Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə57/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   112

1526


sahip çıkamazlar. Fenalıklar ve kusurlar ademîdir ve tahribîdir, reisler mes'ul olurlar.

(123)Müdafaat sırasında kaydettiğimiz bu parça gibi benzeri parçalar, Hazret-i Üstad'ın hem Eskişehir. hem Denizli mahkemelerinde, hem Ankara hayatında aynı manada geçmiş olabilirler. Burada bir tekrar şeklinde görünse de, müdafaatın bu kısmında ve sırasında yeniden kaydı icab etmektedir.A.B.

1527

1674


Hak ve hakikat böyle iken, nasılki bir aşiret fütûhat yapsa, "Aferin Hasan Ağa!..” mağlub olsa, "Tuh!" diye aşiret tezyif edilse; bütün bütün hakikatın aksine hükmedilir. Aynen öyle de: beni ittiham eden o müddei bütün bütün hak ve hakikatın aksine bir hatasıyla güya adliye namına hükmetti...(124)"

ANTİPARANTEZ ACİB BİR İBRET NÜMÛNESİ

Üstad Bediüzzaman'ın üstteki ifadeleri ile ve bir çok şahidlerin şehadetiyle anlaşılmıştır ki:

Müellif, Beşinci Şua'nın aslını, yani içindeki hadis-i şeriflerin bir kısım te'villerini 1908-1909'larda yazmıştır. Daha sonra onu 1910'da te'lif ettiği Muhakemat eserine bir tetimme olarak kaydetmiş ve 1919'larda da ona yeni bazı ilâveler yapmıştır. Daha sonraları aynı eseri 1938'de bir-iki haşiye ilâve ederek tanzim etmiş ve "Beşinci Şua" adını vermiştir.Ancak aslı türkçe olan bu eser, (yani Beşinici Şua’ın aslı) basılmış değildir.

Beşinci Şua' da yazılı hadislerin te'vil ve tatbikatlarında şahıslar tayin edilmemiş, küllî manalarla hadislerin vukuundan evvel bazı beyan ve ifadelerde bulunulmuştur..

Hakikat böyle iken, 1948'de açılan Afyon Mahkemesi Savcısı ve Sorgu Hâkimi, iddianame ve kararnamelerinde bilhassa Afyon Ağırceza Mahkemesi 6.12.1948'deki ilk kararnamesinde musırrane şekilde o küllî te'villeri (az sonra medar-ı ibret bir nümune olarak arzedeceğimiz İzmir Güvenlik Mahkemesi kararnamesinde olduğu gibi) M.Kemal Paşa'ya tatbik ettiler. Hüküm gerekçesinide tamamen ona bina ettiler. Ama sonra Temyiz Birinci Ceza Dairesi o ma'hut kararı tanımadı, haksız buldu ve onu esastan bozarak, adliyenin yüzünden öylesi şahsî, adaletsiz hüküm namındaki lekeyi sildi, süpürdü.

1953'de, İstanbul Ağırcezasında görülmüş Gençlik Rehberi davasında da Savcı ve bilirkişiler yine aynı mes'eleleri bahane etmeye çalıştılar. Hatta Gençlik Rehberi eserinde yazılı "Birden o fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidatkâr bir şahs-ı manevi önümde tecessüm etti..." cümlesini bile aynı şahsa tatbik ederek onunla Bediüzzaman'ı mahkûm etmeye çalıştılarsa da, mahkemenin âdil hey'eti dinlemedi. Üstad'a beraet verdi.

İşte, şimdi de 26/2/1985 ve 85/114 esas, 85/188 sayılı kararıyla İzmir Güvenlik Mahkemesi, bin defa beraat etmiş ve bir o kadar damuhkem kaziye halini almış olan Nur Risalelerinin içindeki o risalede, küllî ve

1528

umumî kable-lvuku' gaybî ihbarlarını yine aynı şahsa nasıl tatbik ettiklerini ve hükümlerinin esasını nasıl ona bina ettiklerini ibret ve hayret içinde görmek



(124)Osmanlıca Afyon Mahkemesi müdafaatı S:25

1529


1675

üzere beraber temaşa edelim (Sadece ibret için bazı bölümlerini alıyoruz).

"Yukardaki örneklerden anlaşılacağı üzere:

Deccal (Ahirzamanda gelecek ve Hazret-i Muhammedin Peygamberliğini inkâr edip İslâmiyeti tahribe çalışacak ve dünyayı fesada verecek çok kötü ve dine ait hiç bir gerçeği, Allah'ın varlığını hiç bir delili kabul etmemek yolunda olan dehşetli bir şahıs) hakkındaki hadislerde bahsedilen şahsın Atatürk olduğunu zaman göstermiştir. Atatürk, İslâmların Deccalı olan Süfyandır.

Atatürk, İslâm Şeriatının tahribine çalışmıştır, mağrur, firavunlaşmış, Allah'ı unutmuştur.

"Bir zaman gelecek Allah Allah diyen kalmıyacak" hadisine uygun olarak, Atatürk zamanında "Allah Allah" diyen tekke, zikirhane ve medreseler kapanmış, ezan Türkçe okunmuştur"

İslâm Deccalı ölünce ona hizmet eden şeytan, İstanbul Dikilitaş'da o öldü diye bütün dünyaya bağıracak" hadisine uygun olarak Atatürk'ün ölümü radyo ile dünyaya duyurulmuştur.

"Süfyan su içecek, eli delinecek" hadisi, Atatürk'ün rakıya mübtelâ olacağını, bu yüzden hasta olacağını ve israf yapacağını göstermiştir.

"Ahirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında "bu kafirdir" yazılmış olur" hadisine uygun olarak Atatürk kanun zoruyla herkese şapkayı giydirmiştir. Fakat şapka da secdeye gittiği için istemiyerek giyenler kâfir olmamışlardır.

"Ahirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar kendilerine secde ettirecekler" hadisine uygun olarak, Atatürk kendisine ve heykellerine baş eğdirmektedir.

"Fitne-i ahirzaman o kadar dehşetlidir ki kimse nefsine hâkim olamaz." hadisine uygun olarak, Atatürk devrinde dans, tiyatro gibi kadınlı erkekli oyunlar, gayr-ı meşru oyun ve eğlenceler, büyük günahlar ve âdetler ortaya çıkmıştır.

Atatürk devrinde, ordu ve millet tarafından yapılanlar haksız olarak Atatürk'ün şahsına mal edilmiştir. Atatürk devrinde kanun perdesi altında herkesin vicdanına, mukaddesatına, kıyafetine müdahale edilmiştir.

1530

Millet mağlûbiyet hengâmında gizli ve dehşetli mâhiyetine bakmıyarak Atatürk'ü alkışlayıp başına koymuştur. Fakat ordu ve dindar millet gerçeği görecek ve Atatürk'ün yaptığı bu dehşetli tahribâtı tamire çalışacaktır.



Atatürk fiilleriyle İslâmiyet an'aneleri aleyhine çalışmıştır. Atatürk Ayasofya camiini puthaneye, Meşihat dairesi (Osmanlı Devletinin Diyanet dairesini) Kız lisesine çevirmiştir."

Sadede dönüyor ve bir diğer parçadan bölümler alıyoruz. (Yine şapka mes'elesi)

1531

1676


"İddianamede sebeb-i ittiham, ikinci mes'ele: Üç mahkemede ondan beraet kazandığımız ve kırk sene evvel bir hadisin harika te'vilini beyan ederken; Cin ve insin Şeyh-ül İslâmı Zenbilli Ali Efendi'nin (125)"Şaka ile dahi olsa başa koymağa hiç bir cevaz yok. (126) demesiyle beraber, bütün şeyh-ül İslâmların ve bütün ulemay-i islâmın cevazına müsaade etmedikleri halde, avam-ı ehl-i iman onu giymeye mecbur olduğu zaman; O büyük allâmelerin adem-i müsaadeleri, avam-ı ehl-i imanı tehlikede bıraktı. Yani: Ya bir kısım münafıklar gibi dinini bırakmak veya Vilâyât-ı Şarkiye'deki isyanlar gibi isyan etmek vaziyetinde iken, kırk sene evvel yazılan Beşinci Şua'nın bu fıkrası: "Şapka başa gelecek, "Secdeye gitme!" diyecek.. fakat baştaki iman, o şapkayı da secdeye getirecek, inşaallah Müslüman edecek." demesiyle, âvam-ı ehl-i imanı hem isyan ve ihtilâlden, hem ihtiyarı ile imanını ve dinini bırakmaktan kurtardığı; Ve hiç bir kanun münzevilere böyle şeyleri teklif etmediği ve yirmi senede altı hükûmet beni onu giymeye mecbur etmediği ve bütün memurlar dairelerde ve kadınlar ve çocuklar ve câmi’dekiler ve ekser köylüler onu giymeye mecbur olmadıkları.. ve şimdi resmen askerin başından kalktığı ve örme ve bir iki bere çok vilâyetlerde yasak olmadığı delâletiyle; hem şapkada hiç bir maslahât, hiç bir menfaat ve idare ve asayişi alâkadar edecek hiç bir fayda bulunmadığı halde; hem benim, hem arkadaşlarımın bir sebeb-i ittihamı gösterilmiş?!.

Acaba dünyada hiç bir kanun, hiç bir maslâhat, hiç bir usul bu pek manasız ittihamı bir suç sayabilir mi?..(127)"

(125) Zenbilli Ali Efendi, aslen Karamanlı olup, ilim tahsilini İstanbul'da Mevlânâ Hüsrev'de ve Bursâ da Hüsamzade Efendi'de bitirdikten sonra, Mevlânâ Muslihuddin Efendi'nin damadı olmuş. Sonra Edirne'ye giderek, Sultan Fatih tarafından büyük iltifatlara mazhar olmuş ve orada Ali Bey medresine müderris tayin edilmiştir. Sonra buradan da ayrılarak memketetine gitmiş... Daha sonra Sultan 2. Beyazıt tarafından Amasya'ya gönderilmiş ve Hicri 907'de Hacca, oradan da Mısır'a gitmiş... Mısırda bir sene kaldıktan sonra, Hicri 908'de Sultan Beyazid tarafından İstanbul'a celbedilmiş ve Şeyh-ül İslamlık vazifesiyle görevlendirilmiştir. Böylece Zenbilli Ali Efendi 26 sene: Sultan Beyazid. Yavuz Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde hep şeyh-ül İslam olarak bulunmuştur.Takvası, Şeriatın ahkâmını söylemede pervasızlığı ve cesaretiyle meşhur olup, aynı zamanda ehl-i kalb ve kâmil veli bir insandır.

Zenbilli Ünvanıyla meşhur olmasının sebebi ise: Penceresinden sokağa zenbil sarkıtır. dini fetva isteyenlerin suallerini yazılı olarak ister, zenbilini

1532

yukarı çeker, fetvalarını yazar yine zenbille aşağıya sarkıttığı için "Zenbilli Ali Efendi" lakabıyla meşhur olmuştur.



"El Muhtarat" adlı gayet makbul bir eseri vardır. Şapka hakkındaki fetvası, aynı kitabının matbu'u olan" Fetevay-i Ali Efendi" eserinin birinci cildinin 230. sahifesindedir. Vefatı 932 hicri tarihidir. (Kamus-ul A'lam, C: 4, S: 3179) A.B.

(126) Fetevay-i Ali Efendi C: 1, S: 230

(127) Afyon Mahkemesi müdafaatı S: 35

1533


1677

4- Gizli ve siyasî cem'iyet kurma isnadına karşı:

"... Risale-i Nur şâkirtlerinin mümkin olduğu kadar siyasete ve idare işine ve hükümetin icraâtına karışmamak bir düstur-u esasîleridir. Çünki halisane hizmet-i Kur'aniye onlara herşeye bedel kâfi geliyor. Hem şimdi hükmeden böyle kuvvetli cereyanlar içinde siyasete girenlerden hiç bir kimse istiklâliyetini ve ihlâsını muhafaza edemez. Herhalde bir cereyan onun hareketini kendi hesabına alacak, dünyevî maksadına, alet edecek o hizmetin kudsiyetini bozacak. Hem maddî mübarezede şu asrın bir düsturu olan eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat ile, birinin hatasıyla, onun ma'sum çok taraftarlarını ezmek lâzım gelecek. Yoksa mağlub düşecek. Hem dünya için dinini bırakan veya alet edenlerin nazarlarında, Kur'an'ın hiç bir şeye alet olmayan kudsî hakikatları bir propaganda-i siyasette alet olmuş tevehhüm edilecek. Hem milletin her tabakası muvafıkı, muhalifi, memuru ve âmirinin o hakikatlarda hisseleri var, onlara muhtaçtır. Risale-i Nur şâkirtleri tam bîtaraf kalmak için siyaseti ve maddi mübarezeyi tam bırakmak ve hiç karışmamak lazım gelmiş...(128)"

Bir başka parçadan:

“... Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmıyan bir siyasî cem'iyet vehmini veren üç maddedir:

Birincisi: Eskidenberi benim talebelerim benim ile kardeş gibi şiddetli alâkadar olmaları bir cem'iyet vehmini vermiş.

İkincisi: Risale-i Nurun bazı şâkirtleri, her yerde bulunan ve Cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmiyen cemaat-ı İslâmiye hey'etleri gibi, hareket etmelerinden bir cem'iyet zannedilmiş. Halbuki o mahdut üç dört şâkirdin niyetleri siyaset ve cem'iyet değildiı...(129)"

Başka bir parçadan:

"... Hem medar-ı hayrettir ki bu defa da yine bir cem'iyet vehmini tekrar ileri sürüyorlar. Halbuki üç mahkeme bu ciheti tedkik edip beraet vermekle beraber; mabeynimizde böyle medar-ı ittiham olacak hiç bir cem'iyet, hiç bir emare mahkemeler, zabıtalar, ehl-i vukuflar bulmamışlar. Yalnız bir muallimin talebeleri ve darül-fünûnun şâkirtleri ve Kur'an dersini veren hafızların hıfza çalışanları gibi; Risale-i Nur talebelerinde bir uhrevî kardeşlik var. Bunlara cem'iyet namını veren ve onunla ittiham eden, bütün esnaf ve mekteplilere ve vâizlere siyasî cem'iyet nazarıyla bakmak gerektir.

1534


Bunun için ben böyle asılsız ve ma'nasız ittihamlarla buraya hapse gelenleri müdafaa etmeye lüzum görmüyorum.

(128)Aynı eser S: 33

(129).Afyon Mahkemesi müdafaatı S:47

1535


1678

Yalnız hem bu memleketi, hem Âlem-i İslâmı çok alâkadar eden ve maddî ve ma'nevî bu vatana ve bu millete pek çok bereket ve menfaatı tahakkuk eden Risale-i Nur'u üç defa müdafaa ettiğimiz gibi, tekrar aynı hakikat ile müdafaamı men' edecek hiç bir sebeb yok ve hiç bir kanun ve hiç bir siyaset yasak etmez ve edemez.(130)"

"Evet, biz bir cem'iyetiz.. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her bir asırda üçyüz elli milyon dâhil mensubları var.. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cem'iyetin prensiblerine kemal-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar kudsî proğramıyla birbirinin yardımına duâlarıyla ve ma'nevî kazançlarıyla koşuyorlar.

İşte biz bu mukaddes ve muazzam cem'iyetin efradındanız.. ve hususî vazifemiz de, Kur'anın İmanî hakikatlarını tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cem'iyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan cem'iyetçilik gibi asılsız ve manasız gizli cem'iyetle hiç bir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz. Ve dört mahkeme inceden inceye tetkikten sonra o cihetten bize beraet vermiş...(131)"

5-Kürtlük ve ırkçılık ittiham ve isnadlarına karşı:

Bu mevzudaki Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın ilmî cevab ve müdafaalarına geçmeden önce, küçük bir mukaddemeyi arzetmek isteriz. Şöyle ki:

Hazret-i Üstad hakkında şu kasdî, plânlı ve münafıkane olan Kürtlük ve ırkçılık isnad ve iftirası 1925 yıllarından itibaren başladı, hayatının son günlerine kadar da, belki hatta 1970'li, 1980'li yıllara kadar da devam etti. O Bediüzzaman ki; 1925 senesinden bu yana bir soyadı manasında "Nursî" lâkabını aldığı ve Osmanlı devleti döneminde kullanmakta olduğu "Kürdî" unvanını o tarihten bu yana tek bir defa kullanmadığı halde, hem Eskişehir mahkemesi, hem Denizli savcısı ve sorgu hâkimi ve hem de şu üzerinde olduğumuz Afyon mahkemesi savcısı ve bazı hâkimleri her zaman ve her defasında Hazret-i Üstad'ın ismi geçtiğinde, "Said-i Kürdî" diye yazdılar ve kullandılar. Bunu yazarken, sadece normal bir isim olarak yazmakla ve kullanmakla kalmadılar. Aynı zamanda Bediüzzaman gibi bir dâhi-i a'zam, bir mürşid-i ekber ve şaşmaz, yanılmaz müstakim bir muallim-i dîn olan şahsiyetine; basit, bayağı küçük ve hiçbir zaman ve devirde onun yüce damenine erişmeyen ve ona bu mananın hiçbir za

1536


(130) Afyon savcısının Üstad Bediüzzaman'a karşı hapiste tatbik ettiği gayet insafsızca ve keyfi ve kanunsuzca muameleleriyle müdafaalarını yazdırtmamaya çalışması ve mahkemede onu konuşturmamak için müdahelelerde bulunması gibi hadiselere işaret etmektedir. A.B.

(131) Afyon Mahkemesi müdafaatı S: 73

1537

1679 man tatbiki mümkin olmıyan ırkçılığı, yani Kürtçülüğü isnad ededurdular. Yüz defa, bin defa bu iftiralar çürütülüp paçavralara çevrildiği halde, müfterî düşmanlar bu isnaddan fâriğ olmadılar . Hem de bu kara iftirayı ve bu vicdansızca lekeyi yapan ve sürenlerin çoğu da, üstelik resmî memur ve sözde kanun adamlarıydı. Gerçi iftiranın kaynağı belli mihraktandı, din düşmanı gizli farmason ve zendeka komitelerinden geliyordu. Amma araç ve aracı olarak maalesef hükûmet ve adliye adamları vasıtasıyla yapılıyordu.



Hani güya Türkiye'de yaşıyan herkes, Türkiye cumhuriyeti vatandaşıydı? Herkes birdi, Türk'tü, Müslüman'dı? Tefrika yoktu? (!) Hani bu adamlar ayrıcalık yapmıyan, bölücülük istemiyen kişilerdi? (!) Her ne ise!..

Bu kitabın birkaç yerinde, özellikle Bediüzzaman'ın eski hayatı olan gençlik devresine ait kısımlarında bu mesele delilli, vesikalı şekilde ele alınmış, tahlil edilmiş ve görülmüştür ki; Hazret-i Bediüzzamanla kırk elli sene gizli ve sinsice mücadele eden ve her iftiraya, her alçaklığa başvuran kimselerin hâince bir iftiralarıdır bu...

Zira Bediüzzaman Hazretlerinin hem eski eserleri, makaleleri ve mektupları; hem de yeni eserleri olan Risale-i Nur kitapları meydanda olup, bunların yanında yüzlerce, binlerce Türk asıllı aydın, vatanperver insanların şehadet, müşahede ve kanaatlarına istinaden tahlili yapılmış olan bu mesele, artık güneş kadar zâhir, gündüz gibi açıktır ki; Hazret-i Bediüzzaman'ın yüce damenine öylesi pest, bayağı iftira ve şüphelerin eli ve dili ulaşamamıştır... Ve o gibi iftiraları yapan düzenbazların kalbsiz, tinetsiz, milliyetsiz, karaktersiz, münafık, köle vicdanlı, kiralık kalemli oldukları anlaşılmıştır.

Şimdi sadede dönüyor, Afyon mahkemesinde Hazret-i Üstad'ın bu mevzuda söylediği müdafaalarına ve sözlerine geliyoruz. Bu hususta Hazret-i Üstad evvela hapisteki talebelerine kısaca şu malümatı vermiştir:

Kararnamenin yetmiş beşinci sahifesinde büyük bir hataları var, o da şudur:

Ben Denizli müdafaatımda yazmışım ki; "Gizli düşmanlarımız bize hücum için istibdad-ı mutlaka Cumhuriyet namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-ı mutlakaya medeniyet nâmını vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun namını takmakla hem hükûmet ve adliyeyi iğfal, hem bizi perişan etmeye çalışıyorlar."

1538

Şimdi kararnamede; tamamıyla tahrif ve tağyir edilmiş, aleyhimize çevirmişler. O mahdut ve gizli münafıklara ait müdafaatımızı garazkâr ehl-i vukufun yanlışlarına istinaden hükûmete, bütün memurlara çevirip



1539

1680 büyük bir hata ve iftira etmişler.

Hem benim Kürtlüğüm hakkında insafsızca isnadları zâlimanedir. Bizim avukatlarımız bu iki noktayı, hem tamam müdafaatımı tam nazara alsınlar.

Hem içimizde olan Yahudi ve Hıristiyanlara, hem Peygamberi (A.S.M.) hem milletin ecdadlarını inkâr ve adavet edenlere mahkeme ilişmediği halde, neden Mustafa Kemal'e benim haklı tenkidimi ve onu sevmememi bir suç saymış?..

SAİD-İ NURSİ (132)"

Müdafaatta Üstad'ın bu meseleye dair diğer bazı cevabları:

Afyon mahkemesinden önce ve mahkeme safahatı içinde, Hazret-i Üstad'ın aziz şahsiyetine bu noktada iftiralı tecavüzler çok olduğu halde, Eskişehir ve Denizli müdafaalarında olduğu gibi, bu Afyon mahkemesinide fazla önemseyip cevab vermemiştir. Belki de "Ahmakın cevabı sükûttur" kaidesine uymuştur.

Ancak, az ilerde arzedeceğimiz Afyon Ağırceza mahkemesi heyetinin çok uzun kararnamelerinin gerekçesinde görüleceği gibi, savcının bu mevzuda bir çok tahriklerde bulunmasına rağmen, Üstad tarafından yine de mühim görülerek karşılık verilmemiştir. Müdafaatında bu meseleye temas etmişse de, diğer mes'elelerle beraber iç içe izahatta bulunmuştur. Fakat Afyon Ağırceza Mahkemesi heyetinin kararnamesinde yer alan bu maddeye bilhassa ağır cevablar verdiği gibi, avukatlarının da bu hususta cevab vermelerini istemiş, hatta hapisten çıktıktan sonra da zaman zaman bazı hamiyetkâr zatlara yazdığı mektuplarında, Afyon mahkemesi heyetinin o acib maksadlı iftiralarını bir ibret dersi olması için gözleri önüne sermiştir.

Hazret-i Üstad Afyon mahkemesi umumî müdafaatında bu hususta ezcümle şöyle demiştir:

"... Yirmi iki sene sıkıntılı sebebsiz bir nefyden sonra, tam serbestiyet (133) verildiği halde, binler akraba ve ahbabı bulunan doğduğu memleketine gitmeyerek; gurbeti, kimsesizliği tercih eden.. Ta ki dünyaya ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete temas etmesin.. ve çok sevablı olan câmideki cemaatın hayrını bırakıp, odasında yalnız namazını kılıp oturmasını tercih eden; yani halkın hürmetinden çekinmek olan bir halet-i ruhiyeyi taşıyan..

1540

(132) Afyon Hapsi mektupları -2, kırmızı defter. S: 76



(133)1947'de çıkan bir kanunla tek-tük kalmış şark menfilerinin ve yüzelli ikililerin serbestliğine bakan kanuna işarettir. A.B.

1541


1682

Ve yirmi sene hayatının şehadetiyle ve binler Türk kıymettar zatların tasdikiyle; dindar, müttaki bir Türk'ü, lâkayd çok Kürtlere tercih eden.. Hatta mahkemede (Denizli mahkemesinde) Hafız Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir Türk kardeşini, yüz Kürde değiştirmediğini ispat eden..

Ve hürmet ve ihtiram görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmiyen ve camiye gitmiyen.. ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle, bütün âsarıyla İslâmiyetin uhuvvetine ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan..

Ve Türk milleti Kur'an'ın bayraktarı ve senay-ı Kur'aniyeye mazhar olduğu için, o milleti çok seven ve hayatını onlar içinde geçiren bir adam hakkında, sabık vâli resmi lisan ile ihanet için propaganda yapmak ve dostlarını ürkütmek için: "O Kürttür, siz Türksünüz.. O Şafiidir, siz Hanefîsiniz" deyip herkesi ürkütüp ondan çekindirmeye çalışması...(134)"

Hazret-i Üstad'ın geniş ve uzun olan Afyon mahkemesi müdafaatından diğer bazı maddeler hakkında bölüm ve parçalarından bazı hususlar kaydetmek isterdik. Fakat talebelerin müdafaaları, temyiz lâyihaları, avukatların müdafaaları vesaireden bir hayli sahifeler kitaba gireceğinden, bilmecburiye kaydettiğimiz

nümûnelik bölümlerle iktifa etmek icabetti. Hem Üstad'ın o müdafaalarının tamamına yakın kısmı Büyük Tarihçe-i Hayat kitabında ve Şua’lar mecmuasında ve Osmanlıca Afyon mahkemesi müdafaatı eserinde neşredilmiş olduğundan, meraklılara istifade yolu açıktır diye kısa kestik.

TALEBELERİN MÜDAFAALARI

Afyon adliyesinde Üstad Bediüzzaman'la birlikte muhakemeleri devam etmiş, tutuklu ve tutuksuz kırksekiz kişiden yirmidördü müdafaa, itiraz ve temyiz lâyihalarını yazdılar, okudular ve verdiler. Üstad Hazretleri de talebelerine birer kısa müdafaa yazmalarını tavsiye etmişti. Müdafaa ve temyiz lâyihalarını yazan talebeler şunlardır:

Hüsrev Altınbaşak, Tahirî Mutlu, Zübeyr Gündüzalp, Mustafa Sungur, Mehmet Feyzi Pamukçu, Ahmet Feyzi Kul, Ceylan Çalışkan, Mustafa Usman,

Hıfzı Bayram, Ali Akdağ, Re'fet Barutçu, Mehmet Çalışkan,Hacı Osman Çalışkan, Hasan Çalışkan, Burhan Çakın, Mustafa Gül, Doktor Mustafa Ramazanoğlu, İbrahim Fakazlı, Salahaddin Çelebi, Ahmet Nazif Çelebi, İbrahim Ethem Talas, Mustafa Acet, Halil Çalışkan, Rıf'at Filizer'dir.

1542

(134) Afyon Hapsi mektupları kırmızı defter S: 61



1543

1682


Diğer talebeler bu müdafaalara "Biz de iştirak ederiz" şeklinde ifadeler vermiş ve böylece talebelerin müdafaaları da yapılmıştır.

Bilindiği gibi, Eskişehir mahkemesinde Nur talebelerinden hiç birisi yazılı müdafaa vermemiş iken, Denizli hadisesinde 70 kişi talebelerden beş on kişi yazılı müdafaalar yapmıştır. Fakat şu Afyon Mahkemesinde ise, Üstad'la beraber hapse girmiş talebeler az olduğu halde, yarısından fazlası yazılı müdafaalarda, hatta temyiz lâyihalarını yazmakta bulunmuşlardır. Bu da Hazret-i Üstad'ın yavaş yavaş talebelerini müdafaalara alıştırmak hikmeti için olsa gerektir.

AVUKATLAR

Afyon mahkemesi davasına, mahkemenin ilk karar gününe kadar yalnız üç avukatın müdafi sıfatıyla mahkemeye girdiklerini görüyoruz. Bunlar Afyonlu Ahmet Hikmet Gönen, yine Afyon'lu Halil Hilmi Bozcalı ve memleketini bilmediğimiz Kemal isimli bir zattır.

Mahkemenin, verdiği ilk menhus ve maksadlı kararından sonra ise, temyiz mürafalarına giren avukatlardan, yine avukat Ahmet Hikmet Gönen ile, Av. Hulusi Bitlisi Aktürk'tür.

Temyiz Birinci Ceza Dairesi, Afyon kararını esastan bozmasından sonra, mahkeme tekrar duruşmalara başlamıştır. Yani temyizin bozmasından sonra, altı buçuk sene devam eden da'vaya bir çok avukatlar daha girmişlerdir. Meselâ İstanbul Barosu avukatlarından Abdurrahman Şeref Laç bunlardan birisidir.

Bu avukatlar gerek Afyon mahkemesinin ilk karar tarihinden önce, gerekse karardan sonra, temyiz mürafalarından başka, herhangi yazılı bir müdafaaları elimizde mevcut değildir. Amma temyiz mahkemesinde yapılan mürafa da iki avukatın çok kıymetli, yüksek ve ilmî müdafaaları mevcuttur.

İşte müdafaa ve temyiz layihalarını yazan Nur talebelerinden yirmi dördünün, otuz parçayı bulan müdafaalarıyla, avukatların temyiz mürafaaları bir araya getirildiği farz olunsa, hacim itibarıyla büyükçe bir kitap halini alır. 1949 yılı içerisinde Osmanlıca olarak teksir edilmiş ve neşredilmiş "Afyon Mahkemesi Müdafaatı Birinci Zeyli" adındaki eserde bunlar yer almaktadırlar. Hazret-i Üstad henüz Afyon hapsinden

1544

çıkmamışken, umum müdafaaları ve ayrıca mahkemenin menfi olan kararnamesinin sureti ve talebelerin müdafaaları üç kitap halinde teksir edilmiş ve resmî makamlara ve halka dağıtılmıştır.



1545

1683


1546

1684


Afyon davasında yirmi dört Nur talebesinin yaptıkları müdafaalar hepsi de gayet merdane, pervasız ve kahramancadır. Tarih ve nesl-i âtinin bu müdafaaları ve sahiplerini ebedî minnet ve şükranla anacağı muhakkaktır. Ayrıca gerek Üstad'ın cihanşümûl, büyük ve müdellel merdane müdafaaları olsun, gerekse talebelerin aynı davadaki cesur müdafaaları olsun; aynı sene içinde kendi imkânlarıyla kitaplaştırarak bizlere bırakmış olmaları da pek büyük, unutulmaz bir hizmetleridir.

DERECELERİ

Eğer, talebelerin müdafaanameleri içinde delil, ikna ve ispat yanında, mertlik ve pervasızlık ile beraber belağat ve fesahat noktalarından bir seçim yapmak icab ederse, bize göre; o sıkıcı ve ağır şartların umumi kesafetli havası içerisinde ve muvacehesinde, Zübeyr Gündüzalp, genç olmasına rağmen, birinciliği kazanır tahmin ederim.

İkinciliği ise; parlak, şa'şaalı ve merdane ifadeleriyle Ahmet Feyzi Kul hak edecektir.


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin