İsteyenler çok saadet sırrın, herkes bulmadı
Bizdedir sırrı saadet gafil agâh olmadı
Dehrin âlâmû mesârı bir birin tâkib eder
Kabrimin üstünde her ot sırrı aşktan bahs eder
Aşkı sâfiden haberdar olmayan taştan beter
Ehli aşk olmak dilersen al kitabımdan haber
Ruhların birleşmesinden gayri bir zevk var mıdır
Mahbese girmez gönül ondan güzel eş var mıdır
Göz izimle doldu veçhin sende senlik kalmadı
Gözlerin birleştiği ân bende benlik kalmadı
SEN YÜCE TANRININ SÛRETE BAĞLANMIŞ NÛRUSUN
Uyku torbası olan vücûduna bir delik aç, etrafını gör ve düşün, altından olan bülbül kafesine haşerat dolmuş... Onları ateşe yak, kudretini bizlere ALLAH vermiş.
Filvaki kendimizden küçüklere bakıp böbürleniriz, horozlanırız, kendimizden büyüklere bakıp ufalırız. Kendimize bakıp Tanrı lûtuflarını kendimizden biliriz. Bizleri kurtar ey ALLAH’ım bu yanlış fikirlerden.
Bir zaman gelecek, dünyâ bizi terk edecek. Onun gençlikteki tebessümlerine aldanmayarak daha evvel onu terk etmek idrâkini bizlere ver.
Hakk yolunda ilerlerken, önümüze gelen her mâniayı yenerek, hiçbirine iltifat ettirme. Hareketli ve neşeli günlerimiz, eğlenceli gecelerimiz bir gün son bulacaktır. O zaman boş bir çuvala benzeyeceğiz. Her ne kadar Rabbü'l âlemin hazretlerinin «kulum» demesine, habibi olan Fahr-i Âlem Efendimizin «ümmetim» demesine istinad ederek şımarmakta, sevinmekte haklıyız ama habibine lâyık ümmetten bir ferd olmağa çalışmak, onun huyuyla huylaşmak lâzım. Cenâb-ı Hakk'ın aşkından da müstefid olalım.
Esasen bütün âlem ezelde kendilerine verilen bu iki kadeh şarabın sarhoşudurlar. «Kulum ve Ümmetim»
Ârif, Kâmil ve vâsıl olanlardır ki bu şarabın sarhoşluğundan ayılmışlardır. Çünkü bu hitaplar çocuklara yapılan okşayıcı sözlerdir. Bizleri yanan, gaflete düşen kullardan ve ümmetlerden eyleme ya Rabbe'l âlemîn! Yokluktan başlayıp hepliğe ulaşmak nasib eyle.
Yazılarımın içinde birçok yavan, tatsız, tutsuz sözlererastlayacaksınız. Fakat bunlar mertebe icâbıdır. İnsan her zaman âşık ve mâşûk makamında kalamaz. Alevin yanında durulmaz, yakar. Geçmek mecburiyetinde iseniz, yanından sür'atle geçiniz. Etrafınızı ateş sarmışsa bir hamlede o daireden dışarı çıkmak lâzımdır. Aşk ateşi de böyledir. O da yakar. Yanında fazla durulmaz. Üşüyenler bile ısınınca çekilmelidirler.
Size nasıl anlatayım kendimi, bilemiyorum. Sinemde bazen dumandan da eseri kalmayan bir kor yığını var. Beni o halde göremiyorsunuz. Benim benliğim O’dur. O'nun nûrudur. Ateşime veya topraktan olan şeklime, darmadağınık olan hallerime ve sözlerime bakmayın; yavan ise icap ettiği yerde tuz, icap ettiği yerde de şeker koyunuz; muhakkak gönlünüzün beğeneceği bir yemeğe kavuşmuş olursunuz.
Yanımdan geçen iki kişinin benden garip ve zavallı diye bahsettiklerini duyduğum zaman mest olurum. Sarhoş olurum, kendimden geçerim. Çünkü garip diye anasız, babasız, kimsesiz, doğup büyüdüğü diyardan da uzak, belki de aç ve susuz bir kimse hatıra gelir, böyle kimselerin gönülleri de Hakk sevgisiyle, aşkın nûruyla doludur.
Aşksız olmuş da bütün akraba ve taallükâtı hayatta olmuş, kaç para eder? Zengin olmuş, mânâ fakiri olduktan sonra, Yaradan'la münasebetini göremedikten sonra kaç para eder? İki cihân serveri «Fakirlikle iftihar ederim» demiş; ne güzel demiş, ne derin konuşmuş. İşte benim için söylenen bu garip kelimesi böyle mânâlar taşır. Her şeyle alâkamı keser, sevgilinin huzuruna uçuruverir.
Herkesin hürmet ettiği yüksek rütbeli, zengin, âlim bir kimseden mi bahsedildi? Tanrı'nın verdiği ömür hazinesini hep bu fâni âlem için sarf etmiş, kendini beşeriyet için feda etmiş bir kahraman hatırıma gelir. «Şu adam meczubun, delinin birisidir, âşık mıdır nedir?» dedikleri de, Tanrı'nın nûrunu görerek onlara kul köle olmuş; yediğinin, içtiğinin, tokluğunun, açlığının, fakirliğinin farkında olmayan bir insan demektir. Ne gam var o kimse için ki ölmeden evvel ölmüştür. Hesaplarını temizlemiş, bir ruh gibi ayakta durmaktadır. Onun başka bir âlemi vardır. Belki de orada sultandır. O bilir ki sırtındaki paçavralar ile zenginlerin ipekli elbiseleri ebediyen çıkarıldığı o gün aynı seviyede, aynı hizada bulunup Rabbin emirlerini bekleyeceklerdir. Hattâ hattâ zât cennetinin baş köşesi onun yeridir.
İşte benim düşüncelerim bunlardır. Size derdimi anlatamıyorum. Bizi anlamıyorsunuz, bizi hakiki varlığımızla göremiyorsunuz; görülene bakıp şekillere kıymet biçiyorsunuz, görenle beraber olmuyorsunuz, görenin nûr deryâsında yüzemiyorsunuz. Ateş görüp yanarım diye korkuyorsunuz, kaçıyorsunuz.
Zamanı gelecek, haklı olduğumu anlayacaksınız. Elbet bir gün gönlünüzde aşk ve ilim nûru belirecek. Hakk ve hakikat güneşi doğacaktır. Can ve gönülden temennim budur. O zaman fâni vücûdunuzun Kâbe'de bir direk, idrâkinizin kıblesinde bir kandil olduğunu anlayacaksınız.
Kendinizi, bütün ervâhın başlarının üzerine basarak arşın üstünde, Fahr-i Âlem Efendimizin avucunun içinde gâib olmuş göreceksiniz. Şemsi Tebrizi'ler, Mevlânâ'lar, sizler, bizler hep aynı nûrdan, MUHAMMED nûrundan (s.s.) aydınlanan gönüllerimiz var. Kendimizin bile farkında değiliz.
Kâinatta bütün varlıkların, insanları yetiştirmek için hizmette, insanların da dinli dinsiz muhtelif putların ve peygamberlerin arkasına düştüklerini, hepsinin de (peygamber dahi olsa) Hazreti Peygamber'e müteveccih olduklarını bilseniz, geçmiş günlerinizden tövbe edersiniz.
Hele Hazreti MUHAMMED'in cübbesinin altına girebilip etrafa bir bakabilseniz yâni Kâbe-i Muazzama'daki siyah örtünün üzerinden göz olup etrafa bir bakabilseniz! İbadetlerin size müteveccih olduğunu da görürsünüz.
Dostları ilə paylaş: |