(214) Bu fıkranın yazılış tarihi de 1941'de olduğu ortaya çıkmış oluyor. A.B.
225
(215) Evet bazı ehl-i velayetin ileride talebesi olacak zatlar, daha dunyaya gehneden evvel, hiss-i kablelvuku'un inkişafiyle kerametkârane keşfettikleri gibi, Risale-i Nurun talebelerinin mühimlerinden bir kaç zat dahi çok zaman evvel bir hiss-i kabl-el vuku' ile ileride Said ile alakadar bir surette bu nura hizmet edecegini hissetmiş. İşte onların birisi Nazif'tir. Said-i Nursi.
226
1172 cı" nâmiyla hakaretlere ma'ruz bırakmaktan çekinmediler. Halbuki, ben lillahilhamd Risale-i Nurun irşadiyla hakaik-i imaniyeyi ve kuraniyeyi, değil küre-i arzdaki cerayanlara, belki bana verilse de bütün dünya saltanatına da alet edemem. Ben yalnız hakikatçı ve imancı ve Kur'ancı Risale-i Nurun bir hadimiyim.. (216)"
Bir bayram münasebetiyle Üstadı'na gönderdiği bir hediyesinin adem-i kabulü üzerine, Ahmed Nazif Çelebi'nin Üstada yazdığı ikinci bir fıkrasından:
"Çok Aziz ve çok kıymetli müşfik ve fedakâr Üstad-ı a'zamım, efendim Hazretleri!
Hazineler dolusu mücevherattan daha fazla kıymetli, hatta bu fânî dünya hayatının zinetleriyle ölçülemiyecek derecede kıymettar mektubunuzu, mübarek Ramazan-ı Şerifin yirmi üçüncü günü akşamı, iftardan on dakika evvel postadan aldım. Cenab-ı Allah kabul buyursun, iki iftarı bir yaptım. Elhamdülillah haza min fadli Rabbî...
...Bizim ve gerekse mübarek Zekeriya kardeşimizin kıymetsiz, değersiz hediyelerini; me'zuniyetsiz kabul ederek takdim etmek cesaretinde bulunduğumdan mütevellit aziz Üstadımın adem-i kabul ve hoşnutsuzluğuyla tekdiratına maruz kalacağımdan korkarak, intizarda iken, müvezzi’ iki mektubu verdi. İftar vakti dar olduğundan ayakta zarfı açtıktan sonra, kıymet takdir edemiyeceğim çok şirin ve câzib olan hatt-ı fazılaneniz sanki "Korkma" diye hitap ediyormuş gibi tebessüm ederek, gözüme ilişince sürurumdan okuyamadım. Hemen haneme koşarak okumaya başladım.
Şefkatli Ûstadım! Hizmet-i Kur'anda ve Risale-i Nurun neşriyatındaki zerre-i vâhide kabilinden olan mesâimin nezd-i âli-i üstadanelerinde hüsn-ü kabule mazhariyeti; zaif, fakir, aciz hizmetkârınız ve iktidarsız, idrâkı nakıs, ihatası dar, şuuru muhtell talebenizi ne derece sevinç ve sürura kalb ettiğini ta'rif edemem.
Böyle ma'nevî ve kudsî takdirata mazhar buyurulan ve bizim gibi günahkârlara otuz senelik iştiyakla, on senelik münacât ve niyaz mukabilinde siz Üstad'ımızı ihsan buyuran.. Ve kullarının isyanlarına bakmıyarak her istediklerini bilen ve işiten ve "Bellağa ma bellağ" veren ve bütün mükevvenatı yed-i kudretinde tutan ve herşeye sahip ve mâlik ve
227
hâkim bulunan Canab-ı Hak ve feyyaz-ı Mutlak Hazretlerine ne suretle hamd ve Şükür edeceğimi bilemiyorum...
(216 )Osmanlıca Kastamonu-2 S:65
228
1173
Mektubat risalesinin ikinci mektubunu daima hatırlıyarak bu emirlerinize riayet etmeye çalıştığım halde, bir mücbir-i gaybî bendenizi tahrik ederek, ikinci mektuba muhalefete sevk ediyor. Niyetim halis sadakat ve merbutiyetim ciddî ve çok sağlam, her türlü riyadan âri ve hiç bir maddi menfaata ma'tuf ve müstenid olmıyan Allah rızası yolunda Kur’an namına ve Risale-i Nura hizmet gayesine ma 'tuf ve bilhassa bizim gibi âciz, âsi ve günahkârların hidayet ve irşad ve ıslâhına ve ehl-i dalâleti ve ehl-i bid'ayı tarik-i Hakk'a da'vet ve hakaik-i İmana hadim bir kudsî zat, bizlere ve memleketimize vediatullah olarak ihsan buyurulmuş, kıymetli misafirimiz, nasılki biz günahkârların manevî yardımına koşuyor ve gece gündüz mağfiret-i ilâhiyyeye ve irşadımıza çalışıyorsa; bizler de bu aziz misafirimizin maddî yardımına seve seve ve iştiyakla ve ancak Allah için koşmak ve çalışmak vazifesiyle mükellef bulunduğumuzu hissediyoruz...
Af dilerim, kıymetli ve sevgili Üstad'ım! Bilirimki, hediyeleri kabul etmiyorsunuz. Fakat zekât ve sadaka gibi muaveneti arkadaşlarımızın ısrarı üzerine yazmaya mecbur oldum. Hem de maddî ihtiyaçlarınıza, ikametgâh kirası, odun ve kömür gibi mübrem ihtiyaçlar için lâzım olduğunu düşünmüştüm...
Kıymetli ve müşfik Üstad'ım! Şu kadar var ki; hizmetkârınız Üstad namına değil, kıymetli ve garip bir misafirimiz namına ve rizaen lillah yardım etmek istiyoruz. Hem manevî zarar görmemeniz için kuvvet ve kudret ve azamet sahibi Cenab-ı Allah'a niyaz ve tazarru' ederek dergâh-ı ilâhiyesinde hüsn-ü kabula mazhar eylemesini dua ediyoruz...
Daimî kudsî dualarınıza Muhtaç, günahkar hizmetkâr ve talebeniz Ahmed Nazif Çelebi (R.H) (217)"
İKİNCİ FIKRA : Ispartadan Hüsrev Altınbaşak'ın müjdeli bir mektubu:
"Aziz Üstadım!
Yüksek ve ciddî irşadlarınızla adım atmayı en büyük bir maksat bilen talebeleriniz, son zamanlarda şâyan-ı şükran bir vaziyete girdiler. Hulusi-i sani beş on arkadaşıyla.. Hafız Ali civarındaki yirmi yirmibeş arkadaşıyla.. Mübarekler, Otuz otuzbeş refikleriyle.. Bilhassa Hafız Ali, köyünden Ahmedler ve Mehmedlerin çok halis gayretleriyle umumiyet itibariyla hem hiç mübalağasız bin kalemle belki daha fazla; en geride kalan Isparta da ise, Kahraman Rüşdü'nün ve risaleleri kendine tamamen yazan Mehmed
229
Zühdi'nin ve küçük Ali'nin ve Osman Nurî gibi faal talebelerin gayret ve him
(217)Ziyadat-ı Kastamoniye S:13
230
1174 metleriyle otuz ile kırk arasında, hatta bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdü'nün küçük Hafız Ali gibi hem Risale-i Nuru yazarak, hem kendi evinde yüz elli kadar çocuğu serbest olarak üç aydan beri okutmasıyla; Ve civarında diğer köylerde bulunan onbeşer, yirmişer arkadaşlarıyla talebeleriniz Kur'anî hizmetlerinde gayretli bir surette çalışmaktadırlar.
Mübareklerin yazdıkları gibi, dört köyde dört ay zarfında, elif-bayı okuyamıyan kırk elli ümmî adam, Risale-i Nuru mükemmel yazmaya muvaffak olmaları harika bir keramet-i Risalet-ün Nur olduğuna kanaatımız geldi.
Risale-i Nur
Şakirtlerinden Hüsrev(218)
ÜÇÜNCÜ FIKRA: Elaziz'dan gelen Albay Hulusi Bey'in acib mektubu:
"Aziz Üstadım!
Ondokuzuncu Mektub'u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almıştım. Şiddetli yağmurlu bir geceydi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum. O mübarek eser yerinde olmadığını hayretle gördüm. Eseri koyduğum ceb yırtık ve delik olmadığı gibi, ben de başka hiç bir yerde durmadığıma göre bu hale hayret etmemek kabil mi?..
O geceyi uykusuz geçirdim. Müteessir oldum. Hazret-i Gavs'dan mübarek eseri istedim. Lillahilhamd ertesi günü bu eseri dinlemekle namaza başlamış olan bir muallim vasıtasıyla bulundu.
Şakır şakır yağmur altında çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile, artık okunamıyacak derecede olacağını tahmin edersiniz değil mi? Şayan-ı hayret ve cây-i dikkat ve medar-ı ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamıştır. Hafız-ı hakiki o mübarek eseri, ona manen ve cidden bağlı olanlar gibi muhafaza buyurmuş. Hafiz ve âlîm ve hakîm isimlerinin zâhir bir tecellisi böylece lemaen etmiş oldu. Hulusî (219)"
Merhum Albay, Hacı Hulusi Bey'in gönderdiği benzeri mektupları üzerine, Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'dan kendisine yazdığı bir mektubun bu makama ilhakı münasib görüldü:
"Aziz Sıddık Muhlis kardeşim ve İman hizmetinde sebatkâr arkadaşım!
231
(218)Ziyadat-ı Kastamoniye S: 2
(219)Aynı eser S: 3
232
1175
Evvela: Kat'iyyen bil, sen eski mevkiini Nur dairesinde tâm muhafaza ediyorsun.. Ve senin ile muhabere hiç kesilmemiş. Ben kardeşlere yazdığım mektuplarımda "Aziz, sıddık" dediğim vakit, daima saff-ı evvelde Hulusî muhatabdır. Senin bu ağır şerait altındaki Nur hizmetlerine bin barekallah deriz.. Ve bu biçare hasta kardeşine ettiğin çok yüksek duana binler amin deyip, Allah senden razı olsun. Sizi tebrik ederiz.
Saniyen: Lillahilhamd Nurların her tarafta fütûhatları var. En ehemmiyetli yerlere sizin gibi kahramanlar gönderiliyor. O havalide ve Kars'ta Nurlarla alâkadar kardaşlara, hususan biradarzedem Nihad'a çok selâm ve selâmetlerine dua edip dualarını isteriz.
Elbaki Hüvel-baki
Kardeşiniz ve sizi unutmayan
Said-i Nursî
Buradaki Nurcular size arz-ı hürmetle çok selam ediyorlar.
Aziz Kardeşim! Beni merak etme! Cenab-ı Hakk'ın inayeti devam ediyor. Hem de dünya madem geçer,Meraka değmiyor. Sen her günde belki yirmi defa duada tahattur edilirsin.(220)”
Dördüncü Fıkra: Bedreli Hulusi-i Sani ünvanıyla meşhur mübarek Sabri Hocanın mektubundan bir parçadır.
"Hamden lillahi Tâlâ, lâ'hika nâmıyla müsemma risalemiz yevmî ve usbu'î zuhûrat ve ahval ve mukteziyat sebebiyle husule gelen; tabiri caiz ise, Hazret-i Musa'nın binbir kelâmı misillû şu lahikamız o kadar zengin ve rengin ve o derece manidar ve revnekdar bir hale gelmiş ve daha tekemmül ve tezâyüd edecektir ki; bütün Risale-i Envarı elde edemiyen, Mektubat lahikasını elde etse, lahikada mevcud hâkaik ve mesail, kâriîni tamam Risalet-ün Nuru mütalâa etmiş derecede müstefid ve kendini hasaretten kurtarabilir derim.
Risale-i Nur Şakirtlerinden Sabri(221)
Ve daha bu nevi takriz mektupları ve fıkralarından otuz kırk kadarını burada sıralıyabilirdik. Fakat bahis uzar, kitap büyür, belki de bazılarına usanç verir diye bu bir kaç nümunelik fıkralarla iktifa ettik.
(220) Ziyadat-ı Kastamoniye S: 30
(221) Aynı eser S: 62
233
1176
NUR ÂLEMİNDEN YİNE ZULMET ÂLEMİNE
Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin Kastamonu'daki hayatı diğer yerlerde olduğu gibi - bir taraftan zulümlü tecavüzler, kesafetli tazyikler ve evhamlı tarassudlarla devam edip giderken; öbür tarafta Nur ve hidayet saçan güzel ve şirin vaziyetler, irşadkâr nasihatlar ve meymenetli hallerle doludur. Onun için, hayat denilen ilâhî hikmetli tecelliyatın bir ayinesi olan şeyin, gece ve gündüz gibi, yahut nur ve zulmet gibi mübadeleli haller gösteren her iki tarfının vaziyetleri görülmektedir. İşte tekrar bir nebze zulmetli tarafın durumlarından bahis açacağız.
Evet, Hazret-i Üstad'ın bütün o katı ve katmerli, zulmetli ve kesafetli tarassud ve tazyikler altında; Ve bütün bunlara rağmen neşrettiği Kur'an nurlarıyla Anadolu’nun bir çok beldelerinde iman ve irfan filizleri açmış, Kur'an ve iman hizmeti olan Nur risalelerinin yayılması yavaş yavaş, fakat heybetli ve azametli, fütûhatçı ve teshir edici neşriyatı sayesinde iman ve Kur'ana fedaî mücahidler yetiştirmesiyle birlikte; zındık ve münafık olan ehl-i dalâlet gayz ve kinlerinden kudururcasına bahaneler aramaya ve kanunlar eliyle ma'sum Nur talebelerini ezdirmeye yarayan en ufak bir ip ucunu ejderha gibi göstermeye başlamak üzere harekete geçtiler. İlk önce Nurun neşriyat merkezi olan İsparta'da mahallî hükümet ve Emniyeti evhamlandırdılar. Isparta merkezinde sırf Allah için hâlisane ve alicenabane Kur'an'a büyük hizmetler yapan ve kendi evinde hasbetenlillah yüz elli kadar çocuğu Kur'an ve iman dersleriyle okutturan merhum Mehmed Zühdü Efendi'nin evini baskın yaparak taharri ettirdiler. Buldukları risale ve Kur'an cüzleriyle birlikte Isparta adlıyesine sevk ettiler. Bu hadise 1941 sonlarıda vuku' bulmuştu. Adliye, tetkik neticesinde Mehmed Zühdü Efendi'ye beraet ve risalelerin iadesine karar verdi.
234
1177
Hadiseyi, Mehmed Zühdü Efendi'nin bir sene sonra vefatı münasebetiyle, Isparta'lı Kâtip Osman Efendi Üstad'ına hem bu vefat hadisesini, hem de Mehmed Zühdü'nün fedakârane hizmet şekillerini mektubuyla şöyle anlatmaktadır:
"Sevgili Üstad'ım!
Şu içinde bulunduğumuz asrın dağdağalı, zülumatlı bir zamanında dünyaya güneş gibi ziya ve Nur veren ve zulümat perdelerini yırtan, hak ve hakikatı ve Sırat-ı Mûstakim yolunu açan ve bütün ehl-i İman üzerlerine rahmetler saçan "Risale-i Nur"u eline alıp, koynuna ve cebine doldurup çarşı pazar ve İstasyon caddelerinde ve şosa yollarında, uzak-yakın ve Şarktan Garba, Garbtan Şarka giden yolculara tevziat me'murluğu yapan.. Ve ma'sum ve ma'sume çocuklardan iki yüz -üç yüz çocuğu evine toplayıp onlara Kur'an ve Risale-i Nuru ders gösteren; ve münafık ve zındıkların bir sene evvelki hücumlarıyla mahkemeye verilerek, beraat etmiş olan; ve Kur'an ve Risale-i Nur hesabına her saat ve her dakika canını feda edercesine çalışan ve bu fedakarlığı yüzünden pek çok kimselere iman ve ihlâs kazandıran MEHMED ZÜHDÜ' Efendi kardeşimiz kader-i ilâhi ile dünyaya gözünü kapayıp, Arş-ı Rahmana gözünü açarak tekbir ve kelime-i şehadet ile sahib-i emanet olan zat-ı Zülcelâl hazretlerine teslim-i ruh eylemiştir.(222)”
Mehmed Zühdü'nün hadisesinden bir müddet sonra da; Sav, Kuleönü gibi Isparta'nın bazı köylerinde Nur talebelerinin iman ve Kur'an'a ait hizmet ve faaliyetlerini büyüterek ihbar ettiler. İçinde "Beşinci Şua"' risalesi de olduğu halde bir çok el yazma Nur risalelerini baskınlarda elde ettiler. Zabıtlar tuttular ve bunları suç aleti diye Isparta adliyesine yeniden sevk ettiler. Davaya Isparta ağır ceza mahkemesi baktı, inceledi. Mahkeme, bu risalelerde mevcud kanunlara temas eden bir durumun olmadığını gördü ve tüm maznunların beraatine ve müsadere edilen Nur risalelerinin sahiblerine iadesine karar verdi.
İste gerek o hadise dolayısıyla, gerekse önceleri Kastamonu'da her bir kaç günde bir Hazret-i Üstad'ın menzili ya aranmakta veya bir hafiye tarafından tarassud ettirilmekteydi.
Bu evhamlı ta'kibat hadiselerinin delili, Üstad'ın Kastamon'dan yazıp Isparta'ya gönderdiği bir çok mektuplarından okunabilir. Bu mektuplardan bazı bölümler yukarılardada gerçi yazıldı. Lâkin bu makada tekrarına zarurut hasıl oldu.Sadece bir kaç örnek verelım:
235
1- Tahminen 1938 yılı ortalarında(223) yazdığı bir mektupta şöyle de
(222) Ziyadat-ı Kastamoniye S: 66
(223)Kastamonu Lahika mektuplarının başlangıcı 1938 yılı başlarında oldugu az yukarda ispat edilmiş olmakla; Mektup sıralarının durumuna göre bu tahmini yürütmek imkân dahilindedir. A.B.
236
1178
mektedir:
"... Yeni bir medar-ı keramet ve inayet ve sürur olan mektubunuzu aldım. Risale-i Nura bir inayet, bir ikram ve himayet-i ilâhiyeyi gösterdi. Şöyle ki: Bundan dört beş gün evvel, bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde, hıfz-ı ilâhî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar:..(224)
2- Yine tahminen 1938'in son aylarında, Celal Bayar'ın başvekil olduğu dönemde, yanındaki hizmetkâr ve talebeleri tarafından yazılan bir mektupta şunlar yazılı:
".. Risale-i Nur hakkında inayet-i Rabbaniyenin lâtif bir himayeti şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda casusların ve taharrî me'murlarının evhamları ve tecessüsleri Üstad'ımızın menzilini sarması dakikasında, bir Fare Üstad'ımızın bir çorabını aldı. Ne kadar aradık hiç bir yerde bulamadık...(225)"
3- Daha sonraki yıllarda yazılan bir mektupta, Hz. Üstad şunlan yazıyordu:
"Sabri kardeş! beni saran ve bağlıyan ağır kayıtlara ehemmiyet vermiyorusun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünaya benim ile fazla meşgul ve alâkadardır. Hatta...hatta... hatta... her ne ise...(226)”
4- Üstad'ın başka bir mektubu da şöyledir:
"... Bu defa kahraman Tâhirî yi umumunuz namına gördüm.. Ve onda bir Lütfî, bir Hafız Ali, bir Hüsrev ve bir Said - Fakat genç Said - Müşahede ettim. Cenab-ı Hakk'a şükrettim. Bu defa onun kokusunu alıp, o daha gelmeden benim yanıma gelen komiser ve taharri adamları...(227)"
5-1939 yıllarında yazıldığı tahmin edilen bir mektuptan:
Sizin beni çok mesrur eden mektubunuza Isparta yoluyla cevab vermediğimin sebebi, benim Isparta merkezi ile olan münasebetime burada çok dikkat edilmesidir...(228) "
Bu mevzudaki diğer belgeler, ilerde tarihi sırasında kaydedilecek. Burada aynı konudaki belgelerden daha bir çoklarını sıralamak mümkündür. Üstadın hizmetkârı bir çok zatların bilhassa Çaycı Emin'in hatıraları bu durumu bâriz göstermektedir ki; Hazret-i Üstad'ın menzili her zaman kontrol ve mürakabe altında olup, her keyifleri istedikçe, mahkeme kararı
237
vesaire vız gelerek, Üstad'ın evini taharrî edebilmekteydiler, Böylece vâlinin, Emniyet
(224)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 20
(225)Aynı eser S: 87
(226) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 22
(227) Osmanlıca Kastamonu, S:37
(228)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 272
238
1179 müdürünün, Siyasi şube müdürünün ve savcının kimisi şahsî düşüncesi ve keyfi icabı, kimisi Ankara'ya yaranmak ve vazifeperverlik gösterişi için istedikleri zaman Hazret-i Üstad rahatsız edilmekteydi.
Ne kadar şayan-ı taaccübdür ki; bütün bu sıkı kontroller, tarassudlar, takip ve tecessüsler altında, her firsatı değerlendirmesini bilen Hazret-i Üstad, Isparta'daki talebeleriyle en azından haftada bir iki mektup ile muhaberesini devam ettirmiş ve 1938 yılından itibaren altı sene zarfında ikiyüz yetmiş beş kadar mektubu selâmetle Isparta'ya ulaştırabilmiştir . Herhalde giden bu mektupların üç dört misli kadar da Isparta'dan Kastamonu'ya gelenleri olmuştur. Ayrıca bu mektupIarın belki bir kaç misli kadar da, Isparta da elle yazılıp çoğaltılan risaleleri Üstad, ne yapıp yapıp bütün bunları casuslara sezdirtmeden, yerli yerince ulaştırma imkânını sağlamaktaydı. Gerçekten bu vakıa harika bir hadisedir denilebilir.
Nihayet, gele gele 1942 yılı bahar aylarında, Şükrü Saraçoğlu'nun başbakanlığı döneminde, tıpkı Eskişehir hadisesinde olduğu gibi; Isparta'da yeniden geniş taharriler yapıldı. Fakat Isparta adliyesi ağır ceza mahkemesi (229) içinde "Beşinci Şua" risalesinin de bulunduğu, elde edilmiş bütün kitapları sahiplerine iade etti ve beraat verdi. Üstad Hazretleri o hadiseye çok ziyade sevindi. Isparta'yı ve adliyesini ve Nur talebelerini tebrik etti.
Isparta hadisesi ile yakından ilgilenen Üstad, o mevzu'da Isparta'ya gönderdiği mektupları çoktur, iki üç nümune kaydedelim:
1- "... Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Hadise-i taarruziyeden mütessir olmayınız. Çünki mükerrer tecrübelerle Risale-i Nur inayet altındadır.(230)Hiç bir tâife şimdiye kadar böyle ehemmiyetli hizmette bizler kadar az meşakkatle kurtulan olmamış. Hem geçen Ramazandaki hastalığın ve Eskişehir'deki vaziyetimiz gibi, çok vakıalarla zahirî sıkıntılı meşakkatli halât altında, Risale-i Nurun faydasına olarak inkişafâtı ve daha te'sirli fütûhâtı görülmüş. İnşaallah bu sıkıntılı hadise dahi münafıkların aks-i maksudu ile Risale-i Nurun fütûhatını başka bir mecrada teshile vesile olur.
Beşinci Şua' yirmibeş sene evvel mesaili yazılan, yalnız bir iki sahife tatbikat ilâve edilip Şua'lara giren “Beşinci Şua'”ellerine geçmesi ehemmiyetlidir. Fakat bunda da bir hikmet var. Belki onlara mesleklerini bildrirmek ve cehenneme gidenin mahiyetini bilmek için fevkalâde iktidar
239
haricinde bir kaza-i ilâhidir diye Cenab-ı Hakk'ın inayetine ve hıfzına itimat edip merak etmeyiniz... (231)”
(229)Osmanlıca Kastamonu-1 S: 311
(230)Hadisenin ilk vukuunda Üstad'ın şu kesin ifadesi ile, neticenin beraat olacağını remzen haber vermektedir. A.B.
(231) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 264
240
1180
2- Isparta hadisesinin bir başka safhasından bahseden bir mektubtada şöyle demektedir:
"... Evet, azm ve sebatınız ve ihlâs ve ciddiyetiniz, ehl-i dünyayı mağlub etmiş ve ediyor: Yoksa bir tek risaleyle yüzyirmi adamı tevkif eden adamlar, yüzotuz risaleyle bir tek adamı tevkif edemediklerinin sebebi, ihlâsınız ve metanetinizdir hükmediyorum...(232)"
Demek ki; Isparta'nın bu hadisesinde hiç bir Nur talebesi tevkif edilmemiştir.
3- Isparta hadisesinin neticesinden bahseden mektubundan da şunları okuyoruz:
"Aziz sıddık kardeşim! musibetzadelerin manevî galebesi, beraeti; değil yalnız sizleri ve bizleri, belki bu memleketteki bütün ehl-i imanı sevindirir bir mahiyettedir. Çünki Risale-i Nurun hürriyetine meydan açtı. Şimdiye kadar müsadere tevehhümüyle pek çok ihtiyata mecbur olmuştuk. Bu on sekiz senede ve bilhassa buradaki altı senede(233) Risaleleri gizlemek hususunda pek çok zahmet çekerdim ve daima endişe ederek azap çekiyorduk. Cenab-ı Hakk'a Risale-i Nurun hurufatı adedince hamd-ü sena ve şükür olsun ki; Bu defa Risale-i Nurun manevi galebesiyle o zalimane ve zülmetkârane perdeyi parçaladı... (234) "
Böylece Isparta hadisesi beraetle neticelenmesiyle; bir sene sonra vuku' bulan Denizli hapis hadisesi neticesinde mahkemenin beraet vermesine de bir nevi kuvvet vermiş ve yol açmış oluyordu. Hem Risale-i Nurun beraet kararlarına Isparta adliyesi bir nevi öncülük yapma şerefini de kazanmış oluyordu.
Ancak ne var ki; Hazret-i Üstad'ın beklediği ve hak ve adaletin iktiza ettiğ'i tam serbestlik ve hürriyet meydana gelmemişti, Ne gezer... Altı okçu zihniyetini bir iman haline getiren zamanın hükûmeti ve en başındaki Lozan müteahhidi olan kişi ve onun kıpkızıl Başbakanı Şükrü Saraçoğlu ve İç işleri bakanı Şükrü Kaya, öyle adliye ve mahkeme kararlarını hak ve kanun muvacehesinde dinliyecek ve uyacak tinetten uzak idiler. Kanun ve adliye ve her şey bizzat ve yalnız kendileriydi!..
Evet, Isparta adliyesinin ağır ceza mahkemesinin bu âdilane ve hakperestane kararını, hükûmetin değil dinleyip hürmetkâr davranması,
241
tam aksine o beraet hadisesi onları bütün bütün küplere bindirmişti. Risalei
(232) Aynı eser, S: 268
(233) On sekiz sene tabiri Üstad'ın Van'dan alınış tarihi, altı sene ise Kastamonu'ya geldiği tarihten sonra geçen zamanı ki 1942'yi göstermektedir. A.B.
(234)Aynı eser. S: 296
242
1181 Nurun bu manevi galebesi ve muvaffakiyetine karşı gelmek ve te'sirini kırmak için, zendeka komitesiyle hükûmet işbirliği edip beraberce bir kaç koldan harekete geçtiler. Böylece iman ile küfür, Nur ile zulmet 19421943 yılları arasında çok kesif ve amansız bir manevî mücadele içine girmiş oldu. şöyle ki:
Zulmet ehli olan dinsiz, gizli zındık komite teşkilâtları ve bunların bir nevi oyuncağı olan o tarihteki hükûmetin başındakileri, Risale-i Nurun te'sir sahasını kırmak, daraltmak, gevşetmek ve yahut bütün bütün te'sirsiz hale getirmek için başlıca plânları şunlardı:
1- Meşhur Hoca ve Şeyhleri elde edip, Üstad ve Risale-i Nur aleyhine konuşturmak.
2- Diyanet İşleri reisliğine, Kur'an'a yeni bir tefsir yazdırarak (235) nazarları Risale-i Nurdan çekmek.
3- Hükûmetin şahs-ı manevisini dine ve dindarlara karşı olmayıp, dine hürmetkâr olduğunu göstermeye çabalamak.
4- Bazı zındıkların eskiden yazmış oldukları "İslam Târihi" gibi sinsi ve münafıkane eserlerini neşrettirmekle, milletin nazar-ı dikkatini o tarafa çekmeye çalışmak.
5- Risale-i Nur talebelerinin arasına bir çok vesilelerle ihtilâf sokmaya çalışmak.
6- Risale-i Nurun metin ve faal rükünlerine yüksek maaşlı memuriyet gibi parlak işler bulup meşgul eylemek...
Evet,bunlar plânlandı ve tatbikine de geçildi.Lâkin bu vâhî, hud'alı plânları hiç bir halt edemedi. Bilâkis Risale-i Nurun revacını ve kıymettarlığını ve daha çok işitilmesini ve merakların uyanmasını temin etti. Amma plânlarının birisinde muvakkaten biraz muvaffak gibi oldular.
Bu plânlar tatbik sahasına konulduğu sene içinde, (Yani 1942-1943) Nur talebeleri de hizmet ve faaliyetlerini kızıştırdılar. Isparta'nın sadece bir tek köyü olan Sav'da bin kalemle Risale-i Nurlar yazılmaya başlandı. Bu, Isparta'nın tek bir köyü idi... Isparta ve etrafinda, başta da kaydettiğimiz gibi; yüzlerce binlerce risale yazıldı. Bu arada, "Ayet-el Kübra" gibi küfrün
243
bel kemiğini kıran ve ilim ve hakikat meydanında onun kökünü kal'eden bir Risale Isparta'lı Tahirî Ağabeyin eliyle 1943 yılında İstanbul'da tab'a ve
(235) O sıra bu iş lsmet İnönü'nün istegiyle, Diyanet Riyaseti Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Efendi'nin yazdığı, bir eseri neşretti. Fakat Hamdi Efendi yazdığı eserinde Kur'an'ın ve lslâm'ın hakikatlarından hiç bir ta'viz vermeden gayet güzel bir eser yazdı. Bu eser, ne Üstad'a, ne de Risale-i Nura karşı degil muaraza etmek, tam aksine Risale-i Nurun müdafaa ettiği hakikatleri tervic ediyor ve ma'nen destekliyor mahiyetinde bir eser idi. Bu eserin adı "Hak Dini, Kur'an Dili" idi. Fakat o sıra Diyanet Reisi Ş. Yaltkaya'nın da o istikemette birşey yazıp yazmadığını bilmiyoruz. A.B.
244
1182 rildi. Aynı zamanda Tâhirî Ağabeyin eliyle yazılan “Hizb-ül Kur'an "eseri ve bunun arkasında Hafız Ali'nin eliyle yazılan "Hizbün Nuri"de fotoğraf yoluyla tab'edilmişlerdi. Yine aynı bu sene içinde "Beşinci Şua" Risalesi şöhret kazanmış, çok duyulmuş ve her tarafta merak ile aranmaya başlanmıştı... Yine aynı bu sene içinde Hazret-i Üstad, müteferrik Nur risalelerini birbirine ekliyerek, mecmualar halinde toplamaya ve bazılarını daktilo ile yeni yazı ile coğalttırmaya başlamıştı. Bu mecmualar "Hüccetüllahi-l baliğa" ve "Misbah-ül İman" adlarındaki Asayı- Musa'nın birinci bölümünü teşkil eden risalelerdendi. Ayrıca “Mu'cizat-ı Ahmediye ve Mu'cizat-ı Kur'aniye, Gencler ikaznamesi veya Tenbih-ül Gâfilin” olan Gençlik Rehberinin ilk adı... Ve Mecmua-i İşarat ki, Sikke-ı Tasdik-i Gaybînin ilk ismi gibi mecmualar... bunlar bilâhare Denizli hapsinden sonra daha da tekmil ettirilerek,Asa-yı Musa, Zülfirkâr, Sikke-i Tâsdik-i Gaybî, Gençlik Rehberi gibi isimlerle neşredildiler.
Dostları ilə paylaş: |