20.1.1953 tarihinden başlıyarak, (Bu tarih, gazetenin makalesinin Türkçeye
tercüme edilip neşredildiği tarihtir) Üstad Bediüzzaman'ın hayatını ve
Risale-i Nur talebelerinin büyük hizmetlerini neşretmeye başladı. Eddifa'ın
baş muharriri İsa Abdülkadir, Eşref Edib'le irtibat kurarak Risale-i Nur'dan
ve Üstad'ın hayatından malûmat alıp neşretti. Eddifa' gazetesinin üstteki
tarih numaralı nüshasında ezcümle şunları söylüyordu:
"...Nur talebeleri Risale-i Nurla hem Türkiye'de hem bilâd-ı Arabiyede
komünistliğe karşı muhkem bir sed te'sis ediyorlar. Ben de Sebilürreşad
sahibi Eşref Edib'in yazdığı, Nur talebelerinin Üstad'ı olan Said-i Nursi'nin
tercüme-i halinden bir kısmını yazacağım.” diyor ve kısaca Hazret-i
Üstad'ın hayatını veriyordu.
5- Meşhur muharrir ve eski Tânin gazetesinin baş muharriri Hüseyin
Cahid'in çıkarmış olduğu "Yeni Ulus" gazetesi 1.4.1954 tarihli
nüshasında;
Demokrat iktidarının evvelâ Van'da, daha sonra da Erzurum'da inşasını
kararlaştırdıkları ve 373 sayılı kanunla Meclis'ten geçirdikleri Şark,
Üniversitesi (AT.Türk Üniversitesi) hakkında tenkidkârane yazısı üzerine,
Hazret-i Üstad'ın emriyle yanındaki hizmetkâr ve talebeleri de cevab
verdiler.
Evvelâ Hüseyin Cahid'in tenkidlerinden bazı bölümler alalım. demiş ki:
"...Üniversite Şark vilâyetlerinde kurulacakmış. Kanun öyle söylüyor. Bir
fakültesi bir şehirde, ötekisi başka bir şehir veya kasabada olacakmış. Fen
fakültesi olmıyacak, Tıp fakültesi olacakmış. Hukuk fakültesi olmıyacak,
Siyasal fakültesi olacakmış... Bunları işitmek istemiyorum. Böyle şey
nerede görülmüş? Dosta düşmana gülünç olmanın sırası mı? Üniversite bir
bütündür...”
Bu tenkidlerin altına Üstadın yanındaki talebeleri onun emriyle şu cevabı
vermişlerdir:
2051
"Bu Üniversiteye çalışan Said-i Nursi demiş: "Ehl-i fen mektepliler, Ulûm
u diniye ehli olan ehl-i medrese ve ahlâk ve terbiye-i ruhiyeye çalışan ehl-i
hakikat aynı darülfünûnda birer şu'besi bulunup, birbirinden istifade etmek
lâzımdır." dediğine işareten muharrir yazmış..."
(13) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 97
2052
1966
Yine Hüseyin Cahid'in bir başka tenkidi de "... Bir Üniversite mi
kuracağız? Bir Üniversite ki, kolu Erzurum'da, budu Elaziz'de, kanadı
Van'da, başı bilmem nerede olacak!.. Yazık değil mi, ayıp olmaz mı? Sonra
ilk ağızda altmış milyon liralık inşaat ve te'sisat ne olacak?..”
Bu tenkidinin de altında şu cevab yazılmış:
"Said-i Nursi mezkür Üniversitenin bir şu'besinin Bitlis, diğer şu'besinin
Diyarbekir, Elaziz'de olmasını teklif etmişti. İki sene evvel reis-i cumhur,
aynı mesele için seyahatinde Van'ı, Erzurum'u daha münasib görmüş...
Sultan Reşad, bu Üniversite için yirmi bin altun lira (Şimdiki para ile bir
milyon küsur(14)) ve sonra Ankara Meclis-i Meb'usanda o vakit iki yüz
meb'us varken, yüzaltmışüç meb'usun müttefikan imzasıyla, hatta o zaman
mevcud bulunan meb'uslar muhalif bulunmıyarak yüz elli bin banknot (o
zaman bir banknot bir altun lira idi) demek yedi buçuk milyon lira(15)
inşaasına vermeye imza ettiler. O zaman ihtiyaç bir ise, şimdi yirmidir.
Demek yediyüz milyon da olsa çok görülmemeli...
Demek ki, Şark'ın en mühim meselesi o zaman bu üniversite idi. Şimdi
yirmi derece daha ziyade ihtiyaç var. Nihayet yine Üstad'ımızın maddi ve
manevi gayret ve teşvikleri neticesiyle yapılmasına bu Hükûmet-i İslâmiye
zamanında karar verildi.
Yeni Ulus gazetesi, bu meseleyi perde ederek muhalif olduğu için, yeni
iktidarın bazı büyük memurlarından bu meseleye çalışanlara bir nevi irtica'
süsünü vermek istiyor. Halbuki bu mesele en yüksek terakki ve sulh-u
umuminin medarıdır.
Bu müessese, bu Hükûmet-i İslâmiyeye bazı Şeair-i İslâmiyeden Arabî
Ezan-ı Muhammedi ve din dersleri gibi pek çok kuvvet verecek, belki bu
hükûmetin istikbalinde, tarihlerde kemal-i takdir ve tahsinle yâdedilmesine
en parlak bir vesile olacaktır...
Üstad'ımızın hastalığı münasebetiyle
hizmetinde bulunan Nur talebeleri(16)"
6- Ve nihayet yukarda listesini verdiğimiz müfteri gazetelere cevab
yazılarının yirmiden ziyade kısmından bir altıncı nümuneyi de vererek, bu
fasla son verelim. Bu son nümune de, o zamanlar Akis dergisi muhabirle
2053
(14) Bu tarih,1954 olduğ'una göre, bu günki tarih olan,1987 yılı hesabıyla
olsa, yirmi bin altun bugünün parasıyla üç milyara yakın paradır.Eğer
1996ye göre hesaplansa;Bir tiriliyon Liradır A.B.
(15) 15 tirilyon T.L. dir. A.B. 1996 yılı hesabıyla hesaplansa,...A.B.
(16) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 102
2054
1967
rinden iken, bilâhare Vatan gazetesinde çalışan İlhamî Soysal'ın, Üstad
Bediüzzaman'la görüşme hikâyesini, onun itiraflı beyanından aldıktan
sonra; aynı günlerde gazetelerde çıkan iftiralı yazılara cevab olarak
neşredilen Nur talebelerinin yazısını da dercedeceğiz.
Gazeteci İlhami Soysal, Üstad Bediüzzaman'la görüşme hadisesini şöyle
anlatır:
"1957 seçimlerinden bir iki ay önce "Said-i Nursi, Menderes'in temin ettiği
özel bir arabayla DP'nin seçim propagandasına çıkmış" şeklinde Ankara'ya
haberler geliyordu. Ben o günlerde İsmet İnönü'nün damadı Metin Toker'in
Akis dergisinde çalışıyordum. İsmet İnönü ve Avni Doğan idarehaneye sık
sık geliyorlardı.
Ben Said-i Nursi'nin ziyaretine bizzat gidip görüşmek istiyordum. Mecmua
da beni görevlendirdi. Hem de ben gençlik heyecanıyla bir gazetecilik
yapmak istiyordum... Meseleye muttalî' olan İnönü ve Avni Doğan gitmemi
istemediler...(17) İnönü Said-i Nursi'yi Meşrutiyet yıllarında tanıyormuş.
Avni Doğan dâ Kastamonu Valisi olduğu zaman onunla münasebetleri
olmuş.
İnönü: "Gitme! Başın derde girer. Son derece zekidir. Son derece
kurnazdır, başın belâya girer." dedi. Avni Doğan da aynen İsmet Paşa gibi
konuştu: "Çok te'sirli bir kişidir, çevresine çok etkindir, gitme!..” dedi.
Yanımda arkadaşım Tarık Dursun Kılınç olduğu halde, Isparta'ya geldim.
Bir hafta kadar uğraştıktan sonra, bir vasıta ile Said-i Nursi ile görüşmeye
muvaffak oldum. Ellerini öptük. kendimizi talebe diye tanıttık.
Üniversitelilerin Nur Risalelerini okuyup anlamalarından memnuniyetini
belirtti. Bir buçuk saat kadar yanında kaldık.
Bu arada ağzından lâf kapmaya çalışıyorduk. Duvarda haritaya benziyen
bir levha vardı,(18) eski yazı bilmediğim için anlıyamadım.
2055
"Masonluk ve komünistlik bu vatan için büyük tehlike teşkil etmektedir"
dedi. Ayrıca "Halk Partisi de bu vatan için büyük bir tehlikedir" diye ilâve
etti. "Biliyorsunuz Halk Partisi ekolu, lâisizmi başka türlü anlar, dinsizlik
şeklinde anlar ve böyle de tatbik etmişlerdir" dedi.
(17) İlhami Soysal'ın, burada İnönü'nün kendisini Isparta'ya
Bediüzzaman'la görüşmeye gitmesini istemediğ'ini yazmışsa da, bizce bu
bir siyaset oyunudur. Zahiren öyle demiş, amma aslında onu tahrik eden ve
gönderen onlardır. Hem İnönü'nün, hem Avni Doğan'ın ve Akis Dergisi
sahibi İnönü'nün damadı Metin Toker'in istememelerine rağ'men gittim
demesi pek inandırıcı değ'ildir. Bilâkis onların müşterek tertibiyle olduğ'u
kesindir. A.B.
(18) Bu levha harita değil, Üstad'ın "Mübarek Şecere" dediğ'i Âlem-i
İslâmda yetişen büyük evliyaların isim ve meslek şecerelerinden ibaret
büyük levha gibi bir yazıdır. A.B.
2056
1968
DP'den stayişle bahsetti. O günlerde Tevfik İleri ve Celal Yardımcı ile
görüştüğünden, onların ziyaretinden bahsetti. "Demokrâtlar vatanperver
insanlardır" dedi. Onların içlerinde masonların olduğundan yakındı.
Alfabenin değişmesinden şikâyet etti. O günlerde yeni çıkan "Sözler" isimli
kitabından bize hediye etti. Elini öptük, bizi talebeliğine kabul etti.”
Gazeteci İlhami Soysal, bu görüşmeden sonra, Akşam gazetesinde
Bediüzzaman'ı şöyle tarif ediyordu:
"...Karyolanın üstünde sırtı yastıklarla desteklenmiş, başında puşuya benzer
bir sarık bulunan gür beyaz bıyıklı, yeşille mavi arası çini parıltılı, acaib ve
keskin bakışlı Bediüzzaman Said-i Nursi ile göz göze geldik.(19)"
CHP MENSUBU GAZETELERİN İFTİRALARINA CEVAB
1957 seçimi yaklaştığı günlerde, yine İnönü ve CHP yanlısı bir çok
gazeteler, iftiralarla güya Menderes Bediüzzaman'a bir hususi otomobil
almış, o da seçim propagandası için köylerde dolaşıyormuş diye yaygara
yapıyorlardı. Buna karşılık Üstad'ın hizmetkârları Isparta emniyeti muhatap
olmak üzere bir cevap yazdılar ve neşrettiler. O cevab aynen şöyledir:
(Bazı bölümlerini alıyoruz)
"ÜSTAD'IMIZIN KÖYLERDE DOLAŞTIĞINA DAİR ÇIKARILAN
UYDURMA HABERE KARŞI BİR CEVAB
Üstad'ımız Said-i Nursi'nin iki senedenberi misafir bulunduğu Isparta
emniyetine bir maruzatımızdır:
1- Üstad'ımız Said-i Nursi otuz senedenberi bu Anadolu memleketinde
gezdiği için, bütün vilâyet ve kazalarda kendisini zabıtanın bir misafiri
olarak telâkki etmiş.. Ve zabıta efradı da daima dostane ve himayetkârane
muamele göstermiştir, Kur'an'ın hakiki ve parlak bir tefsiri olan Risale-i
Nuru Isparta'da otuz sene evvel te'life başlıyan Üstad'ımız, hakaik-ı
imaniyeye gayet te'sirli bir surette hizmet etmekle, tamamen ahirete
müteveccih olan bu hizmetinin dünyevî bir faydası olarak: İman sebebiyle
kalblerde fenalığa karşı daimî bir yasakçı bırakmıştır. Bunun neticesidir ki,
asayişin teminine vesile olmuştur.
2057
Evet, Üstadımız adalet-i hakikiyeyi ifade eden Yani: “Birisinin hatasıyla
başkası mes'ul olmaz" ayet-i Kur'aniyesi ve "Bir masumun hakkı yüz şerir
için dahi feda edilemez" gibi düstur-u Kur'aniye gereğince, yüzde on zalim
yüzünden doksan masumlara zarar vermek hakiki adalete, evamir-i
Kur'aniyeye tamamen zıdtır diye her tarafta neşretmiş.. Ve kendisine,
zulüm yapılmasına karşılık, "Millet-i İslâmiyenin selâ
(19) Aydınlar Konuşuyor S: 44
2058
1969
meti için ben değil dünya hayatımı, belki ahiret hayatımı dahi feda
ediyorum" demiş ve demektedir.
Risale-i Nurun hakaik-i imaniye dersleriyle ve bütün
mahkemelerde beraeti netice veren müdafaalarındaki Kur'anî hakikatlarla,
hayat-ı içtimaiyenin uhrevî ve dünyevî saadetine rehber olan hakaiki ders
veren ve dolayısıyla asayişin muhafazasına ve emniyet-i umumiyenin
teminine en büyük vesile Üstad'ımız olduğu, hayat-ı içtimaiyenin saadetiyle
alâkadar hamiyet-perver zatların tasdikiyle Sabittir...
İman hizmetinin manevî, uhrevî faydalarından kat’-ı nazar: dünyevi, millete
ait bir faydasını vaktiyle Üstad'ımız şu suretle ifade etmiştir -ki zaman
bunun ne kadar doğru olduğunu göstermiştir- O zaman demiş:
"Şimdi bu memleketin, bu vatan ve milletin saadet-i hayatiye ve ebediyesi
noktasında iki müthiş cereyan var.
Birisi: Şimalden çıkan dehşetli dinsizlik cereyanının bu vatanı manevî
istilâsına karşılık, Kur'anın hakikatları ve imanın nurlarıyla mukabele
etmektir. Çünki o dinsizlik cereyanı manevî tahribat nevinden ol duğundan,
karşısında bir manevî mukabele olmalıdır. Hakâik-i Kur'aniyenin lem'aatı
olan Risale-i Nur, manevî tamirci bir atom bombası olarak bu dalâlet
cereyanına mukabele edebilir ve etmiştir.
İkincisi: Bin senedenberi İslâmiyetin kahraman bir ordusu ve bayraktarı
olan Türk Milletine Âlem-i İslâm'ın adavetini izale etmek ve Türkler yine
eskisi gibi İslâmiyetin kahramanlarıdır kanaatı verdirmektir. Bu suretle dört
yüz milyon hakikî kardeşleri bu millete kazandırmakla,saadet-i hayatiyesine
en ehemmiyetli bir hizmeti îfa eylemektir ki; Risale-i Nur iman hakikatlarını
bu vatanda neşrederek bu azim faydayı fiilen göstermiştir...
...Üstad'ımız hastadır, hatta cum'aya dahi çıkamamaktadır Ara sıra hava
almaya pek ziyade muhtaç oluyor. Bu sebebten pek nadir olarak, kendine
mahsus bir odası bulunan ve otuz sene evvel on sene ikamet ettiği Barla
köyüne gider, bir müddet kalır gelir Bazen de burada yaz mevsiminde
insanların bulunmadığı şehrin haricindeki mahallere giderek, iki üç saat
teneffüs eder, gelir. İhtiyarlığı ve hastalığı dolayısıyla yayan
yürüyememekte olduğundan ve halkın hürmetkâr vaziyetiyle rahatsız
etmemesi için, bu basit gidip gelmeyi otomobil(*) ile yapar. Bunun haricinde
hiçbir köye ve meskûn hiç bir mahalle, hatta otuz senelik dostları bulunan
2059
yerlere dahi mezkûr sebeblerle gitmiyor. İşte vaziyet bundan ibarettir.
Hakikat-ı hal de budur.
Hizmetinde bulunan
Tahiri, Zübeyr,(20)
(*) Bu otomobili Üstadın talebelerinden bir iki zat kendi paralarıyla
almışlardı.A.B.
(20) Osmanlıca Emirdağ-2 Yeşil defter S: 69
2060
1970
Yine C.H.P mensubu bir gazetnin,inkilab aleyhtarlığı meselesiyle Kürtlük
veya
Kürtçülük iftirasına karşı Üstad Bediüzzamanın bir cevabıdır:
“.....O Halk partililerin müfrit kısmından, o gazeteci, iki acib yalan ve
iftirası bu noktayı yazmaya beni mecbur etti ki:Birisi:Cildlerle kitapları
inkilap
aleyhindedir diye demesi, gösteriyor ki; O,Hakaik-i Kur’aniye ve
imaniyenin haricinde sırf bir dinsizlik manasını inkılaba vermiş..İnkilabı
öyle kabul ediyor.Bu müslüman millete bu iftirayı eden belasını bulacak!..
İkinci iftirası:Diyor ki:“Said-i Nursi kürt milliyetini din namına Anadolu
evlatlarına neşrediyor..”Acaba bu bedbaht, İslamiyet milliyeti kürt milliyeti
demekle, divanece manamı veriyor?.Ellibeş seneden beri“ırkçılık frengi bir
hastalıktır ki, frenkler İslamiyeti parçalamak için içlerine sokmuşlar”
deyip,ellibeş senedenberi “ Milliyetimiz yalnız İslamiyettir” der.. Bütün
eserlerinde bu esası takip etmiş, gitmiş bir adam hakkında böyle bir isnad,
yirmi derece bir iftiradır. Kürtlük isnadıyla ilişenlere karşı hücumat-ı
Sittenin bir desisesinde ve yirmialtıncı mektubun bir kısmında kat’î cavabı
var olmakla beraber, ellibeş seneden beri, hatta mart hadisesinde ırkçıların
kulüpleri açıldığı zaman, onların umumuna: “ Milliyetimiz İslamiyettir..
Bütün biz kardeşiz. Irkçılıkla tefrika vermeyiniz. Türk milliyeti, İslamiyet
milliyeti içinde mezc olmuştur. Türk milliyeti İslamiyet milliyetidir” diye o
dehşetli hadisellerde belayı onda birisine indiren.. Ve bütün memleketini ve
akrabalarını ve aşiretlerini bırakıp,sırf Türk milleti evladına hakikat-i
imaniyeyi ders veren.. Ve yirmi sekiz sene işkencelerle azabı çektirdikleri
halde, o hizmet-i imaniyeden vazgeçmeyene bu ırkçılığı isnad etmek, yüz
derece bir haksızlık ve insafsızlıktır.
Hem, “ medeniyet nikahı içinde şer’î nikahta yapılsın” demesini, aile hayatı
aleyhinde sayılması, o gazetecinin bu dinin kıymetini takdir etmediğini ve
din aleyhinde olduğunu ima ediyor.
El Baki Hüvel Baki
Kardeşiniz
Said-i Nursi”
(Muntehap mektuplar dosyası Numara 1)
HATIRA GELEBİLEN BİR MESELE:
NEDEN ÜSTAD BİR GAZETE ÇIKARTTIRMADI?
2061
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bilhassa 1950'den sonraki yıllarında CHP
ve sol basın bütün şirret ve şiddetiyle onun aleyhinde iftiralar düzerek
neşrettiği,Bunlara mukabil o da ortaya atılan o kabil iftiralara şahsen veya
talebeleri ve dostları vasıtasıyla cevab vermeye, o iftirayı bertaraf etmeye
2062
1971
hizmet-i Kur'an noktasında mecbur olduğu halde; ve verdiği cevabların
ekserisi gazetelerle neşredilmesi zahir hale göre kaçınılmaz iken, bu
cevabların çok az bir kısmı, tek-tük dost gazetelerde neşredilmiştir.
Düşünüyoruz da, acaba Hazret-i Üstad'ın bir tek işaretiyle -Bilhassa o sıra
bir kaç gazete kurulabilmesi imkân dahilinde iken ve Hazret-i Üstad basına
da çok önem verdiği halde, neden Risale-i Nurun bütün mes’elelerini,
düşmanların iftiralarına karşı olan cevabları dünyaya neşredebilecek Nur
cemaatı adına bir gazetenin kurulmasına hiç bir teşebbüsü olmadı.
Teşebbüs şöyle dursun, hiç bir işareti ve buna dair hiç bir hususî meyli de
olmadı? Evet hiç olmadı... Hatta değil kendisinden gelen bir meyil, arzu ve
işaret; onun dışında olarak talebelerinden gelen gazeteye dair bir niyeti dahi
tasvib etmediğini yanında bulunmuş talebeleri ifade ediyorlar.
Abdullah Yeğin Ağabey diyor ki: Bir ara Salih Özcan ve diğer bazı
hareketli zatlar, Üstad'a gelerek bir gazete çıkarmak, (yani Nur cemaatı
adına bir gazete çıkarmak) fetvasını Üstad'dan almak istediler. Hazret-i
Üstad bu zatları kırmadan şöyle buyurmuşlardı: "Ne zamanki Ayasofya
yine câmi oldu, bizim de o zaman bir gazetemiz olabilir" diye Abdullah
ağabey bizzat bize anlatmıştır.
Sair mevcut dost gazete sahiplerini de, okşayıp taltif eden bir çok ifade ve
beyarıları yanında, onları daima bir olmaya, birlik olmaya ve hatta
birleşerek tek bir gazete çıkarmaya teşvik ve nasihat etmiştir. Dost
gazetelerde, Üstad'ın bazı yazılarını, yani müdafaa ve bazı mektup
parçalarını neşredilmesine de, zarurî' zamanlar hariç, pek razı olmadığını
görüyoruz. Zarurî zaman dediğimiz şey ise, 1950-1956 arasıdır. Bir de
hapiste bulunduğu sıralardaki müfterî gazetelerin yalanlarına karşı dost
gazetelerin yaptığı neşriyatlarıdır. Bu gibi zamanlarda, meselâ devam eden
Afyon Mahkemesi, Gençlik Rehberi ve Samsun mahkemeleri, İsparta'da
açılan mahkemeler ve Üstad'a şapka yüzünden verilen sıkıntılar vesair
hadiselerin cereyan ettiği tarihler...
Lâkin arzettiğimiz veçhile fedakâr Nur talebeleri gerek bu meselede,
gerekse sair hususlarda her şeye hazır iken: Hazret-i Üstad öyle bir
gazetenin çıkarılması hususunda hiç bir meyli olmamış. Meyil şöyle dursun,
hariçte tekevvün eden teşebbüslere de katılmamış ve desteklememiştir.
Acaba bu halin hikmeti ne idi?
2063
Evet, bunun hikmetlerini ve esrarını gösteren; Üstad'ın vefatından sekiz
sene sonra, bir çok katı şartlar ve muhkem tedbirler altında çıkarılan ve ilk
başta cemaat adına çıkarılmamış olduğuna azamî ihtiyat tedbirleri içerisinde
gizletilen ve ilk ismi "İttihad" ikinci ismi "Yeni Asya" gazetesinin Nur
cemaatine getirdiği şâibeler, siyasî lekeler, dedikodular ve cemaât adı
2064
1972
nı küçülten,manevi makamını küçükletir menfaatperestlik ittihamlarını
celbeden hareket ve davranışları cereyan etmişti. Evet, adı geçen gazetenin
ve onu çıkaranların şahısları hakkında gelmiş bir sürü menfi dedikodular
Hazret-i Bediüzzaman’ın Nur cemaatı adına çıkarılacak bir gazetenin
şekline karşı gösterdiği tahazzür ve ihtisasının hikmetlerini böylece zaman
göstermiş ve o hikmetler için kâfi gelmiştir. Başka bir hikmet aramaya da
lüzum yoktur.
BİR HATIRLATMA
Hazret-i Üstad'ın son hayat faslını, on bölüm halinde kaydedeceğimizi
başta yazmıştık. Buraya kadar altı bölümünü yazdık. Geri kalan dört
bölümden iki bölümü bu geçen altı kısımların içinde dercedilmiş oldu.
Böylece sekiz kısımlar içiçe dercedilerek yazıldı. Geri kalan iki bölümden
birisi, mu'cizeli Kur'anın tab'ına dair Üstad'ın çeşitli girişimleri hakkındadır.
Diğeri de, zaman zaman yanındaki talebelerine yazdırmış olduğu bütün
vasiyetnamelerini ihtiva eden husustur. Buraya kadar yazılmamış olan bu
iki kısmın mes'eleleri, bölümler halinde sıraya dizerek değil, az sonra
gelecek "Müteferrik Hadiseler" bölümünde veya sonrasında kaydetmeyi
daha uygun bulduk. Bu düzeltmeden özür dileriz.
MÜTEFERRİK HADİSELER KISMI
Bu kısımda, Hazret-i Üstad'ın, 1950-1960 arası hayatında Nur hizmetiyle
ilgili yapılan, başarıları veya zuhura gelen hadiseler ve inkişaf eden çeşitli
hizmet
merhaleleri ayrı ayrı şekilde kaydedilecektir. Bunların her bir nev'inin
müteaddit hadiseleri vardır. Bu hadiseler inşaallah tek tek tarih sırasına
uygulanarak yazılacaktır. Her birisi için 1950'den başlanacak, sonraki
yıllara, neticesine götürülecektir.
1-HAZRET İ ÜSTAD'IN SEYAHATLERİ
Bilindiği üzere, Hazret-i Üstad DP iktidarına kadar gönderildiği yerlerde
hep mecburi iskâna tabi' tutulmuş, kalabend şeklinde yaşattırılmıştır.
Bulunduğu yerin yakın bir köyüne gitmesine bile çoğu zaman müsaade
edilmemişti. İskân edildiği mıntıkadan kendi ihtiyarıyla başka yere
gitmesine -Velevki basit bir hava almak için olsun- kesinlikle müsaade
edilmemiştir. O kadar af kanunları çıktığı halde, Üstad Said-i Nursi her
zaman ve her defasında müstesna bırakılmıştır. 1925 Şubatından, 1950
Mayısına kadar yirmibeş sene bilâfasıla hep menfî ve esir muamelesi
görmüştür. Bu zaman zarfında kendi ihtiyarıyla bir kasabadan diğerine
gitmeyi aklından bile geçirmemiştir. Çünki mümkin değildi, memnu'du.
Kendisi de müracaata tenezzül etmemekteydi.
2065
1973
Fakat 1950 DP iktidarında durum değişti. Bilhassa Temmuz 1950 umumi
af kanunuyla birlikte artık Hazret-i Üstad da serbestti. Kendi ihtiyarıyla bir
vilâyetten diğerine, kimseden herhangi bir izin almadan gidebilme imkânı
hasıl olmuştu. Bununla beraber, Üstad Hazretleri DP hükûmeti iktidara
gelir gelmez hemen bu serbestliğini izhar etmemiş ve tatbik etmemişti. Bir
buçuk sene kadar daha beklemiş, 1951'in son aylarında ufak bir seyahat
tertiplemişti.
İLK VE SEYAHATİ, ESKİŞEHİR'E
Hazret-i Üstad, ancak yirmiyedi sene sonra kendi rey ve ihtiyarıyla
yapabildiği bu ilk ve birinci seyahatını, Emirdağ'dan hemen yanı başındaki
Eskişehir vilâyetine yaptı. Bu ilk tecrübe mahiyetindeki seyahat 20.11.1951
günü (21) hicri 1371'in yılbaşısı olan muharrem ayının ilk günlerine
rastlıyordu. Üstad'ın bu ilk seyahati çok mânidardı. 1371 Hicri Yılbaşısıyla
dünyada ve Türkiye'de yeni bir devre başlıyordu. Rumi 1327'de Şam'da
verdiği Şam hutbesinde; 1371'de vuku’ bulacak olan müjdeli, saadetli
haberleri, ta o zaman hemen vuku’ bulacak gibi müjdelemiş, aradaki
kırkbeş senelik fetret ve keşmekeşlik zamanını nazara almamıştı. Arabi
Hutbe-i Şamiye eserini de kendisi 1951 yılı içerisinde Türkçeye tercüme
etmiş ve 1327 yerine 1371 senesini nazara vermiştir. Onun bu ilk seyahati,
kim bilir belki de dünyada yeni açılan bu devreyi bir kutlamak nevinden
olabilirdi.
Ayrıca Hazret-i Üstad'ın bu ilk seyahati, maddî ve manevî olmak üzere iki
cihetle sebepli idi. Manevî ciheti: Eskişehir vilâyetinde 1935-1936
yıllarında bir sene onun hapishanesinde kalmıştı. Oranın suyu ve havasıyla,
ekmek ve erzakıyla tagaddi etmiş, imtizac etmişti. Hatıralar almış,
hatıralar bırakmıştı. Hapis, azap
ve çile ile de olsa; Üstad'ın kaldığı yerlerle maddî manevî irtibatlar, alâkalar
kurması ve oralarla çok samimî şekilde münasebettar olması onun
vefadarlığının, sadakatkârlığının her zaman değişmiyen icablarıydı. İşte
Üstad'ın Eskişehir'e bu seyahatinin (ilk ve âni seyahatinin) manevî sebebleri
bu gibi hususlar ve münasebetler de olabilirdi.
Amma maddî sebeb ve ciheti ise: Eskişehir vilâyeti Emirdağ kazasına çok
yakın olması ve orada yeni yeni çok samimi ve müştak talebelerinin zuhur
Dostları ilə paylaş: |