Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə31/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   112

İşte, sene 1944:

1-9.7.1943'den, 5.8.1946'ya kadar Türkiye Cumhuriyeti C.H.P. iktidar Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'dur.(23)

2-1930'lardan 1944'lere kadar Türkiye Cumhuriyeti Nâzi Almanya'sıyla sıkıfıkı ticaret ortağ'ı ve müttefiki görünümü içindeyken, İkinci Cihan Harbi'nde ise, İngiliz yanlısı ve siyasetinin mürevvici olarak kaldı.

3-1944'ün son aylarında Rusya'dan Türkiye'ye iltica eden -Bir rivayete göre-İkiyüz kadar Müslüman insanın, Rusların tehditkârane geri istemelerine karşı, hiç bir direniş gösterilmeden bu insanların Ruslara teslim edilmesi ve Kars-Rus hududunda Türk askerlerinin ve köylülerinin gözleri önünde bu masum insanların kurşuna dizilerek öldürülmesi hadisesi... Fakat o günün basını bu ciğer-sûz hadiseyi yazamadı.

4-22.3.1945'de Sovyetler Birliği Türkiye ile yaptığı saldırmazlık andlaşmasını yenilemeyeceğini ileri sürdü.

5-12.6.1945'de Celal Bayar, Refik Koraltan, Köprülü ve Menderesler "Dörtlü Takrir" diye adlandırılan muhtırayı meclis grubuna verdiler.

6-İnönü'nün her zaman, özellikle 1950 seçiminden sonra müşahede edilen daimi dostları bolşevik Rusya, Türkiye'yi bir kaç yönden sıkıştırması üzerine; İnönü ister istemez, fakat arkasına dönüp ümitkârane Ruslara baka-baka, Batı dünyasına yanaşmaya mecbur oldu. Amerikalılar da, Türkiye'nin demokrasiye girmesi şartıyla onu koruyacağını ileri sürdü.

532

Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti 26 Haziran 1945'de, Birleşmiş Milletler Antlaşmasını imza etmeye mecbur oldu.



7- 7 Temmuz 1945'de İlk muhalefet partisini kurmak üzere meşhur İstanbul'lu milyoner Nuri Demirağ tarafından müracaat edildi.. Ve 18 Temmuz 1945'de bu parti resmen kuruldu.

(23) Şükrü Saraçoğlu, kendi Milli Eğitim Bakanı Hasan Aİi Yücel ile birlikte öteden beri komünist oldukları bilinmeleri ile birlikte, bilâhere düpedüz meydana çıktı. Dine ve dini terbiyeye zehir diye haykıran Saraçoğlu ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, kabineden atıldıkları gibi, C.H.P'lilerce de gözetim altına alındılar. (Bkz. Afyon Mahkemesi Müdafaatı S: 123)

8- 17 Temmuz 1945'de de Ruslar boğazlar savunmasına karşılık Kars ve Ardahan'ı Türkiye'den rüşvet istediler. Tabii göstermelik de olsa, Türkiye demokrasiye doğru adım attığ'ı için, batı dünyası ve Amerikalılar boğazlar veTürkiye'nin kendi garantörlüklerinde olduğunu ilân etti. Ruslar bu durumda bir şey yapamaz oldular.

9-15 Ağustos 1945'te, Türkiye Cumhuriyeti ve Millet Meclisi de Birleşmiş Milletler antlaşmasını onayladı.

9/1 17 Ocak 1946'da, Celal Bayar, Menderes ve arkadaşları tarafından Demokrat Partisi kuruldu.

10- 5-9 Nisan 1946 Amerikan filosu İstanbul'u ziyaret etti. İnönü Amerika'lıları kabul etti. Bu bir demokrasiye doğru ister istemez atılan bir adımın başlangıcıydı.

11- 31 Mayıs 1946'da, tek dereceli meb'us seçimi için kanun tasarısı meclise geldi. Menderes buna şiddetle karşı çıktı.

12- 5 Haziran 1946'da seçim kanunu tasarısı kanunlaştı. Bu kanunla, daha önceleri kararlaştırılan 1 Ekim 1947 yerine, erken seçim için 21 Temmuz 1946 şeklinde düzenlendi.

13- 21 Temmuz 1946'da Milletvekili seçimi yapıldı. Açık oy, gizli tasnif sistemiyle; CHP'li hüknmet kuvvetlerinin büyük baskısı ve propagandası altında yapılan bu seçimde Demokrat Parti yine de altmış altı meb'us aldı. Afyon Vilayetinde D.P'liler listeyi kazanmıştı. CHP'liler Afyon'u seçimden

533


sonra cezalandırdı. Tüm me'mur kadrosunu değiştirmişti ve bunu Bediüzzaman Said-i Nursi'den biliyordu.

14- 15 Ekim 1946'da CHP, eski Dahiliye Vekili Hilmi Uran'ı,(24) Nâfi Atıf Kansu yerine CHP genel sekreterliğine getirdi.

15- 18 Ekim 1946'da Mareşal Fevzi Çakmak ve arkadaşları İnsan Hakları cemiyetini kurdu.

16- 3 Mart 1947 tarihine kadar Türkiye'yi bir çeşit garantörlüğünde tutan İngiltere, bu tarihten sonra gün be gün zayıfladı, geriledi ve tâli bir devlet oldu. Bu tarihten sonra onun yerini Amerika aldı.

17- 11 Mart 1947'de Türkiye uluslararası para fonu teşkilâtına girdi.

18- 2-7 nisan arası 1947, Amerikan donanması tekrar İstanbul'u ziyaret etti. İnönü Amerikalı amiralları karşılamak üzere Ankara'dan İstanbul'a gitti.

19- 16-17 Temmuz 1947, Hükûmet Amerikan yardım antlaşmasını imzaladı.

20- 8 Ağustos 1947 Bir Türk askerî heyeti Amerika'ya gitti.. Ve 1 Eylül 1947'de meclis, Amerikan yardım antlaşmasını onayladı.

21-Bu tarihlerde Türk Hükûmeti bilmecburiye o ana kadar kapatmış olduğu Hac kapısını nisbeten açtı ve Kur'an kursu mekteplerini ve ilkokullarına ihtiyarı Din derslerini de koydu. Aynı sene içinde Ruslar da, Hacca çok insan gönderdi.

(24)Hilmi Uran sonraları C.H.P'nin iç duıumunu iyice anlayınca partiden çekildi.

22- 10 Şubat 1948'de CHP Meclis grubu ilkokullarda ihtiyarî din derslerini okutturma kararını aldı.

23- 15 Şubat 1948'de CHP Dışişleri Bakanı beyanat vererek hükûmetinin Nato'ya doğru adım attığını söyledi.

534

24- 4 Temmuz 1948'de Amerikalılar birkaç yönden Türkiye'de faal rol oynamaktaydı.



25- 15 Aralık 1948'de Türkiye Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, Akdeniz Savunma Birliği Konferansında görüşmelerde bulunmak üzere Londra'ya gitti.

26- 16 Ocak 1949'da Şemseddin Günaltay CHP hükûmetinde Başbakan oldu. Ve Başbakanlığı 22. 5.1950'ye kadar devam etti.

27- 23 Ocak 1949'da CHP'liler tarafindan Meclise teklif edilen Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesi mevzuu muhalefetle CHP'liler arasında fırtınalı tartışmalara sebep oldu.

28- 4 Haziran 1949'da "İslam ilâhiyat" ismi altında bir fakültenin kurulmasını öngören bir kanunda değişiklik kararı alındı.

29- 8 Haziran 1949'da Başbakan Şemseddin Günaltay, CHP adına İslam dinini alet eder mahiyette beyanatta bulundu.

30- 19 Eylül 1949'da CHP'li Nihat Erim, İzmir'de Amerikan meddahlığını yapan nutuklar attı.

31- 23 Eylül 1949 Türkiye ve Irak, komünizme karşı müşterek tedbir hususunda işbirliği kararını aldı.

32- 31 Ekim 1949'da Ankara ilâhiyat fakültesi açıldı.

33- 18 Ocak 1950'de CHP Devlet Bakanı Reşad Şemseddin Sirer: "Biz Müslüman bir devletiz, amma laiklikten de vazgeçemeyiz" şeklinde beyanat verdi.

34- 21.2.1950 yeni seçim kanunu meclisten geçti.

35- 1 Mart 1950'de CHP hükûmeti; 30.11.1925 tarihli tekke ve türbe kapatılmasına dair olan kanunu yürürlükten kaldırdı.

36- 23 Mart 1950'de İnönü ilk seçim konuşmasını yaptı.. ve 25 Mart 1950'de Kırıkkale'de İnönü, Anayasadan altıoku kaldıracağını vadetti.

37- 12 Nian 1950'de Mareşal Fevzi Çakmak öldü. CHP hükümeti ne bir tören, ne bir bayrak yarıya indirme, ne de herhangi bir şey yaptırmadı.

535


38- 16 Mayıs 1950 Milletvekili seçimi yapıldı. DP 408 milletvekilini kazandı. 16 Haziran 1950, DP ilk ve büyük icraatlarından biri olan ezanın Arapça yasağını kaldırdı.(Bkz: Türkiye'de çok partili politikanın açıklamalı kronolojisi, s: 12-68)

Göröldüğü üzere,1944-1950 arası lTürkiye siyasetinde; Türkiye'nin eski bir dostu, yani CHP'lilerin dostu olan bir devletin dirsek çevirmesi ve tehditkârane bir şekilde Kars hududunda mültecilerini kurşuna dizmesi ve Kars ve Ardahan'ı rüşvet istemesi üzerine, batı dünyası ve Amerikan devleti; Türkiye'nin İnsan Haklarına, din hürriyetlerine ve demokrasiye dönüş yapması şartıyla kendisine sahip çıkabileceğini ileri sürmesi karşısında; diktacı ve solcu ve Rus dostu olan İnönü, zoraki ve ister istemez, neticenin öyle olacağını pek sanmıyarak, insan hakları antlaşması birliğine, din hürriyetine ve demokrasi kaidelerine dönmeyi kabullenmiş gördüğü gibi; o sıralarda, Avrupa'nın bazı devletleri (İsveç, Norveç, Finlandiya gibi) Kur'an'ın hakikatlarını kabul ederek mekteplerinde ders olarak okutmaya karar vermeleri ve Amerika ve İngiltere'de gayet serbestçe Kur'anı ve İslâmiyeti savunan cemiyetleri ve siyasî ve ilmî büyük şahsiyetlerin meydana çıkması, hatta Amerika'da bir profesör Allah'ın kâinattaki kudret ve idaresini gösteren büyük eserleri ve delilleri,kitabında yazması ve bu kitabının Türkiye'de o sıra çıkmakta olan "Millet Mecmuası" nda neşrini istemesi... Yine aynı sıralarda Hindistan Hüknmeti resmen Türkiye'den üç milyon(25)liralık basılmış Kur'an istemesi...

Dahilde ise, Risale-i Nur talebelerinin üç büyük ve Türkiye çapındaki hapis hadiseleriyle ve Risale-i Nurun Türkiye'de ve İslâm âleminde fevkâlede yayılması, Avrupa ve Amerika'da kısmen intişarı..Ve Nur talebelerinin Türkiye'deki sayıları Ankara'ya giden raporlarda pek büyük gösterilmesi karşısında; İnönü ve CHP iktidarı, ister istemez -ilk başlarda- sahte bir şekilde olsa bile, demokrasiye dönmek ve din ile bir nevi müsalâha etmek, hatta dini kendi siyasetlerine alet etmek tarzında vaziyet almaya mecbur oldu. Bunun işaretleri de iktidarları döneminde, yani demokrasiye ilk adımın atıldığı tarihlerde, ilk okullara ihtiyarî din derslerini koymak, Kur'an kurslarının açılmasına razı olmak, ilâhiyat fakültesini açmak ve tekke ve türbelerin kapatılmasına dair eski kanunu yürürlükten kaldırmak... Ve Türk ordusunun başındaki şapkaları, Amerikan ordusu gibi kısmen kaldırmak gibi, icraatları göstermek mecburiyetinde kalmaları gibi;1950 seçimlerine yaklaşıldığı günlerde, 8 Haziran 1949'de Başbakan Şemseddin Günaltay "CHP'nin dine karşı olmadığını, bilâkis hürmetkârı olduğunu" açıkça söylemesi.. Ve 18 Ocak 1950'de CHP'li Devlet Bakanı Reşad Şemseddin Sirer'in Meclis'te açıkça: "Biz müslüman bir devletiz, amma laiklikten de

536


vazgeçemeyiz" demesi.. İnönü ise, seçim propaganda konuşmasında, 25 Mart 1950'de Kırıkkale'de: "Anayasa'dan altıoku kaldıracağız" demesi gibi bir çeşit dindarlara ta'viz, aynı zamanda dini siyasete alet etme girişimi gibi, görünmekle ama aslında bununla siyaseti dinsizliğe alet etme taktiği içine girmiş bulunmaktaydı.

CHP ve İnönü bütün bu tavizleri ve dini siyasete alet etme politikasını yaparken; dahildeki dindar Müslümanların kendilerini ve icraatlarını sevmediklerini ve karşı olduklarını çok iyi bilmekteydiler. Bu yüzden de Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin imanî ve kur'anî fikirleri neşreden eserlerinin revaç bulmasını hiç, amma hiç istemiyorlardı. Çünkü yaptıkları zulüm ve diktatörlüklerinin farkındaydılar. Aynı zamanda Bediüzzaman'ın nasıl bir dahiy-i A'zam olduğunu ve Müslüman halkın üzerindeki büyük tesirini de çok iyi biliyorlardı. Hatta bir gün Adliye Bakanı(26) Meclis'deki bir konuşmasında: "Yirmibeş senedir Said-i Nursi'nin faaliyetlerine mani' olamıyoruz(27)"açık itirafı da bunu iyi gösteriyordu. Bunun için CHP iktidarı, Hazret-i Üstad'ın Denizli Hapsinde beraetle çıkmasından sonra, ona sureten de olsa, bir nevi tarziye vermek

(25)Bugünkü parayla yani, 1992 başları hesabıyla 20 milyar lira eder. Eğer 1996 başları hesabıyla olsa 180 milyar eder ve eğer 1996 ortalarına göre hesaplansa, 220 Milyar lira eder.Çünkü o sıra bir dolar ikiyüzseksen kuruşumuz idi.

(26)Bu Adliye Bakanı, Rize Milletvekili Fuat Sirmen'dir ki,1948'de meclis konuşmasında bu sözleri söylemiştir.

(27)Konferans-Zübeyr Gündüzalp S: 36

ve müsalâha zemini aramak istemiş, yaklaşımlarda bulunmak istemiş, siyasi müfettişlerini yanına göndermişlerdi. Daha sonra Üstad'a harcırah tahsisatını çıkarmış ve bilâhare de Emirdağı'nda Üstad'a bir ev inşaasını teklif etmişler idi ise de; Bediüzzaman Hazretleri bu teklifleri; hizmetinin kudsiyetini korumak, hem hayatının daimi ve değişmez bir düsturu ve kaidesini muhafaza etmek; Hem de bunların niyetlerinin altındaki manayı sezdiği için, bütün bu teklifleri vakar ve sekinet ve ilmî izzet içinde reddetmiştir. Üstad'ın bu kesin tavrı üzerine CHP kendilerine ve diktalı, katı ve dinsiz rejimlerine Bediüzzaman'ın dost olamıyacağının kesinlik kazanmasıyla; artık her türlü zulmü, iftirayı, kanunsuz muameleleri yeniden reva görmeye başlamışlardı. Tecrid, zehir, hatta âlenî su-i kast, iftira,tazyik vesaire her türlü muameleyi yapmakta tereddüt etmemişlerdi.

Hazret-i Üstad, bu acı ihanetlerin ve zâlimane, belki de kâfirane muamelelerinin sebeblerini bir mektubunda şöyle anlatır

537


"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Bana şimdiki tazyikatın üç sebebi var:

Birincisi: Hey'et-i vekilenin kararıyla hergünde iki buçuk lira iaşe vesair levazımatım için bir tahsisat ve istediğim tarzda bir hane inşa etmek ... Ben bunu reddettim, onlar da kızdılar...

İkincisi: Denizli'de teveccüh-ü ammenin pek ziyade olması ve her tarafta haddimden ziyade hüsn-ü teveccüh gösterilmesidir. Bundan da kuşkulandılar.

Üçüncüsü: Afyon valisinin, malum ölmüşün hesabına bana garazıdır... ve lehimde olarak Ankara tarafından gelen itaba karşı(28) bir bahane araması yüzünden tarassud etmesidir.

Ben de hiddet ettim, daha kapımı kapadım. Yoksa istersem, perdeyi kaldırabilirim...

SAİD-İ NURSİ(29)

RİSALE-İ NURLARIN RİSALE ADEDİ

Hazret-i Bediüzzaman Denizli Hapsinden beraetle Emirdağı'na geldiğinde, o zamana kadar Risale-i Nurun mecmu'u olan yüz kırk iki Risale ile beraber gelmişti. Çünkü Denizli hapsinde 11.12 ve 13. şualar da te'lif edilmiş, Risale-i Nura eklenmişti. Zira Hazret-i Üstad Eskişehir hapsine girdiğinde, Risalelerin adedi olan yüzyirmi risaleye, hapiste te'lif edilen onbir parça risale bu sayıya eklenmesiyle, yüzotuzbir parça olmuştu. Kastamonu'da ise, sekiz risale daha te'lif edilmiş ve Risale-i Nurun sayısı yüzotuzdokuz parçayı bulmuştu. Denizli hapsinde üç risale (bir cihette 14 Risale) daha te'lif edilmiş ve bu sayıya eklenmiş olmasıyla, yüz kırk iki risale olmuştu.Evet Denizli hapsinde

(28) Valiye gelen bu itab, herhalde Üstad'ın heyet-i vekileye ve meclis başkanına yaptığı kanunî şikayetler üzerine gelmiş olabilir A.B.

(29)El yazma Emirdağ mektuplar aslı, orta boy S: 209

538


te'lif edilen Onbirinci Şua' olan Meyve Risalesinin dokuz meyvesi, Denizli hapis müddeti olan dokuz aya tevafuk ederek hapiste te'lif edilmiş ve iki meyvesi kalmıştı. Hazret-i Üstad Emirdağı'na geldikten sonra, bu iki meyve de burada te'lif edilmiş ve Meyve Risalesinin onuncu ve onbirinci meselesi diye ilhak edilmişti

-Sair ahval

Hazret-i Üstad'ın Emirdağı'na gelmesinden, ta Afyon hapsine kadarki üç buçuk senelik hayatında; Tuğyan ehli olan kimseler tarafından ona reva görülmüş zulmün, tazyik ve kanunsuz muamelelerinin başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz:

1- Üç defa su-i kast niyetiyle zehir verme..

2- Bir defa pusuya yatırılan jandarmalar eliyle su-i kasd için arkasından kurşunlar attırma...

3- İki defa kanunsuzca kıyafetine ve başındaki puşusuna ilişme..

4- On iki defa keyfı olarak karakola, savcılığa veya mahkemelere celbettirme..

5- Kapısını dışardan kilitleyip, kilidi de karakol komutanı yanında bulundurmak suretiyle, gayr-i resmi şekilde hapse kapatma..

6- Ziyaretçileri görüştürmemek, kimseyle temas ettirmemek ve bu niyetle onun camiye gitmesini men' etmek vesaire..

7- Yalandan, tezvirden ibaret, hakkında: siyasî maksad güdüyor” diye Müslüman halkı ondan ürkütme...

8- Bir çok defalar kanunsuz şekilde evine ânî baskınlar yaparak taharrilerde bulunma.. Hatta bir defasında kapısını kırarak içeri girme..

9- Hakkında yalandan şeni' iftiralar düzme vesaire...

NUR CİHETİNDE YAPILAN MÜSBET HİZMETLER

Bu tarafta, yani mübet iman hizmeti cihetinde yapılan hizmetler ise özetle şöylece değerlendirilebilir.

539

1- Yukarıda sıralanan bütün o gaddarane ve zındıkane muamelelerin arkasında gizli zındık komitelerinin plânları olduğu için; yani, bütün o bedmuamelelerle bir hadise çıkartmak, Üstad'ı hiddete getirmek ve"Artık yeter" detirterek sahte bir Menemen hadisesi gibi bir olay ihdas ettikten sonra, şiddetli bir surette bastırmak... ve nihayet Türkiye'de ayakta kalmış olan bu son bir din ışığını da söndürmek...



Hz.Üstad bütün bu gizli ve plânlı gaye ve maksadları çok iyi bildiğ'i için, son derece bir sabr-ı cemil ve azm-ı metin ile karşı duruyor, her ezaya, her cefaya göğüs geriyordu.

2- Hazret-i Üstad Emirdağı'na geldikten, ta Afyon hapsine kadar olan üç buçuk senelik hayatında; Meyve Risalesi'nin Onuncu ve Onbirinci Meyvelerini ve Yirmialtıncı Lem'anın Ondördüncü ve Onaltınca Ricalarını te'lif etti.Yine bu dönem hayatında talebeleriyle yaptığı hizmet proğramı muhaberelerinde çok kıymetli ve ilmî ve hem karışık, girift hadiselerin içinden, yağdan kıl çeker gibi hakikatlı, isabetli, doğru ve müstakim rehber hakikatları dile getiren ikiyüz elli kadar mektup ve yazılar yazdı ve talebelerine göndererek neşrettirdi.

Bu muhabere mektuplarından teşekkül eden "Emirdağ-ı Lahikası" kitabı ayni zamanda yine çeşitli vesile ve hadiseler üzerine yazılan ikiyüzyetmiş beş adet Kastamonu mektuplarını ve Denizli hapsinde kaleme alınan yüzyirmi küsûr küçük büyük mektuplar topluluğunu te'kid, takviye ve onların bir nevi şerh ve izahları mahiyetindedir. Farz-ı muhal olarak, önceleri yazılan o dörtyüz küsûr mektupların yokluğu farzedilse bile, tek başına bu Emirdağ lahikası mektupları, bir iman hizmetinin ve onun sâlik ve hizmetçilerinin selâmet ve istikamet içerisinde yürütülmesi, yürümesi hususunda kâfî ve vâfi ve ebedî rehberdir.

3- Nur talebelerinin hizmet ve faaliyetleri de, aşağıdaki tarzda cereyan etmiştir:

A- Teksir makinası çıkmadan önce, Denizli hapis hadisesiyle başlıyan küllî ve muazzam ilanât ile; eskiden iki üç vilâyette Risale-i Nurun yazılması ve neşredilmesi ile İman ve Kur'an hizmetleri olurken; Denizli hapsinden sonra Türkiye'nin bir çok vilâyet, kaza ve köylerinde binlerce insan Risale-i Nur dairesine katılmış, Nurların hizmet şeklinin ve mahiyetinin hakikatını anlamıştır. Kimisi yazarak, kimisi okuyarak, kimisi köy köy, kasaba kasaba dolaşarak iman hizmetini ifaya, Kur'an nurlarını neşre başladılar.

540


Evet, Denizli hapis hadisesi bereati dinsizlerin, fermasonların başında bir bomba gibi patladığı ve neye uğradıklarını şaşırdıkları gibi, hadiseden sonra inkişaf eden Risale-i Nur hizmeti ve fütûhatı onları bütün bütün çıldırtmış gibi oldu.

B-1946 tarihinde Türkiye'ye ilk gelen teksir makinelerinden üç tanesi alınmış; İsparta ve İnebolu'da Nur neşriyatına hummalı bir şekilde çalışmaya başlanmıştır. Bu çalışma ile, mecmualar halinde Nur risaleleri binlerce nüsha çoğaltılma işi gerçekleşmişti. Denizli teksir makinası ise, Isparta ve İnebolu, mevcud ihtiyaca kâfi geldiği için çalışmamıştı.

C-1946-1947 yılında Hac yolunun açılmasıyla, Hacca giden Nur talebeleri beraberlerinde götürdükleri Nur mecmualarını oradaki Müslüman büyük dinî şahsiyetlere hediye etmeleriyle, İslâm Âleminde de Nur hizmetinin yayılması hadisesi duyulmaya başlanmıştı.

Ç- İnebolu'nun çıkartmış olduğu yeni yazı teksir Asa-yı Musa ve tab' edilen Gençlik Rehberi gibi Risalelerin ecnebî misyönerlere verilmesi ve Amerika'ya kadar gönderilmesi hizmetleri ve bu vesilelerle, Türkiye'den yirmi seneden beri dinî faaliyet ve hizmete dair hiç bir ses ve sada dışarıya aksedilmemişken; birden bire hem Âlem-i İslâm'da hem Avrupa ve Amerika'da, Türkiye de zuhûr eden böyle bir eserin duyulması ile, elbette Nur hizmetinin nuranî akislerinin aleme duyulma hadisesi idi ki, pek büyük bir hadise idi o zamanda...

TAFSİLAT

Üstad'ın buradaki hayat seyrininde genişçe ele alınabilmesi için, yeniden faslın başına dönerek,şu ilk Emirdağ hayatında cereyan etmiş hadiselerin tarih seyrine ve Üstad'a karşı uygulanan bedmuamelelerin şekil ve biçimine birer birer bakmak üzere taharriye girişmek istiyoruz.

Gerçi Hazret-i Üstad'ın bu hayat faslını (Yani Denizli hapsi bereatinden sonra ta Afyon hapis hadisesine kadar) hakkıyla tasvir etmek için on def'ada geri dönüp, başından girsek ve sonundan çıksak, yine de lâyıkıyla tasvirini yapmış olamayız. Üstad'ın bu fasl hayatının tam tasviri ve hakkıyla beyanı için, ancak bu üç buçuk sene zarfında birer hadise vesilesiyle kaleme alınmış ikiyüz elli adet lahika mektupları ve istid'a ve arzu halleri tarih sırasına koyarak, hepsini burada kaydetmekle belki mümkün olabilir. Buna ise, bahis fazla uzayacağından imkân elvermemektedir. Ayrıca mezkûr

541


mektup ve arzuhallerin hepsine tarih konulmadığı için kat'î bir sıralamada mümkin olmayacaktır.

Amma, kaydetmeye çalışacağımız hadise ve muamelelerin tamamı 1 Ağustos 1944'den, 23 Ocak 1948 tarihleri arasında cereyan etmiş olduğundan, hem az bazı vakıaların zaman ve tarihi de kesin bilindiği için, onlara dair Üstad'ın beyanlarını tatbik etmeye çalışmak mümkündür.

ÜÇ AYLAR

Evet, Hazret-i Bediüzzaman, Emirdağı'na geldiğ'i ilk günleri, 8 Ağustos 1944'de, o senenin Ramazan-ı şerifıne bir ay kadar kalmış, mübarek şa'ban ayı başı idi. Hz.Üstad üç ayları ve Ramazanını âsude geçirmesini, hem temyizdeki davasının müsbet şekilde neticelenmesini te'min için bütün gücüyle hükûmet ve idare adamlarının nazar-ı dikkatini çekmemek ve evham verecek işlerde bulunmamak üzere, o senenin hem Ramazan bayramında, hem de Kurban bayramında kapısını kapamış ve kimseyle görüşmemiş. Bu meseleye dair Üstad'ın beyanı üst tarafta kaydedilmiştir.

ÜSTAD'IN CÂMİ'DEN RESMEN MEN' EDİLMESİ

Büyük Tarihçe-i Hayat kitabında yazıldığı üzere; Üstad Hazretleri Emirdağı'na geldiği seneden itibaren, bir buçuk sene kadar ekser günlerinde ikindide Emirdağ çarşı camiine gider, ta yatsı namazını da orada kıldıktan sonra, evine döner gelirdi. Amma bilâhare 1946 senesi ilk kış aylarında bir gayretkeş kaymakamın emriyle Üstad cami'den menettirildi. Bahanesi de "Cami'de halkla görüşüyor" idi. Halbuki Üstad, bilâkis görüşmekten kaçmak ve görüşmemek için camiin içinden hiç çıkmadığı gibi, kimseyle de görüşmüyordu.

Üstad'ın camiden menediliş hadisesini kendisi şöyle anlatır:

"Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Bir kaç aydan beri aleyhimde çevrilen desiseleri meydana çıktı. Hifz-i İlahî ile o musibet yirmiden bire indi. Hâlî zamanda cami'ye gidiyordum. Haberim olmadan talebeler beni üşütmemek için mahfelde bir kulübecik yapmıştılar. Ben de dört beş gündür kendi kendime karar verdim: "Daha gitmeyeceğim". O malum zabit adam vasıta olup, o külübeceği kaldırdılar. Bana da resmen tebliğ ettiler ki: "Daha camiye gitmeyeceksin!" Fakat manasız habbeyi kubbe yapıp bir heyecan verdiler.

542


Hiç ehemmiyeti yok, hiç de merak etmeyiniz. Tahminimce her tarafta haddimden fazla teveccüh-ü ammeyi kırmak için bana böyle bazı bahanelerle ihanet ediyorlar. Eski zamanımı düşünüp, güya tahamül etmiyeceğim!... Halbuki Risale-i Nurun selâmet ve intişarına halel gelmemek şartıyla, her gün bin ihanet ve tazibler de gelse, Allah'a şükrederim. Ben ehemmiyet vermediğim gibi, buradaki talebelerde hiç sarsılmıyorlar. Çoktan beri beklediğimiz bu hadisede İnayet-i İlâhiye ile hafif geçti.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.

SAİD-İ NURSİ(30)

Doktor Tâhir Barçın da hadiseyi anlatıyor

Hadise hakkında, o sırada Emirdağ Hükûmet tâbibi olan merhum Doktor Tâhir Barçın şunları söyledi:

"... Kaymakam, Gaziantepli Abdülkadir Uraz idi. Mülkiyeden mezundu. Sosyalistdi. Emirdağı'na geldikten sonra, Hazret-i Üstad'ın aleyhinde bir takım tedbirlere girişmiş, bizim hiç haberimiz yoktu. Halbuki kendisiyle konuşuyorduk. Aramızda sadece bir yol vardı. İlk geldiği zaman parasızdı, perişandı. Biz bir kaç arkadaş maddi yardım ediyorduk. Meğer adam Üstad'la uğraşmaya başlamış.

Üstad bazen namaz için camiye gidiyordu. Nur talebeleri de, ihtiyar halinde üşümemesi için, camiin son cemaat mahfelinde bir küçük yer yapmışlar, oraya mangal koymuşlar... Bizim kaymakam bir gün gizlice camiye gitmiş, sanki Üstad orada gizli-kapalı birşey yapıyormuş gibi... arkasından bir de iftira çıkarttı. Geceleri yanına tepsilerle baklava geliyormuş, falan fişmekan...

Üstad'a hizmet edenleri çağırtmış: "Artık hiç biriniz yanına gitmeyeceksiniz" diye tehdit etmiş. Bekçileri Üstad'ın yanına göndermiş. "Ne isterse, siz görün!" diye emir vermiş.

-Savcının müdahelesi

543


Benim bu durumlardan hiç haberim yoktu. Bana Mehmed Çalışkan haber verdi. "Bu adam Üstad'ın yanına talebeleri sokmuyor. Yabancılara Üstad'ı zehirletecek." dedi.

Durumu müdde-i ûmumiye haber vermeyi kararlaştırdık. Savcı gerçi ayyaştı, fakat imanlı ve Üstad'a hürmeti vardı. Üstad'ın evinin karşısında oturuyordu. Geceleri on iki-bir de evine döndüğünde; Üstad'ın zikir ve münacât sadalarını duyar, ürperirmiş.

Gittik kendisine durumu anlattım. Çok taaccüb etti.. Ve "yahu bu zattan ne zarar gelecek? Sabahlara kadar ibadet edip dua ediyor. Bu zattan ne fenalık gelecek? Burada ikamete memur edilmiş... Amma kimseyle konuşmayacak gibi bir karar yoktur ki... Hürriyetini tahdit etmek olur mu? Olmaz öyle şey!..." dedi.


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin