Ü3İ4 -
ÎSTANfrÜL
BEDESTAN
kâpu kapanır, yalnız înciciler kapusu çarşının tamamen boşalmasına kadar yarım açık "bir vaziyetde, kapuda bekçi beklemek sureti ile durur, ve burada büyük dolablarm altlarına, kuyumcuların akşam muhafaza için bırakub sabahleyin tekrar aldıkları sandıklara mallar konulurdu. Ondan sonra o kapuda kapanır, içerde kalan nöbetçi bölükbaşı ile bir de yamağı tarafından, ellerinde kalın bir sopa ve bir de tabanca olduğu halde Bedestenin içi güzelce arandıktan ve kimsenin kalmadığına kanaat edildikden sonra gidip otururlardı. Bundan sonra da el tetikde, kulak tıkırdıda sabaha kadar beklerlerdi.
«Bankalar, (Banka kasalari) yok iken, bütün istanbul halkı (içlerinde kıymetli eşyaları mücevherleri parası bulunan) ağzı mühürlü sandıklarını, (sonraları) kasalarını Bedestene koyar ve mukaabilinde bir makbuz alır giderdi. Sahibi geldiği zaman bir bölük başının nezâreti altında sandığın konulduğu mahzene gidilir, bölükbaşı kenarda durarak emânet sahibi sandığından alacağını alır, koyacağını koyar, tekrar (kilitleyip), mühürleyüb mührünü bölükbaşıya gösterirdi. Eşya muhafazası ve dellâliye ücretinin yüzde yirmisi Bekcibaşı denilen ser muhafıza âid olub bakiyesi diğer 11 bölük başı arasında mütsâviyen taksini olunurdu» (M. Z. Pakalın).
Büyük eseri sâdece maddeler tesbit edilip sıralanmış olsaydı bile müstesna bir kıymet ifâde edecek olan M. Z. Pakalın yukarıdaki malûmata kaynak göstermiyor. Geniş kısmı Nureddin Rüşdü Büngülün Eski Eserler Ansiklopedisinden hemen harfiyen 'alın-rmgdır. Nihayet merhumun adı ancak şu son paragraf da zikredilmektedir:
«Zamanımızda eski eserler hakkındaki bilgisi ile tanınmış olan Nureddin Rüştü Büngül Eski Eserler Ansiklopedisi adındaki eserinin Bedesten maddesinde dikkate değer şeyler söylüyor: Hocalardan ibaret olan ilk teşkilât bir müddet devam ederek Hocalar arpalıklara kavuşmak sureti ile peyderpey esnaflığı terk etmişler ve bunların yerine top ve çenber sakallı, ağabânî sarıklı, kürklü, kerrâkeli, kerli ferli adamlar kaaim olduğu gibi bunlar tarafından «Bedesteni Atik ve cevânibi erbaası Esnaf Loncası» adı
ile bir lonca teşkil eylemişlerdi. Hicrî X. (Milâdi XVII.) asra doğru bütün büyük kefaletler burada yapılır ve hükümetçe muteber tüccar burada bulunurdu. Loncanın orta sandığı da vardı. Bu sandıkda esnafdan muhtaç olanlarının cenazesine, dellalların hastalığına, ve bir çok hayırlı islere paralar dağıtılırdı. Bedestenliler çok açıkgöz ve tecrübeli olduklarından vükelâ ve vüzerâ gibi büyük devlet adamlarını ve memleketin zenginlerini Bedestene alışdırmışlar, hergün öğle üzeri bunlar gelir, samur kürkler, lâhur şallar, mertebânî tabaklar, mineli enfiye kutuları, yakutlar, zümrüdler alırlar, ve kimin dolabına oturmuşlarsa o hocayı zengin ederlerdi. Burada anberli kahveler içilirse de çubuk ve nargileye müsaade edilmediği gibi içeriye hiç bir zaman ateş konulmazdı.
Bedestenin kassam mahkemesine âid dolabın üstünde, içerisinde Allah, Muham-med, Yâ Müstean yazılı mozayıkdan büyük bir levha vardı, bu levha hâlâ orada durmaktadır, ikinci Mahmud zamanında Bedestene ahşab bir mescid de ilâve edilmişdir».
Muhterem Pakalın bu paragrafda da maalesef pek güzel satırları, bir zühul eseri olacak almamışdır; meselâ:
«Bedestenliler arasına Billûrî Nuri Baba gibi pek zarif adamlar ve kıymetli sanatkârlar da girmişdir», «İkinci Sultan Mahrnu-dun mescidine gaayet zarif çeşmi bülbül bir kandil asılmış bulunuyordu. Benim orada idare heyetinde ve kâtibi umumî bulundu-düğüm zamanlar evkafdan istenilmiş isede verdirmemiştim; gaaliba sonradan icâbına bakmışlar» gibi.
Merhum Nureddin Rüştü Büngül, bâzı büyük hatâları ve azametli noksanları olmasına rağmen pek kıymetli ansiklopedisinin Bedesten maddesindo «Bedestenin devri fetreti», «Bedestende geçen bâzı hâdiseler» diye hakîkaten önemli hâtıralar tesbit etmiş-dir; merhum şöyle anlatıyor:
«Meşrutiyetde, 1329 (M. 1913) ben de oraya girdiğim zaman bir kaç kişiden başka ne zengin ne de .dürüst ahlâklı tüccar göre-memişdim. Çoğu riyakâr, bir kaçı da ipsiz sapsız kimseler kalmış ve bölükbaşılar da tam adedlerini dolduramamışlardı. Bu aşağı doğru iniş harb içinde bir az canlanmış,
banknot bereketine bilir bilmez para kazanan kimselerle dolmuş ve gayri tabiî alış verişler de devam etmiş ise de nihayet o serveti uzmâ sönmüş, ve o zengin hâcegîler ölmüş, ahzü ata da bir varmış bir yokmuşa dön-
müşdü.
«Bankaların intizama girmesi, kıymetli eşya kalmaması, ve asayiş müemmen olup hırsız korkusunun da azalması gibi sebeb-lerden dolayı muhafaza için getirilen eşya ve müvecherat da kalmamış, bilhassa müzayede işinin oradan kaldırılması dolayısı ile (îç) Bedesten tam bir sukuuta uğramışdır. (Bedestenin muhafız teşkilâtı da küçülmüş), bir ihtiyar bekçi ile bir bölük başı kalmışdı. Elli senelik emekdar bekcibaşı Bay Osman bir refiki ile hayatını sürüklemektedir
(1939).
«Bedestende muhafaza edilen eşya ve mücevheratın muhafazasına fevkalâde îtinâ edilir, yerlere düşenler, ve dışarda unutulan mücevherat ve nakid alınıp idare heyetine verilirdi, onlar da sahibini bulur, verirdi. Bölük basılar gözü tok ve namuslu adamlardı, bir defa Hacı Tahsin namludaki bölükbaşının yerde bulub bana teslim ettiği bir kutu içerisinde 20,000 liralık çıplak pırlanta sâhiöi olan Sarı Tatyosa teslim edilmiş ve kalb hastalığından ölecek bir halde elmasların, pırlantalarım diye çırpınır iken imdadına yetişilen bu hasis, duygusuz adamdan bu bekçilere verilmek üzere bahşiş bile alamamış-dık.
«Bedesten bir §ok iğrenç hikâyelere ve gülünç vakalara da zemin olmuş ve içinde yaşayan bir çok fırıldakçılar da senelerce, asırlarca dolabını çevirmişdir. Müşteri gelirken hemen kollarını sıvayub abdest alacak vaziyetde bulunur, dudakları da riyakâr mırıltılarla dolu olduğu halde göstere göstere abdestini alır ve duasını okur, müşteriyi bil iltizam beklete beklete usandırır, sonra besmelelerle defterini açar, sermâyeye zam ettiği % 100 den sonra helâlinden %20 daha zam ederek malını satar; yâhud gözleri yaşlı, kucağı çocuklu, koltuğunda bir boğça kıymetdar şallar, kumaşlarla, veya cebinde mücevheratla gelen bir yetim anasını tatlı tatlı dillerle: — Buyurun hanımefendi, safa geldiniz, hoş geldiniz, Allah rahmet etsin, ah ne kadar hu-
kukumuz vardı!, diyerek kadını ölüsüne bir kat daha acındırdıkdan ve bu suretle şuursuz bir hâle getirdikden sonra: — Senin kendi kızımdan farkın yok. merak etme!., falan diye tatlı sözlerle tatmin ettikden sonra: — Seni gördükçe alîm Allah içim sızlar, Allah bağışlasın nur topu gibisin, elbetde bir hakkında hayırlısını daha bulacağız!., falandan sonra: — Al şunu şimdilik harçlık yap da malı aceleye getirmiyelim, şöyle tuzu ile, biberi ile satalım!, diyerek elindeki boğçayı alır, kadını savar, bir kaç gün sonra 500 lira değerindeki şalları, kumaşları türlü türlü şeytanetlerle, desiselerle kadıncağızı kandırarak elli liraya alır, ve hâinâne; —- Bunların değeri otuz beş kırk liradan fazla değilse de bende hem Allah korkusu var hem de merhum ile içdiğimiz su ayrı gitmezdi!, diyerek malların üstüne yatar ve bu suretle kadının mallarını tüketinceye kadar kadını soyar, soğana çevirir ve hiç parasız kalınca da ahbab karşılığı, fıkarâdır diyo orta sandığından beş on kuruş da alıverir ve ondan sonra tesadüf ettiği zaman artık malı kalmayan kadını tanımaz olurdu.
«Bazıları da mal boğçasını koltuğuna alır, dükkân dükkân, mağaza mağaza gezdirir, bulduğu 150 lirayı; — Buna otuz lira veriyorlar ama merhumun hatırı var, sana da para lâzım, haydi, kırk liraya alalım, satılmaz ama Allah yardımcımız olsun!, diyerek 40 lirayı verir ve içinden dellallığı almayı da unutmaz. Hâcegî Efendi bu suretle helâlinden kazandığı 60 lirayı dolabına atar iken zavallı mal sahibi de: — Hacı Babadan Allah razı olsun, o da olmasa otuz da etmiyecekdü. diyerek evinin yolunu tutardı.
«Bâzıları da orada maskaralıklarla gününü gün ederdi. İşte bu gibi manevî sebebler de karışarak evlâdına mal bırakan ünlü zengin bedestenliler de beş on senede bir varmış bir yokmuş hâle gelirlerdi.
«Son zamanlarda fonograf çıkdığı sıralarda bir zat Bedestende bir dolab tutarak ticâret etmeği kurmuş, ve tutduğu dolaba her kesin hilâfına bir kaç fonograf makinesi yerleşdirerek müşteriye beğendirmek için çalmağa başlamış. Bundan kuşkulanan bedesten hâcegîleri adamcağızı loncaya çağırarak: — Burası besmele ile açılır, dua ile ka-
— 28B6
— 2357 -
BEÖESTAN
panır bir ocakdır. burada çalgı yasakdır'.. derlerse de, ne de olsa eskisi kadar boruları ötmediğinden dinletemezler. Heyetçe zabtiye nezâretine müracaat ederler; — Ticâret serbesttir, ne yapalım?!, cevâbı verilir. Bedes-tenliler bu işdt mağlub avdet ettikleri sıra Bedesten esnâi'mdan Deli Mustafa isminde birisi: — Bu işi bana havale edin, ben onu Bedestenden çıkarırım! der, ve ertesi günü koca bir bekçi davulu getirerek dolabına asar, fonografının müşterisi gelib de çalmaya başlayınca Deli Mustafa da davulu omuzlar, gümbür gümbür öttürmeğe başlar. Fonografın sesi işidilmez olur; — Ne yapıyorsun Mustafa?!, diyenlere: — Ticâret serbest değil mi, davulu müzayede ediyorum!, dermiş. Bir kaç gün sonra dikiş tutturamayacağını anlayan fonoğrafcı Bedesteni terk idüb kaçar.
«Bedestenimin zevksizlik ve bilgisizliği de son dereceye -gelmişdi. Kırık sürahiden nargile yapar, nargile ağızlığını sigara ağızlığına çevirir, kalemtraş sapını kaşığa, kaşık sapını kalemtraşa geçirerek anlamayan ecnebilere ve antikacılara satarlardı. Satışları da türkün zevkine seciyesine hiç uymayan bir tarzda idi; malına 100 lira isteyib 5 liraya satanlar görülmüşdür.
«Bir malı satub da ucuza verdiğini anlayınca hemen koşub giderek mal sahibi razı olmadı diye ağlayarak sattığını geri alanlar da çokdu.
«Bedestenin dolabcıları Sünbülzâde Vehbi Hocayı da aldatmış olacaklardır ki şâir:
Yok Bedestanda muvafık bir ferd
Çim yiğit başlandır en ııâmerd diye şikâyet ediyor.
«Bedestende ikinci Mahmud zamanında yapılmış bir mescid olduğunu söylemişdim. Son zamanlarda esnafın sermayesiz, işsiz takımı zaman zaman burada müezzinlik ederdi. Bir gün bunlardan birisi ezan okurken, (Balkon-şerefenin) dibindeki dolabda bir kaç kişi arasında bir mal kapatılmakda olduğunu görür: — Hayyâlessalâ!.. derken sesini kısıb aşağıya da: — Parmağım içinde Hacı!., diye seslenir: — HayyâlelfelâhL da da: — İmsâyım!.. diye ilâve eder. Buna şâ-hid olan fakat meselenin ne olduğunu kes-diremeyen bir salcı asab bana geldi, mütees-
İgîÂMfiÜL
sir, müteessif: — Vallâh azîm Ezam Muhammedi Bedestende başka!. Hayyâlessaiâ parmak içinde, hayyâlelfelâh imgâ!., diyorlar, meşrûtiyet ezanımı?! diye sormuşdu» (Nu-reddin Rüştü Büngül, Eski Eserler Ansiklopedisi).
İstanbulini günlük hayatı üzerine Akşam gazetesinde yıllarca pek güzel yazılar neşretmiş olan kıymetli röportaj muharriri merhum Cemâleddin Bildik Eski Büyük Bedestende dolaşmayı da ihmal etmemişdir. aşağıdaki satırlar o makaaleden alınmışdır:
«Bedestende bırakılan emânetlerden senede 2-4 lira arasında bir ücret alınırdı.
«Emanet eşya defterinden öğrendiğimize göre bugün bile 38 sandık, 5 kasa, l çekmece, 3 denk eşya Cevahirciler çarşısında «emanet» kaydile beklemekte ve çok gariptir ki bu eşyalar da 1934 yılındanberi aranmamaktadır.
«Emanet servisi şefi B. Hüseyin Kayardan, bunların içlerinde ne gibi 'eşyalar bulunduğunu öğrenmek istediğim zaman:
Malûm değildir ki diyor, bu kadar uzun zaman aranmıyan bu eşyalardan bir kısmı çürümeğe bile yüz tuttu. Öyle sanıyoruz ki sandıklarda tapu senetleri, sair kıymetli evrak, naftalinlenmiş halı da vardır.
«Yıllardanberi bekleyen bu emanetlerin sahipleri vefat etmiş olabilir. Fakat vereseleri tarafından aranması hususunda bir iyiliğimiz dokunur mülâhazasile defteri gözden geçiriyorum.
-
— Horhor caddesinde 92 numaralı ha
nede mukim Yenişehirli Malik efendi zade
Kevkep bey... Bu adreste bir yeşil sandık
.kayıtlıdır ki 1934 yılındanberi aranmıyan
emanetler listesine geçmiş bulunmaktadır.
-
.— Kadıköy Osmanağada Rarayani so
kağında Hayriye tüccarlarından Hacı Ahmed
efendi zade Mehmed Sait bey adresine ka
yıtlı bir sandık da 1335 (1919) yılından be
ri aranmarmştır.
Bu sandıklarda kıymetli ve bozulmıya-cak eşyalar bulunabileceği ihtimalini işaret eden emanet servisi şefi B. Hüseyin Kayar:
— Belki de, diyor, vereselerini mühim bir servete sahip kılacak tapu senetlerile para da vardır bu sandıklarda... Fakat vereselerinin haberleri yok ki...
-
Niçin birer mektupla o adreslere ha
ber verilmedi?
-
Versek de o adreste başkasının otur
duğunu görüyoruz. Bu suretle emanetlerin
vereseleri haberdar edilememiş oluyor.
Her neyse... Defterden bir iki yaprak daha çevirelim:
3 — Sultanahmedde Firuzağa mahallesi Kuyulu sokakta mülkiye etıbbasından Orhan Yahya bey... Bu adreste de 14 eylül 1321 (1905) tarihinden beri aranmıyan bir sandık kayıtlıdır. 42 senedenberi aranmıyan bir emanet!... Bu sandığın 42 senede çürü-memesine ihtimal veremediğim için B. Hüseyin Kayar'a:
-
Gördünüz mü ? dedim. Bu sandık hâlâ
sapasağlam duruyor mu?
-
Orası pek rutubetli yer olmadığından
çürümemiştir. Cevabını verdi.
«Fakat rutubetli yerlerdeki eşyalar, dıştan belli olmuyor amma herhalde içten hayli zarar görmüştür.
«Bedestenin emanet kasalarından bir kısmında el'an mal vardır. Fakat eskiden 500 kasa varken şimdi bunlardan ancak 65 i faaldir. Bedesten mümessili çerçeveci Hüseyin Kayar diyor ki:
« — Bu altmış beş kasadan 35 ine şimdi de, eskiden olduğu gibi, kuyumcular tarafından emanet bırakılmakta ve bunlar sabahleyin alınmaktadır. 30 kasada da eşhasa ait emanetler durmaktadır.»
Eşhasa ait kasalar defterini birlikte gözden geçiriyoruz:
«Sene 1340 (1924) Defter sıra numarası 104. Çorlu kazasının hanedanından merhum Hacı Mehmed efendi zade ismail Ziya Beyin şahsına ait kasadır. Fakat kasadaki emanetin ne olduğu bilinmiyor. Çünkü anahtarı kendisindedir ve 23 senedenberi de açılmamıştır.
-
Sakın boş olmasın?
-
Belki olmaz ki... Böyle yıllarca aran
mıyan nice kasalar açıldı da içinden torba
torba altınlar çıktı.
« Bir misal veriyor:
— Size dokuz on sene evvelki bir hâdi
seyi anlatayım... iranlı Hüseyin Bey adında
bir manifaturacı da çarşı kasalarından biri
nin kiracısiydı, îşi bozuldu.ve bu adam iflâs
BEDESTAN
etti. Lâkin kasasını bırakmadı. Sık sık gelir, kasasını açar, bir şeyler bırakır, yine giderdi. Nihayet bir gün Hüseyin Bey vefat etti. Mahkemeye müracaat ederek keyfiyeti haber verdik ve burada bir kasası mevcut olduğunu, veresesinin aranmasını bildirdik. Mahkemenin ilânlarından sonra İrandan bir rençber geldi. Mahkeme delâletile kasa açıl-du.
— Osmanlı, Fransız ve İngiliz olmak
üzere 150 bin altın çıktı.
«Bu konuşmamız esnasında yanımızda bulunan çarşının yaşlılarından B. Osman Boztepe hâtıralarını naklederek diyor ki:
— Bu çarşının 47 senelik esnafıyım. Ka
sa kiralıyan öyle insanlar vardı ki hallerin
den zengin olduklarını anlamak mümkün
değildi. Fakat alış verişe gelen müşteriler
den kimlerin zengin olduğunu anlardık. Zen
gin hanımların arkasında behemehal bir arap
kızı yürürdü. Malûmya o vakit onar Osman
lı lirasına arap kızları satılırdı ve bunları da
zengin, han, hamam, konak sahipleri alır
lardı. Bu hanımların arkalarında yavaş ya
vaş yürüyen arap kızları ile çarşıya çıkma
ları âdeta bir moda gibiydi. Böylelerini gör
düğümüz zaman anlardık ki karşımızda zen
gin bir müşteri var.
«Çarşı mümessili B. Hüseyin enteresan bir noktaya temas ederek bir ananeyi anlattı T
— Çarşının, dedi, el'an muhafaza ettiğimiz iki çelik aynası vardır ki bunlar o zamanın en kıymetli eşyası, hattâ eşyası değil de ilâcıydı. Talep üzerine kefaletle gerilen bu çelik aynalardan biri kol, bacak ve bellerdeki şiddetli romatizma ağrılarını giderir, diğeri de ağız burun çarpılmalarına, göz kaymalarına iyi gelirmiş.
«Pek merak ettim ve B. Hüseyin, gitti, az sonra bir kadife torba ile geldi. 15 santim kutrunda iki çelik daire çıkardı. Bunların tıpkı eski zamanın tuvalet aynaları gibi sapları yüzü muhtelif Arapça yazılar ve çiçeklerle süslü, diğer yüzleri ise düz...
— Romatizmadan muztarip olan insan bu aynayı alır sancı yerine koyarak bir müddet tutarmış. Bunu bir kaç defa tekrar edince sancıdan eser kalmazmış. Çarpılmalara iyi gelen ayna da ele alınır ve bir müddet ona
BEDESTAN
2358 -
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 2359 —
BEDESTAN
bakılırmış. Bu ameliye birkaç defa tekrar edildi mi çarpılan ağız, kayan göz yerine gelirmiş.
— Bunları şimdi de kullanan var mı?
Kullanan yok şimdi bunları. Fakat
bu aynaların burada olduğunu bilen bir kuyumcu geçenlerde bacağındaki sancıdan muztarip olduğunu söyliyerek istedi, verdik. Aynayı bize iade ederken:
— Nasıl iyi geldi mi? diye sorduk.
—Görmüyor musunuz? Yürüyemiyecek haldeydim. Hiç bir şeyim kalmadı, cevabını verdi.
tıs yeridir. Aşağıdaki makaaleyi bu İstanbul Ansiklopedisinin seçkin kalem arkadaşı yüksek mîmâr ve mühendis Ekrem Hakkı Ay-verdinin «Fatih Devri Mimarîsi» adındaki eserinden alıyoruz:
«... Fâtih devrinin tahrir defterlerine nazaran üç tarafı tarîkiâm (halka açık sokak), bir tarafı Bodrum Kervansarayı imiş, Küçük Bezâzistan deniyormuş. Evliya Çelebinin de: «Bu da Fâtih Sultan Mehmed Hanın binâsı-dır, Eski Bedestana yüz "adım karibdir, bunun da şekil ve binası hemen Eski Bedes-tan gibidir» diye zikretdiği bu bina. diğerinden bir sıra fazlası ile, 20 kubbeli, dört kapılı, yüksek ve mütenâsib bir binadır. İç eb'adı yuvarlak rakam ile 40X32 =. 1280 metre mu-rabbaı olup Büyük Bedestandan az ufakdır. Kapılardan şark ve garbda olanları düz ayak-dır, cenubdakine merdivenle inilir, şimalde-kine çıkılır vaziyettedir. Binada mahzen yokdur. Yalnız duvarların dış yüzüne yaslanmış 46 dükkân, ve köşelerdekilerde kutrânî bölmeler vardır. İnşaat hemen tamamen Eski Bedestan gibidir. Ayaklar kesme taşdan, duvarlar molozdan, kemer ve kubbeler tuğladandır. Kubbe kasnakları alçak ve sağırdır. Pencereler dükkân seviyesinden sonra yükselen duvar kısmına açılmışdır. Ayni şekilde demir kanadlar medhalleri örter. Bina 1915 senelerinde tamir görmüş ve Belediye Mezad salonu hâline ifrağ edilmişdir.
«Mahzenleri olmadığından pek kıymet-dar malların saklanmasına müsâid değildir. Esâsında burada Sandal denilen bir kumaş satıldığı için bu ismi alnıışdır».
Sandal Bedesteni hakkında Nureddin Rüştü Büngül «Eski Eserler Ansiklopedisi» nde şunları yazıyor:
Kaç paraya veriyorsunuz bu aynayı?
Para ile değil... İnananlara parasız
veriyoruz (ve sadece bir kefil göstermesini rica ediyoruz. Aynanın tarihî bir kıymeti vardır, kaybolmasını istemiyoruz da onun için bir kefil arıyoruz. (C. Bildik, Akşam Gazetesi, 1947).
Sandal Bedesteni, Küçük Bedesten, Ce-did — Yeni Bedesten — Sandal, eski ağır ve lüks bir ipekli kumaşın adıdır, bu ve diğer kıymetli kumaşların satıldığı bir Bedesten olub zamanımızda başda mücevherat ve şâir kıymetli eşya, Belediyenin müzayede ile sa-
dbdbdbdbd
'•-. .-'• i''-...,-•;
Sandal Bedesteni (Plan: Ektem Hakkı Ayverdiden)
iP»
Sandal Bedesteni (Plan: Ekrem Hakkı Ayverdiden)
«... Bir zamanlar Hindistandan mebzû-len gelen sandal ağacından mamul eşyaların burada satış mahalli varmış (Bu eserin orada rastlanan fahiş hatalarındandır); bir rivayetle de (Rivayet değil aydın hakikat) sandal diye bir tezgâhdan çıkan kumaşların satış yeri imiş. İkinci Mahmud zamanında kapanarak depo hâlinde kalmış, bilâhare Şe-hiremâneti tarafından aksamı dâhiliyesi tanzim ve tahvil edilerek müzayede mahalli buraya kaldırılmışdır. Elyevm resmî mezadlar burada icra edilmektedir. Yalnız tamir esnasında iç kapunun üzerindeki kitabe bilgisizce kapatılmış olduğundan (meydana çıkarılması gerekir)».
«Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adındaki kıymetli eser, Sandal Bedestenini kaydederken de N. R. Büngülün adını söyr lemeden yukarıdaki satırları aynen almış ve müellifinin hazinei malûmatına maletmişdir.
Sandal Bedesteni için Evliya Çelebi de şunları yazıyor:
«Esnafı Cemaatı Bedestânı Cedid — Bu da Fatih Sultan Mehmed Hanın binâsıdır. Eski Bedestana yüz adım kadar karibdir. Bunun da şekil ve binası hemen Eski Bedestan gibidir. Ancak şimal canibinde Zinadcı-lar Kapusuna altı kademe taş merdivenle çıkılır. Garba Hakkakler Kapusu, cenuba Çadırcılar Kapusu, şarkta Telciler Kapusu açılır, merdivensiz kapulardır. Serapa kurşunlu kubbedir. İçinde cümle 600 dellal, cümle 1000 aded neferattır. Amma bunda Bedestânı Atik gibi zî kiymet cevahir maku-ulesi eşya satılmaz. Cümle hârîre ve elbisei fâhireye müteallik metalar bey'olunur.
«Esnafı Hâcegiyânı Bedestan —- 1000 nefer. Mâli Kaaruna mâlik tüccar vardırki
BEDESTAN
— 2360 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
2361 —
BEŞUŞTAN
fer. Pirleri Pey gam Alidir. Bunlar arkalarında bedestan sandıklarını götürerek bir hâyi huy ile ubûr iderler.
«Esnafı Dellâlâm Bedestâm Bîrun — Pirleri Ebünnidâdır. Omuzlarında nice bin kuruşluk zîkiymet elbiselerle taygi merâhil iderler».
Vâsıf Târihinde Sandal Bedesteninde bir hırsızlık vak'ası kaydedilmişdir, ehemmiyeti zincirleme kefalete bağlı bekçilerle korunan bu çarşıda kuruluşundan kapandığı târihe kadar bu yolda tek vak'a oluşudur; şöyle ki:
1754 yılı ağustosunun (1167 Zilkadesinin ilk haftası) sonları içinde idi, bir gece Sandal bedesteni bekçileri derinden gelen
Galata Bedesteni (Kesid Besim: Ekrem Hakkı Ayverdiden)
boğuk kazma sesleri işittiler; dükkânlardan nid kasnaksız 9 kubbe ile
birinden şüphe ettiler, kapısını kırınca da elindeki kazmasiyle kubbeyi delip girmiş bir hırsızla karşılaştılar. Tuvana ve çalâk bir delikanlı olan bu hırsız, Mimar Sinan mahallesi halkından idi; ertesi sabah Divanı hümayunda suçunu itiraf etti; Divan da idam cezasını verdi; delikanlı, hırsızlık âleti olan kazma da boynuna bağlanarak Sandal Bedesteninde hırsızlık kastiyle girdiği dükkânın kapısında asıldı.
Galata Bedesteni — Aşağıdaki satırları bu ansiklopedinin seçkin kalem arkadaşı Ekrem Hakkı Ayverdinin «Fatih Devri Mimarîsi» adındaki büyük eserinden alıyoruz:
- «Evliya Çelebinin Fâtih devri eseri olarak kaydettiği bu bedestan bizim tedkik et-diğimiz Fâtih vakfiyelerindeki müsakkafât meyâmnda bulunmadığı gibi Ayasofya tahrir defterinde de bedesten nâmı altında tesadüf etmedik. Ya başka bir hayrata vakfedilmiş, veya bedestandan başka bir unvanla kaydedilmişdir ki bizi şaşırtmaktadır.
«Evliya Çelebinin kaydının yanında binanın inşâ tekniği ve diğer bedestanların plânına uygun olması Fâtih devrinden bulunduğuna şüphe bırakmaz; Galata gibi mühim bir beldenin Fâtih devrinde bedestansız bırakılacağına ihtimal verilemez.
«Bina 20,5X20,5 = 420, 25 metro murab-baında ve dört köşe olub dört ayağa müste-
^
?:."t___r
mallarının hesabı la yuaddır. Amma gaayet sulehâi ümmetden kimselerdir.
«Dellâlârı Bedestâm Cedid — Aded 70. Pirleri Ebünnidâdır. Bu dellallar Eski Be-destan dellâllarına makîs olmayub müsellâh ve müzeyyen ve zî kıymet ariyeti esvablar ile alaya iştirak ederler ki cümle temâşacı-lar hayretde kalırlar.
«Pasbânı Bedestâm Cedid — 50 nefer. Pirleri Gafîr Hindidir denilmişdi. Ellerinde balta ve harbe, bellerinde şemşîri âteştâb ile önlerinde musanna fanuslar yanub: «Asa dur â!., dur â!..» diye feryâd iderek ubûr iderler (B.: Esnaf alayı).
«Hammâlanı Bedestâm Cedid 300 ne-
i—
\>
'/'
\\ \\
/ .« •/ 2
Dostları ilə paylaş: |