurı arabca kelimeler ve terimler kullanmaya düşkün kâtib ağzı da «Batpazarı» yapmışdır diyebiliriz.

istanbul Bitpazarımn ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmiyor. Bu büyük şeh-rin günlük hayâtında çok önemli bir yeri olan bu pazarın kuruluşunu îstanbulun fethi devrine kadar götürmek hatalı olmaz sanırız. Bizim rastlaya bildiğimiz en şski târih kaydi,

Evliya Çelebidedir. Muharrir seyyah, İstanbul esnafından bahsederken Bitpazarı için de su satırları yazıyor:

«Esnafı hîlekârânı Bitpazarı - Dükkân 400, Nefer 700».

On yedinci asır ortası için rakamlar hayli mübalâğalı görünür, fakat Evliya Çelebinin Bitpazarı esnafı için «hilekâr» demesi son derece şayanı dikkattir.

Gençliği bıçkınlık yolunda geçmiş bir İstanbullu olan Mustafa Tekkanad (Yorgancı Çakır Mustafa)., bize tevdi ettiği zengin îtirafnâme - hatıralarında, ki cemiyet hayatı bakımından çok kıymetlidir, Bitpazarı için de şu satırları yazıyor: «Ne götürür iseniz, eski lâzımlıkdan billur avizeye, yamalı iç donundan redingota, sırmalı paşa üniformasına her şeyin satıla bileceği bir çarşıdır. Koca bir evin eşyasını arabalara yükleyüb götürseniz yarım saat içinde satarsınız; ben sattım. On altı yaşında uçarı, haylaz bir oğlandım; ananı müteverrim, babam ayyaş, usta yorgancı idi ama kazandığını meyhanelerde, umumhanelerde yer; beni başı "boş bı-rakolı, itliğe, bıçkınlığa heves ettim, esrara başladım, dükkândan sık sık kaçar, bâzı geceler eve dahi gitmez, nerelerde, kimlerin yanında dolaştığımın bile farkında olmazdım, îşi Bitpazarmda, saatçi lâkabı ile anılır bir adamla tanışdım; esrarı ekseriya veresiye ondan alırdım. Herife hayli esrar borcum oldu. Anam öldü; babam eve üvey ana, adı altında bir şıllık getirdi. Karı geldiğinin ertesi günü bana musallat oldu, cevrü cefâya başladı. Babamla beraber bir haftalığına Bursaya gittiler. Ev ve eşya anamın idi, şıllık kadın mahallemiz halkınca da iyi kar-şılanmışdı. Fırsat ganimettir dedim, imam efendinin ayaklarına kapanıp yalvardım, ile mahalleli göz yumdular, evde eşya namına ne varsa iki öküz arabasına doldurdum, Bitpazarı önüne çekdim, Saatçi de kefilim oldu, hepsini bir saat içinde sattım. Esnafın iki arabaya karasinek bulutu gibi üşüşrrfesi, ellerine geçeni didik muayeneleri, bir yağma hâlinde satış ölünceye kadar unutamayacağım bir sahnedir. Ya elime geçen? Sâdece on altın olmuşdu; bir de Saatçiye olan borcumu ödemişdim; onun nasılsa eseri merhameti olarak dedemden yadigâr gümüş kösteği ile gümüş bir ceb saatini de satmamışdım. Bitpazarından şöyle ayrıldım: Yalın ayak,


2829

2818
BİT PAZARI

yarım pabuç, başımda püşkülsüz fes, yeleğimde gümüş kösteği sallanan yadigâr saat, 'koynumda da on altın!, ve peşimde, mirasyedinin paralarını yiyecek, sözde hami iki hayta.,,».

«Batpazan, Bayatpazarı, Bitpazarı» için «eski eşya alınıp satılan pazar yeri, çarşı» der iken Koltukçular Çarşısı ile Hırdavatçılar Çarşını bura ile karıştırmamalıdır. Mustafa Tekkanad'm yukarıda anlattığı gibi iki öküz arabası yükün ev eşyası Bitpazarı ka-pusu önünde bir saat içinde satılmış olsa dahi, bunların arasından nefsi Bit pazarına .girenler yalnız giyim eşyası olacakdır. Bitpa-zarının değişmez hakîki hüviyeti, yalnız eski, kullanılmış giyim eşyasının alınıp satıldığı bîr çarşı oluşudur (B.; Hırdavatçılar; koltukcular; Saatçi Baba).

Bitpazarına. mal götürüb satanlar, orta tabaka halk ile avam arasından sıkıntıya düşmüş kimselerdir; bunların arasında bohem hayatı süren münevverler, tahsil çağında bâzı âvâre gençler, (kışdan yaza çıkınca, gelecek kışa Allah kerimdir diye paltosunu satanlar gibi), ölmüş kocasının esvablarmı satan garib dullar görülür. Buradan kullanılmış giyim eşyası alanlar da, hemen umumiyetle ayak takımı, diyor garibi bekâr uşaklarıdır. Sıkıntı, geçim derdi içinde «kan ku-sub da kızılcık yemişdim» diyen, kimseye yüz suyu döküb.minnet etmeyen seçkin münevverler arasında Bit pazarından giyinenler de vardır.

Bitpazarı esnafı iki kısımdır; bir kısmı dükkân sahihleridir; diğeri malı elden kapıcı ayak esnafıdır. Dükkân sâhibleri meçhul eshasdan ma] almaz, muhakkak bir kefil is--ter.

Hırsızların çaldığı giyim eşyasının çoğu, ya yatak mutavassıtlar eliyle, yâhud doğrudan Bitpazarma düşer.

Bilhassa, avâmî tabiriyle «şeytana uyan» bâzı toy gençler, konudan komşudan, gittiği okuldan, hatta kendi evinde çaldıkları elbise, palto, pardesü, manto, ceket gibi şeyleri Bitpazarma götürürler. Bitpazarı, emniyet müdürlüğü ikinci şubesinin hırsızlık masasının sivil memurları tarafından daimî murakabe altında bulunmasına rağmen, polisi adım atışından ve bakışından tanıyan ve hepsi tilki gibi kurnaz kurnaz malkapıcı ayak esnafı delâleti ile, pek tabi'î ki yokba-

fSTANBUL


hâsına derhal elden çıkar, ve satılır. Hırsızlık malı olduğu bile bile alman eşyaya «Anadolu» denilir; îstanbulda satılmaz, denklenip Anadolu pazarlarına' sevk olunur. Onun içindir ki satış anında, hırsızla beraber yakalanamayan eşyayı bulmak çok zordur.

Mahalleler arasında dolaşan eski alıcılar da topladıkları giyim eşyasını Bitpazarı esnafına devrederler; pek azını birinci el'ola-" rak kendileri satar. Seyyar eski alıcılarının devamlı bağlandıkları bitpazarı esnafı vardır.

Bit pazarında bir mal, sahibi elinden dâimi çok ucuza, esnaf elinden de tutturula-biîdiğme satılır.

Bit pazarı esnafı aldığı giyim eşyasını nadiren aldığı gibi devredip satar; ekseriya, bu esnafa yamak temizleyiciler, örücüler ve terziler elinden geçerek tamir ve tâdil edil-dikden sonra Bitpazarı dükkânlarında yer alır; tamiri ve tâdili imkânsız elbiseler ise kasketcilere verilir, sağlam yerlerinden çıkabildiği kadar üç dört bez kasket yapılır.

İstanbulda bîri Büyük Kapalı Çarşıda, biri Üsküdarda, biri Kadıköyünde üç Bitpazarı vardır.

Bitpazarı esnafı, bilhassa iş üzerinde ve kendi aralarında argo konuşur; bu argodan, şunları tesbit edebildik:

* Yem yemez su içmez — Hırsızlık malı;
misâl; Bir dükkân sahibi kol tuğlanda bir
boğça ile gecen ayak esnafından birine so
rar :


  • Hasan, ne var o boğçada?

  • Seni açmaz ağabey, yem yemez, su.
    içmez!,.

* Anadolu —- Birkaç mânada kullanılır;
1) Bir mala tâlib olmak; misâl:

— O acem şalına anadoluyum'L

2) Kendi aralarındaki, satışda malın son
.fiâti, misâl:

— Hasarı, omuzundaki paltonun anado-


lusunu söyle!..

3) Sakat mal; misâl:

—- Sana yaramaz Hacı, bunların hepsi anadoiu...

4) Polis; misal:

— Şu sakallıya imsâ ol, anadoludur!..

* İmşâ — Birkaç mânâda kullanılır; 1)


Bitpazarı esnafının toplu mal alımında ken
di aralarında ortaklık; misâl:

Esnafın kalantorlarından bir kaçım eski

ANSİKLOPEDİSİ

bir konağa mal almaya götüren kılavuz-sim-• sar ufak bir ondalık ile kanaat etmeyeceğini bildirir:

~— İmşâyım!.. (Malın alımında ortağım!.).

2) Alâkadar olmak; misâl:

Dükkân sahibi, mühimce bir iş peşinde dolaşdıklarmdan şüphelendiği ayak esnafını oğluna tâkib ettirmek ister:

•*- 'Âli, şunlara imsâ ol!.. (Ali, şunlarla alâkadar ol!,.).

3) Dikkat et; misâl:

— îmşâ ol, herifin eli uzundur!..

* Kallüb etmek — Tahmin etmek, eşya


ya fiat koymak; misâl:

Ortaklaşa alınmış bir parti malın başın.-

da:

— Şunları bir kallüb edelim...



* Ayıtmak — Dikkatli olmak; misâl:

— iyi ayıtdın mı? (dikkat ettin mi?)


"'Helelim — Güzel, kıymetli mal; misâl:

— Şu ihtiyarı gördün mü, Abdülhamid


paşasıdır, hep helelim mal getirir, durma,
imsâ ol (durma, alâkar ol).

* Aykırı — Antika mal.



  • Kesmek — ortaklaşa koyup toplu alı
    nan mal aralarında bir kâr koyup satmak

  • Boya boyacının — Ortaklaşa toplu
    alman bir malın içinde, yalnız bir kişinin is
    teği ile alınan parçalar varsa, onların kâr ve
    zararının ortaklara âid olmayup isteyüb al
    dırana âid olduğu:

— Boya boyacının ha!... unutmayın!,,

* Urpu turpu içinde — Ortaklaşa toplu


alınan malın kâr ve zararının ortaklara âid
olduğu:

— Sonra laf olmasın, bunun urpu turpu

içinde!..

Eskiye rağbet olsa Bitpazarma ma yağardı — Meşhur darbı mesel.

BİZANS BİRAHANESİ -—İkinci Abdül-hamidin son yıllarında, 1897 ile 1908 arasında Galatanın en namlı birahanelerinden biriydi, yeri Karaköy Palas'ın hemen tam karşısına düşer; elli altmış kişi alacak kadar genişçe bir yerdi. Gündüz, bir lokanta olarak işler, akşamları bira düşkünlerinin toplandığı bir yer olurdu. Sahibi bir yunanlı idi, çırakları da genç, eli ayağı düzgün seçme güzel rum çocukları idi. son derecede edeb ve terbiyeli, müşterilerin etrafında pervane gibi dönerler, her arzularını yerine ge-

BÎZANS EVLERÎ

tirmeye çalışırlardı, ve pek cömerdce bahşiş toplarlardı. Lokanta yemeklerinin ekseriyetini soğuk yemekler teşkil eder, öğleyin sarf edilemeyen kısmını akşam üstü bira içenler temizlerdi. Tava balıkları ve salataları meşhurdu, ve bunlar sofralara pek mükellef bir şekilde arz oluıiurdu. Biranın küçük bardağı 60 para, dublesi 100 para idi. İlk açıldığı zamanlar Viyana birası verilirdi, sonraları o zamanlar pek meşhur olan Belgradın Ya-godina biralarını getirmeğe başladı, daha sonra bu yabancı biraların yerini Bomonti birası aldı. Bomonti birasının nefasetini yabancılar dahi tasdik ederlerdi.

Birahanenin sahibi olan yunanlı için İs-tanbula yalın ayaklı bir gemi miçosu olarak geldiği, Kuledibi yosmalarından birinin gönül eğlencesi olduğu,, galata balozlarında uşaklık ettiği, bu birahaneyi bir rum kapta-, n m verdiği sermâye ile açdığı söylenirdi. Bizim gördüğümüz sıralar kırk yaşlarında, pos bıyık, iri yarı, pençeli bir adamdı, pek az türkçe bilir, hayli para yapmış, parmağında elmas yüzük, yeleğinde altın köstek, kasabasında bir banker edası ile otururdu.

BİZANS EVLERİ (Zamanımıza, kadar gelmiş) — Bizans, bu ansiklopedinin müdev-viııinin kalem salâhiyeti dışında bir konudur; aşağıdaki satırları Celâl Esa.d Arseven'in «Eski İstanbul» adlı eserinden alıyoruz:

«Bizans şehri Roma imparatorluğunun payitahtı olunca İstanbula gelen Roma şe-



Yüklə 5,55 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   65   66   67   68   69   70   71   72   ...   76




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin