Muhyiddin İbni Arabi Hazretleri.
Bunların zahiri görünüşü, çardak ve maksurelerde hapis edildiği, burada ibadetle meşgul oldukları, ve yine burada farzlarla, nafile namazlarına devam gibi zahiri işlerle uğraştıkları bilinir. Bunlar adetlerini bozmazlar. Onların herkesin iyi bildikleri şeyleri yapmaya davet edilmeleri lüzumu
yoktur. Çünkü bunlar fesat ve kötülük bilmeyen kişilerdir. Bunlar gizliliğe sahiptir. Bunlar son derece emindirler. Gözleri
dünyaya ve insanlara kapalıdır.
Peygamber (s.a.v) Efendimiz , bu noktayı işaret ederek dedi ki,
Korkusu seri olan, kıldığı namazdan zevk alıp ALLAH’ın ibadetini
iyice başaran, Gizli ve açık işlerde Rabbına itaatli olan, Büyük görünmemek bilinmemek, ibadetlerini göstermemek için gözden saklayan, mahremiyetlere, gizli ve aşikar tecavüz etmiyenler benim nazarımda en çok sevdiklerim bunlardır ve bunlar benim evliyamdır buyuruyor.
Bu büyük ve ulu kişiler nefislerini terk ettikleri için bu yoldan artık hiç bir şekilde ayrılmazlar. Çünkü onlar bilirler ki, Hak Teâla onları hiç bir kimse için halk etmemiş ancak kendisi için halk etmiştir. Bu sebeple nefisleri her zaman ancak ALLAH için
çalışır. Şayet Hak Teâla onlara halkın gözünde büyütmek için
kendi arzuları ile bu yola girmiş olduklarını göstermek isteseydi Onu yapardı. Kim mani olabilirdi. Fakat bunları gizleyip, kapamakla bu ululuğu örtmüştü. Bunlar umumiyetle
halkın gözünden saklanmayı ve ALLAH’a yönelmeyi tercih ederlerdi. Bu hal ve tesettür ile kendi nefislerinden dahi ulaştıkları basamakları saklarlardı. ki, bunu başkasına nasıl
gösterebilsinlerdi. Halk onunla konuşursa o da konuşur Çünkü Hak Teâlanın daima kendisini kolladığını bilir. Halktan
kendisine bir şey duyurulursa kendi de bildiğini onlara duyurur. İnsanlarla ve kalabalıkla ünsiyeti azdır. onlarla düşmez kalkmaz. ancak komşuları ile sık görüşür ki,
onlar kendisinin ne işle meşgul olduğunu bilmesinler.
Küçüklerin gönlünü alır, dulların hayrına koşar, çocukları ile ailesi ile, ALLAH’ın rıza gösterdiği şekilde, onlarla meşgul olur.
hatta oynar ve onları oyalar. Onlarla mizah eder, ancak hakikati konuşur. Kendilerinden çıkma bir mevzuu başkalarından duyarsa o mevzuu terk ederek başka bir mevzuu ele alır.
bunu yapamazsa bildiği bir mevzuu üzerinde konuşur.
Çünkü bunlar kalpleriyle ALLAH’tan başka bir mefhumla
uğraşmadıklarından bununla kendilerini korudukları için,
bu ilahi basamaklara varmışlardır. Onlar ancak manen
Hak Teâla ile otururlar. Konuşmaları ALLAH rızasına uygundur.
Onlar her zaman Hak Teâlanın huzurunda ayaktadırlar.
Yalnız ALLAH’ın emirlerine bakarlar. Daimi olarak onlar
ALLAH rızası istikametinde hicrettedirler.
Ağızları nutukları lafzı celaldir. ALLAH’tan alırlar ona verirler.
Ve ona tevekkül ederler. ALLAH’ın nezdinde ikamet ederler.
Kendi nefislerinin dahi nerede olduğunu bilmezler. Onlar gaybın içinde saklıdırlar. Onlar Hak Teâlanın kuzularıdır.
Peygamberlerin bulunduğu sahada yemek yerler. ve bunlar
Peygamberlerin alimleridir, tabileridir. Ve onlara candan
bağlıdırlar. Onların çarşısının yegane müşterisidirler.
İşte bu ulu kişiler Peygamberlerin bulundukları durak ve basamakları bilir ve halleri de böyledir.
ALLAH doğruyu söyler ve hidayet yolunu kullarına gösterir.
Diyor Muhyiddin ibni arabi hazretleri.
HZ. ALLAH (c.c) cümlemizi kendisine böyle samimi iman eden kullarından olmamızı nasip etsin . Amin.
Vel hamdü lillahi Rabbil alemin .
ALLAH’ümme salli ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ve ala Ali Muhammed
Muhyiddin İbni Arabi Hazretlerinin Buluştuğu Hızır Aleyhisselam.
Muhterem kardeşlerim, Fütuhât-ı Mekkiyye adlı eserden, Muhyiddin İbni Arabi Hz. tarafından Hızır Aleyhisselamın hayatından ibretli açıklamalarını sizlere naklediyorum.
ALLAH’ın rızası üzerlerine olsun.
Bazı kişiler vardır ki, Bunlara su kişileri denir.
Bunlar öyle kişilerdir ki:
Denizlerin ve nehirlerin dibinde ALLAH’a ibadet ederler. İnsanlar çoğunlukla bunları bilmez ve tanımazlar. Bağdatlı sadık ve akıl sahibi bir zat olan, Ebu Bedir Temasıki, bana zamanın kutbu ve imamı olan, Ebu Suud bin Şibli’den naklen şunları anlattı. Bir gün Bağdat’ta Dicle nehri kenarında oturuyordum. Hak Teâlaya su altında ibadet eden kimselerin olup olmadığı aklıma gelmiş o an bunu düşünüyordum. Ben bu düşüncede iken önümde akan nehrin suları çalkalandı ve yarıldı ve bir kişi çıkarak bana selam verdi. Evet, su altında ALLAH’a ibadet edenler vardı. Bunlardan birisi de ben Ya Ebu Suud. Ben aslen Tikritliyim diye uzun boylu hayatını anlattıktan sonra, şu kadar gün sonra memleketimde bir olay olacaktır bunun için orayı bıraktım dedi ve suda kaybolup gitti. Hakikaten on beş gün sonra o su adamının söylediği tarihin hitamında orada bir olayın çıktığını, su adamının söylediklerine tamamen uyduğunu bana bildirmişti demişti.
ALLAH’ın rahmeti üzerlerine olsun.
Yine bunlardan bazı kişiler var ki:
Bunlar Elefrad yani yalnız olan kişilerdir. Bunların sayısını kimse bilmez. Bunlar şeriat dili ile ALLAH’a yakın olanlardır. Bunlardan biri de şeyh Muhammed Elevani ‘dir. bu zat büyük İmam Abdülkadir Elciliyin dostlarındandı. Abdülkadir bu Muhammed Elevani hakkında toplantıyı bozar ve hatır kırar demişti. Bundan maksadı onu kötülemek değil onun bu yolda olduğunu ve bununla teferrüt ettiğini anlatmak istemiştir. Bu gibiler kutup dairesinin dışından olanlardır. Hızır aleyhisselam da onlardan ve buna benzeyenlerdendir.
Bunlara benzeyen Ruh melekleri vardır ki, ALLAH’ü Zül Celalin daima emirlerindendir. Bunlara kerubiyyun derler. Bunlar hakkında da kitabımızda açıklama yapmıştık. Bunlar Hakkın huzurunda itikaf ederler. Kendi nefislerinin ne olduğunu bilmezler. Yalnız itikâfı bilir ve bunu yaparlar. Bu gibilerin makamı sıdk sahipleri ile şeri nübüvvet arasındadır. Bizim yolumuzda gidenler de çoğunlukla bunu bilmezler Eba Hamid ve emsali gibi. Bu makamın zevki büyük mutlak bir peygamberlik makamıdır. Bu özellikle meşru amel ile Hakkı tevhit ile ve nefis küçültmekle elde edilir. Bunlara ait özel bir keşif vardır ki, ancak bu gibilere nasip olur.
Mesela Hızır gibi daha evvel bunun da Efraddan olduğunu söylemiştik. Resulullah (s.a.v)Efendimizde Nübüvvet ve risaletle müşerref olmadan önce Efraddan idi ve Yalnız inziva eden kişi idi. Resulullah (s.a.v) in Ahirete irtihalinden sonra yeniden bir Risalet ve şeriat gelmeyeceğinden kendisinden sonra ancak makamı kalmıştır. Şayet tüm Peygamberler ve elçiler bu zamana kadar sağ olup kalsalardı hepsi Şeriatı Muhammediyyenin hüküm ve nüfuzuna girmiş olurlardı. Fakat umumi şeriatler ve risaletler ki, bundan maksadım ümmetlere mütaddi olanlar ve her bir Peygambere ait olanlardır. Peygamberlerde olan ilahi bir özellik ki, ne iktisap ve ne de amelle kazanılamaz ALLAH’ın hitabı teamül ile elde edilir. Başka türlü kazanılamaz.
Hızır Aleyhisselam İle Buluşma.
Ey dost Ey veli ALLAH seni teyit etsin. Şunu Bil ki,
Bu temelli uzun ömürlü Veted Musa ((a.s))’ ‘ın dostu Hızır’dır. Kendisi şu ana kadar yaşıyor ve ALLAH’ın izniyle yaşayacaktır. Onu görenleri bizler gördük. Onun hakkında acayip şeyler işittik. ALLAH rahmet eylesin hocamız ve şeyhimiz olan Eba El Abbas El Üreybi ile benim aramda bir şahıs yüzünde bir hadise geçmişti. Bu hadiseye sebebiyet veren zat Hızır ((a.s))’’ın günün birinde, Peygamber (s.a.v) Efendimizin şeklinde zuhur edeceğini iddia etmesiydi ve bana ismini de açıklamıştı. Bana böylelikle Adını duyduğum şahsiyetini tanıdığım birini anlatmıştı. Ailesini görmüş ve tanımıştım. Bunun üzerine bu mesele üzerinde durdum onun sözlerini nazarı itibara almadım. Çünkü onun durumunda da haberim vardı. Benim tereddüdümü şeyhim sezmiş, Okunu o konuşulan zata çevirip atmış böylelikle onu bu manevi okla rahatsız edip keyfiyetten haberdar etmişti. Henüz ben kendi düşünce ve duygularımın başlangıcında idim. Bu konuşmadan sonra evime dönüyordum.
Yolda tanımadığım bir kişi tatlı ve dostane bir şekilde selam vererek bana sokuldu ve şöyle konuştu Filan hakkında sana bilgi veren şeyh Ebul Abbas doğruyu söyler. O sözü söyleyen zat da filandır diyerek bizzat şeyhin tarif ve tasvif ettiği zatı söyledi. Ona evet dedim Çünkü ne kast ettiğini anlamıştım. Gerisingeri dönerek şeyhime vardım. Olanda bitenden ona haber vereyim dedim.
Yanına vardığımda henüz selam vermeden bana Ya Eba Abdullah, bir şahıs hakkında bir mesele üzerinde aramızda geçen münakaşayı biliyorsun Hızır için filanın söylediğini kabul etmemiştin. Darılmazsan söyleyeyim, senin yolunu kesip te, aramızdaki münakaşanın doğruluğunu ve benim sözümün aşikarlığını tasdik eden kimdi. Bunun üzerine şeyhe dönerek, Tevbe kapısı açıktır dedim.
Oda bana tevbenin kabulü vakidir demişti. Hocanın bahis ettiği ve benim rastladığım şahsın Hızır ((a.s)) olduğunu katiyetle anlamıştım. Ayrıca keyfiyeti şeyhten sordum. Evet, ta kendisidir demişti.
Bundan başka günün birinde, Tunus sahilinde bir gemi ile yola çıkmıştım bir ara karnımda bir sancı peydah oldu. Ne yapayım diye düşündüm yolcular ve gemi tayfası yatmışlardı. Güvertede kenara çekilip durdum. Denize baktım pırıl pırıl parlıyordu. Ay bedir halinde idi Bu sırada Ay ışığı altında bir mesafeden bir kişinin gemiye doğru yaklaştığını gördüm.
Deniz üzerinde gemiye doğru geliyordu. Geldi ve benim yanımda durdu. Bir ayağını kaldırarak diğer ayağı üzerinde kaldı. Sonra aynı hareketi öteki ayağı ile tekrarladı. O anda bir şeyim kalmadığı gibi, o ayak kaldırmadan da giydiği kisvenin iç kısmının ıslaklığını gördüm. Kendine mahsus sözle konuştuktan sonra, selam verip deniz kenarında ve bizden iki mil uzakta ve bir tepe üzerinde bulunan bir minare istikametinde uzaklaştı bu mesafeyi iki adımda almıştı ki, minareden sesini duyuyordum. Kendisi ALLAH’ı zikir ve tesbih ediyordu. Belki de oradan da şeyhimiz cerrah bin Hamis Elkittani’ye gidecektir. Bu zat İydun denilen deniz kasabasının ileri gelenlerindendi. Orada idim daha geçenlerde oradan gelmiştim. Gemiden ayrılıp şehre vardıktan sonra, bir salih kişiye rastladım. Bana seni dün gece Hızır ile gemideki durumun nasıldı sana neler söyledi sen ona ne cevap verdin diye sormuştu.
Bu tarihten bir zaman sonra, Atlas denizi sahilinde seyahate çıkmıştım. Yanımda da salih kişilerin yüksek hallerini inkar ve tenkid eden bir yol arkadaşım vardı.
Öğle namazını kılmak için orada bulunan harap bir mescide beraber girmiştik. Biz içeride iken yolda kalmış bir seyyah kafilesinin mescide girdiğini gördük. Onlar da bizim gibi namaz kılmak için gelmişlerdi. Birde baktım ki, vaktiyle gemide gördüğüm deniz üzerinde korkmadan yürüyen yani Hızır’ın da onların arasında olduğunu müşahede ettim. Ayrıca içlerinde ondan daha kadir ve menzil sahibi ve bir derece üstün bir zat vardı ki, eskiden onunla aramızda derin bir dostluğumuz vardı. Kalktım kendisine selam verdim. Selamımı bir gönül hoşnutluğu ile iade etti. Önümüze geçerek bizlere imamlık yaparak namaz kıldırdı. Namaz bitip imam çıkınca bizde peşinden çıktık. Kendisi kapıya doğru gidiyordu. Kapıda da mescidin batı tarafında denize nazır bekke denilen bir yere karşı idi. İmamla kapıda konuşurken Hızır dediğimiz zat mihrapta bulunan bir hasırı alarak yedi arşın yükseklikte havaya yaydı üstüne çıkarak namaz kılmaya başladı Dostum imama onu göstererek bu ne yapıyor diye sordum Bana şöyle cevap verdi. Onun yanına git ve ne yaptığını ona sor. Dostum imamı orada bırakarak bende Hızır’ın yanına çıkış yaptım. Nafile namaz bittiğinde Hızır’a selam verdim ve hatır sordum. Bana dedi ki, Ey kişi buraya çıkmaktaki gayem seninle seyahat eden inkârcı münkirin gerçeği görmesi içindi derken de kapı önünde oturan benim münkir yol arkadaşımı parmağı ile gösteriyordu. ALLAH’ın her şeye kadir her istediğini yapacağını ve yaptıracağını görüp te inansın diye yaptım dedi.
Biraz sonra münkirin yanına gittim ve gördüklerine ne dersin dedim gözlerim ile gördükten sonra artık söyleyecek söz kalmadı diyerek iman etmişti. Sonradan beni mescidin kapısında bekleyen o büyük imama dönerek bir saate kadar sohbet ettik bir ara bilmezden gelerek hasır üzerinde yedi arşın havada namaz kılan bu zat kimdi diye sordum bana Hızır’dır dedi ve sustu. Hızır’ı tanıdığımı kendisine söylememiştim. Sonrada ayrıldık yolumuza devam ettik.
İşte bu esas veted ile aramızda geçen hadiseler bunlardı.
Onunla buluşmakla Hak Teâla bizleri faydalandırmıştı.
Muhterem kardeşlerim, Muhyiddini Arabi Hazretlerinin Hızır ((a.s)) ile buluşma hatırasını yazmaya İnşaALLAH yine devam ederiz.
Hz. ALLAH(c.c) cümlemizi dünya ve Ahirette böyle değerli kulları ile beraber olmamızı nasip etsin.
Vel hamdü lillahi Rabbil Âlemin
ALLAH’ümme Salli Ala Seyyidina Ve Nebiyyina Muhammedin Ve Ala Ali Muhammed.
Kalpteniman
Muhyiddin İbni Arabi Hz. Den Ulvi Bir Hatıra.
Muhterem kardeşlerim, Hz. ALLAH (c.c)'nün kendisine ve cümlemize selamı olsun yukarıda ismini arz ettiğim çoğumuzun tanıdığı, büyük
Velinin fütuhatı mekkiye eserinin 192 inci sahifesinde geçen ilgi
çeken hatırasını ekrana taşımayı arzu ettim. Bize onun zamanında yaşayan Hz. ALLAH’a has ve sadık kullarından hatıralar naklediyor
buyurun okuyun. Selamı Aleyküm.
ALLAH’ın rızası üzerlerine olsun, Bunlardan bir kısmı Sofilerdir.
Bunların sayıları belli değildir Hem artar Hem eksilir. Bunlar cömert ve, iyi Ahlak sahibi kimselerdir. Ahlakında yükselme varsa Tasavvufunda da yükselme olur derler. Bunların makamı bir kalpte
toplanmaktır. Bunlar Arapçada, ye harfiyle sonuçlanan üç kelimeyi
kullanmazlar. Bunlar, liy ve indiy ve metaiy, Bunlardan hiç birisini
kendilerine misafir etmezler. Sebebi ise, Bu üç kelime şu anlamı
taşır. Liy benim. İndiy yanımda. Metaliy Malım. Bunların ALLAH’ın
varlığından başka hiçbir şeyleri yoktur.
Bunlar zaruret halinde dinin sıhhati uğrunda çalışırlar.Bunlarden bir kısmı Filozof olarak görülür. Ayrıca bunlardan adetleri hilafına
görülmedik şeyler görülür. Mesela bunlar bizim tabii yürüyüşümüz
gibi su üzerinde ve havada yürürler. Bu bereketleri bilhassa,
Melamiler ve Fukaralar huzurunda yaparlar. Çünkü onlar bunların
yürüdükleri yerde yürüyemez. Bir adım dahi atamazlar. Binalarda
oturamazlar. Bir toplantıda bulunamazlar. Hak Teâlanın bir iş için
kulunu nereden alacağını bilmezler ve duymazlar.
Tıpkı Peygamberlerin ALLAH’a itaati, onun huzurunda bulundukları
gibi, kendilerinin emniyeti iktizası olarak bunlarda onlar gibi fiil ve
hareketlerde bulunurlar. Hak Teâlanın Bütün kullarına iyilik veya kötülük vereceğine inanmazlar. Çünkü, Dünyanın bir bela evi olduğunu bilirler. Her insan bundan dolayı kendi niyeti ve makam
derecesine göre, bir amelinin sonucu ile dünyada yerini alır ve haşirde de yerini bulur.
Bu sebeple bunlar kendilerine ALLAH’ı Melaikeleri evliyaları ve ALLAH’a
bağlı salih kişileri dost olarak seçtiklerinden ahlak ve tabiatları onlara benzer.
İşte bunlardan birisi de Bağdattan Endülüs’e kaçıp kurtubada oturan ve sonra da orada vefat ederek Abbas kapısında gömülen
Abbasi Halifelerinden Ebu vehhab elfadıl ismindeki zat idi. Bu halifenin faziletlerini Ebul kasım halef ismindeki şeyhimiz anlamış ve anlatmıştı. Ve halifenin ağzından dinlediği bu şiiri de söylemişti.
Saraylarım kubbelerim vardı bıraktım kaçtım.
Saklanmanın artık faydası mı vardır
Meskenim yerdir semadır tavanım.
Bulutlarla çevrilsem ne ziyanı vardır.
Girersen bir gün evime benim.
İmanlı bir kişi göreceğin vardır.
Gir dostum kilidim yoktur benim.
İçerde bekleyen bir fakir vardır.
ALLAH rahmet eylesin Dayım Ebu Müslim Elhulaniy bu taifenin
büyüklerindendi. Geceyi ayakta geçirirdi. Şayet uyku ve yorgunluk
üstüne çökerse yanında daima sakladığı değnekle ayaklarını döverdi. Ve bu dayağı binek hayvanından daha fazla hak ettin derdi
ALLAH’ın rızası üzerlerine olsun, bunlardan bazı kişiler vardır ki, Zahitler denir. Bunlar dünyayı kudret yönünden terk etmiş kimselerdir. Dostlarımız arasında bunlar hakkında değişik fikirler
vardır. Mesela elinde yanında dünya malından bir şey olmayan kişi
ALLAH’ın izniyle bunları toplamaya ve istemeye kadirdir. Fakat yapmaz Çünkü istekli değildir. Bu gibiler züht sahibi olur mu olmaz mı. Bunlardan en şöhret sahibi kişi İbrahim bin Ethem’dir.
Benim bazı dayılarım da bunlardandı . Telmesanı elde etmiş oranın
Padişahı olmuştu. Adı da Yahya bin Yagan idi. İşte onun zamanında
kimsesiz fakih ve fakir ALLAH’ına bağlı Tunuslu bir zat vardı ki, buna
Ebu Abdullah el tunusi derlerdi. Kendisi telmesan dışında ibad denilen bir yerde otururdu. Bu kişi orada bir mescide iltica etmiş orada hayatını orada tüketmiş orada ölmüş ve oraya gömülmüştü.
Bunun kabri de bu güne kadar herkesçe bilinir ve ziyaret edilir.
İşte bu ulu kişi bir gün Telmasan içinde ve çarşısında yürürken
Telmesan padişahı olan dayıma rastlamıştı. Kendisi gibi kıymetli
elbiseler giyinmiş maiyeti de vardı. Padişah dayım bu şahsı görünce, kim olduğunu sormuş, Bu şahsın Şeyh Abdullah tunusi
olduğunu kendisine bildirmişler. Bunun üzerine şeyhin atının yularını tutarak, ona selam vermiş oda padişaha karşılığını vermişti
Padişahın üzerinde çok kıymetli elbiseler vardı. Tunuslu şeyhe seslenerek, Ey şeyh bu giydiğim elbiseler ile bana namaz caiz olur mu diye sormuştu. Fakat şeyh bu soruya gülmüştü. Padişah kendisine neden gülüyorsun diye sorunca, Nefsinin cahilliğine aklının hafifliğine Malına ve haline gülüyorum. Seni ancak bir leşin
kanıyla karnını doyuran bir köpeğe benzettim. O köpek ki, bu pislikle
karnını doyurduktan sonra, küçük abdestini edeceği vakit bir ayağını kaldırır ki, idrarı kendine bulaşmasın. İşte sende haram dolu bir kaba benziyorsun. Halka yaptığın zulmün günahı boynunda iken elbisenden dem çalıyorsun diye korkmadan padişaha cevap vermişti. Acaba sonuç ne oldu tabii merak ettiniz o şeyhin kellesi mi gitti. Muhterem kardeşlerim, yazının devamında öğreneceksiniz. Bu gecelik yazıma ara veriyorum saat bayağı geç oldu İnşaALLAH devam edeceğim. Selamı Aleyküm ALLAH’ümme salli ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin Ve Ala Ali Muhammed… Muhterem kardeşlerim, yarım kalan yazıma devam ediyorum.
Padişah bu sözler üzerine atından inmiş, Padişahlığın makam ve yerini, Malı ve servetini bırakarak şeyhin hizmetine girmişti. Bir süre şeyhin misafiri olduktan sonra, şeyh bir ip getirerek ona,
Ey padişah, misafir günün doldu kalk evvela ihtiyacımız olan odunu tedarik et buraya taşı demiş oda koşarak odunları başında ve omuzlarında, Halkın gözleri önünde taşıyarak
odunculuğa başlamış bunları satarak geçimini tedarik etmişti. Halk ta bu acıklı manzara karşısında Padişahlarının bu haline üzülür ağlarlardı. Odundan kazandığı para ile asgari ekmek parasını ayırarak, gerisini sadaka olarak
dağıtırdı. Böylelikle ömrünün kalan kısmını bu
şekilde geçirerek ölüp gitti. Şeyhinin türbesi
dışında gömüldü. Kabri de bu gün dahi ziyaret
edilir. Hayatta oldukları zamanda, Şayet şeyhe bir kimse gelip dua istemiş olsa, gidin Yahya bin Yagandan dua talep edin onun duasından faydalanın. Çünkü O bir Padişah idi, Zahit oldu.
Şayet bende bu halimle onun gibi olsaydım belkide Zahit olamazdım derdi. Cümleye ALLAH rahmet eylesin. Zahitlik halk dilinde ALLAH’tan başka dünya ve Ahiretten olan her şeyin terk edilmesi manasını taşır. Selamı Aleyküm.
ALLAH’ümme salli ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ve ala ali Muhammed.
Murdar Et Yememek İçin Tek Çare
Muhterem kardeşlerim helal et yemek için kendi yiyeceğimiz etimizi kendimiz veya güvendiğimiz birine kestirirsek ALLAH’IN emrini yerine getirmiş oluruz tek çareyi bu yolla bulduk.
Size bir hadise anlatayım. Bulunduğumuz muhite helal kesim adı altında bir ticarethane açıldı.
Sahibi görünüşte çok ihlaslı biriydi.
Hayırlı olsuna gittik. Sahibi bize kesinlikle helal olduğunu şüphe etmememiz için çeşitli teminatlar gösterdi. Gerçekten de ikna olmuştum.
Çünkü hele tavuk kesim işi çok zahmetliydi. Cemaatimiz sorumluluğu bana yükledi sen alalım dersen alırız dediler. Bende bana yarına kadar müsaade edin dedim. Gayem istihare namazı kılıp Hz. ALLAH’A sığınmaktı.
O gece yatsı namazından sonra iki rekât istihare namazı kıldım Yarabbi bu günkü hadise sana malumdur ne olur bize helal dedikleri tavukların iç yüzünü göster dedim ve sağ tarafıma yattım. Ve kendimi Avusturya tıp fakültesinde ölülerin kaldığı bir odada gördüm.
Ölülerin sıralandığı yerlerde tavuklarda sıra sıra yatıyorlardı. Uyandım kendi kendime rüyayı tabir etmeye çalıştım.
Neden tıp fakültesinde ölüler diyeceksiniz.
Çünkü tam o zamanda kızım tıp fakültesinde okuyor ölüleri kesip biçiyorlardı imtihan veriyorlardı.
Hatta beni bir gün çalıştıkları odaya getirmiş ölüleri göstermişti.
İşte ben rüyamda tam o ölülerin kaldığı odayı ölülerin yanında da tavukları görmüştüm.
Bu rüyadan sonra gel şimdi o tavuklara helal de.
Tabiidir ki cemaatimizi teşkil eden kardeşlerime sakıncalı demekle yetindim.
Bundan sonra o kişinin kesim yerine gidenler gördüler ki tavukları kesen makinanın bıçağında besmele yazılı bu bıçakla kesilen tavukların helal olduğunu söylemişler.
Bizde kimseye itimat etmedik kendi etimizi kendimiz kesiyoruz. Hz. ALLAH cümlemize helal yiyip helal içmemizi nasip etsin,
Muvahhit İsimli Kardeşe Cevap
Muvahhit: Fususul Hikem adlı eserde çok derin anlamlı manalar geçer bu deruni ilimleri
bilmeyenler hemen inkara baş vurur.
İbni tevmiyyenin yalan dediği konular da böyledir.
ALLAH ona da rahmet etsin bu deruni manalara o zatı muhteremin ilmi yetmediğinden
yalan saymış.
Hz. ALLAH ona bu halleri yaşatsaydı ancak o zaman anlardı.
Ben burada geçen şifreli sözleri anlıyorum.
Yalnız kendimi ibni tevmiyyeden ilimliyim diye kesinlikle bir iddiam yok.
İlim bir denizdir nasibi olan nasibi kadar alır.
Bana desen ki amca madem yaz bu şifreleri de biz de istifade edelim.
Ben de derim ki ben yazmış olsam bana olmıyacak hakaretler yağdırırsınız.
Bu konuya biraz olsun açıklık getiren bir Ayeti kerime yazayım.
Yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratan ALLAHtır.
ALLAH’ın fermanı bunların arasından iner ki,
Böylece ALLAH’ın her şeye kadir olduğunu her şeyi ilmiyle
ilmiyle kuşattığını bilesiniz. (Talak 12)
Abdullah bin Abbas (r.a) Hz. buyururlar ki,
Eğer bu ayeti kerimenin tefsirini size yapsam,
beni mutlaka taş yağmuruna tutarsınız.
Kişi zahire bakar gördüğüne inanır.
Ayeti kerimenin de zahiri kısmı var batıni
kısmı var.
Hz. ALLAH istediğine duyurur.
Muvahhit Resulullah (s.a.v) Efendimiz bir çok değerli insanların
rüyalarına girerek onlara bilgiler sunmuştur.
Muhyiddin ibni Arabi hazretlerine fususul hikemi öğrettiği gibi,
Şahı Nakşibend Muhammed bahaüddin Efendimize de
Evradı bahariyeyi ders ders öğretmiştir.
Sen Evradı bahariyeyi okumadı isen oku.
Ruhunun Hz. ALLAH’ın aşkıyla yanıp tutuştuğunu göreceksin.
Fakat ibni tevmiyyenin kitaplarını okumaya devam edersen
kendi kusurlarını unutup başkalarının kusurlarını teşhir etmekle
ömür sürersin bu da sana hiç bir şey kazandırmaz.
Gene de biz seni çok seviyoruz çünkü inandığın doğru bildiğini
duyurmaya çalışıyorsun Hakkı savunuyorsun.
Üzgün Dede Kalpteniman
Dostları ilə paylaş: |