56. FETİYE ABLAM’A 26.04.1998
(…)
Ömrüm niçin böyle hasret doludur
Gönlüm çiğneyip giden yoludur
Gittiğin yer belki cennet korudur
Orda bekle, ben de gelirim belki
Ablası Naciye hanımın ölümü üzerine de bu şiiri yazmış.
-
Garip gitti garibim
Hiç kimseyi görmeden
Ben de görmek isterdim
Naciye’mi ölmeden
Erzincan depreminden 60 yıl sonra, 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremi de Kâmile hanımın şiirlerine konu olur. Sismografın mısralara bıraktığı izler tarihi anlatıyor.
59. 17.08.1999
Aklım durdu ben durdum
Kalemim durdu
Felaket yıllar önce
Söylendi durdu
Nihayet bugün güzel
Yurdumu vurdu
Dehşet içinde kaldım
Ağlayamadım
Bir şey söyleyemedim
Nutkum tutuldu
Yıllar önce duyduk amma
O, unutuldu
Sevgi saygı kalmadı
Haklar yutuldu
Mahşeri bir gün gibi
Televizyonda
Gördüm ki yıkılmış o
Güzel Türk yurdu
Yurttaş ölü, yaralı
Izdırap dolu
Yürek dayanmıyor
Yara kapanmıyor
Ne yapsak Ulu Tanrım
Acep ne yapsak
Yandı bütün yürekler
Yandı kavruldu
Vatan bu vatandaş bu
Acı ızdırap
Hepimizin sorunu
Dön yurduna bak
Olur mu böyle zarar
Nasıl olur bu
Müteahhitler kazandı
İnsanlar öldü
Müteahhitler kazandı
İnsanlar öldü
Müteahhitler kazandı
Yıkıldı yurdu
Vatan bu vatandaş bu
Acı ızdırap
Hepimizin sorunu
Dön yurduna bak
Olur mu böyle zarar
Nasıl olur bu
Kâmile hanım yaşlılık yıllarında hiçbir düğüne, eğlenceye gitmedi. Fakat annelik mirasını devrettiği manevi kızına bir ayrıcalık yaptı.
60. Ümmehan’ın düğününde (08.09 2000)
Bütün tabuları yıktım bu gece
Salona, düğüne gittim bu gece
Doya doya gördüm Ümmehan’ımı
Günahtan nasibim aldım bu gece (…)
61. 10.09.2000
İbadet seyretmek oldu gelini
Öptüm yanağını sıktım elini
Mutluluğum sanki göklere çıktı
Kollarımla sardım onun belini (…)
Genç kızken yazdığı “Teessürlerimden” şiirindeki “Tanrı’ya isyan ettim, niçin kadındır adım” sözü ile başlayan, cinsiyet kültürüne eleştirel yaklaşımı hiç bir zaman rahatsız edici köktenci bir sorgulama olmamış, Osmanlı aile kültürünün ağırlığını ve hoşgörüsünü, Cumhuriyetçi, çağdaş ve eşitlikçi kadın kimliğiyle sentezlemiştir. Zaten onun şiirlerinin değeri siyasal, kurmaca düşünceler düzlemine çıkmayan kendi halinde bir ev kadınının tarihsel boyutu olan siyasal bir duyarlılığı temsil edebilmesidir. Şiirlerinde bu yönde arı bir duyarlılık sergileniyor.
-
04.03.1998
Erkekler gidiyor kadınlar kalıp
Dünya yükü hep kadınlar üstüne
Dünyaya gelince hor görülürler
Eksik etek olmak suçtur ilk günde
Baba oğlan ister kaynana oğlan
İsterse olsun hep yan yana oğlan
Eksik etek olan herkese kurban
Ele gidecek alışsın zorluğa
Ele gidecek alışsın yokluğa
Bütün zorluklarla üretmek onda
Bütün zorluklarla tüketmek onda
İdare onda düzeltmek hep onda
Kanaat onda feragat hep onda
Yaşamak hakkı yok onda, bir onda
63. (kadın gazeteciler için) 28.09.2002
Kadın da er olur sözünün eri
Güvenir ona hep gelen gideni
Dürüsttürler ama nazik medeni
Sormayın ona siz neyi nedeni
Lazımsa söyler o size doğruyu
Sormayın kötüyü veya uğruyu
Gazeteci değil o sade, insan
Bir şey karıştırmaz sade bir lisan
Doğruyu bulmaya zor gelmez Fizan
Kadın da erkek de, doğruysa yiğit
Dikkat et demesinler sana hiç it
İnsanlık insanda doğruyla başlar
Doğruyla işlenir bütün nakışlar
Her şeyi söyleme doğru diyerek
Sözler söz olmaktan çıkar bilerek
Düşün ki senden kimse incinmesin
Yapıcı ol her şeyi herkes bilmesin
-
21.12.1999
Yazılmış bir destan gibi
Yüzümdeki kırışıklar
Dikkat edin gözlerime
Umut dolu ışıklar
Bakıyorum kadınlara
Göremem biz gibi ışıklar
Eskiden daha duygulu
İdi aşklar ve aşıklar
Şimdi para para derler
Avuç avuç para yerler
Gene de mutlu olamazlar
Şimdiki tatlı kaçıklar
Dini doğrudan konu edinen şiirleri de vardır Kâmile hanımın. Bu tür şiirler özellikle bu dünya ile bağlantıları olan kardeşlerini birer birer ve arka arkaya kaybetmesiyle kağıda dökülür.
-
21.08.1998
Okumam ve yazmam yön değiştirdi
Benim yönüm döndü kıbleye doğru
Bütün kitaplarım hep geldi geçti
Sonunda ellerim Kuran’ı buldu
Şuurum bir başka bunu okurken
Bana tek teselli işte bu oldu
Beynimde fırtınalar çarpışırken
Beni huzura tek bu kavuşturdu
Tanrı’nın neliğinin bilinemezliğini savunan teolojik görüşünü veciz bir dille ifade eder.
-
17.07.1998
Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Kudret senin elinde
Sen bize bilmecesin
İmam-ı Azam ebu Hanife Türkiye’de yaygın olan Hanefi mezhebinin kurucusudur. Kâmile hanım dinsel hikayeleri tarihsel kültür ögeleri olarak görmüş ve ne kadar akıl dışı olsa da öyküselliğini bozmadan şiirselleştirmiştir.
-
İMAM-I ÂZAM 23.02.1998
İmam-ı Azam tam dokuz yaşında
Mollalar toplanmış onun vaazında
O güle oynaya aralarından
Geçmişti vaaz edeceği meydana
Bu yer alçak demiş, yükseltin demiş
Yükseltmişler oturup vaiz etmiş
Bitince konuşma İmam-ı Azam
Annesinden bir bardak su istemiş
Mollalar çok kızmış hareketine
Fikirleri bir cezada birleşmiş
Mollalara demiş niye kızdınız
Ben çocuğum oynamak elbet hakkım
Yükseklik deyince dört büyük ilmi
Ben doğmadan ana rahminde yaptım
O ulvi ilimler yerde söylenmez
Onun için ben yükseklik arattım
Anneme gelince o benim canım
Suyun sevabını ona sakladım
En kıymetli şey tevhitle sudur
Annemden kıymetli kul bulamadım
Ebu Suud efendi, Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyh-ül İslam’ıdır. Sultanlık ile Şeyh-ül İslamlık arasında ilginç bir diyalektik vardır, özellikle hukuk sisteminin oturtulduğu o dönemlerde. Ebu Suud’un hikayesi tüm öyküselliği ile sunulmuş burada.
68. EBU SUUD 23.01.1995
Dinin gerekliliği
Osmanlı’da mevcuttu
Padişah her sorunu
Şeyhül İslam’a sordu
Sultan Süleyman bunu
İyi beceriyordu
Savaşta da her şeyi
Ebu Suud’a sordu
Ebu Suud gereği
Çok iyi biliyordu
Hatta cinlere bile
Hep fetva veriyordu
Nesirle sorulmuşsa
Nesirleydi cevabı
Nazımla sorulmuşsa
Nazımlaydı cevabı
Arapça sorulmuşsa
Arapçaydı cevabı
Farsça isteyenlere
Farsça idi cevabı
Cinler bir gün Eyüp’te
Kuyruğa girmişlerdi
İsteklerini medrese
Duvarına çizmişlerdi
Zamanla kirli diye
Silinmişti duvarlar
Bu tarihi eseri
Kapattı badanalar
Padişaha giderdi
Sık sık işi icabı
Topkapı’ya giderdi
Zeyrek ikametgahı
Aynı yoldan giderdi
Aynı yoldan dönerdi
Hatırasına, “Ebu
Suud Caddesi” dendi
En nihayette Sultan
Süleyman ölüverdi
Vasiyeti öyleymiş
Kutuyla gömülecek
Ebu Suud bu işe
Asla izin vermedi
Münakaşa sonucu
Kutu yere düşünce
Hep şeyhin fetvaları
Yere saçılıverdi
Suud’un imzasıyla
Yazılmış bu fetvalar
Sanki sultanımızı
Kurtaracak belgeydi
Ebu Suud ağladı
Sultanına bakarak
Sen kendini kurtardın
Biz ne yapacağız dedi
Urfa’ya yaptıkları turistik bir gezide Yedi Uyurlar’ı ziyareti üzerine…
69. YEDİ UYURLAR 03.12.1998
Dakyanus adında bir
Zalim hükümdar varmış
Halkına her zaman zulüm
Ve işkence yaparmış
Yemliha, Mekseline
Esmeline ve Mernuş
Ve Debernuş, Sazenuş
Keşftat,Yuştur arkadaş
Samimi arkadaştır
Hepsi bir olup bir gün
Bizi kurtar diyerek
Allah’a yalvarmışlar
Ve Allah’tan epeyce
Cesaret de almışlar
Bizim tapacağımız
Yerin göğün sahibi
Tek Allah’tır demişler
Dakyanus’tan kaçarak
Bir mağaraya girmişler
Allah orda onları
Kıtmir köpekleriyle
Yıllar yılı uyutmuş
Tam üç yüz dokuz sene
Allah onları bir gün
Uykudan uyandırmış
Geçmişteki günleri de
Dün gibi sandırmış
Dakyanus parasıyla
Biri çarşıya çıkmış
Elindeki parayı
Kimse tanımıyormuş
Ve Ashab-ı Kehf o gün
Orda böyle bulunmuş
Bundan sonraki şiirlerle yaklaşık yarım yüzyıl önce Kamelya’nın yazdığı şu mısra arasında kaybolan büyük bir dünya var:
Bir kiraz koparıp gönül bağından
İftar ettim akşam yar dudağından
Yetmiş yaşına girerken artık yaşlanmayı kabullenmeye başlar.
70. 30.11.1995
Okumadan yazmadan
Yaşamak bana ne zor
Ama bunu bile ben
Yapabilemiyorum
Okurken ben kitabın
Üstüne düşüyorum
Yazarken de kalemim
Ellerimden düşüyor (…)
Omuzlarım ağrıyor
Sırtım ve kollarım da
Derdime bir teselli
Çare bulamıyorum
71. 14.05.2001
İki yarım bir bütün
Olmaya çalışıyoruz
Nerde eski değerler
Şimdi olmuşuz hep yoz
Pembe renge ve güle
Deniliyor idi roz
Şiirler okuyorduk
Violet ve roz
Bir şey sanıyorduk hep
Kendimizi hep bir şey
Bir de baktık gördük ki
Değilmişiz hiçbir şey
Bir ömür geldi geçti
Kendini beğenerek
O zaman bilmiyorduk
Tevazu, iman gerek
Şimdi anladık bunu
Topraktan da alçağız
Şimdi anladık bunu
Biz ne yokuz ne varız
72. 18.04.2003
Ecel yarışındayız
Mon cher’le ölmek için
Ben ölmek istiyorum
O yaşamak
Budur aramızdaki fark
İkimiz de yaşlıyız
İkimiz de hasta
Ve lakin başka başka
Ağrılarımız başka
Duygularımız başka
Sonunda iki yaşlı
Zıt düşünen iki hasta
Hayatı boyunca insana güvenmeye çalıştıkça ve insanlara aşkla sarıldıkça aradığı doğruluğu ve içtenliği bulamamaktan yılgınlık ve küskünlüğe gömülmüş ve yaşlılığının kendini anlayamadığı ve baş edemediği yabancı bir dünyaya sürüklediğini görmüştür:
73. (Enflasyon hakkında) 2002
Milyonlar erişmesi zor yerde duruyordu
Çocukların elinde milyon oyuncak oldu(…)
Çalışan insanımız zelil zebil oluyor
Çalışmayanlar çalıp her yerde ziftleniyor
Bu değildi töremiz, bu değildi gayemiz
Seve seve verilir idi hep ianemiz
Kimse kabul etmezdi, onurlu, gururluydu
Büyükler bize karşı şimdi bir çete kurdu
Kandırarak kibarca elimizden alıyor
Ümitle çalışanın elleri boş kalıyor
74. (İnternet hakkında) 29. 03.2002
(…)Gece uykusuz koyar
Beden inkizar bulur
Gündüz uykuda koyar
Kesen inkizar bulur
Böylelikle hayatta
Bütün düzen bozulur
Sen söz sahibi iken
Eller hükümdar olur (…)
75. (Çalan telefonlar hakkında) 05. 04. 2002
Yaşlılara eziyet
Bu değil bir meziyet
Ey telefon sapığı
Bizi düşün hayal et
Bin zahmetle kalkarız
Bazen düşüp kalkarız
Telefonu açınca
Boşunaymış bakarız.
Bu yabancı dünyada Kâmile hanım’ın yanındaki son tanıdık dayanağı Mon cher’dir. Fakat zor bir hayat ve yaşlılık tüm dünyalarını yabancılaşmaya ve yalnızlığa itmiştir.
76.
Hiç bir şeyin tadı yok
Sen yanımda ol yeter
Bu dünya yaşamaya
Yalnız seninle değer
Ne istedimse yedim
Hiçbir tat alamadım
Bu dünyanın tadına
Yalnız seninle vardım (…)
Seninle yaşanmıyor
Sensiz hiç yaşanmıyor
Sensiz olduğum zaman
Izdırabım kanıyor.
Büyük çekmece gölü ile Marmara denizinin arasında, Avcılar’daki evinden göl, deniz ve gökyüzünü seyreder dururdu annem. Emekli olmuş yaşlı Mon cher’inin eve dönmesini beklerken yalnızlığına gönderim yapan bir şiir daha ve beklemek, yalnızlık ve tükenmişlik üzerine eklenen şiirler...
77. 12.07.1993
Yeşille mavinin kucaklaştığı
Gurubun bize yaklaştığı
Saatlerde sen yoksun ya
İçim parça parça
Suların şırıl şırıl aktığı
Biraz serinlik bıraktığı
Saatlerde sen yoksun ya
İçim parça parça
Gel ne olursun gel denizi beraber seyredelim
Dünyayı beraber gezelim
Saçlarımız olsa da akça pakça
Yüreğimiz olmasın parça parça
78. 09.01.1994
Dünyanın yükünü taşımış gibi
Senelerce esir yaşamış gibi
Yorgun bitkin küskün omuzlarım var
Dünyaya geldiğim o günden beri
Ve kendi kendimi bildim bileli
Çalışmak başarmak gibi azmim var
Son nefesim tükendi tükenesi
Koşarım hep görmek için herkesi
Ölçüyü kaçıran bir terazim var
Davetsiz misafir bende hastalık
Burcumu sorarsanız benim balık
Ne tükenmez yazım, sözüm, sazım var
Sıfırı tükettim ben gidiyorum
Sizlere mutluluklar diliyorum
Benim katre katre inkirazım var
Gidin artık bana gelmeyin gidin
Son adresim orda ziyaret edin
Günahsız sevapsız bir mezarım var
Ablasının vefatı İzmir’e ve baba ocağına hayatı boyunca duyduğu özleminin ve bu çivisi çıkmış, değerleri yıkılmış dünyada kendisinin aslında kim olduğunun, nereden gelip nereye gittiğinin son canlı tanığını da ortadan kaldırır. Dünyaya geldiği baba kucağına geri dönüp aynı kapıdan geçerek bu dünyadan göçmek ister.
-
24.05.1999
Dünyadaki bütün perdeler indi
Kulağımdan bütün sesler kesildi
Ölen benim ablamdı o benimdi
Bu derdimi kime anlatayım ben
Oradan kaçar gibi kaçtımdı hemen
İzmir’im İzmir’im şarkısı vardır
Şimdi yalnız bana o şarkı yardır
Hasretle yanarım halim yamandır
İçmesem bile hep başım dumandır
Birer birer gitti bütün kardeşler
Senin yasın tutar mı sanki eşler
Düşüncemde duygumda hep yalnızım
Benim de lazım artık inkirazım
Buna şimdi yoktur hiç itirazım
Bana hakkınızı hep helal edin
Bu dünyadan istedi gitti deyin
Evet, bu dünyadan istedi ve gitti o peygamber gibi kadın; geride binlerce şiir ve yüzlerce hayranını bırakarak. 12 Eylül 2004 sabah erken saatlerinde, bir Miraç Kandili gecesinde miraca çıktı. Mutlu çehresini gölgeleyen son düşüncesi “ölümüyle etrafındakileri üzmüş olacağının üzüntüsüydü!” Vasiyeti, Mevlana’nınki gibi, “sevinçli olun” oldu. Son nefesine kadar “annem, annem” diye sayıklarken, bana da annemin son nefesine yardım etmek düştü.
Son nefesinde o dindar kadın neden “Allah” demedi de “annem” dedi? Bu davranışının hakiki nedeni, yani asıl kökeni ne olabilir? Neden “annem?” Bu soruya cevap verebilmem, annemin davranışını anlayabilmem için “annelik nedir” sorusunu cevaplayabilmem gerekir. Oysa bu, benim için, içine girmesi çok zor bir soru. Annelik yetilerini kazanmamış kızların ve hiçbir zaman kazanamayacak bütün erkeklerin içine nüfus edemeyecekleri bir soru sanki. Hatta sanırım anne olmasına rağmen anneliğin anlamına ulaşamayacak, doğal kazalar şeklinde doğuran pek çok doğurgan kadın vardır dünyada. Buna karşın biz elbet entelektüel gücümüzü kullanarak sağlı sollu bazı anlamlandırma süreçlerini üretmeyi deneyebiliriz. Örneğin Jung’un animus - anima ayrımından, en eski doğa görüşlerinden, şamanlardan gök – yer, Taoizmden ying - yang, eski Greklerden Gaia kavramları, çağdaş bilimden hormonlar üzerine denemeler yapabiliriz. Bunu yapabiliriz fakat anne olmadan asla anneliğe içeriden bakamaz, anneliğin ne olduğunu anlayamayız. Kimi anneler bu kavrama kendi gerçeklerini bağladıkları ölçüde kısmen anlayabilirler. Koca filozoflar yazarken hümanizm tarihini, nasılda atlamışlardı “annelik”in önemini. Varoluşunun anlamıyla, “varlık” ile “tanrılık” kavrayışlarının buluştuğu yerde, bir anneden insanlığı yaratan, kendini bir anne olarak var eden ve kusursuzca o koşul içinde baştan sona var olan bir annenin, annelik kavramını gerçekleştiren bir annenin, annemin sözleri varken bana, oğluna söz düşmez. İşte, içeriden gelen bu hakiki sesten, tüm anneler adına anneliğin sesinden anneliği okumaya çalışalım:
-
01.04.1993
Bana bir anne lazım
Bana gölge olacak
Bana bir anne lazım
Bana güneş olacak
Bana bir anne lazım
Ki derdimi anlasın
Bana bir anne lazım
Dermana eş olacak
Annemi arıyorum
Kızdığı anı bile
O beni vermiyordu
Bile bile ölüme
Annemi arıyorum
Dövdüğü anı bile
Kaşlarını çatsa da
Bakardı şefkat ile
O yoktan var ederdi
Ekmeğimi sütümü
Bana layık görmezdi
Asla bir an ölümü
Ben burada şefkatle
Dembedem ölüyorum
Rencide bir yürekle
Derde gömülüyorum
Ben ölmek istiyorum
Ona kavuşmak için
Ve onun kollarında
Bir yavru olmak için
Dostları ilə paylaş: |