KandiLLİ rasathanesi



Yüklə 1,35 Mb.
səhifə43/51
tarix11.09.2018
ölçüsü1,35 Mb.
#80549
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   51

KARADENİZ

Balkan ve Anadolu yarımadalanyla Kafkasya arasında uzanan iç deniz.

Kabaca elips biçiminde olan ve sahille­rinin yaklaşık yarısı Avrupa, yansı Asya topraklarında bulunan Karadeniz'in bo­yutları doğu-batı doğrultusunda 1170 km. (Poti-Burgaz), kuzey-güneydoğrul­tusunda en geniş 600 km. (Ereğli-Ode-sa), en dar 265 kilometredir (İnebolu -Kı­rım kıyıları). Güneybatısındaki İstanbul Boğazı aracılığıyla Marmara denizi, dola­yısıyla Ege ve Akdeniz'le ilişkili olan Kara­deniz kuzeyinde bulunan Kerç Boğazı ile de yüzölçümü 40.000 km2'ye yaklaşan Azak denizine bağlıdır ve dar anlamda 420.000 km2'yi bulan yüzölçümü bu de­nizle birlikte 460.000 km2'ye ulaşır. En derin yeri Ayancık'ın yaklaşık 80 km. ku­zeyinde olup 2245 metredir.

Eskiçağ'da Pontus Eukseinos denilen deniz Anadolu'daki Türk hâkimiyetinden itibaren Karadeniz adıyla anılmaya baş­lanmış ve bu ad öteki dillere de karanın "siyah" anlamında tercüme edilmesiyle BlackSea (İng.]r Mer Noire (Fr), Schvvarze Meer(Alm.),MareNero (İt.),Çernoye More (Rusça), Marea Neagra (Rumence) el-Bahrü'l-esved (Ar.) şekillerinde girmiştir. Aslında ismin başındaki kara kelimesi, es­ki Türk dilinde renklerin aynı zamanda yön ifade etmeleri sebebiyle "kuzey" an­lamındadır.

Karadeniz, doğuda Aral gölü ile Hazar denizinden başlayıp batıda Viyana havza­sına kadar uzanan eski bir denizin kalın-tısıdır ve jeolojik evrimini uzun gelişim aşamaları geçirerek kazanmıştır. Üçüncü zamanın sonlarında parçalanmaya başla­yan bu büyük iç deniz Karadeniz ve Ha­zar olmak üzere ikiye ayrılmış, bu arada Karadeniz'le Akdeniz arasında oluşan iliş­ki birkaç defa kesintiye uğradıktan sonra günümüzdeki şeklini almıştır. Karadeniz, Azak denizi ve Odesa körfezinin çevreleri dışında kıyıların az girintili çıkıntılı olma­sıyla dikkat çeker. Ada bakımından zengin değildir; başlıca adalar arasında Anadolu kıyılarındaki Giresun adası (antikAretias) ve Kefken adaları adı verilen kaya parçala­rıyla Tuna deltası önündeki Yılan (Zmei n i) adası zikredilebilir. 90-100 m. derinliğe kadar olan sığ alanlar bütün denizin dört­te birini kaplar. Karaların kıta sahanlığını (şelf] teşkil eden ve Anadolu önlerinde darlaşan bu sığ alanlar Odesa körfeziyle Azak denizinde geniş yer tutar. Tama­mı kıta sahanlığı içinde bulunan Azak denizinin en derin yeri 14 metreyi geç­mez.

Az tuzlu bir deniz olan Karadeniz'in yü­zey sularının tuzluluk oranı doğu ve orta kesimlerde %o 18-19, Odesa körfezinin kuzey kıyılarında %o 10 kadardır. Dip su­lan ise daha tuzlu ve ağır olup tuzluluk oranı 200 metrede %o 22"ye ulaşır. Tuzlu­luk oranındaki değişiklik sonucunda mey­dana gelen yoğunluk farkı sebebiyle yü­zey sularıyla dip suları birbirine karışma­dan üst üste iki ayrı tabaka halinde du­rur. Bu özellik derindeki kısımlara oksi­jen nüfuzunu engellediğinden aşağılarda kükürtlü oksijen gazı (H2S) birikir ve bu zehirli sularda sadece bakteriler yaşar. Karadeniz'e özgü balık bolluğu sadece yü­zey sularında görülür. Yüzey sularının yaz ortalaması sıcaklığı 20°-26° arasında de­ğişir. Denizin güneyinde sular daha sıcak, kuzeyinde daha serindir ve bu durum kı­şın daha da belirginleşir. Özellikle güney­doğu kesimindeki suların sıcaklığı Kışın 13" civarında kalırken tuzluluk oranının da düşük olması sebebiyle Azak denizinin ve Odesa körfezinin, zaman zaman da Kı­rım kıyılarından Bulgaristan'ın Burgaz Limanı önlerine kadar kuzeybatı kesimi­nin donduğu görülür. Donma olaylarına Türkiye kıyılarında rastlanmaz. Yalnız 1929 ve 1954 yıllarında görüldüğü gibi Tuna nehrinin donmasıyla oluşan ve kış sonunda parçalanarak akıntıya kapılan buz kütleleri bazan İstanbul Boğazı'na kadar ulaşabilir.

Türkiye balıkçılığının % 84'ü Karade­niz'in balık miktarı açısından zengin olan yüzey sularında yapılır; pek fazla çeşitlilik göstermeyen balıklar arasında en çok av­lanan hamsidir ve toplam ürünün yakla­şık üçte ikisini oluşturur.

Bibliyografya :

Karakin Deveciyan. Balık ue Balıkçılık, İstan­bul 1331, s. 44; Recai Ermin. "Karadeniz ve Ba­lıklan", Üniversite Haftası, Trabzon -Rize (14 Ekim 1955-19 Ekim 1955), İstanbul 1956, s. 155-164; Sırrı Erinç. "Karadenizin Teşekkülü ve Fiziki Şartlan", a.e.,s. 80-96; a.mlf.. "Kara­deniz ve Çevresinin Morfolojik Tekamülü ile Pleistosen İklim Tehavvülleri Arasındaki Mü­nasebetler", İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, sy. 5-6, İstanbul 1954, s. 46-94; a.mlf.. "Karade­niz'in Denizaltı Morfolojisi", a.e., sy. 9 (1958), s. 103-114; a.mlf., "Karadeniz Çanağının Jeo­morfolojik ve Yapısal Özelliklen ve Morfomer.-risi", Bülten (İÜ Deniz Bilimleri ve Coğrafya Enstitüsü Yayını), sy. 1, İstanbul 1984, s, 15-22; a.mlf., "Karadeniz'de Buzlanma ve Buz Rejimi İle Meteorolojik Parametreler Arasındaki İlişki­ler", a.e., sy. 2 (1985), s. 11-15; Hamit İnandık, Deniz ueKtyı Coğrafyası, İstanbul 1971, s. 109-110; a.mlf., "Türkiye Çevresindeki Denizlerin Bazı Özellikleri", İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergi­si, sy. 14(1964). s. 29-53; Ahmet Ardel. Hidrog-rafya, Okyanuslar ue Denizler, İstanbul 1975, s. 255-269; a.mlf., "Karadeniz'in İdrolojisi", İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, sy. 5-6 (1954], s. 23-34;a.mlf., "Karadeniz", İA,VI, 230-238;Ajun Kurter, Oseanografya, İstanbul 1977, s. 21, 27, 100, 128; İbrahim Atalay. Denizaltı Jeolojisi oe Jeomorfolojisi, Erzurum 1981, s. 208-215; Hü­seyin Yüce, "Karadeniz Dip Tuzluluğunun De­ğişimi", Bülten, sy. 2(1985), s. 93-97; a.mlf., "Karadeniz'de Hidrojen Sülfür ve Çözünmüş Oksijen Dağılımı ve Mevsimsel Değişimi", a.e., s. 99-115; Ayhan Uysal, "Doğu Karadeniz (Si-nop-Hopa) Bölgesi Mezgit Balığının (Merlan-gius Merlangus Euxnus) Biyolojisi ve Papülas-yon Dinamiği", Bülten, a.e., sy. 9 (1992), s. 145-173; Necdet Tunçdilek, "Denizler", a.e., s. 230-234. MminTuncel



Tarih.

Bir iç deniz özelliği taşıyan Karadeniz'in kıyı Kesimleri tarih boyunca pek çok kavmin yerleştiği, değişik kültürlerin etkili olduğu bir bölge alarak ön plana çıkmıştır. Eskiçağ'larda batı sahil­lerinde Kimmerioslar, güney sahilleri bo­yunca Yunan kolonileri yerleşmişler, kuzeyde Azak'tan Dobruca'ya kadar olan ke­simde (İskit ülkesi) Asya menşeli kavim­ler etkili olmuşlar, IV. yüzyılda Türk ka­vimleri bu bölgelere gelmeye başlamış­lardır. 370'lerden itibaren Hun Türkleri Kuzey Karadeniz bozkırlarına yerleştiler. VI. yüzyılın sonlarında ise Slavlar Karade­niz kıyılarına ulaştılar. Aynı asırda bu boz­kırlarda Avarlar da etkili oldu. Karade­niz'in güney sahilleri Bizans İmparatorlu-ğu'nun idaresi altında iken V!-X. yüzyıl­larda Hazarlar, Kırım'dan Kafkasya'ya ka­dar olan kesimi ellerinde bulundurdular. Bu dönemde Karadeniz, ticarî münase­betler ağı içerisinde Baltık sahilleriyle Akdeniz dünyasını irtibatlandıran önemli bir mevki kazandı. Bir yandan da Asya'­dan Avrupa'ya uiaşan yolların ana kavşak noktaları kuzey kıyılarında oluşmaya baş­ladı. Bu ticarî canlılık içinde Bizans İmparatorluğu'nun başşehri olan İstanbul, Ka­radeniz'in Akdeniz'e açılan kesiminde ana antrepo haline geldi. Kuzey steplerinden ve Avrupa kıyılarından bu şehre yönelik ticarî faaliyetler yoğunlaştı. Hatta İskan­dinav kavimleri (Varegler) IX. yüzyılda Bo-ğaz'a kadar inerek yağma ve tahribatta bulunmuşlardı.

XI. yüzyıldan sonra ve özellikle XII. yüz­yılda Karadeniz hem kuzeyden hem gü­neyden çeşitli Türk kavimlerinin iskânına sahne oldu. Bu durum Karadeniz havza­sının siyasî ve etnik görünüşünü oldukça değiştirdi. XI. yüzyılda Karadeniz'in sa­dece güney sahilleri değil Kırım tarafı ve doğu kıyılan da dahil Bizans İmparator-luğu'nun kontrolü altında bulunmaktay­dı. Fakat Malazgirt savaşından sonra Türklerin Anadolu'ya gelişi güney sahille­rinde yeni gelişmelere yol açtı. Öte yan­dan Kıpçaklar kuzey kesimindeki toprak­larda etkili olmaya başladılar. XII. yüzyıl­da Komnenoslar Trabzon merkezli yeni bir devlet kurmuşlar, 1214'te David Kom-nenos, İznik İmparatoru Laskaris'i yen­miş ve bu durum Selçuklular'ın müdaha­lesine yol açmıştı. Bu şekilde Türkler Karadeniz'in Anadolu sahillerine yavaş ya­vaş yerleşmeye başladılar. İzzeddin Key-kâvus 1214'teSinop'u ele geçirdi. Daha sonraki gelişmeler sonucunda Karade­niz'in Anadolu sahillerinin orta ve batı­sında Trabzon Rum Devleti dışında yeni Türk beylikleri ortaya çıKtı. Selçuklular. Alâeddin Keykubad zamanında Kırım'a Sudak'a bir sefer düzenlediler. Akdeniz'in önemli liman şehri Antalya ile Karade­niz'i irtibatiandıran Sinop Limanı vasıtasıyla güney-kuzey ekseninde önemli bir siyasî ve iktisadî avantaj elde etmiş oldular. Moğol yayılması daha çok kuzey step­lerinde etkili oldu ve batı ile doğu arasın­daki ana irtibat bu tarihten sonra yeni­den kuruldu. Fransız kralının elçisi Rubruk 1253'te Moğollarla ilişkileri geliştirmek üzere Karakurum'a gitti. İstanbul'dan Karadeniz'i geçip Sudak'a ulaşan Rubruk bu denizin dikkat çekici bir tasvirini ya­par. Ona göre halk bu denize Büyük De­niz diyordu, uzunlamasına 1400 mildi, or­ta kesiminde kuzey ve güneyde iki burun vasıtasıyla daralmaktaydı. Güney burun­daki Sinop Selçuklu sultanı elinde bulu­nuyordu. Karşı Kırım sahilleriyle burası arasında 300 mil mesafe vardı. Don neh­rinin ağzından Tuna'ya kadar olan yerler Moğollar'in ülkesine aitti. Onlar Selçuklu sultanını da kendilerine bağlamışlardı, ay­rıca batı sahillerinde Eflak, Küçük Bul-garya. Makedonya ve Slovenya'ya kadar onlara vergi ödenirdi.546 Rubrukaynca Kırım bölgesi ve kuzey kesiminde Moğol-lar'dan önce Kumanlar'ın bulunduğunu da yazar.

Birçok Arap seyyahın da belirttiği gibi Altın Orda Devleti'nin idaresi altındaki Ka­radeniz'in kuzey kesimiyle Mısır arasında XIII ve XIV. yüzyıllarda ticarî bağlar olduk­ça sıkılaşmıştı. 126O'lı yıllardan itibaren Latin tüccarlar, özelikle Cenevizliler Kara­deniz'de ön plana çıktılar. Kefken, Amas­ra, Sinop, Samsun, Fatsa, Trabzon, Ba-laklava, Kefe ve Suğdak'ta önemli ticaret kolonileri kurdular. Akdeniz ile kuzeyde Baltık denizi arasındaki ticarî faaliyet Ka­radeniz'deki limanlarda kesişmekteydi. Azak ve Tuna deltasındaki limanlar hayli hareketlenmişti. Cenevizliler Galata'daki kolonileri vasıtasıyla ticarî ağı yönlendiri­yordu. Bu dönemlerde her tarafta Türkçe konuşuluyor, anlaşma için bu dil ön plana çıkmış bulunuyordu. Cenevizliler 1306"da Trabzon'dan çıkarıldılar, 1308'de de bir ara Kefe'yi terketmek zorunda kaldılar. Bununla beraber yine de Karadeniz'deki ticarî faaliyetlerini kısmen sürdürdüler. Özellikle Samsun, Fatsa ve Trabzon'da kendilerine ait özel bölgeler bulunuyordu. Venedik, kıyı kesimlerine hâkim Türkmen beylikleriyle ilişkilerini geliştirerek Kara­deniz'e yerleşmeye başladı. Karadeniz'de­ki ticarî Önemi büyük limanlar üzerinde Venedik-Ceneviz çekişmesi baş gösterdi. Türkmen beylikleri de bu mücadelede rol oynadı. Aydın Beyi Gazi Umur Bey, Tuna ağzına kadar uzanarak büyük ganimet­lerle geri dönmüştü. Bu arada Osmanlı­lar Karadeniz'in güney sahillerine ulaştı­lar ve Çelebi Mehmed zamanında Karadeniz'in batı sahillerine doğru uzandılar. Karadeniz'in güney sahillerinin doğusunda İse Trabzon Rum Devleti Türkmen boylarının baskısıyla giderek küçülmüş, Giresun'un daha da doğusuna çekilmek mecburiyetinde kalmıştı.

XIV. yüzyılın sonlarında Timur, Altın Or­da Devleti'ne son verip Karadeniz'in ku­zey kesimlerine hâkim olduğu gibi Osmanlılar'ı da mağlûp ederek Anadolu'nun Türkmen beyliklerini yeniden ihya etti ve Karadeniz sahillerindeki Türk beylerini kendisine tâbi kıldı. Fakat Karadeniz'i ye­niden Asya merkezli bir idareye bağlama faaliyeti onun ölümüyle hedefine ulaşa­madı. Osmanlılar'ın yükselişi ve İstan­bul'un fethi Karadeniz'in bütünüyle bir Türk gölü haline gelişinin başlangıcını oluşturdu ve ona mahallî merkezli bir özellik kazandırdı. Fâtih Sultan Mehmed, Cenevizlilerdin önemli bir limanı duru­mundaki Amasra'yı, Candaroğulları'na ait Sinop'u aldı. Trabzon Rum Devleti'ne nihayet vererek (865/1461) Karadeniz'in bütün güney sahillerine hâkim oldu. Ar­dından 1475'te son Ceneviz kolonisi olan Kefe'yi ve Mengub'u da elde etti. Kırım Hanlığı'nı kendisine bağlı hale getirdi. II. Bayezid döneminde Kili ve Akkirman'ın zaptı. Kanunî Sultan Süleyman zamanın­daki Boğdan seferi (945/I538), Kırım'­dan itibaren İstanbul'a kadar bütün Batı Karadeniz kıyılarının Osmanlı idaresi al­tına girmesiyle sonuçlandı. Osmanlılar bugünkü Moldova ve Ukrayna'nın sahil kesimlerinde yeni idarî birimler kurarak Romanya, Polonya hatta Rusya ve öte­sindeki bölgelere uzanan ticaret yollarını koruma altına almaya, ayrıca kuzeyden gelebilecek Kazak ve Rus akınlarını önle­meye çalıştılar. Öte yandan kuzey steple­rinin hâkimiyeti için 1569'da gerçekleşti­rilen ve bir bakıma Karadeniz'in kuzey sa­hillerini Hazar'ın kuzeyi ile irtibatlandırma amacı taşıyan Astarhan seferinde başarı­sızlığa uğradılar. Bütün alınan tedbirlere rağmen Kazak akınları, gerek İstanbul gerekse Anadolu'nun kuzey sahillerine kadar etkisini gösterdi. Ancak Tuna hav­zası ve kuzeydeki step bölgeleriyle ticaret kesilmedi. Osmanlı idaresi altında Kara­deniz önemli sayılabilecek bir ticarî faali­yete sahne oldu: bu ticarette ana merkez ise İstanbul idi.

Eskiçağ'lardan beri Karadeniz bölgesi Ege ve Akdeniz ile yoğun bir ekonomik bütünlük oluşturmuştu. Boğdan Mol­dova ! ve Kırım kıyı şeridindeki çıkış nok­talarıyla denize açık az nüfuslu Kuzey Ka­radeniz kesimleri önemli miktarda üretilen tahıl, et, balık ve diğer hayvanî ürün­leri, sık nüfuslu güney kesimine aktaran bir ihracat kapısı özelliği kazanmıştı. Gü­neyden ise Kefe, Kili, Akkirman gibi kuzey limanlarına büyük miktarda ipek, pamuk. kenevirden mamul kumaşlar gönderili­yordu. XV ve XVI. yüzyılda kuzey-güney ticareti önemli sayılabilecek boyutlara ulaşmıştı. XVIII. yüzyılın sonlarından iti­baren Avrupa ve Rus menşeli imalâtın Türk ve Hint dokumalarına rakip oluşu­na kadar Karadeniz bölgesi iç ticaret ve yerli sanayi mamullerinin önemli bir gü­zergâhı durumundaydı. Tokat basmala­rı, Amasya, Kastamonu bezleri, kaba pa­mukluları, Kuzey ve Batı Kafkasya'dan Balkanlar'da Dobruca yöresine kadarki Bozkır kuşağında ve Kırım'da büyük bir pazar oluşturmuştu.

Karadeniz'in kuzey kesiminde Hârizm ve Azerbaycan'dan Aşağı Volga ve Azak'a uzanan güzergâh 1520'li yıllara kadar ol­dukça faaldi. Akkirman'dan Lviv'e uzanan Boğdan yolunun faal hale gelmesinden önce doğunun mallan. Kefe ve Azak'tan başlayıp Ukrayna bozkırları ve Dinyepr üzerinden Kiev'e ve Kamaniça'ya uzanan yoldan taşınıyordu. Kefe-Lviv yolu XV. yüzyıl ikinci yarısından sonra yerini Akkirman-Lviv yoluna bıraktı. Kuzey-güney ticareti denizden Bursa- İstanbul- Kefe veya Akkirman'ı takip ediyor, bu güzer­gâhta Önemli miktarda Türk-müslüman tüccarı faaliyet gösteriyordu. Rus tüccarı ise Fâtih Sultan Mehmed döneminden itibaren Azak ve Kefe gibi limanlara daha yoğun bir şekilde gelip mallarını pazarla­maya başladılar. Ruslar daha sonra ser­bestçe ticaret yapabilmek için Osmanlı-lar'dan ahidnâme aldılar. XV ve XVI. yüz­yılda Osmanlı ülkesine Karadeniz vasıta­sıyla Rus ülkelerinden gelen en değerli mal kürktü. Ayrıca köle ticareti de çok bü­yük önem kazandı. Osmanlılar XVI. yüz­yılın sonlarına doğru Moskova ile ticarete karşı tavır aldılar. Yine bu dönemlerde Leh tüccarının da Karadeniz limanların­da faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Ke­fe, Akkirman gibi bazı Osmanlı limanları­na ait gümrük defteri kayıtları söz konu­su ticaretin ve pazarlanan malların ma­hiyetini ortaya koyar.

Osmanlı döneminde ayrıca Karadeniz sahillerinde birçok resmî gemi inşa tez­gâhı bulunuyordu. Bunların içinde en önemlisi Sinop Tersanesi olup Candaro-ğullan'ndan bu yana kullanılıyordu; XVI-XVII. yüzyıllarda Galata ve Gelibolu'dan sonra üçüncü büyük tersane durumun­daydı. Karadeniz'de en fazla gemi inşa edilen ikinci tersane Samsun'daydı, bu­rası XVIII. yüzyılda da faaldi. Kefken'deki tersane ise özellikle İnebahtı yenilgisinin ardından faaliyete geçirilmişti. XVIII. yüz­yılın başlarına kadar bütün Karadeniz sa­hillerinde kırk dört gemi tezgâhı vardı. Bunların başlıcalan Karadeniz'in güney sahillerinden doğu istikametine doğru Şi­le, Ereğli. Bartın, Amasra. İnebolu, Ger­ze, Ünye, Giresun, Tirebolu, Rize, Gönye, Azak, Taman, Kerş, Kefe, Gözleve, Akkir-man, Kiü, Köstence. Mangalya, Kavarna. Balçık, Varna, Ahyolu, Süzebolu, İneada ve Vize'de bulunuyordu.


Bibliyografya :

Ch. Peysonnel. Traîte sur lecomınerce de la Mer-nötre, Paris 1820; G. J. Bratianu. Recher-ches sur le commerce genois dans la Mer noire an XIII" siecle, Paris 1929; P. M. Bijişkyan, Kara­deniz Kıyıları Tarih ue Coğrafyası: 1818-1819 (trc. H. Andreasyan}, İstanbul 1969; Birinci Ta­rih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildiriieri, Samsun 1988; //cinci Tarih Boyunca Karade­niz Kongresi Bı/diri/eri(Uluslararası i), Samsun 1990; İdris Bostan. Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. Yüzyılda Tersâne-i Âmire, Ankara 1992, s. 25-27; Halil inalcık, Sources and Studies on the Ottonıan Black Sea, I: The Customs Regis-terofCaffa 1484-1490, Cambrİdge 1996; a.mlf., Osmanlı İmparatorluğu 'nun Ekonomik ue Sos­yal Tarihi, 1300-1600'(trc. Halil Berklay). İstan­bul 2000, I, 327-354; W. von Rubruk, Moğoİ-lar'm Büyük Hanına Seyahat 1253-1255 (trc. Ergin Ayan), İstanbul 2001, s. 27-29; C. Korte-peter, "OLtoman Emparial Policy and the Econ-omy of Black Sea Rcgion İn the Sixteenth Centııry", JAOS, LXXXV1 (1966), s. 86-113; A. Fisher, "Sources and Perspecüves for the Study of Ottoman-RusLanRelaıioiıs in üıe Black Sea Region", UTS, 111 (1980), s. 77-84; A. Decei."Ka­radeniz", İA, VI, 238-246; X. de Planhol, "Kara Deniz", EF (İng), IV, 575-576. DİA



XVIII. Yüzyıl ve Sonrası.

Karadeniz'in bütün sahilleriyle ele geçirilme zorunlu­luğu İstanbul'un fethinin ardından kaçı­nılmaz olarak gündeme gelmiş, bunda ileride büyük bir nüfus barındıracak olan başşehrin iaşesinin rahatça sağlanması yanında, bu istikametten gelebilecek teh­likelerin önlenmesiyle ilgili güvenlik ko­nusu da önemli rol oynamıştı. XVII. yüz­yıldaki Kazak saldırılarına kadar belirli bir tehdit unsuruyla karşılaşmayan Osmanlı hâkimiyeti, bu durumunu Küçük Kaynar­ca Antlaşmasfna kadar korumayı başar­mıştır. JI. Mustafa'nın 1703 te Büyük Petro'ya yazdığı bir nâmede dile getirilen, Karadeniz'e yabancı bir kayığın dahi çık­masına tahammül edilemeyeceğine dair ifadeleri bu denizin özel durumunu açık­ça belirtmektedir.547

XVIII. yüzyılın son çeyreğine kadar ya­bancı devlet gemilerine kapalı bir Türk gölü olarak kalan ve özel istisnalar dışın­da yabancı gemilerin çıkmasına izin veril­meyen Karadeniz, Küçük Kaynarca Ant-laşmasf nın ağır şartları neticesinde ilk defa Rusya'nın kullanımına açılmıştır. Da­ha Önceki devirlerde çeşitli devletlere ve­rilen ahidnâmelerde 548 Karadeniz'de de serbestçe ticaret yapabilmeyi öngören maddelerin varlığı söz konusu olmakla beraber bunun kullandırılmayan ve kul­lanılamayan bir hak olarak saklı kalmış olması dikkat çekicidir. Devletin, ticaret izni vermeyeceğini bilmesine rağmen böyle bir hakka ahidnâmelerde yer ver­mesi, imparatorluğun sahip olduğu bü­tün toprak ve denizlerine işaret edilmek­te olan bu tür metinlerin tanzim tekni­ğiyle ilgili bir mesele olmalıdır.549

Karadeniz'in yabancılara yasaklanmış kapalı deniz statüsü Karlofça ile sarsıl­maya başlamış. Avusturya'nın bu denize açılmamak kaydıyla Osmanlı toprakların­da ticaret yapabilme hakkı bu antlaşmay­la kabul edilmiş olmakla beraber uygula­mada bir gelişme olmamış, 1718 Pasa-rofça Antlaşması ile teyit bulan bu husus 1739 Belgrad Antlaşması ile geçerlilik kazanmıştır. Ancak Avusturya'nın Kara­deniz'e çıkma ve kendi bayrağıyla ticaret yapabilmesi ancak 24 Şubat 1784 tari­hinde verilen müstakil senetle mümkün olabilmiştir.

Lehistan da Karadeniz ticaretiyle ilgi­lenmekle beraber sürmekte olan Rus sa­vaşı esnasında bu talebi ilk defa III. Se-lim'in tahta çıkışıyla gündeme gelen Os­manlı-Prusya, Osmanlı-İsveç ve Lehistan ittifakları aşamasında ortaya çıktı. Lehis­tan, Osmanlı Devleti ile Rusya'ya karşı girişeceği bir ittifaktan istifade ile Turla (Dinyestr) nehri sahillerindeki bölgelerde yetişen hububatın bu nehir yoluyla Ak-kirman üzerinden Karadeniz'e çıkarılma­sını, Akkirman'da bu amaçla ambarlar inşa edilip bir konsolosluk açılmasını is­temekteydi.550 Rus cephesindeki sıkışıklıktan Ötürü Le­histan'a, Ekim 1790'da Osmanlı bandı­rası taşımak şartıyla Karadeniz'e açılma ruhsatı verilmiş 551 an­cak iki devlet arasında ittifakın oluşama­ması sebebiyle bu karar uygulanma im­kânı bulamamıştır.

Rusya'nın 1695 ve 1696'da Aşağı Din-yepr ve Don nehri istikametindeki saldırılan Karadeniz'e açılma hedefini güt­mekteydi. 1700 tarihli İstanbul Antlaş­ması Rusya'ya Azak denizine açılma im­kânı vermiş olmakla beraber 1711 Prut barışıyla durum tekrar eski haline getiril­miştir. 1736 Belgrad Antlaşması da Rus­ya'nın Karadeniz'e çıkma girişimini akim bıraktı. Kalesi yıkılmak kaydıyla Azak'i elinde tutan Rusya, bu yörenin İki devlet arasında boş ve tarafsız bir bölge duru­muna sokulmasına rızâ göstermek, Azak ve Karadeniz'de savaş ve ticaret gemile­ri bulundurmamak, buralardaki ticareti Osmanlı gemileriyle sürdürmeyi kabul et­mek mecburiyetinde kalmıştı. Rusya böy­lece Karlofça'dan önceki bir duruma düş­mekte ve Azak denizinin de bir Osmanlı iç denizi olduğunu teyit etmekteydi.

1768'de başlayan Rus savaşı. Karade­niz'e açılmayı hedefleyen ve bunda başarı kazanan bir girişim olarak Rusya için aynı zamanda bir ticaret savaşı özelliği taşı­maktaydı. Rusya'nın bereketli "karatopraklar bölgesi"nde yetişen hububatın, Pe-tersburg veya Reval limanlarına sevkedi-lebilmesi için 1500-2000 km. yol katedilmesi lâzım gelirken bu ürünün Karade­niz'den ihracı için yalnızca 300-600 km. kadar bir mesafenin yeteceği bu savaşın başından itibaren dile getirilmiştir.552 Savaşı sona erdiren Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rus tica­ret gemilerinin Karadeniz'e ve bu deniz­den Akdeniz'e çıkmasına izin verilmesi zorunluluk haline geldi. Kırım'da Yenikale. Azak denizinde Kerç, Azak Kale ve li­manlarını da ele geçiren Rusya. 1783'te Kırım'ın da ilhakıyla Kuzey Karadeniz sa­hillerine tamamen yerleşmekte ve Kabartaylar'ı da alarak hâkimiyetini Kafkas sahillerine kadar genişletmekteydi. 1792 Yaş Antlaşması ile Aksu (Buğ) ve Turla arasındaki arazi ve Özi Kale ve Limanı'nın da ele geçirilmesiyle Karadeniz sahil­lerindeki yerleşmeyi sürdürdü. Fetihler akabinde kurulan Kerson ve Odesa gibi liman şehirleri Karadeniz ticaretinin ih­raç kapılan vazifesini görmeye başladı. Bu gelişmeler neticesinde Karadeniz'deki Os­manlı hâkimiyeti oldukça zedelendi. Baş­şehrin askerî yönden güvenlik sorunu, önemli ekonomik kayıplar yanında şehrin iâşesiyle ilgili sıkıntılar gündeme geldi. Rusya'nın Akdeniz'e çıkma siyaseti ise devletlerarası alanda önemli bir yer tu­tacak olan Boğazlar meselesini ortaya çıkardı.

Fransa'nın Mısır'a saldırmasının (1 798) ardından oluşturulan İngiliz ve Rus itti­fakları müttefik olarak Rus savaş gemilerinin Akdeniz'e açılmasına imkân ver­miş. Mısır'ın tahliyesinde yardımcı olan İngiltere'ye ise Karadeniz ticaretine katı­labilme hakkının sağlanacağı ifade edil­mişti 553 Paris barış gö­rüşmelerinde Fransa'nın Karadeniz tica­retine iştirak etmesiyle ilgili ısrarlı talep­leri söz konusu olmuş ve bir an önce ba­rışın akdine taraftar olan III. Selim'in em­riyle Karadeniz ticaretine ruhsat verilme­si hükme bağlanmıştır.554 Aynı hak­kın müttefik sıfatıyla İngiltere'ye de ve­rilmesi kaçınılmaz olduğundan Karadeniz ticareti bu devlete de açılmıştır.555 Böylece her iki devletin 1601 ve 1740 ahidnâmeieriyle saklı tutulan hak­larına resmen işlerlik kazandırılmış olu­yordu.

Büyük devletlerin Karadeniz ticaretine iştirakleri diğer Avrupa devletlerini de ha­rekete geçirdi. İspanya, Sicilyateyn, Hol­landa, İsveç, Prusya, Sardunya, Danimar­ka, hatta Osmanlı himayesindeki Dubrov-nik ve Yedi Ada cumhuru kendi bayrak­larıyla ticaret yapma hakkını almak İçin zorlu bir uğraş içine girdiler. Bunların ruhsatlı devletlerin bayraklarıyla, özellikle ti­caret filosundaki yetersizliği telâfi etmek için teşvik ve kolaylıklar sağlayan Rus ban­dırasını mecburen tercih etmiş olarak bu ti­carete katılmaları zaman içinde önlene­mez bir hal aldığından bunlara birtakım yükümlülükler getirilerek kendi bayrak­larıyla dolaşmalarına izin verilmesi, dolayısıyla Rus bandırasına ihtiyaç gösterme­lerinin önlenmesi fikri ağırlık kazanmaya başladı. Böylece24 Aralık 1802 tarihinde İspanyol gemilerine 556 Şubat 1803'te Sicilyateyn'e müteka­biliyet usulü çerçevesinde Karadeniz ti­careti ruhsatı verildi. Aynı haklar Aralık 1802'de Hollanda'ya. 4 Ekim 1805'te İsveç'e, 15 Temmuz 1806'da Prusya'ya. 1823te Sardunya'ya ve 1825'te Danimar­ka'ya da tanındı.557

Küçük devletlere verilen bu izinler Avus­turya. Rusya, İngiltere ve Fransa'ya bah­şedilenler gibi ahidnâme ile "ahden" değil takrîr-i âlî ile "akden" verilmiş olduğun­dan 1806-1812 ve 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşları esnasında bu devletlerin Karadeniz ticaretinden istifade etmele­ri yasaklanmakta veya belirli ihtiyaçların karşılanması şartıyla özel ruhsatlarla Ka­radeniz'e çıkmalarına müsaade edilmek­teydi. Edirne Antlaşması 14 Eylül 1829 neticesinde Karadeniz'in devletlerarası ti­carete kayıtsız olarak açılmasıyla bu tür kısıtlamalar tamamen ortadan kalkmış­tır.

Kırım savaşma kadar devam eden bu durum, savaşı sonuçlandıran 30 Mart 1856 Paris Antlaşması ile önemli deği­şiklikler geçirdi. Karadeniz'in tarafsızlaştınlması, silâhlardan arındırılması ve yalnızca ticaret gemilerine açık tutulması bu antlaşmayla temin edildi. Bu durum, Rusya kadar Osmanlı Devleti'nin de ege­menlik haklarını tahdit eden bir uygula­ma olarak 1870-1871 Fransız Alman sa­vaşına kadar devam etti. Fransa'nın bü­yük yenilgisinin ardından Rusya, Paris Antlaşmasının Karadeniz'le ilgili hüküm­lerinin geçersiz olduğunu ilân etti (31 Ekim 1870) ve Londra'da toplanan konfe­ransta 1841 Boğazlar Sözleşmesi hüküm­lerine dönülerek Boğazlar'ın barışta sa­vaş gemilerine kapalılığı ilkesi kabul edil­di. Karadeniz için getirilmiş olan kısıtla­malar ortadan kaldırıldı.

Rusya 1877'de yeniden savaş ilân etti­ğinde Karadeniz'de kayıtsız şartsız hâki­miyet kurmak, bu denizi bir Rus iç denizi haline koymak ve nihayet İstanbul ve Bo-ğazlar'ı ele geçirmek gibi hedefler gözet­mekteydi. 1 3 Temmuz 1878 tarihli Ber­lin Antlaşması, Rusya'nın Karadeniz cihe­tinden de kazançlı çıkmasıyla sonuçlandı. Kafkasya ve İran için çok Önemli bir ge­çiş noktası olan Batum serbest bir liman olarak Rusya'ya bırakıldı. Kurulan Bulgar Prensliği'nin 1885'te Doğu Rumeli'yi ilhak etmesiyle de Osmanlı Karadeniz sahilleri Doğu Trakya ve Anadolu kıyılarıyla kısıtlı kaldı.

Siyasî bakımdan Karadeniz'in durumu I. Dünya Savaşi'na kadar değişmedi. Bu savaşa Osmanlı Devleti'nin katılmasıyla Ruslar Mart-Nisan 1916'da Rize ve Trab­zon'u, daha sonra Bayburt ve Erzincan'ı işgal ettiler. Ancak Rusya'daki 1917 Ekim İhtilâli ve 3 Mart 1918'de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması ile bu işgal so­na erdiği gibi "elviye-i selâse" de (Kars, Ar­dahan ve Batum) geri alınmış oldu. Yine Brest-Litovsk'ta, yeni kurulmuş olan Uk­rayna Devleti arasında yapılan anlaşma ile kısa zaman için de olsa Kuzey Karade­niz ve Kırım'la iyi ilişkiler sağlanmışsa da Osmanlı Devleti'nin Mondros Mütareke-si'ni imzalaması üzerine (30 Ekim 1918) İstanbul ve Karadeniz'e İngiliz ve Fransız donanmalarının gelmesi ve Ukrayna'da Bolşevik hâkimiyetinin kurulması yüzün­den bu ilişkiler devam etmemiştir.

İstiklâl Savaşı içinde Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki iyi ilişkiler ve bu arada Moskova'da imzalanan 16 Mart 1921 ant­laşması ile Türkiye, Batum livasına ilişkin topraklarla Batum şehri limanı üzerin­deki egemenlik hakkını bazı koşullarla Gürcistan'a bırakarak Sarp köyünü iki ül­ke arasında sınır olarak kabul etmiştir. Bu antlaşmanın beşinci maddesiyle de Bo-gazlar'ın bütün ulusların ticaretine açıl­ması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için iki taraf, Karadeniz ve Boğazlar'ın bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazır­lanması işinin kıyı devletlerinin temsilci­lerinden oluşmak üzere daha sonra yapı­lacak bir konferansa bırakılmasını uygun buldu. Ancak konferansta alınacak ka­rarların Türkiye'nin hâkimiyetine ve İs­tanbul'un güvenliğine hiçbir zarar getirmemesi gerekiyordu.

Bundan sonra imzalanan özellikle Lo­zan Antlaşması (1923) ve daha sonra Montreux Boğazlar sözleşmesi (1936) Ka­radeniz'den ziyade Boğazlar'dan geçiş re­jimini ilgilendirmektedir. Bu son anlaş­ma. Türkiye'nin güvenliğine ve onun ege­menlik haklarına çok daha uygun olduğu gibi savaş gemilerinin geçişi bakımından Karadeniz'de kıyısı bulunan Sovyetler Bir­liği. Romanya, Bulgaristan'ın önceliğe sa­hip haklarıyla diğer devletlere tanınan sınırlı haklar arasında daha iyi bir denge kurmuştur.

1925 yılında Sovyetler Birliği ile imza­lanan yirmi yıl süreli dostluk antlaşma­sının bir ön şartı olarak Sovyet hüküme­ti, 1945 yazında Türkiye'den toprak ve 1946'da da Boğazlar'ın ortaklaşa savu­nulması istemlerinde bulununca artık uzun zaman bu konu bir kenara bırakıl­mış ve iki ülke arasında gergin bir dönem başlamıştır. Gerçi Sovyet hükümeti, Sta-lin'İn ölümünden sonra, Türk hükümeti­ne 30 Mayıs 1953'te verdiği bir nota ile Türkiye'den hiçbir toprak istemi olmadı­ğını resmen bildirmiştir. Ancak Türkiye 1952'de NATO'ya katılmış olduğundan artık Karadeniz, Doğu Bloku ile Batı Blo-ku arasında ve 1989-1990 yıllarına kadar, yani Sovyet rejiminin dağılışına kadar dev­letlerarası ticaret ve denizcilik bakımın­dan değilse bile siyasî bakımdan sınır teş­kil etmiştir.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği. Sosyalist rejimin dağılışıyla birlikte Karadeniz etrafında şimdiye kadar teoride var olan, ancak bundan sonra gerçeğe yakın şekil­de istiklâllerini kazanan birçok ülke söz sahibi olmaya başladı. Bunlar arasında Rusya'nın yanı sıra Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan'la Türkiye yer almaktadır. Kırım ise Rusya'nın değil 1954'te Stalin'in bir "hediyesi" olarak bı­rakıldığı Ukrayna'nın elinde kaldı.

Yeni durum Karadeniz'e barıştan ziya­de belirsizlik getirdi. Bölgesel ve tarihten gelen ihtilâflar yeniden su yüzüne çıkma­ya başladı. Ukrayna ile Rusya arasında Karadeniz'deki eski Sovyet donanması sebebiyle meydana gelen ihtilâf, Moldav­ya ile Rusya arasındaki anlaşmazlık, Gür­cistan'daki iç karışıklıklar, Abhazya ve Çeçenistan meseleleri, Azerbaycan ve Er­menistan arasındaki Yukarı Karabağ so­runu Karadeniz'i bir barış gölü olmaktan çikardı.

Hızlı kirlenmeyi, ulaşım sorunlarını ve bu arada bölge ülkeleri arasındaki siyasî ihtilâfları ve gelişmekte olan iktisadî iliş­kileri göz önüne alan Türkiye Karadeniz'­de kıyısı olan ülkeler arasında bir ekono­mik iş birliği projesi oluşturdu. Serbest ticarî ilişkiler, bilgi alışverişi, bürokratik engelleri azaltma ve emniyet esasları üzerinde inşa edilen ilk proje, 19-20 Ağustos 1990 tarihinde Ankara'da ilgili ülkelerin katılımıyla tartışmaya açıldı. Da­ha sonra yapılan çeşitli toplantılarla proje geliştirildi ve genişletildi. 3 Ocak 1992'de Türkiye, Bulgaristan, Romanya, Ukrayna, Rusya Federasyonu, Moldavya, Azerbay­can, Ermenistan ve Gürcistan'dan oluşan dokuz ülkenin dışişleri bakanlarının katı­lımıyla İstanbul'da proje parafe edildi. Da­ha sonra Yunanistan ve Arnavutluk da bu projeye alınarak ülke sayısı on bire çıka­rıldı. 25 Haziran 1992'de İstanbul'da ya­pılan bir zirve toplantısında ilgili devlet başkanlarınca Karadeniz Ekonomik İş­birliği Deklarasyonu imzalandı.

Bir blok oluşturma amacı gütmeyen bu deklarasyon, ekonomilerinin tamam­layıcı niteliğini ve coğrafî yakınlıklarını göz önüne alarak, uluslararası ikili ve çok yön­lü anlaşmaları hesaba katarak serbest mübadele prensiplerinden hareketle ik­tisadî ilişkilerini geliştirmek isteyen ülke­leri bir araya getirmektedir. Bu iş birliği içinde çevre kirlenmesi ve Karadeniz'e sa­nayi atıklarının atılmaması konusundaki projelerle ticaret ve sanayiye yönelik pro­jeler önemlidir. Finansman temini için bi­linen uluslararası para kuruluşları yanın­da Karadeniz Yatırım ve Ticaret Bankası destek olmaktadır. Daimî genel sekreter­liği İstanbul'da olan birliğe bağlı veya ona paralel olarak 1.159.000 dolar sermayeli bir de Karadeniz Ticaret Anonim Şirketi kurulmuştur.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin henüz randımanlı bir şekilde çalıştığını söyle­mek mümkün değildir. Bu mekanizma­nın sağlam bir şekilde çalışabilmesi için kıyı devletlerinin birbirine itimadı olması gerektiği gibi bölgede istikrarın devamlı olması şarttır. Yukarı Karabağ'da, Çeçe-nistan'da savaş hali, Rusya ile Türkiye arasında Orta Asya petrol boru hatları konusunda ihtilâf varken ve özellikle si­yasî bakımdan Rusya ve diğer kıyı ülkele­rinin geleceği henüz tam belirli değilken böyle bir iş birliğinin tam olarak gerçek­leşmesi beklenemez. Ancak resmî kuru­luşlar dışında Karadeniz'de az miktarda da olsa özei ticarî ilişkiler doğmuş yetmiş yıldır kapalı olan sınırlar açılmış, özellikle Doğu Karadeniz açık şekilde iktisadî bir canlılığa kavuşmuştur..

Bibliyografya :

BA. HH,m. 1478,4963, 5118-E, 5619, 5715, 7360,14453, 14506, 14596, 14978-B, 15158, 51906-B; BA, Cevdet-Hariciye, nr. 623; BA, Nâme Defterleri, nr. VI, s. 8-11; R H. Mischef, La Mer noire et les detroits de Constantinople, Paris 1899; Cemal Tukin. Osmanlı imparatorlu­ğu Devrinde Boğazlar Meselesi, İstanbul 1947, tür.yer.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, İV/1-2, s. 199; V. Gitermann, Geschichte Russlands, Frankfurt 1965, II, 268, 270; A. W. Fistıer. The Russİan Annexion ofthe Crimea (1772-1783), Cambridge 1970, tür.yer.; Akdes Nimet Kurat. Türkiye oe Rusya, Ankara 1990, tür.yer.; Fa­ruk Bilici, "Tentatives d'implantaü'on française en Mer noire au KVIIF siecle", Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Samsun 1990, s. 681-693; a.mlf., "Navigatîon etconımerce en Mer noire pendant la guerre ottomano-russe de 1787-1792: les navires ottomans saisis par les russes", Anatolie Moderna / Yeni Anadolu, sy. 3, Paris 1992, s. 261-277; a.mlf., "La reali-sation concrete avam la Iettre: la cooperation en Mer noire orientale", CEMOT1, XV (1995), s. 169-183; "La zone do cooperation economique des pays rivrains de la Mer noire", a.e., XV (!995|; G. Veinstein. "Les tatares de Crİmee et la seconde eleetion de Stanislas Leszcynskİ", Cahîers du monde russe et souiĞtique, XI, Pa­ris 1970, s. 24-92; Kemal Beydilli, "Karadeniz'in Kapalılığı Karşısında Avrupa Küçük Devletleri ve 'Mirî Ticâret' Teşebbüsü", TTK Belleten, LV/ 214 (19911, s. 687-755; İdris Bostan, "Rusya'­nın Karadeniz'de Ticarete Başlaması ve Os­manlı İmparatorluğu (1700-17871", a.e.,LIX/ 225 (1995), s. 353-394. Faruk Bilici




Yüklə 1,35 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin