Mevkuf SAİD-İ NURSİ(30)”
ISPARTADAN DENİZLİYE SEVK TARİHİ
Üstad Hazretleri bu dilekçesini Isparta savcılığına vermezden önce, savcı Bediüzzaman Hazretlerini çok ma’nasız, alâkasız, münasebetsiz ve mükerrer suallere hedef etmiş, Savcının bu sualleri kısmen dilekçelerden önce, kısmen de sonra ve bir kısmı da dilekçelerin verildiği sıralarda olmuştur. Bu soruşturma ve istintakların kaç gün sürdüğünü kesin bilemiyoruz. Ancak bütün maznunlar Denizli hapishanesine toplattırıldıktan sonra, ora savcısının hadise dosyasını birinci ehl-i vukufa havale ettiği tarih, 8.1l.1943 olduğunu biliyoruz.(31) Üstad Hazretlerinin Isparta savcılığına verdiği ilk dilekçesi tarihi ile, bunun arasında yirmi iki gün kadar kısa bir zaman vardır. Buna göre ve Üstad Hazretlerinin Isparta Cezaevinde kaleme alıp savcıya ve mahkemeye vermiş olduğu üç parça müdafaalar ve yazılan altı adet mektupların seyrinden anlaşılan odur ki; en azından burada on gün kadar kalmışlardır. O senenin Ramazan Bayramı birinci günü- Eğer otuz gün çekmişse-18 Ekim'dir. Herhalde üç gün resmî bayram günleri geçtikten dörtbeş gün sonra, Denizli'ye sevk edilmişlerdir. Bu yaklaşık, tahminî hesabı kesin kabul etsek, 25 Ekim 1943 tarihinde Üstad Hazretleri ve Nur talebeleri Isparta'dan yola çıkarılmışlardır.
Hazreti Üstad'ı ve beraberindeki Nur talebelerini Denizli Hapishanesine götürmeden önce; Isparta savcısının çok manasız, mükerrer ve alâkası olmıyan mugalatalı suallerine Üstad'ın nasıl cevablar verdiği hakkında, Isparta lı Hüsrev Altınbaşak Bey'in zelzeleler münasebetiyle bilâhare kaleme almış olduğu uzunca bir yazısından burayla ilgili kısmını alıyoruz:
(30)Denizli Dosyası -1, Tomar S:105
(31) Hüsrev Ağabey hattı Osmanlıca Şualar S: 353
311
1226
"... İçinde bulunduğumuz Denizli Hapishanesindeki musibetin başımıza gelmesine sebep olan o münafıklar, Rumi 1359 senesinde (Miladi 1943) tekrar başta Üstadımız olduğu halde, bize ve Risale-i Nura hücum ettiler. Bir kısmımızı Isparta'dan topladılar. Bir kısmını Çivril'den Isparta'ya getirdiler. Sevgili Üstadımızı da yalnız olarak Kastamonu'dan Isparta'ya sevk ettiler. Daha başka vilâyetlerden de arkadaşlarımız Isparta'ya getirilmişti. Ehl-i garazın iğfaline kapılan Isparta adliyesi, Risale-i Nurun gayesi hâricinde bulunan cephelerde bizce manası olmıyan ittihamlar altında bizi sıkıyordu. Bilhassa kıymettar üstadımızı daha çok tazyik ettikleri vakit, Üstadımıza lüzumlu, lüzumsuz bir çok sualler açan Isparta müdde-i umumisinin "Bu belâlar dediğin nedir?" diye olan sualine:
Cevaben: "Evet!..." demiş, "Zındıklar eğer Risale-i Nura ve şâkirtlerine ilişseler, yakında bekleyen belâlar hareket-i arz suretiyle geleceğini" söylemişti.
Daha sonra bizi Denizli'ye sevk ettiler. Kastamonu, İstanbul ve Ankara dahil olmak üzere on vilâyetten adliyelere sevk edilen yüzü mutecaviz Risale-i Nur talebelerinin bir kısmı bırakılmış, yetmiş kişiden ibaret bir diğer kısmı da Denizli'de Medrese-i Yusufiye'de bulunduruluyordu.Bizim bütün müracaatlarımıza sudan cevap veriliyor. Sevgili Üstadımız daha çok tazyik ve sıkıntı içerisinde yaşattırılıyor; ufunetli, rutubetli, zulmetli bir yerde bütün bütün konuşmaktan ve temastan men'edilmek suretiyle, Haps-i münferid'le işkenceli azap çektiriliyordu.
İşte bu sıralarda, Denizli zindanının bu dehşetli izdıraplarını geçirmekte idik. Allah'tan başka hiç bir istinadgâhları bulunmayan o biçarelerin bir kısmı Kastamonu'dan, diğer bir kısmı İnebolu'dan, diğer kısmı da İstanbul'dan henüz gelmemişlerdi. Şu vatanın her köşesinde hak ve hakikat için çırpınan ve saf kalpleriyle necatları için Rabb-ı rahimlerine iltica eden pek çok masumların, semavatı delip geçen ve Arş-ı Rahmana dayanan âhları boşa gitmedi. Allah ü Zülcelal Hazretleri, O mübarek Üstad'ımızın söylediği gibi; masumları cennete götüren ve zalimleri Cehenneme yuvarlatan dehşetli bir diğer zelzeleyi gönderdi. Risale-i Nur bir vesile-i def-i belâ olduğunu gösterdi. Çok haneler harap oldu. Çok insanlar enkaz altında ezildi. Çokları sokak ortalarında kaldı.
Henüz memleketlerinin hapishanelerinde bulunan kardeşlerimizden Kastamonu'lu Mehmed Feyzi ve Sadık ve Emin.. Ve İnebolu'dan Ahmed Nazif Denizli hapishanesine sevk edildiklerinde şu malûmatı verdiler:
312
"Zelzele tam gece saat sekizde başladı.(32) Bütün arkadaşlar LAİLAHE İLLALLAH
(32) Bu bahsi yapılan zelzele, Üstad Hazretleri ve talebeleri birlikte Denizli hapishanesine getirildikten bir ay kadar sonra vuku' bulduğu anlaşılıyor. O ise Üstad'ın Kastamou'dan ayrılmasının kırküçüncü günü, yani 27 Kasım 1943'te vuku buldugu anlaşılmaktadır. (Bkz. Elli Yılın Tutanagı S: 116. A.B.
313
1227 zikrine devam ediyorduk. Zelzele bütün şiddetiyle devam etmekte idi. O sırada hatırımıza geldi; Aşk ile ve bir manevi sâikle üç-beş defa Risale-i Nuru şefaatçı edereke Cenab-ı Hak'tan halâs istedik. Elhamdülillah derhal sâkin oldu.
Kastamonu ise, o gece kal'adan kopan çok büyük bir taş aşağıya yuvarlanarak bir haneyi ezmiş. Tekrar kalkarak bitişiğindeki hânenin üzerinden aşmış, diğer bir hanenin üzerine düşerek onu da ezmiş.. Çok hanelerde yarıklar, çıkıklar olmuş. Daha bunlar gibi hasaret ve zayiat çok olmuş... Fakat zelzele her gün olmak suretiyle bir müddet devam etmiş... Tosya'da bin beşyüz ev harap olmuş. Ölü ve yaralı miktarı çok fazla imiş. Kargı, Osmancık tamamen; Lâdik vesair mahallerde zayiat fazla miktarda imiş... İnebolu'da bir minarenin alemi eğilmiş, ufak tefek çatlaklıklar olmuş, hasarat ve zayiat olmamış...
Kastamonu'dan Kastamonu'dan Kastamonu'dan İnebolu'dan
Mehmet Feyzi Emin Sadık Ahmet Nazif(33)"
YİNE ISPARTA HAPSİNE DÖNÜYORUZ
Hazret-i Üstad, Isparta hapsinde üç parça müdafaalardan başka, talebelerine de altı adet tesellici ve kuvve-i maneviyeyi takviye edici mektuplar yazdı. Bunların ilki Ramazan Bayramı arefesinde hapisteki talebelerinin bayramlarını tebrik mektubudur. Bu mektup tahminen 16.10.1943 günü Isparta hapsinde yazılmıştır. Mektup aynen şöyledir:
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Geçen leyle-i Kadirinizi ve gelen bayramınızı bütün mevcudiyetimle tebrik ve sizleri Cenab-ı Erhamürrahiminin birliğine ve rahmetine emanet ediyorum. Sırrıyla sizi teselliye muhtaç görmemekle beraber,derim ki:
Ayetinin manay-i işarisiyle verdiği teselliyi tamamiyle gördüm,(34)şöyle ki:
314
(33)Sirac-ün Nur-2 S: 359
(34)Bu ayetin manevî teselli müjdesine dair parça dahi, Isparta hapsinde kaleme alındığı kat'î olduğıı gibi, az yukarda Kastamonu hayatının son safhalarında geçtiği ve hem Kastamonu Lahikasının son mektuplarında yer aldığı için burada da tekraren kaydedilmesine lüzum görülmedi. A.B.
315
1228
Dünyayı unutmak ve Ramazanımızı âsude geçirmeyi düşünürken, hatıra gelmiyen ve bütün bütün tahammülüm fevkinde bu dehşetli hadise hem benim, hem Risale-i Nurun, hem sizin, hem Ramazanınız, hem uhuvvetimiz için aynı inayet olduğunu ben müşahede ettim. Bana âit ciheti ise, çok faydalarından yalnız iki üçünü beyan ederim.
Birisi: Ramazanda çok şiddetli bir heyecan, bir ciddiyet ve bir iltica ve bir niyaz ile müthiş hastalığa galebe ederek çalıştırdı.
İkincisi: Her birinize karşı bu senede görüşmek ve yakınınızda bulunmak arzusu şiddetliydi. Yalnız birinizi görmek ve Isparta'ya gelmek için bu çektiğim zahmeti kabul ederim.
Üçünçüsü: Hem Kastamonu'da, hem yolda, hem burada fevkal'ade bir tarzda elim haletler birden değişiyor ve me'mulumun ve arzumun hilâfına olarak bir dest-i İnayet görünüyor, dediriyor.
En ziyade beni düşündüren; Risale-i Nuru en gafil ve dünyaca büyük makamlarda bulunanlara da kemal-i dikkatle okutturuyor, başka bir sahada fütûhata meydan açıyor... Ve en ziyade rikkatime dokunan ve kendi elemimden başka, her birinizin sıkıntısından başıma toplanan bütün elemlere ve teessüflere karşı, Ramazanda bir saatı yüz saat hükmüne getiren o şehr-i mübarekte bu musibet dahi o yüz sevabı, her bir saatı on derecesinde ibadet yapmakla bine iblağ ettiğinden, Risale-i Nurdan tam ders alan ve dünya fâni ve ticaretgâh olduğunu bilen ve her şeyi imanı ve ahireti için feda eden ve bu dershane-i Yusufiyedeki muvakkat sıkıntıların daimi lezzetler ve faideler vereceklerine inanan sizin gibi ihlâslı zatlara acımak ve rikkatten ağlamak haletini tebrik.. ve sebatınızı gayet istihsan ve takdir etmek haletine çevirdi. Ben de dedim.
Bana ait bu faydalar gibi hem uhuvvetimizin, hem Risale-i Nurun, hem Ramazanımızın, hem sizin bu yüzden öyle faydaları var ki; Perde açılsa; "Ya Rabbena şükür, bu kaza ve kader-i İlâhi hakkımızda bir inayettir. " dedirtecek, kanaatım var.
Hadiseye sebebiyet verenlere itab etmeyiniz. Bu musibetin geniş ve dehşetli plânı çoktan kurulmustu. Fakat manen pek çok hafif geldi. Çabuk geçer!.. sırrıyla müteessir olmayınız.
SAİD-İ NURSİ(35)"
(35)Şualar -Envar Neşriyat S: 274
316
1229
Isparta hapsinde yazılan diğer dört beş adet mektuplar ise, Denizli Hapis mektuplarının yüzbir adet mektuplarını ihtiva eden "Onüçüncü Şua" Risalesinde yer almaktadır.
ISPARTA HAPSİNDE ÜSTAD'A KARŞI PLÂNLANIP
UYGULANAN BİR KOMPLO
Vesikalara dayandırarak nakledeceğimiz bu garip hadiseyi, gerçi hem Üstad Hazretleri, hem beraberinde bulunmuş Nur talebeleri onu hususi tutmaya ve işaa edilmemesine taraftar olmuşlardır. Lâkin hadise, tarihi bir vakıa olduğu için ve dalâlet ehli Üstad'a karşı nasıl tuzaklar tertiblediklerini öğrenmek üzere nakletmeden geçemedik. Şöyle ki:
Isparta Savcısı, hapishane müdürü ve başgardiyanı arasında tezgâhlanmış plân ki; daha önceleri orada mahpus kürt asıllı bir adamı kandırıp casus olarak kullanmışlardır. Zahiren Üstad'a hizmet etme perdesi altında, Üstad'dan güya gizli sır ve hususi söz ve davranışları alıp savcıya ulaştıracakmış... Bu adam zavallıca o kandırmacaya gelerek; Üstad'ın ne gibi bir hizmeti ve işi varsa, hemen yerine getirebileceğini ve saire yalandan atarak yalancı sadakat göstermeliği yapmaya başlamış. Savcı bu adamı hizmetçi kılığında göstererek, özellikle başgardiyanın emri ve haberi altında, serbestçe Üstad'ın yanına girip çıkmaya başlamış. Bu hadise hakkında üstad Hazretleri, Deniz hapsinenakledildikten sonra yazdığı bir mektubunda şöyle der;
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Bana karşı su-i kastın bir nümunesini ve kanunsuz keyfî tecrid ve tazyikin bir misalini beyan etmeye bir ihtar aldım şöyle ki:
Isparta'da müdde-i umumînin ve müdürün tensibiyle bana hizmet perdesi altında esrarımı anlamak ve kimseyle görüşmemek ve görüştürmemek için, aslen kürd bir adamı ta'yin etmişdiler. Ben de bilmiyerek ona itimad ettim. İlerde zarurette kalmamak için büyük bir minder (Kilim) antika bir seccade gibi bir çok eşyamı o adama ve sergardiyana müdürün ve müdde-i umumînin malumatları altında satmak için teslim ettim. O ikisi gittiler, ucuz sattılar, geldiler. Bana doksan banknot verdiler. Hem müdde-i umumi marifetiyle kitap ve evraklarım içinde Kastamonu zabıtası taharride alıp gönderdiği paradan kırkyedi banknot bana teslim edildi. Tesbihler, şemsiyeler gibi sattığım ufak tefek bazı şeylerimi ayrı ayrı fiatlarla beraber yüzelli banknotu muhafaza edecek hapiste kardeşlerim ve hâriçte
317
dostlarımla, su-i kast eseri olarak hiç bir cihette görüştürmediler, tâ ki emanetlerimi onlara teslim edeyim. Halbuki yal
318
1230 nız bulunduğum, her tarafta tazyik, bazen taharrî ettikleri için paraları yanımda bırakmadım. Burada sergardiyan beni arama yaptı. Yalnız otuz Banknot bulundu. Bütün hayatımda minnet altına girmediğim ve mukabelesiz hediyeleri kabul etmediğim için, o casusa ve sergardiyan malumatıyla o yüz elli banknotu teslim ettim. Tâki aşağıya gelen bir sadık dostuma versin, muhafaza eylesin. O câsus gitti. Sonra geldi, dedi: "Verdim...” Beni kimse ile görüştürmediklerinden bir şâhit bulamadım. onu darıltmamak için bir senet almadım. O hâini sadık zannettim. Halbuki vermemiş...
İşte benim gibi bir adama böyle vaziyette her vesileyle ihanete maruz ve haysiyetimi kırmak ve tese'ül ile rezil etmek için, kanunsuz keyfî tazyiklere hedef olduğum bir zamanda, bu muamele gerçi şahsî ve cüz'îdir; Fakat benim gibi bir adamda böyle bir vaziyette binler lira hükmünde bir zarardır. Demek kardeşlerimden maddeten de en çok zarar görenden, ben daha ziyade yalnız bu paradan zararım var.
Sizi kasemle temin ederim ki; benim bundan teessürüm, yalnız bununla muhabere cihetinde alâkadar bir iki kardeşimin teessürlerindendir. Yoksa beş para kadar ehemmiyet vermem. Bu maddi zararın binler derece fevkinde Risale-i Nur haysiyetinde gelen manevi zararlara maruz kaldığımız halde, kemal-i sabr ile ve neticesi itibariyle kemal-i şükr ile ve Âlem-i İslâma imanî hizmet cihetiyle kemal-i iftiharla karşıladığımızdan bu hadisenin hiç bir ehemmiyeti kalmaz.
SAİD-İ NURSİ(36)"
Daha sonraları Hazret-i Üstad bu meseleyi Denizli hapishane idaresine ve adliye memurlarına halini şikâyet kabilinden şöyle ifade etmiştir:
"... Hem Isparta müdde-i umumisinin ve hapishane müdürünün tensibiyle bir adamı hizmet için verdiler. Müdde-i umuminin malumatıyla ve hapishane idaresinin marifetiyle satılan yatak ve eşyalarımın bedeli yüzelli banknotu o adama verdim.Ta bir dostuma muhafaza için versin. halbuki beni tese'üle mecbur etmek ile, ihanet etmek niyetiyle vermediğini beş ay sonra öğrendik.(37) "
Daha sonraları Üstad Hazretleri hapisteki talebelerine şu mahrem mektubu yazmıştır:
(36)El yazma Kastamonu Aslı, Kağıt cild S: 54
319
(37) Denizli Dosyası-2 S: 75
320
1231
“MAHREMDİR
BİSMİHİ SÜBHANEHU
Eğer o mahpus daha inkâr ediyorsa, hiç ilişmeyiniz. Çünkü o paranın on, belki kırk mislini maddeten zarar ettiği halde, şimdi yine inkârında israr ediyorsa, herhalde vazifedar bir iki adamı teşrik etmiş... Beni incitmediklerine mukabil bir nevi rüşvet hesabıyla bir kısmını onlara vermiş, daha tamir edemiyor ki; Bu büyük hasaretini ve su-i şöhretini kabul ediyor. Belkide her fırsattan istifadeye çalışan düşmanlarımızdan bir zındık ve aleyhimizde bir adliye memuru onu tutuyor, cesaret veriyor: Yüzde doksan dokuz adamların nefretine ve tekzibine kendini hedef ediyor. Ben o biçareye acıyorum, onun için o parayı istiyordum. Yoksa hükûmet tarafından iaşe hem sair masraflara dair ayda verilen, tahsis edilen yüz banknotu kabul etmeyip, hükûmeti kızdırarak maddeten çok zarar ve sıkıntılara tahammül eden bir adam, o parayı sadaka sayıp, beş para ehemmiyet vermezdi. Hem böyle işlerde Hüsrev alâkadar görünmesin, tâ aleyhinde böyleler bir söz söylemesinler. Risale-i Nurun hizmetine bir zarar gelmesin. eğer ikrar ediyorsa, o paradan başkalara verdiği kısım kalsın. Yalnız kendisinde kalan miktarı versin, ta bu dehşetli hatadan temizlensin. Ben de onu helâl edeceğim ve bu su-i şöhretini tamir etmeye çalışacağım.
Kardeşiniz
SAİD-İ NURSİ(38)"
Isparta savcısının casusu olan o adam, Üstad'ın mezkûr parasını inkârında plan gereğince- devam etti, vermedi. Üstad'da Isparta'daki talebelerine o işin peşine fazla düşmemelerini tavsiye etti. Bir seneden fazla o para yanlarında kaldı. Nihayet Üstad Hazretleri hapisden çıktıktan ve Emirdağı'na geldikten bir müddet sonra, yani tahminen 1944 yılının son aylarında, ne fikir ve düşünce ile olduğunu bilmiyoruz, o adam o parayı getirmiş, Üstad'ın yakın talebesi İspartalı Rüştü Çakın Bey'e bırakmış, gitmiştir.
Hazret-i Üstad, bu teslim-tesellüm hususunda bir mektubunda şunları yazmıştı:
“... Kahraman Rüştü, oraya gelen Mehmet Efendiye demiş ki: "Isparta hapsinde emanet parayı inkâr eden adam, parayı getirmiş teslim etmiş...” Eğer hakikat ise, o paradan Ayet-el Kübra'nın otuz nüshasının fiatlarını alınız. O nüshaları bana gönderiniz.Ta o otuz nushayı ben satacağım, kendi nafakam için o mübarek fiatını sarfedeceğim...(39)
"'
321
(38) Şeffaf Zarflar Dosysı Sıra No: 54
(39)EI yazma Emirdağ-1 Mecmuası S:180
322
1232
Bu geçen hadisenin benzeri bir vakıa ile ilgili olarakta, Denizli hapsi mazunlarından İnebolu'lu Ziya Dilek'in anlattıkları:
"... Üstad parasının gasbını bize bildiriyordu ve demişti: "Param hiç kalmadı. Şimdi bana bir evliyaullahtan hediye kalan bir keçemi size gönderiyorum, bunu benim için satın..."
Keçeyi çok kimseler almak istiyordu. Bu yüzden fiatı yükseldi. İçimizde zengin arkadaşlarımız vardı. Fazla para verip bunlar almak istiyordu. Nihayet hadiseyi Seyyid Şefık Efendi Üstad'a bildirdi. Gelen cevapta, Üstad Hazretleri: "Çarşıda raiç fiatını öğrenin. Sonra da talibliler arasında kur'a çekin, kime düşerse o alsın" diyordu.
Çarşıda soruşturduk, kiymeti otuz Iira takdir edildi. Kur'a çektik, almasını çok israr ile isteyen Nur postacısı lâkabını almış İnebolulu Ahmed Köroğluna düştü ve keçeyi o aldı..."(40)
ISPARTA HAPSİNDEN DENİZLİ HAPSİNE
Yukarda da mücmel olarak temas edildiği veçhiyle; hadisenin ilk zuhür mahalli olan Denizli Vilâyetinin C.Savcılığı nezdinde davanın yürütülmesi hususunda zamanın Adliye Vekilinin emri ile yetki verildi. Bunun üzerine Risale-i Nur talebelerinin dosyaları Denizli Adliyesinde birleştirilmeye başlandı. Isparta hapsinde toplattırılmış mazlumlar gürûhunun Denizli Hapishanesine nakil işlemide yapıldı.
Az yukarda kaydedilen gerek Hüsrev Altınbaşak'ın zelzelelerle ilgili yazısında, gerekse N.Şahiner'in, kat'î vasikalara, rivayetlere dayandırmadan yazdığına göre, İsparta'dan Denizli'ye nakledilen maznunların adedi yüzyirmialtı kişi olarak geçmektedir.(41)Fakat bu rakamın kesin olmadığı görülmüştür. Amma herhalde Denizli'de toplattırılan 69 kişi dışında, Kırk elli kişi daha kadar olduğu kesin... Nakil tarihi ise, yukarıda bir nebze takribi hesabı ve tahlili yapılmış kuvvetli tahmine göre 25.10.1943'dür.
KÖMÜR VE SAMAN VAGONLARIYLA
Nur talebeleri bu defa,1935'de Eskişehir'e götürüldükleri gibi değil de, penceresiz, kömür ve saman vagonlarına doldurularak götürülmüşlerdir. Bir fark daha vardır; Eskişehir hadisesinde gizli imha direktifleri umum için iken; bu defa seçkin ve faal Nur talebelerinin imha ve idam direktifleri vardı. Bunun belgelerini az ilerde kaydetmeye çalışacağız.
(40)Son Sahitler-1 S: 147
(41)Bilinmeyen Taralarıyla Said-i Nursi 2.Baskı S: 310
323
1233
Denizli Savcısı da bu işi taahhüdüne almış olarak, davayı yürütecekti. Karavagonlara doldurulan Nur talebeleri, Üstlerinde kapılar muhkemce kilitlendiği gibi, ayrıca da kalın demir şişleriyle dışardan kapılar iyice bağlanmıştı.
Isparta'dan nakledilip Denizli hapishanesine teslim edilen mazlumlar, zaman geçirilmeden, müdde-i umumî başlıyor istintak ve sorgulamalara... İlk başta hiç olmazsa seçkin Nur talebelerinden birkaç kişinin idamını kafasına koyarak, sorgulamalar yürüten Savcı, alel-acele bu işi beş on gün içerisinde bitirdikten sonra, dosyayı hazırlamış ve yine alelacele yerli bir iki lise muallimine tetkik ettirmek ve mutlaka menfi rapor aldırmak üzere anlaşmalı bir bilir kişi heyeti teşkil ettirdi.
Bu arada Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Savcının kesin ve kat'î emri ile kimseyle görüştürülmemesi ve konuşturulmaması için sımsıkı bir tecrid içinde bulundurulmuştur. Kanun taraflısı olan bir adliye müdde-i umumisi kendi makamının ve kanunların tatbikinden çok ötede ve çok başka bir tarz-ı muamele ile gayet gaddar bir şekil ve kanunsuz bir biçim içinde Üstad'ı tazyik etmiştir. İlerde bu dediklerimizin ispatı yapılacaktır.
Hazret-i Üstad, Denizli Savcısının Isparta Savcısından daha çok bir gayretkeşlik içersinde olduğunu müşahede edince, ilk başta mülâyim bir iki parça hakikat-ı hali dile getiren dilekçeleri iddia makamına gönderdi.
Bir kaç gün sonra da, 8.11.1943'te birinci ehl-i vukufa tevdi' edilen dosya ve kitaplar hakkındaki raporları geldi. Bunun üzerine müdde-i umumi,dosyaları davanın evvela sorgu mahkemesinde yürütülmesine bıraktı. Sorgu hâkiminin kararnamesini de aldıktan sonra, dosyayı ağır cezaya sevketti.
Hazret-i Üstad, bu kapalı sinsi direktifler altında alelacele menfi olarak hazırlanan ehl-i vukuf raporuna, Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde şiddetle itiraz etti.Göz önündeki açık garazkârlıklarını delillerle ispat eder ek ortaya du. Risale-i Nurun tam tetkik edilebilmesi için yüksek bir ilmî hey'et taleb etti. Mahkeme, Üstad'ın bu çok yerinde ve haklı olan isteğini uygun bularak kabul etti.
İşte, Üstad Hazretleri ve Nur talebelerinin Denizli Adliyesinde ilk karşılaştıkları bu çok garazkârane muamelelerin bir örneği olan birinci ehl-i vukufun vukufsuz raporundan medar-ı ibret için bazı bölümlerini alıyor ve
324
Üstad'ın mahkeme nezdinde ona kaşı serdettiği müskit ve çürütücü cevaplarından bir kısmını barabar kaydetmek istiyoruz:(42)
(42) Bu bölümler Üstad Bediüzzaman'ın Denizli Agır Ceza Mahkemesi nezdinde birinci ehl-i vukuf raporuna karşı yaptıgı i'tiraz dilekçesindendir. A.B.
325
1234
"1- Risale-i Nurun Mehdî ve İslâm Deccalı hakindaki hakikatlı ilmî ve Kur'anî beyanatına, ehl-i vukûf (İndi fikirlerle Mehdî ve Deccal efsanesi...) demiş.
Cevap: - Bu tabirle ehl-i vukuf, hem Risale-i Nurun mahiyetinden, hem İslâmiyetin ruhundan ne kadar uzak düştüklerine delil:
(43) diye olan Peygamber Aleyhisseltü Vesselâm'ın duasına ve umum Ümmetin vird-i zebanı iken, ona "efsane" diyen Islâmiyetin mühim büyük bir hakikatını inkâr etmiştir...
4- "Kur'an'ın bazı kısımlarını indî ve gayr-i ilmî şekilde ebced ve cifir hesaplarına müstenid tefsiri, müsbet ilim ve felsefe ve tasavvuf bakımından ve akl-ı selimde bir kıymeti yoktur...
Cevab: - O kadar garazkârane ve sathî bir vukufsuzluk göstermişler ki; mecburiyet olmasaydı, cevaba değer bir mesele değil diye sükût edecektim. Acaba bine yakın emmareler ve işaretler ve istihraclar tek bir hakikata, tek bir davaya vahdet-i mesele cihetiyle baksa ve birbirine kuvvet verse, adeta riyazî hesaba yakın bir kat'iyetle.. Ve umum ümmetin ekser edipleri ve Ulemaları içinde bir kaide-i istihraç olan Ebced ve Cifir hesabıyla bine yakın emarelerin bir tek davada, "Kıymeti akl-ı selimde yoktur" denilebilir mi? O vukufsuz ehl-i vukuflar akl-ı selimi tanımıyorlar ki; Ve tasavvuf ve müsbet ilmi bilmiyorlar ki: Böyle yanlış hüküm veriyorlar.
6- "Cifir ilmine nazaran aslı olmıyan şeyleri zavallıların gözlerini boyayacak mahiyette -ki Kur'an tarafından müjdelenen- Deccal ve Mehdi efsanesi ve Ahirzaman fitnesi bu risalenin telkinleri arasındadır"
Cevab: - Neşrolunmayan ve mahrem tutulan ve hadis-i sahih ve icma-ı ümmetle sabit olan bir hakikat-ı İslâmiye olan hurûc-u Deccal’a ve Ahirzaman fitnesine "Efsane" diyerek "Zavallıların gözlerini boyuyor" demek, o kadar ruh-u adaletten ve tetkikten hâriç bir hükümdür ki; cevap vermeye değmiyor. Demek perde altında Ehadis-i Sahihayı neûzübillah "Efesane" tabiriyle yadediyorlar.
(43) Bu hadis, Müsned-i Imam-ı Ahmed bin Hanbel C: 5, S: 285'te şöyle geçer: iki rivayet yoluyla iki defa varid olmuştur. Ayrıca Kütüb-ü Sitte'nin içinde de aynı manada fakat degişik kelimelerle geçmektedir. A.B.
326
1235
8- "Hurûc-u Deccal efsanesine kendine göre Hıristiyan Deccalı, Rusya'da tatbik edilen idare sistemi.. ve Müslüman Deccalı da "Süfyan" tavsif ve tayininde; Türk inkılâbının yaratıcısında ögrülen vasıf ve vaziyette ğöstermektedir ve Su-i kasdı telkinatla izhar etmiş bulunmaktadır...
Cevab: Bütün bütün hem İslâmiyetin ruhuna, hem Risale-i Nurun mesleğine kendi yanlış manalarıyla -ki hem Müdafaanamemde hem iddianameye karşı itirazımda on vechile cevap verdiğimi olan gayet mahrem ve sekiz senede bir iki defa elime geçen- Bir risalenin aynı hakikat ve bir iki cümlesine ilişmek istemişler. Akide-i İslâma girmiş, bütün ümmet kabul etmiş Hurûc-u deccala "Efsane" demeleri ve "Rusya'daki bolşevizmin Ahirzamanda gelecek bir komitesi ve nümunesi göstermektedir" diye yazdığımız halde, yanlış mana verip; hem pek çok Ulema-i İslamın tasdikiyle müteaddit hadislere istinaden Süfyan hakkında -müdafaatımda yazdığım gibi- Bundan otuz sene evvel bazı tevillerini pek doğru olarak yazdığımızı; "Türk İnkılabının yaratıcısına bir hücum" gösteriyorlar. Yaratıcı Cenab-ı Hak'tır. Bu tabir küfre temas ediyor. Böyle tabiri isti'mal eden Risale-i Nurun parlak hakaik-i İmaniyesini muhakeme edemez.
Yine Ehl-i vukufun raporunda; Birinci Şua', İşarat-ı Kur'aniye Risalesi'nin bir ayeti için: "Bu risale mahremdir. Sure-i Nisanın bir ayetidir" diye yazılı iken, "Taife-i Nisa bu esere el süremez, onlara memnu'dur, sakın onlara göstermeyiniz" şeklinde vermişlerdir...(44) ”
Dostları ilə paylaş: |