Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə94/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   112

hatalar edebilir, sehivlere ve yanlışlara girebilirler. Lâkin onların üzerindeki

Hazret-i Üstad'ın himmet ve duaları ve elbetteki manevî tasarrufları olduğu

için; tezkiyesiz insanlar gibi pes-payeli menfaatlere, iman ve Kur'an ve

ahiret zararına sapık mesleklere giremez ve katılamazlar....

2184

Bu nokta-i nazardan bu zatları beğenmemek, aleyhlerinde bulunmak, hele



gıybetle tenkid etmek; elbette Hazret-i Üstad'ı beğenmemek ve onun

harekatını tezyif ve tenkid etmek çıkar...

(81) Hatıra Dosyası No: 34

2185


2054

MÜTEFERRİK HADİSLER-9

Hz.ÜSTAD'IN ZEHİRLENDİRÎLMELERİ

Hazret-i Üstad 1950 yılı içinde onbeşinci defa zehirlendirilmesinden başka;

1952, 1953, 1954 ve dahası vefatına kadar resmî yazılarında ondokuz

defayı, fakat şifahî sohbetlerinde yirmi bir defayı bulan zehirlendirilmeleri

olmuştur. Lahika mektuplarında geçen 1950'ye kadarki bu on beşinci

defaya ek olarak, altı defa daha,Üstadın şifahî sohbetlerinde bu sabit olan

zehir hadiselerinin belki tek tek zamanını ve keyfiyetini tesbit etmek

mümkin olmıyacaktır. Bu altı defaki son zehirlenmelerin, Üstad'ın

ifadelerinde üç dört tanesi sarih geçmektedir. Diğerleri ise zaman ve

keyfiyet itibarıyla belli değildirler.

HAZRET İ ÜSTADIN ONALTINCI ZEHİRLENME HADİSESİ

29.1.1988 Cuma günü kardeşi İsmail Fakazlı'nın evinde İnebolu'lu İbrahim

Fakazlı Cemaat huzurunda anlattı, Ahmed Aytimur da tasdik etti. Hadise

şöyledir:

"Üstad Hazretleri 1952'de Gençlik Rehberi Mahkemesi dolayısıyla İstanbul

Akşehir Palas otelinde kaldığı günlerde ziyaretine gitmiş ve Üstad'ın

kaldığı odasının yanındaki bir odada bir kaç gün kalmıştım. Bir gün

yemeğinden artan bir kaç köftesini bir sefer tasında ağzı kapalı şekilde

pencerenin saçağına bırakarak yatmış. Sonra geceleyin o köftelerden bir iki

tanesini yemiş ve zehirlenmişti. Gece yarısı beni kaldırdı. Üstad'ın yüzü

kıpkırmızı olmuş, gözlerinin içine kadar kızarmıştı. Bana "Ziya ve

Abdulmuhsin nerdedirler."dedi. Dedim efendim Süleymaniye'ye gittiler.

"Git, acele çağır gelsinler" dedi. Acele gittim, Ziya'yı Süleymaniye'de

uykudan kaldırdım getirdim. Üstad hiddetle Sefer tasının kapağının nerede

olduğunu sordu ve "Benim yemeğime zehir katmışlar" dedi. Biz gittik,

dışarıya bakan penceresinin altındaki bahçeye baktık, aradık, kapağı

bulamadık. Oradan da pencereye kadar çıkmanın hiç imkânı yoktu.

Sonra Üstad bana: "Git otelde yatanların isimlerini tesbit et!" dedi. Ben

efendim bunu ben yapamam dedim. Sonra Üstad otelciyi çağırttı. Otelde

yatanları tesbit etti. Sonra bize dedi ki; "Edirne'den hususî bu iş için gelmiş

adamlar benim yemeğime zehir katmışlar" ve o adamları çıkarttı, yanına

çağırdı. Onlara nasihat etti. Sonra bize dedi ki: "Bu işi yapanlar Ermeni

Taşnak komitesine mensub olup, Edirne'den hususi şekilde bu iş için

gelmişler" Ahmed Aytimur da aynen tasdik etti.

2186

Onyedinci zehir hadisesi;İstanbul Gençlik Rehberi mahkemesinden



döndüğü aylarda vaki' olduğu anlaşılıyor. Zira, 1 Nisan 1952'de

Emirdağ'da yazmış olduğu bir mektubunda şöyle diyor:

2187

2055


Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Evvelâ: Seksen sene bir manevî ömr-ü baki kazandıran şuhur-u selâsenizi

ve mübarek kudsî gecelerinizi ve leyle-i Rağaibinizi ruh-u canımızla tebrik

ve her bir Nurcunun manevî kazançları ve duaları umum kardeşleri

hakkında makbuliyetini rahmet-i ilâhiyyeden rica ve hizmet-i Nuriyede

muvaffakiyetinizi dahi tebrik ederiz.

Saniyen: Tesemmüm (82) vesilesiyle nisyan-ı mutlak hastalığının musibeti

benim hakkımda bazı hakaikin keşfine bir ni'met ve merhamet hükmüne

geçtiği ve anahtar olduğuna, bana çok acımamak için haber veriyorum.

Fakat yine duanızı ruh-u canımla rica ediyorum(83)” ...

On sekizinci zehir hadisesi; Kuvvetli tahminlerle 2.9.1953'de kadir

gecesinde olmuştur. Barla'da bir kadir gecesinde kaleme alınan

mektubunda bu onsekizinci zehir hadisesini Hazret-i Üstad şöyle izah eder:

Aziz Sıddık Kardeşlerim!

Âlem-i İslâmda Leyle-i Kadir telâkki edilen bu Ramazan-ı Şerifin

Yirmiyedinci gecesinde bir nevi tesemmüm ile, şiddetli bir mide hastalığı

içinde sinirlerimi ve vicdan ve kalbimi istilâ eder gibi, manevî bir diğer

dehşetli hastalık hissettim. Bu maddî ve manevi iki dehşetli hastalık içinde

şefkat hissiyle bütün zihayatların elemleri hatıra geldi. Şahsî hastalığımdan

daha ziyade elim bir halet-i ruhiyeyi hissettim. Bununla beraber seksen

küsûr seneye varan ömrümün sonunda seksen sene bir manevi ibadeti

kazandıran en son Leyle-i kadrime layık çalışamayacağım diye sabık iki

dehşetli hastalıktan daha şiddetli hazin bir me'yusiyet içinde asaba gelen ve

nefs-i emmarenin vazifesini gören bir elim his beni ezdiği zamanda, ayet-i

hasbiyenin bir sırrı imdadıma geldi; bu hastalığı izale edip, Cenab-ı Hakk'a

hadsiz şükür olsun ki, hilaf-ı me’mul bir tarzda dayandım. Bu üç

hastalığıma da, böyle üç merhem sürüldü.

Maddi hastalığın, Hastalar Risalesinde isbat edildiği gibi, bir saat hastalık,

sâbir ve mütevekkil insanlara hiç olmazsa on saat ve leyle-i kadir de ise,

daha ziyade ibadet hükmüne geçtiği gibi, benim bu leyle-i kadirdeki

hastalığım, iktidarsızlığımla yapamadığım leyle-i kadirdeki hizmetin yerine

geçmesiyle tam şifa verici bir merhem oldu.

(82) Eğer bu hadise, İstanbul Akşehir Polas okelindeki zehirlenmesinin

devamı ise, o zaman sıra onaltıncıdır. A.B.

(83) Emirdağ-2 Fotokopi asıl S: 47

2188


2056

Ve bütün zihayatın hastalık ve elemlerinden şefkat sırrıyla bana gelen

teellüm marazını; Rahimiyet-i İlâhiyyenin tecellisiyle, yani o mahIukları

yaratanın şefkat ve rahimiyyeti ve rahmeti tam kâfi olmasından onların

elemlerini, onlar için bir nevi lezzete veya mükâfata çevirdiğinden o

rahmet-i ilâhiyyeden daha ileri şefkati sürmek manasız ve haksız

olduğundan o şefkatten gelen elemi bir manevî sürura çevirdi. Yalnız

merhem değil belki şifa verdi.

Ve en son ömrümde en ziyade kıymettar manevî bir hazineyi

kaybetmekteki manevî eleme karşı; Nurun hâs şâkirtlerinin her birisi şirket

i maneviye sırrıyla umum namına dahi dua ile ve a’mal-i saliha ile

çalıştıklarından, hem Elhüccetüzzehra'da hem Nur anahtarında izah edilen

teşehhüdde ve fatihada bütün mevcudat ve zihayat cemaatının dualarına ve

tevhiddeki davalarına iştirâk suretiyle; hususan toprak, hava, su ve nur

unsurları birer dil olmasıyla topraktan çıkan bütün hayat hediyeleri ve

sudan


mübarekât ve tebrikât.. Havadan şükür ve ibadetin temessülleri ve nur

unsurundan maddî ve manevî tayyibatlar, güzellikler tarzında, teşehhüdde

ve fatihada kâinattaki bütün ni'metlerden gelen şükürler ve hamdler ve

bütün mahlûkatın, hususan zihayatların küllî ibadetleri ve bütün istianeleri..

Ve doğru yolda giden bütün ehl-i hakikat ve ehl-i imanın yolundan

gidenlere manevî refakat etmekle onların dualarına ve da'valarına tasdik

suretinde âminlerle iştirak ederek, âmin demekle hissedar olmanın küllî sırrı

o gece imdadıma geldi. Gayet hasta, zaif, me'yus bir halde cüz'î bir hizmet

edememekteki manevî elim hastalığıma öyle bir tiryak oldu ki; ben

hakikaten en sağlam hallerimde ve en genç zamanlarımda en zevkli ve

lezzetli evradımda bulmadığım bir manevî süruru hissettim ve hadsiz şükür

edip o dehşetli hastalığıma razı oldum.

Elbaki Hüvelbaki Kardeşiniz

SAİD-İ NURSİ"

dedim.

Çok hasta Üstad'ımızın hizmetinde bulunan bizler (Yani Sıddık Süleyman,



Tahiri, Zübeyr, Ceylan, Bayram) o hastalığa ait bu yazı münasebetiyle,

Üstad'ımızla beraber umum kardeşlerimizin bayramlarını ve leyle-i

kadirlerini tebrik ediyoruz. Üstadımız diyor ki: "Benim kanaatım var ki;

benim âfiyetim için mübarek kardeşlerimin ettikleri dualarının

makbuliyetinin bir neticesidir ki; böle acib bir hal, garib bir tarza döndü.(84)”

(84) Emirdağ-2 aslı Hüsnü Bayramoğlu Defteri S: 28

2189

2057


Ondokuzuncu zehir hadisesi: kuvvetli tahminlere göre 1954 veya ellibeş

yıllarında olmuştur. Bu hususta Üstad'ın hizmetkârları Üstad'ın emriyle

şöyle bir mektup neşrettiler:

“Çok hasta Üstad'ımız hakkında haber aldık ki; gizli bir dinsiz komite çok

para ile, hatta bir vakit kırk bin banknot ile Üstad'ımızı imha etmek için

sarfetmek teşebbüsünü, onbeş sene evvel kat'î haber aldığı vakit, Üstadımız

dedi: "Hıfz-ı ilâhî, inayet-i ilâhiyye bize kâfidir. Onlar ne yaparlarsa

yapsınlar."

Onlar pek acib vasıtalarla on sekiz(85) defa zehirlemeye çalıştıkları halde,

Cenab-ı Hakk'a şükür hıfz-ı ilâhî onu kurtardı. Fakat çok zaman sonra

Üstadımız hissetti ve işitti ki; bazı dostlarına bir rüşvet ile beraber, kendini

dost gösterip düşmanlık suretinde, güya bir cihette Üstad'ımıza bir fayda

verecek gibi bazı hâs dostlarını ve o dostların akrabasına büyük bir yekûn

bahşiş verilmeye teşebbüsler var.

Üstad'ımız bu şeyi hissetmesiyle dedi: "Bu fedakâr talebelerim ve dostlarım

ruhlarını, dünya menfaatlerini benim için feda ediyorlar. Ben de bir iki sene

hastalık musibetleri kabul edceğim...Ta o fedakâr talebelerimin hayatları

yirmi sene o bahşişle fayda görsün!..”

Birden kalbine ihtar edildi ki; ve yüz hadise ile ispat oldu ki; Risale-i Nura

zarar vermek niyetiyle büyük bir maksud hatırı için bir kusur olduğu vakit,

aks-i maksudu ile tokat yedikleri muhakkak olmasından , O büyük

bahşişler, düşmanlar tarafından gelen o büyük mallar aks-i maksadla netice

verdiğinden; yani o aldığı bahşişin on misli dünyada da zarar göreceği

muhakkak olduğundan; Üstad'ımız o fedakârlıktan vazgeçti ki, dostlarına,

hâs kardeşlerine zararlar, tokatlar gelmesin. Onun için "A'zami dikkat

ediniz, çok dikkat ediniz!" diye mükerreren emretti.

Tahiri, Zübeyr, Ceylan, Bayram, Hüsnü (86)"

Ondokuzuncu veya yirminci zehir hadisesi:

Lahikalarda tesbit edilen ve sarihan yazılan ondokuz defa zehir hadiseleri,

sıraya koyduğumuz tertibe göre sonuncusu, kuvvetli tahminlerle 1956

yılında olmuştur. Bu hadise hakkında Hazret-i Üstad'ın ihbarı şöyledir:

2190


(85) Eğer "onsekiz defa" cümlesi bu mektuptaki hadiseden hariç ise, sıra

doğrudur. Bununla tam 19 oluyor. AB.

(86) Emirdağ-2 asılları yeşil defter S: 30

2191


2058

Aziz Sıddık, fedakâr halis muhlis kardeşlerim.. Ve hizmet-i Kur'aniyede

hakikî, ciddî, metanetli arkadaşlarım!

Size gayet ehemmiyetli bir halimi ve dehşetli bir zahmet, fakat inayet-i

ilâhiye ile büyük bir rahmeti tazammun eden zahiri bir hastalığım, manevi

bir istirahat ve bir tamam-ı vazifeye bir alâmet olarak bir hastalığımı beyan

ediyorum. Şekva değil, teşekkür ediyorum. Fakat sizden tahammülüm için

dua istiyorum. O halet de şudur:

Ben kelimatı konuşurken, birden manevî bir men' gibi şiddetli bir hararet

başlıyor. Hatta eskide günde bir iki defa su içerken, şimdi yemeği pek az

yediğim halde, yirmi otuz defa su içmeye mecbur oluyorum. Hatta iki gün

evvel pek şiddetlendi. Ben bir tesemmüm zannettim. Hatta bir vehme

binaen, yanımdaki kardeşlerime ifşa ettim. Bu gayet şiddetli hastalığıma

karşı sabır ve tahammül niyaz ettim. Rahmet-i ilâhiyeden rica ettim. Birden

kalbime geldi ki, ekser hayatımdaki zahmetlerde bir inayet ve rahmet

cilvesi bulunduğu gibi, inşaallah bunda da o cilve-i rahmet var ki; cinnî ve

insî şeytanların ve dinsizlerin seni zehirlendirmek ve susturmaya

çalışmaları; vazifenin tamam olmasına ve istirahatına rahmet-i ilâhiyyeye bir

vesile oldu ki, geçen sene İşarât-ül İ'caz tefsir-i Arabî'yi bir sene müddetle

ders vermeye başlamıştım. Cinnî ve insî şeytanlar beni susturmaya

desaisleriyle çalıştıkları halde, rahmet-i ilâhiye hem İşarat-ül İ'caz'ın, hem

Mesnev-i Arabinin Türkçesini ihsan ettiğinden; ve Risale-i Nur da

ekseriyet itibarıyla- kendi kendine ders verip muallimlere ihtiyaç

bırakmadığından bu tedris vazifemde bana istirahat ve tebrik nev'inden bir

ihsan-ı ilâhî olarak bu acib hastalık benim istirahatıma medar oldu.

Hem benim ruhuma geldi ki: Senin binler belki yüzbinler Saidcikler, senin

bedeline ders verecek ve konuşacaklar var. İhsan-ı ilâhî ile Risale-i Nur

başka ilimler gibi meşakkatli derslere muhtaç değil.

Gavs-ı Geylanî'nin (K.S) kerametkarâne cilvesi en dehşetli zaman gibi,

bunda da aynı hakikat olduğu görüldü. Hem azamî ihlasın

zedelenmemek

için, şimdi düşmanlar da dostlara inkılâb ettiği bir zamanda sohbet etmek,

konuşmak; Bu dünyada da uhrevî hizmetlerin bir güzel ve fanî meyvelerine

vesile olabilir. O vakit a'zamî ihlâs ki hiç bir şeye alet olmıyacak, hem

vazife-i ilâhiyyeye karışmamak için, kader-i ilâhî hakkımdaki bu şiddetli

halete -aleyhimde değil, lehimde olarak- fetva verdi, müsaade etti. Ben

2191

2192


yanımdaki vasiyetnamemdeki evlâd kabul ettiğim küçük evlâdları tevkil

ediyorum. Onlarla konuşanı, benimle konuşmuş gibi kabul ediyorum.

Elbaki Hüvelbaki

Said-i Nursi

2192

2193


2059

Üstad'ımızın bu hastalığı gösteriyor ki, gizli dinsizler konuşturmamak için

bir ilâç bulmuşlar, yedirmişler. Elhasıl Üstad'ımızın müsafahadan, sohbetten

ve konuşmaktan men'edildiğini biz de görüyoruz.

Üstad'ımızın hizmetinde bulunan

Tahiri, Zübeyr, Ceylan, Hüsnü, Bayram(87)"

Kesin tarihli olanlarından tesbit edebildiğimiz ondokuzuncu veya yirminci

zehirlendirilme hadiseleri böyle cereyan etmişler...ve daha yirminci ile

yirmibirinci defalar...

Demek ki, Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın hayatı boyunca gizli zındık

düşmanlar onunla her sahada uğraşmaktan fâriğ olmamışlardır. Lâkin

Hazret-i Gavsin manen verdiği te'minat, kemaliyle tahakkuk etmiş, hicrî

hesaba göre tam seksen yedi sene aziz bir ömür içinde hayatı devam etmiş,

nihayet kendi ecel-i mevudiyle rahat döşeğinde vefat ederek mele-i a'laya

uçmuştur.

MÜTEFERRİK HADİSELER-10

VASİYETNAMELERİ

Hazret-i Üstad ilk vasiyetnamesini 1945 yılı başlarında Emirdağ'da

zehirlendiği günlerde yazmıştı. 1950'den önceki bu ilk ve birinci

vasiyetnamesinden sonra bir iki vasiyetname daha yazdı. Fakat 1950'den

sonra, vefatına kadar peş-peşe bir kaç vasiyetname yazdı. Vasiyetnamelerin

hepsi Risale-i Nurun hizmeti ve tarz-ı neşriyatı, sevk ve idaresiyle ilgilidir.

Şahsî bir meselesi evlad u iyal endişe’si, akrabalar için telâşı veya o

vasiyetlerde bu gibi şeylere işaret edici hiç bir şey yoktur. Hayatının

semeresi olan bir tek Risale-i Nuru ve onun vasıtasıyla başlatılan ve inkişaf

ettirilen ve Allah'ın izniyle dünya çapında te'sirat yapan ve edecek olan

Kur'an ve imana hizmet meselesi vardır. Risale-i Nuru da Kur'anın mirî

malı, Nur cemaatının hizmet ve proğramının malı ve nihayet yine Nurun

malı olarak bilmiş, öylece hareket etmiş, davranmış ve vasiyetlerde

bulunmuştur.

Hazret-i Üstad'ın umum vasiyetnamelerini içine alan bir kitapçık

tarafımızdan 1963 yıllarında teksir edilmiştir. Üstad'ın 1953'lerden sonraki

vasiyetnameleri, daha çok -Vefatından sonra- kendi tarzının muhafazası,

yani hizmet şeklinin sevk ve idaresi ile ilgili tarzının muhafazası

2193

2194


cihetinde sudûr etmiştir. Yani Risale-i Nur hizmetinde, neşriyatında

ve en mühimmi de hayatını Nur hizmetine vakf eden talebelerinin tayinat

işlerinin yerli yerince verilmesi işinde çok ısrarlı şekilde vasiyetler etmiştir.

Onun tarzının idamesinin hikmetleri ve faydaları hakkında bir nebzecik

yukarlarda temas edilmiş olduğundan burada tekrarına lüzum görülmedi.

(87) Emirdağ-2 S: 198

2194

2195


2060

Üstadın 1945 te yazdığı vasiyetten sonra, yazdığı 2.vasiyetnamesi

Bayram Yüksel Ağabeyin anlattığına göre, 1954 lerden sonra Hazret-i

Üstad birinci vasiyetnamesini Yalvaç yolu üzerinde bir dere kenarında,

sögüt ağacının altında yazdırdı ve ayrıca bize şunları demişti:

"Evlâdlarım, bu vasiyetimi bir ihtara binaen yazdırıyorum. Ben size vasiyet

ediyorum ve bunu da kaleme alın: Nasıl Gavs-ı A'zam Cenab-ı Allah'tan

biraz ömür istemiş, Cenab-ı Hak da uzatmış.. Ben de Nurlar matbaalarda

basılıncaya kadar Cenab-ı Allah'tan ömür istedim(88) ve hadsiz şükür olsun

bunları da gördüm...(89)”

Bayram Ağabeyin bu ifadesine göre, birinci vasiyetname tahminen

1958'lerde yazılmıştır. Bayram Ağabeyin bahsini ettiği ve 1954'den sonra

birinci vasiyetname olarak nitelediği vasiyetnamenin mahiyeti, daha çok

kabrinin durumu ile ilgilİdir.

Ancak Emirdağ-2 lahikası kitabında kaydedilen birinci vasiyetnamenin

1956 yılında yazıldığı anlaşılmaktadır. Onun mevzuu da Risale-i Nurun

sermayesi ve Nurun neşri hakkındadır. Aynen şöyledir:

"Üstadımızın vasiyetnamesi

Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nurun şahs-ı manevîsinin sermâyesini,

kendilerini Risale-i Nurun hizmetine vakfedenlerin tayinlerine vermek,

hususan nafakasını çıkaramıyanlara vermek lâzımdır.

Şimdiye kadar bir kaç senedir ta'yinatları verilen Nur talebeleri haslara

malûm olmuş.. Ben de yanımda şimdi bulunan kardeşlerimi kendime vâris;

ve benim vazifemi yapmaya çalışmak lâzım... Tesanüdü de muhafaza

etsinler.

Evet bu vasiyetnameyi tasdik ediyorum. SAİD-İ NURSİ(90)"

İKİNCİ VASİYETNAMESİ:

Bu da Bayram Ağabeyin bahsini ettiği vasiyetnamenin iki üç şekilde

kaleme alınmış, kabri hakkındaki vasiyetnamesidir. Bunu Hazret-i Üstadın

2195


2196

vefat faslında kaydedeceğimizden buraya dercetmedik. İstiyenler Emirdağ

2 sahife: 169, 172 ve 173. sahifelere bakabilirler.

(88) Bayram Ağabeyin bu rivayetini tasdik eden Üstad'ın 1950 yılı içinde

kaleme almış, olduğ'u bir mektubundan şu sözleridir: "... Gerçi hâs

kardeşlerim her birisi mükemmel bir Said' hükmünde Nura sahiptirler.

Fakat ihlâstan sonra en büyük kuvvetimiz tesanüdde bulunduğundan ve

meşreblerin ihtilâfı ile-hapiste olduğu gibi- bir derece tesanüd kuvveti

sarsılmasıyla, hizmet-i Nuriyeye büyük bir zarar gelmesi ihtimaline binaen;

Bu biçare ihtiyar, hasta hayatım; Ta Lem'alar, Sözler mecmuası da

çıkıncaya kadar... O hayatımı muhafazaya bir mecburiyet hissediyorum"

(Emirdağ-2 S: 12-15 )

(89) Son Şahitler-1 S: 420

(90) Emirdağ-2 S: 169

2196

2197


2061

ÜÇÜNCÜ VASİYETNAMESİ:

Bu vasiyetnamesinde ise, Hazret-i Üstad kendi tarzının muhafazası ve

ta'yinat işlerinin sıhhatli yürütülmesi için, daha çok kendi yanındaki

hizmetkârları ve ayrıca da Hüsrev, Nazif, Tahiri ve Mustafa Gül'ün de

nezaretleri altında onları vekil nasbediyor.. Ve vasiyet ettiği tarzda

hizmetinin yürütülmesini emrediyor. Bu vasiyetnamenin metnini de buraya

almıyoruz. İstiyen Emirdağ-2 sahife 187'ye bakabilir.

DÖRDÜNCÜ VE EN SON VASİYETNAMESİ

Bu vasiyetname kuvvetli tahmin ile 1959 yılı içerisinde yazılmış olsa

gerek.. Yine ta'yinat ve neşriyat işine ve kendi hizmet tarzının muhafaza

edilmesine ehemmiyet veriyor ve onu vasiyet ediyor. Aynen şöyledir:

Umum dostlarıma ve Nur kardeşlerime bu vasiyeti ilân ediyorum:

Benim şahsım itibarıyla vazife-i nuriyeyi yapmaya liyakatım kalmamış.

Belki ihtiyaç da kalmamış. Hem müteaddit tesemmümlerle ve çok ihtiyarlık

vaziyetiyle ve hastalıklı şimdiki hayatta kalmak tahammülüm kalmamış

gibidir. Şayet müştak olduğum ölüm elime geçmese de, zahiri hayatımda

ölmüşüm gibi... diye bu vasiyetimi yazıyorum.

Halık-ı Rahman ve Rahime hadsiz şükür olsun ki; bundan altmış yetmi sene

evvel, hilâf-ı adet olarak tahsil-i ilim, hususan ilm-i imanî yolunda

başkaların muavenetine yalvarmamak ve tam fakr-ı haliyle beraber; Eski

Said çocukluk, gençlik zamanında talebelerine ta'yinlerini kendi vermeye

çalıştığı ve ancak kısa bir zaman beş tayin(91) kabul edip, mütebakî

talebelerine bazen yirmi otuz talebesine ta'yin verdiğinde, ilmi vasıta-i cer

etmeye o talebeler mecbur olmadılar. İktisad ve kanaatla o zaman

muvaffak oldukları gibi, Eski Said gibi şimdi Risale-i Nur kendi hakikî

talebelerinin tayinlerini neşriyatıyla mükemmel vermeye başlamış. A'zamî

ihlâsı kırmamak için Risale-i Nur hâs talebelerinin ta'yinlerine hususan

nafakasını tedarik edemiyenleri tam tamına idare edecek derecede Risale-i

Nurun satılan nüshalarının beşten birisi Risale-i Nurun hakkı olduğu

cihetle, şimdi elli altmış talebesine kâfi sermayesi çıkıyor. Benim (Biçare

Said'in) içinde hiç bir hakkı yoktur. Yalnız Risale-i Nurun kıymettar

hasiyeti ve şakirtlerinin şahs-ı manevisinin kemal-ı sadakatı bu manevî Nur

bayramına vesile oldu.

(91) Hazret-i Üstad Bitlis'ten Van'a ilk geldiği ve medresede tedris

vazifesine başladığı günlerde, evvelâ evkaf dairesinden bazı yardımları vali

2197

2198


Hasan Paşa'nın ısrarıyla kabul etmiş olduğuna işaret etmek istediği

anlaşılıyor. A.B.

2198

2199


2062

Şimdi bütün talebelerim fevkinde diyerek değil, benim en yakınımda,

hizmetimde olup; bir derece tam tarz-ı hareketimi bilenler ve yakından

görenler içinde dört beş adamı mutlak vekil yapıyorum. Ben ölsem veya

hayatta şuursuz kalsam, Nurlara karşı hizmetimin tarzını bilerek tam

yapabilsinler. Şimdilik Tahiri, Sungur, Ceylan, Hüsnü ve bir iki adam daha

mutlak vekil olarak vasiyet ediyorum. Şimdi Risale - i Nurun

satılan


nüshalarının sermayesi, Risale-i Nurun malıdır. Said de bir hizmetkârdır.

Hayatta ta'yinini alabilir. Hatta bu günlerde ölüm bana çok yakın göründü.

Ben de altı vilâyette bulunan elli altmış talebeyi; iki üç sene Nur

sermayesinden ta'yinini vermek kat'î niyet ederken; belki bazılarını bazı

maniler onları talebelik hizmetinden vazgeçirecek diye vazgeçtim. Şimdi

vasiyetimi yazdım.

SAİD-İ NURSİ

Haşiye: Gavs-ı A'zam Şeyh-i Geylanî (R.A.) Risale-i Nura ve müellifine

işaret ettiği keramet-i gaybiyesinde bir fıkrada diye

maişet hususunda saadetle yaşıyacağını ve en mes'ud olacağını haber

vermiş. Halbuki Üstad'ımızın fakr ve istiğnasını şimdiye kadar zahiren buna

muhalif görüyorduk. Gavs-ı A'zamın bu ihbar-ı gaybîsi Üstad'ımızın

hayatında şimdi bilfiil görülmüş ki; küçüklüğünde, daha on beş yaşında

iken, amcasının çorbasını içmezdi. Minnet altına girmezdi.. Ve ders verdiği

eski talebelerinin maişetini de kendisi der-uhte ederdi. Aynen şimdi de elli

altmış talebesinin ta'yinlerini vermesi o gaybî ihbarın tam tahakkuk ve

tezahür ettiğini göstermiştir.

Tâhiri,Sungur,Ceylan(92)"

MÜTEFERRİK HAİSELER -11

BARLA GÖLÜNDE HARİKA DURUM

1954 yılının Kurban bayramında Hazret-i Üstad'ın Eğridir'den Barla'ya bir

deniz seyahati yaptığı esnada, deniz çok acib bir fırtına ile motorlu kayığı

batırma hali yüzde yüz görünmekte olduğu halde, harika bir hıfz-ı ilâhî ile

kurtulmaları ve sağ-salim karşıki sahile ulaşmaları hadisesidir. Hazret-i

Üstad bu hadisenin harikalığı ve ehemmiyetine binaen onu bir mektupla


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin