Gönül vicdaniyle bulmazsa ALLAH'ı hakikince Mücerred dildeki ilim veya irfanı neylerler
diyerek birdenbire söylenen sözlerin hepsine bir kibrit çakıp aşka teslim olalım kardeşlerim.
Ah! Niçin beni anlamıyorsunuz? Nasıl söyleyeyim? Arapça söylendi, anlamıyorsunuz. Acemce söylendi, anlamıyorsunuz. Türkçe söylüyoruz, anlamıyorsunuz. İngilizce'den tercüme edilmesini mi istiyorsunuz?
Bu kitap, gönül kitabıdır. (Ey sevgilim! Kendi kitabını oku! Bugün için bu sana yeter) emriyle bildirilen kitap bu kitaptır. Kendinizi habiblikten uzak görmeyin. Aynı zamanda hepimize söylenmiş bir sözdür, bir emirdir.
Öyle bir idrâk sahibi olun ki, Efendimize gönderilen Kur'ân-ı Kerim'i kendi gönlünüzden de okuyun.
Kadir gecesini mi yaşamak istiyorsunuz? Her geceniz kadir olabilir. Bayram gününü mü yaşamak istiyorsunuz? Her gününüz bayram olabilir. Ezânı Muhammedî, Lebbeyk, Mevlût… seslerini mi duymak istiyorsunuz? Gönül kulağınızı açınız. Her an bunları duyabilirsiniz.
İsmi Âzam duasını mı öğrenmek istiyorsunuz?
«ALLAH» ismi şerifinden büyük «İsmi Âzam» mı olur? Yalnız o ismi mübareki söyleyebilecek ağıza sahip olun. Balık, gözünü açar açmaz ilk gördüğü şey denizdir. İnsan da böyledir. Gözünüzü açar açmaz, ilk gördüğünüz varlık Hazreti ALLAH'ın nûrudur. Gözünüzü kapayın, gön-lünüzdeki kendi âleminizde gördüğünüz yine O'nun nûrudur. Esasen sizden gören de O'nun nûrudur. Şu halde siz züccâce içindeki nûrsunuz. Bunları niçin anlamıyorsunuz?
Elinize aldığınız herhangi bir kitap muhakkak ki bir nûr neşreder. Bu nûr, kiraz böceklerinin yanar söner ziyasından başlar, deniz fenerleri gibi aralıklı ışıldayanlar, mum ışığı ve daha kuvvetlileri, projektörler ve nihayet güneş gibi sonsuz nûr saçanlar vardır.
İşte Kur'ân-ı Kerim, sönmez bir nûr ve eşsiz bir kitaptır. Hakk kelâmıdır, Fahr-i Âlem Efendimizin gönül semasına indirilmiştir. Bu hal gösteriyor ki, Rabbimiz, kullarından uzak ve alâkasız değildir. Aranızda tasavvur ettiğiniz ayrılık, kendi evham ve hayâlimizdendir. Mekânların mekânı olan yüce «ALLAH» çok temiz olan mahlûkatın içlerinde «İnsana olan tecellim gibi hiçbir mahlûkuma tecelli etmedim» buyururken, huzuruna, cismanî ve ruhanî hiçbir perde ile gelmememizi istiyor.
Benim bir hâlim var biliyor musunuz?
(Salli alâ seyyidinâ Muhammed) dendiği zaman, birden beşeriyetim kemâle erer. Saçlarım ve sakalım beyazlanır. Sanki o habîbin rûhu vücûduma girmiş, gönlümü istilâ etmiştir.
Kıyamda durup hamd etmek mi lâzım? Ederim. Rükûa varıp tâzîm etmek mi lâzım? Ederim. Secdeye kapanıp yüzümü, gözümü, alnımı, burnumu aslım olan toprağa sürmek mi lâzım? Sürerim.
Kaç def’a...
Eğer iki, üç, dört def’adan fazla emredilse ebced hesabında hoşuma giden «mim» harfinin delâlet ettiği 40 rakkamına kadar secdeye varmak isterim.
Huzûr-ı izzette (Dile benden ey habîbim! Ne dilersen vereceğim. İstersen dünyâyı altın yapayım) vaadi ilâhîsi tecelli ettiği zaman, (Yalnız ümmetimin selâmetini niyâz ederim) diyen o sevgililer sevgilisi hatırıma gelir.
Bu mübarek ismi ister ben söyleyeyim, ister siz söyleyin; varlığımın onda fâni olması, beşeriyyetimin erimesi için kâfidir.
Ümmet meşreb olup bütün beşeriyyetin günahlarını affedesim geliyor. Elimde, avucumda, cebimde, ilmimde, gönlümde nem varsa veresim geliyor.
Birdenbire insanların değil, meleklerin bile üstüne çıkarım. Cebrail'i de geride bırakırım.
Geçtiğim yollarda Cehennem söner. İçindekiler sevinir, bayram yaparlar.
Cennet ve içindekilerin hayretten ağızları açık kalır.
- Bu nûr nereden geliyor?
- Bu kokunun sahibi kim?
- Lika ullah bu mudur? Diye sorarlar. Bizi ararlar.
Fakat biz onların da üstüne çıkarız. Oralarda âşıkın düldülü de yoktur. Refrefi de yoktur. Benliği de yoktur. Havaî fişengi patlayan âşık kandil kandil arzımızın üzerine iner. Onlar Hikmet, Rahmet, Şefkat, Merhamet nûrlarıdır.
Hareket noktama vâsıl, aslıma râci olurum. Nusret olarak nâm alır, görünürüm.
Vücûdumdaki her katre kanda milyonlarca hayat vardır. Bunlar hemen boyun bükerler, vecde gelirler, «ALLAHû Ekber» diye semâa başlarlar.
Siz de bu mî’râcı yapabilirsiniz. Siz de bu sevgililer sevgilisinin yolundan giderek O olabilirsiniz.
O olun! Âlemlere rahmet olun! İnsanlığımızın şerefini bilin! İslâm dininin nasıl bir din olduğunu idrâk edin!
İnsan iken âşık, âşıklıktan sonra da mâşûk olun! Bu zevke, bu mertebeye varmazdan evvel de ne olduğunuzu siz idrâk buyurun aziz kardeşlerim.
•••
Ey sevgilim! Sen de herkes gibi vücûduna bir çok elbise çeşitleri seçmişsin, fakat senin elbisen insan vücûdudur. Hem de saçı sakalı ağarmış, rengi sararmış, gözleri yaşlı, vücûdları zayıf, fakir kılıklı, mütebessim ve beşuş çehreli herkese yararlı olan vücûdlar.
Birbirlerini seven bir ailenin müşterek olarak sevdikleri bir de çocukları… Bu uğurda yapmadıkları fedakârlık, çekmedikleri zahmet —israf derecesine varsa dahi— sarf etmedikleri para yoktur. Sebeb? Sevgi!
Kediler doğurdukları yavruyu yalarken gerek süt kokusu, gerek tam bir teslimiyette gördükleri için çıtır çıtır yerler. Sebeb? Sevgi, kıskançlık.
Yıllarca yaşarız, nihayet ölürüz. Bizleri öldüren kuvvet, aynı zamanda yaratan ve yaşatan kuvvettir. Ölmemize sebeb yine sevgidir. Çünkü o kul sıhhatte ise hastalığı ve ihtiyarlığı çok üzücü olacaktır. Hasta ise çok sıkıntı çekmemesi için ölüme hazırlıklıdır. Zengin ise Hakka karşı isyanına meydan verilmemiş olacaktır. Fakir ise ölerek zilletten kurtulur.
Âşıksa kendisine çekmek için canını ister. Vücûd kaydından kurtarır.
Şu halde neticesi bizim için iyi ölüm çok hayırlıdır. ALLAH'ın sevgisine delâlet eder.
Şu halde biz kullar da ölmeden evvel ilmimizdeki her varlıktan ve hayalden ölerek kurtulup Yaradanımız'a kavuşursak, iştiyakla emirlerini yapıp nehiylerinden kaçsak da, mukabil sevgimizi göstersek fenâ mı olur?
O'nun verdiği can nefhası istesek de, istemesek de, yine ona râci olacak. İyisi mi, rızamızla bu işi yapsak da can ve ten kaydından kurtularak ona teslim olsak, kulluğumuzu ve sevgimizi isbat etsek olmaz mı?
Bu yazılarımla size bir hakikati duyurmak istiyorum: Para sarfiyle ve gece gündüz çalışmaktan maksadım da ilâhi sevgiyi anlatmak içindir. «Ben de biz gizli hazineyim. Bilinmekliğimi diledim. Şu kitapları yazdım.»
Kâinât da ALLAH'ın kitabıdır. Bir yaprak, bir çekirdek, nihayet bir insan mükemmel bir kitaptır. Kur'ân'dır. Muhtelif çiçeklerde, muhtelif güzellikte kokular vardır. Bu dünyâ bahçesinde burnumuzu ve yüzümüzü hoş koku gelen tarafa çeviririz ve yürürüz. O çiçeği buluruz, koklarız. Sebep? Yine sevgi. Çiçeğin dâveti var «Ben senin için yaratıldım. Beni kokla. Ben bu kokuyu Rabbimden aldım» diyor hal lisaniyle.
Bu sevgi yazıları da benim ilmü irfân kokumdur. Rabbimden aldığım tevhid kokusudur. O da diyor ki: «Ey insan! Çiçeklere olan tecellim budur. İnsanlara da idrâk yolu ile sırlı sözlerle, işaretlerle tezâhürlerim ve tecellilerim vardır. Konuşan, dinleyen, kokan, koklayan hep «Ben»im. Bu benim zevkimdir, saltanatım icabıdır. Çiçeklerdeki koku, yediğin şeylerdeki lezzet, güzellerdeki cazibe, ibâdetlerdeki huzur ve huşu hep benim.
Niçin bu letâfet, tevhid ve aşk yolundan bana gelmiyorsun? Nusret kulumun yazmağa çalıştığı kitaplar da benim arzuma muvafıktır. Ona lütf-u mahsusum vardır; onları oku, anlamaya çalış!
Arapçasını gönderdim «Lisan bilmiyorum, ben Türk'üm» dedin. İşte Türkçe yazdırdım, gönderdim. Şimdi de vaktim yok diyorsun. Emin ol cezalarımı sana da tattıracağım. Rabbinin, velilerinin sözlerine kayıtsız kaldığından, sevgime ve lütuflarıma sevgi ve şükür ile mukabele etmediğinden nankörlüğünün karşılığını göreceksin.»
«Sabah karanlığında, herkes uyurken o benim feyz kapılarımı bekledi. Varını yoğunu benim rızâi ilâhiyem için sarfetti. Ben de ona «Nusret»ime hayat, ilim, semii, basar, irade, kudret, kelâm, tekvin, idrâk hazinelerimden verdim. Âlemleri sizin için yarattım. Sizi de kendim için. Bunu biliniz ki, nasıl olsa sizleri huzuruma çekeceğim. Bana ait olan canı alacağım. Hem de günlerce döşekte inlettikten sonra.»
«Huzuruma pis elbise ile günah kiri ile kirlenmiş bir vücûdla gelmeyin. Dünyâ âleminde kirlendiğiniz gibi yine orada temizlenin, öyle gelin. Bu temizlik için günde bir saat bana yeter, yirmi üç saat sizin olsun.»
Bazen nefsi emmâre, nefsi mutmainne üzerine galebe çalar. Deccal'ın zuhuru gibidir.
Hazreti İsa'nın gökten zuhuru ile Deccal'ı katletmesi, rûhun nefsi emmâreyi tekrar katletmesi gibidir.
Dabbetü'l arz, nefsi levvâmeden kinayedir. Mescid-i haramdaki ev, Beytullah'tır. O da gönüldür. Bazı kimselere oraya gitmek lütfedilmiştir.
•••
Vücûdumuzu örten elbiseler, çamaşırlar kirlendikçe yıkanır. Eskidikçe yenisini giyeriz, eskileri atarız. Vücûdumuz da ruhumuzun elbisesidir. 50, 60, 70 yaşında onu da atarız. Böylece birbirinin üzerine altı kat iç çamaşırımız vardır. En içte ve ortada olan gönül güneşidir. Beyti ilâhîdir. Şemsi hakikattir. Bunu idrâk eden nûr-u Muhammed'e mazhar olanlardır. Orada kavga, münakaşa, ayıp, çokluk yoktur. Bu 6 elbiseyi ilim, tasavvuf yolu ile idrâk edenler ölmeden evvel ölmüş, huzura kavuşmuş kimselerdir. Hal ve hareketleri, sözleri özlerine lâyıktır. Kur'ân'dan konuşurlar. Güzel ahlâk kokuları neşrederler.
•••
Her meslek için bir kabiliyet, bir istidat lâzımdır. Fakat Hakk vergisinde pek böyle sebebler aranmaz. Çünkü verenin lütfuna son yoktur. Atâsı boldur. Taşta kabiliyet olmadığı halde onu bile söyletir. Toprağın kara yüzünü ay gibi yapar. Yan yana iki fener gibi çakan gözlerinden bakar durur. Şart olan kabiliyet değil, onun vermek istemesidir. Ahh! İnsan bir kendisini bilebilse, bulabilse...
Öyle bir kimseyi sevin ve öyle bir kimse ile arkadaşlık edin ki bir anda gönlünüzdeki bulutları, kesafetleri, sûreti beşeriyetinizi silsin, nûra gark etsin. Siz ona baktığınızda, tecelli aynasında Cemâlinizi göresiniz.
•••
Günde beş vakit Hakkın huzurunda durmayı âdet edenlere «zahit» bunu az gören iştiyak sahiplerine «âşık», dâima Hakkın huzurunda olduğunu idrak edenlere «Vasılı Hakk, Mâşûk, Ârifi Billah» derler. Namazla başlayan ve biten kulluk, iftarla son bulan ve sahurla başlayan oruç avâmın kârıdır. Havas, her zaman huzurda, her zaman oruçludur.
•••
Eğer bütün şerlerden emin olarak Hakk’ın muhafazasında bulunmayı istersen, herkese sıtkü sadakat göster. Halka insaf, büyüklere hizmet ve hürmet, küçüklere şefkat, düşmanlara hilmiyyet, dostlara vefa, nefsine inzibat, dervişlere cömertlik, âlimlere tevâzû, câhillere sükût göster.
•••
Bu âlemde din büyükleri, âlimler padişahdırlar, sultandırlar. Âlimlere fikir, dervişlere zikir lâzımdır. Fikirsiz âlim serap peşindedir. Nuh’suz gemidir. Tur’suz Musâ’dır. Zikirsiz derviş haraplık yolundadır. Ruhsuz kalıptır, nursuz kandildir.
•••
Ayağa kalkarsan hizmer kastiyle kalk, konuşacaksan hizmetli konuş, oturacağın yere saygı ile otur.
•••
Gözün kahredici bakışı Azrail, lütfedici beşuş bakışı İsrafil, kulak Mikail, ağız Cebrail aleyhümüsselâmın mazharıdırlar.
•••
Hamı pişiremezsen bâri pişmişi soğutma.
•••
Bu gece düşündüm, sabaha kadar düşündüm. İçime teessür ve acımak âteşi düştü. Bakınız kimlere acıyorum:
- Kendi içindeki meleklerden, şeytanlardan haberi olmayıp da dışarıda melek arayıp hayalinde tasavvur ettiği şeytanlardan korkanlara.
- Kendi elleriyle yaptıkları şekillere ilâh ismi vererek tapanlara.
- Kendi nefsini, kendi evini idare edemeyip memleket idaresine kalkışanlara.
- Büyük mevkilere yükselip de küçük söz söyleyenlere.
- Eline üç beş lira geçirip de milyoner gibi fiyaka yapanlara.
- Hayatlarını tanzim edemeyip çoluk çocuğa ahlâk ve fazilet dersi vermeğe kalkan babalara.
- ALLAH’a karşı yüzü kara olduğu halde halka direktif vermelerine. (Küçük hükûmetlerin büyüklere mesaj vermesi gibi.)
- Yüksek adam olmak için canlarına kıyarak üst üste yığdığı cesetlerin tepesinden aşağı bakarak alkış bekleyenlere.
- Gökteki yıldızlardan mânâ çıkarmak için başı yukarıda yürürken önündeki kuyuya düşen mağrur müneccimlere.
- Şöhret peşinde koşarken idam sehpasında can verenlere.
- Birçok suçları, kabahatleri olduğu halde ALLAH’dan mağfiret istemeyi bilmeyenlere ve unutanlara.
- İlk mektebi bitirince anasını, babasını, câhil ve küçük gören çocuklara.
- Bardaktaki su kadar ilmine bakıp kendini deryâ sananlara.
- Hortumunun bir ucu fıçıda olduğu halde yangın söndürmek için çalışanlara.
- «Şarap haramdır, içeni kesmeli ve kanının sıçradığı yeri bile kazımalıdır» diye fetva verenin eline böyle bir mahkûmun kanı sıçrayınca kimse görmesin diye o eli pantolonuna silen kadı efendilere.
- Ömrünü zilletle geçirip para biriktiren dilencilere, apartman diken gafillere.
- Sonu zillet olan sefahat ve israf sahiplerine.
- Hakikî ilmi bırakıp da faydasız ilim peşinde koşanlara.
- Hayatı yalnız maddî gözle görenlere, mânâ gözü kapalı olanlara.
- Bütün çalışıp kazandığını bir anda içkiye, kumara verenlere…
Bu mevzu da sonu olmayan bir mevzudur kardeşlerim. Hemen derhal söyleyeyim ki kendime de acıyorum. Çünkü bu yazılarımla belki kimseyi uyarmak kabil olmayacak. Bir çanak yoğurtla bir göle maya çalınmaz, biliyorum. Fakat ne yapayım, huylu huyundan vazgeçmiyor.
Ey Rabbim! Seni tanımayanların, seni bilmeyenlerin, sana yakınlık derecelerini tahmin edemeyenlerin bazı hallerini kâğıda düşürdüm. Gerek onlara, gerek bana sen acı! Senin lütfun, senin afvu mağfiretin olmazsa hepimizin hali harap…
Dostları ilə paylaş: |