gününde (Yani 17 Mart 1960) Isparta'dan Emirdağ'a kadar bir seyahat
yaptı.
Takvim 18 Mart 1960 cuma gününü gösteriyordu. Ramazan-ı Şerifin de
yirmisi idi. Üstad'ın burada hastalığı ve ateşi çok arttı. Vefadar sadık
talebesi Doktor Tâhir Barçın geldi, Üstad'ını muayene etti. Doktor,
Üstad'ın hastalığını çok ciddi gördü ve Üstad'a, onun izniyle bir iğne yaptı,
serum bağladı.
Merhum Doktor Tahir Barçın bu hususta şunları anlatır:
"Nur talebeleri Üstad'ın şiddetli hasta olduğunu haber vermişlerdi. Hemen
gittim, muayene ettim. Üstad'ın ateşi 38 derece idi. Yaşlı insanlarda derece
çok yükselmiyor. Çünki vücud mukavemeti olmuyor. Ateş yükselmesi
demek, vücudun mikroba karşı silah kullanması demektir. Üstadın hastalığı
çok ciddî idi. Ağır bir zatürrie idi.
Ben bir iğne yapmak istedim. Zübeyr yapalım abi diye iğne yapmamı istedi.
Altıyüzlük veya sekizyüzlük penisilin iğnesi yaptım. Ertesi sabah Üstad
biraz açılmış ve rahatlamıştı. Fakat yine harareti vardı. Bu yüzden kar yedi.
Hazırlık yaptılar. Isparta'ya gideceklerdi.
Daha önceleri buradan ayrılırken, vedalaşıp helallaşmazdı. Bu sefer
Üstad'ın ayrılması acıklı olmuştu. Biz o zaman için Üstad'ın vefat edeceğini
hiç hatırımızdan bile geçirmiyorduk. İçimizde kat'iyen böyle bir şey
geçmiyordu. Fakat üstad'la son ayrılışımız çok hazin olmuştu. Helallaştı,
"Allah'a ısmarladık" diye veda etti...(173)”
2314
2315
Hazret-i Üstad Emirdağ'dan ayrılmadan önce, iğne ve serumun
bağlanmasından sonra biraz dalmış, az sonra tebessüm içinde gözlerini
açmış ve başında bekliyen talebelerinden Zübeyr Gündüıalp, Hamza Emek,
Doktor Tahir Barçın ve diğerlerine şu sözleri söylemişti:
(173) Son Şahitler-1 S:133
2315
2316
2128
"Kardeşlerim! Risale-i Nur bu vatana hâkimdir. Mason ve komünistlerin
belini kırmıştır. Belki biraz daha zahmet ve sıkıntı çekersiniz. Amma
inşaallah sonunda ferahlık olacaktır..(174)"
Hazret-i Üstad bu mealdeki teselli-bahş sözlerini iki üç defa tekrarladıktan
sonra, yine dalmış, o gece biraz rahatlar gibi olmuştu. Sabaha karşı
doğrulmuş, hastalığı yokmuş gibi giyinmiş, abdest alıp sabah namazını eda
etmişti. Namazdan sonra Emirdağ'daki diğer talebelerini de çağırtmış, ayrı
ayrı müteveccih olup iltifat etmiş.. Sonra tek tek kucaklayıp
veda’laşmıştı."Allah'a ısmarladık kardeşlerim gidiyorum" demiş ve gitmişti.
Tarih 19 Mart 1960 cumartesi günüydü. Üstad bu ayrılışında sair zamanları
gibi değildi. Farklı bir hali vardı. Mahzun idi. Önceleri dediği gibi ayrılırken
hep "Merak etmeyiniz kardeşlerim, inşaallah yine gelir, görüşürüz"
demiyordu. Gözleri yaşlı idi. Son ayrılığını hissettiriyordu sanki!..
Böylece Üstad, Emirdağ'dan bu son veda ayrılışı ile ayrıldı. Isparta'ya gitti.
Buraya ikindiden sonra gelmişti. Çok hasta idi. Arabadan çıkmaya mecali
yoktu. Talebeleri onu arabadan kucaklıyarak çıkarttılar. Merdivenlerden
çıkarken Üstad'ı sırtlarına almak istiyen talebelerine, işaretle mani' olmuş,
Tahiri Mutlu ağabeyle Bayram Yüksel'in kollarına geçerek merdivenlerden
çok zor yukarı çıkarmışlar ve yatağına yatırmışlardı. Üstad ateşler içinde
kıvranıyordu. Çok bîtabdı. Talebeleri başında nöbet tutmaya başlamışlardı.
BİR HAZİN HATIRA
Üstad'ın hususi hizmetkârı merhum Zübeyr Gündüzalp Ağabey Üstad'ın bu
son hastalığıyla ilgili bana bizzat şunları anlatmıştı:
"Üstad'ımız vefatından on beş, yirmi gün öncesinden, sudan başka gıda
namına hiç bir şey almadı, yemedi. Ben yine her zamanki gibi çorbasını
yapar,
yemek saati olan iftarda götürür, önüne kordum. Fakat Üstad'ımız
Ramazanın başlarından itibaren, sadece biraz su içer, "Kaldır!" derdi.
Böylece vefatına kadar hiç bir şey yemedi. Üstad'ımız adeta bu son
Ramazanında tasaffi ederek ruhanileşmiş, melekleşmişti.”'
URFA'YA GİDECEĞİZ
Tahiri ağabey, Zübeyr ağabey, Bayram ve Hüsnü ağabeylerle ayrı ayrı
şahsen konuşup dinlediğim; Hazret-i Üstadın son hastalığı içinde Urfa'ya
gidişi ve vefat hadisesi şöyle cereyan etmiştir.
(174) Bu mealdeki Üstad'ın sözlerini ben şahsen ismi geçen zatlardan
dinlemiştim. Ayrıca bkz. Bilinmeyen 'Taraflarıyla Said-i Nursi 6. Baskı S:
41
2316
2317
2129
Takvim 19 Mart 1960 cumartesi gününü gösteriyordu. Ramazan-ı Şerifin
de yirmibirinci akşamıydı. Üstad Emirdağ'dan o günü ikindiden sonra
gelmişti. Ateşi çok yükselmişti. Namazlarını -yalnız farzları- zor
kılabiliyordu. Dalıp dalıp uyanmakta idi. Gece seher vakti saat iki, iki
buçuk civarında idi. Yanında hizmetkâr talebelerinden Tahiri Mutlu,
Zübeyr Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram vardı. Nöbetleşerek
Üstad'larının başında bekliyorlardı.
Bayram Yüksel Ağabey diyor: "Üstad'ın başında bekleme nöbeti bana ve
Zûbeyr abiye gelmişti. Başında bekliyorduk. Zübeyr abi Üstad'ımızın
kollarını, ben de ayaklarını oğuyorduk. Saat iki veya ikibuçuk sıralarında
Üstadımız bir ara birden diskinir gibi yaparak gözlerini açtı. Bana baktı ve
"Gideceğiz!.." dedi.
Evet gideceğiz Üstadım!.. Nereye gideceğiz, dedim.
"Urfa-Diyarbekir!...” dedi.
Az bir müddet sonra, tekrar: "Gideceğiz!" dedi. Nereye Üstad'ım, dedim.
"Urfa'ya gideceğiz!" dedi.
Zübeyr ağabey: "Üstad'ımızın ateşi fazladır. İhtimal ki baygınlık halinde
böyle söylüyor olabilir" dedi.
Fakat sonra baktık ki, Üstad'ımız o emrini sık sık tekrarlıyor ve "Sabah
olsun, hemen Urfa'ya gideceğiz!" diyordu. Diyarbekir kelimesi sadece bir
defa ağzından çıkmıştı. Daima Urfa diyordu.
Bu arada Tahiri ağabeyle, Hüsnü kardeşimiz geldiler. Nöbeti bizden
devraldılar. Biz ikimiz sahur yemeğini yemeye gittik. Üstad Hazretleri
tekrar ve ısrarla Hüsnü kardeşimize "Hazırlanın, Urfa'ya gideceğiz" demiş.
Hüsnü kardeşimiz: "Lastikler arızalı...” falan demişse de, Üstad: "Başka bir
araba da olabilir.. İkiyüz lira da olsa vereceğiz. Hatta cübbemi bile satar,
araba ücretini verip, gideceğiz!" demiş.
Hüsnü geldi, durumu anlattı. Artık kararın kesin olduğunu anladık. Hemen
arabayı hazırlamaya başladık. Arabanın gerçi hakikaten bazı lastikleri eski
ve patlaktı, arızalı idi. Fakat pazar günü o saatte lastik bulmak da mümkin
2317
2318
değildi. İster istemez mevcutları hazırlamaya, arabanın bakımını yapmaya
koyulduk.
Biz hepimiz arabanın hazırlığıyla uğraşırken, Üstad Tahiri ağabeye bir kaç
defa "Sen de git, yardım et!" demiş, yanımıza göndermişti.
Tahiri ağabey geldi, "Kardeşim Üstad çok acele ediyor, çabuk olun! Ben
de birşeyler yardım edeyim" diyordu.
2318
2319
2130
Araba hazırlandı
Biz arabanın lazım gelen bakımını acele acele yaptık, bitirdik. Araba
hazırlandı. Üstadımız da hazırlanmış bekliyordu. 20 Mart 1960 pazar günü
sabah saat tam dokuz... Üstad'ımızı arabanın arkasına yatak koyarak
yatırdık. Ben ve Zübeyr ağabey de şoför mahallinde oturduk. Hüsnü
kardeşimiz de direksiyonda...
Araba hareket etmeden önce, ev sahibemiz Fitnat Hanım arabanın yanına
geldi. Üstad'ımız ona: "Hemşirem Allah'a ısmarladık, bana dua edin. Çok
rahatsızım.” demişti. Fıtnat Hanım da ağladı. Sonra Tahiri ağabeye demiş
ki: "Vallahi bu sefer ben Üstad'dan şüphelendim. O yerini aramaya
gidiyor!"
Üstad'ın kapısında bekliyen polisler
Biz hareket etmeden önce Tahiri ağabeyle anlaşmıştık: "Biz ayrıldığımızda
polislere kat'iyen kapı açma, hemen yat!" demiştik. Çünki Tahiri ağabey
bizimle gelmiyordu. Evde kalacaktı.
Son zamanlarda çok evhamlanan hükûmet, Üstad'ın kapısında çift polis
nöbetçi diktirmişlerdi.. Üstad'ın bir daha İstanbul ve Ankara'ya gitmesini
istemiyorlardı. Polisler daima Üstad'ın kapısının karşısında sandalye atıp
nöbet bekliyorlardı.
Yağmur yağıyordu
Arabamız Urfa'ya doğru hareket edeceği sırada çok güzel bir yağmur
yağıyordu. Nöbetçi polisler tam o sırada ıslanmamak için gitmişlerdi.
Böylece Üstad'ın arabası kimse görmeden çıkıp Konya yoluna girmiş oldu.
Polisler biraz sonra gelmişler, Üstad'ın arabasını garajda görmeyince
şaşırmışlar. Zile basmışlar, Tahiri Ağabey kapıyı açmamış. Bu defa polisler
ev sahibesi Fıtnat Hanıma koşmuşlar: "Teyze, Hoca Efendi ne zaman gitti?
Nereye gitti? Biliyor musunuz?" diye sormuşlar.
Fıtnat Hanım Polislere: "Ben bekçi miyim, ne bileyim. Siz bekliyorsunuz
ya... Siz bilmiyorsunuz da, ben mi bileceğim" diye onları azarlamış.
Ve Urfa'ya doğru
Hazret-i Bediüzzaman Said-i Nursi, Urfa'ya doğru rıhlet seferine, vuslat
seferine, lika seferine gidedursun.. Biz onun, neden o sekerat hali içinde
iken, Urfa'ya gittiğinin ve ne için Urfa'yı seçtiğinin maddi manevi
sebeblerini araştıracağnz.
2319
2320
1231
EVET NEDEN URFA?...
Bu, bir manevî emir mi idi?. Bir câzibe mi idi? Yahut mücerreden onun
Urfa'yı çok sevdiği, arzu ettiği için miydi?..1960 yılının şartları içinde bin
küsûr kilometre yolu, sekerat halinde, aniden karar verip, yola düşüp, ve o
uzun yolu kat'edip Urfa'ya gelmesi ne bir tesadüf, ne de keyfi bir seyahat
idi herhalde... Öyle ise neden Urfa'ya?..
Gerçi hakikat olarak Hazret-i Üstad'ın bilhassa 1949'lardan sonra Urfa'ya
karşı teveccüh ve alakası çok başka idi, farklı idi. Aslında, Risale-i Nurla
alaka peyda edip, Nur hizmetinin oluştuğu her yerle, her belde ile, Nur
hizmetinin derecesine göre alaka ve teveccühleri olurdu. Merhum Albay
Hacı Hulusi Bey'in 1949'da gelip başlattığı Urfa hizmet-i imaniyesiyle
Hazret-i Üstad, bu tarihten itibaren çok yakından alakadar olmaya
başlamıştı.
Daha sonra Urfa'lıların gidip Üstad'dan, Nurları neşredecek yetişkin bir
talebesini istemeleri üzerine, Hazret-i Üstad evvela 1950'de Merhum
Ceylan Çalışkan'ı göndermişti. Ceylan Urfa'da altı ay kâdar hizmet için
kaldıktan sonra ayrılmıştı. Urfalılar 1951'de yeniden Üstad'a giderek yine
talebelerinden hizmet ehli birini istemişlerdi. Bu arada Hazret-i Üstad'ı da
Urfa'ya davet etmişlerdi. Tam bu sıralarda Abdullah Yeğin ağabey de
Ankara Dil Tarih Fakültesinin son sınıfından ayrılmış, Üstad'ın yanına,
hizmetine gelmişti. Hazret-i Üstad 1951 yılının onuncu ayında Abdullah
Yeğin ağabeyi, bir kaç ay sonra da Zübeyr ağabey ve arkasından Hüsnü
ağabeyi Urfa'ya göndermişti.(175)”
Üstad Hazretleri bu iki üç talebesini Urfa'ya göndermeden önce de, Urfalı
Vahdî Gayberi ile yada trenle onun adresine Urfaya bir kısım hususi
eşyasını, kıymetli kitaplarını ve çok mübarek, çok mühim olan cübbesini
yollamıştı. Ki kendisi de "Urfa'ya geleceğim" diye...
Hazret-i Üstad'ın Urfa'ya gönderdiği eşyası ise, hakikaten va'dettiği gibi
arkasından gidilecek eşya idi. İki kat yatak, bir portatif somya, büyük bir
sandık dolusu en kıymetli ve hususi el yazma, müsahhah Nur kitapları.. ve
bunların içinde en kıymetli yadigar ve mübarek şey ise, Mevlânâ Halid-i
Bağdadî (K.S.) Hazretlerinin mübarek emanet cübbesiydi.(*)
(175)Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no:72
(*) Hüsnü Bayramoğlu ağabeyin bu mevzu’daki Hatırası: (26.2.1995 günü
Urfada anlattı)
“Üstadımız, Mevlana Halid (K.S.)nun cübbesini ve sair eşyasını Urfaya
göndereceği zaman, onları beraberinde 1951 de Eskişehire getirmişti.
Albay Reşad Beyi çağırdı, ona:“kardeşim,ben tahkik yapmadan bir şey
yapmam, şu eşyamı Urfaya göndermek istiyorum.Hangi yol ve hangi vasıta
2320
2321
ile emniyetli olur.Siz bir tahkik yapın” dedi. Reşad Bey gitti,
soruşturdu,geldi.“Üstadım en emniyetli yol, tren iledir”dedi.Sonra bu
eşya,tirenle Urfaya yollandı.”
2321
2322
2132
Hazret-i Üstad, bu çok kıymettar eşyasını ve arkasından çok güzide ve hâs
üç talebesini Urfa'ya gönderdikten sonra da, bir kaç defa yine mektuplarla
Urfa'ya geleceğini söylemekte idi.
Böylece Üstad'ın Urfa ile alakası çok köklü ve bağlantılı olmuştu. Urfa'yı
Nur hizmetinin bir merkezi kabul etmiş, sonraları hariç alem-i İslâm ve
Avrupa ile umumî muhaberat ve mürasalat hizmetlerini Urfa yoluyla
yaptırmaya başlamıştı. Bu arada Urfa'daki talebeleriyle yaptığı muhaberat
mektuplarında, Urfa'ya fevkalâde ehemmiyet verdiğini, yakında kendisinin
de Urfa'ya geleceğini bildiriyordu. Az ilerde bu hususî muhabere
mektuplarından nümuneler arzedeceğiz.
Ve nihayet, dokuz buçuk sene sonra va'dettiği şekilde Urfa'ya gelmiş,
birbuçuk gün içinde yüzlerce Urfalıyı, sekerat halinde olduğu halde bağrına
basmış, kucaklamış ve Urfa'da, mektuplarında va'dettiği şekilde son
hayatını yaşıyarak ruhunu Rahman'a teslim eylemiştir.
Evet, bütün bunlar neden ve ne için?..
Biz bu sualin, bu büyük muammalı sualin cevabını verebilecek kudrette
değiliz.. Ve bu muammalı manidar muğlak tılsımı da açacak güce malik
değiliz. Amma yine de kendi daracık ölçülerimiz çerçevesinde ve kendi
zaviyemizden bu meselenin ve bu mübalağasız hakikatin bazı köşelerine
bakmaya çalışacağız. Şöyle ki:
Hazret-i Üstad'ın Urfa'ya karşı bu acib alaka ve teveccühlerinin biri maddi,
biri manevi olmak üzere iki ciheti ve iki sebebi olduğunu düşünmekteyiz.
A-Manevi cihet ve sebeb için deriz ki:
Urfa çok eski tarihlerden beri bir çok enbiya ve evliya ve büyük ulemanın
meskeni ve mevkii, menzili ve memleketi olması yönüdür. En başta
İbrahim Aleyhisselâm, Eyyüp Aleyhisselâmların memleketleri olduğu gibi;
Yakub Aleyhisselâm, Şuayb Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselâm ve İsa
Aleyhimüsselamların da menzili ve konakları olmuş olmasıdır.(176)"
Ayrıca Urfa, İslâm dini ile Hicretin 25. yılında müşerref olduktan sonra;
nasıl ki isimlerini yazdığımız büyük peygamberlerin bir nevi meskeni ve
metmahı olmuşsa, öyle de bir çok kâmil velilerin, büyük âlim ve
muhaddislerin de meskeni olmuştur. Mesela Urfa'nın meşhur bir Harran'ı
bir çok bü
(176) Bu yazdıklarımızın hepsinin belki tarihçe ispatı mümkün değildir.
Çünkü çok eski hadiselerdir. Lâkin bunların bazı işaretleri vardır. Mesela
Urfa'nın şarkındaki Tektek dağlarında" Şuayb şehri" harabeleri ve Hazret-i
2322
2323
Musa’nın Kuyusu... Yine Urfa'nın güneyindeki dağlarda "Deyr-i Yakub"
adıyla bilinen bir mevki... Keza hıristiyanların da kabul ettikleri Urfa
Ulucamii içindeki kuyuya Hazret-i İsa'nın gelip ondan su içtiği ve o kuyuya
mendilinin düştüğü hadisesi meşhur oldug'u gibi;0 Hazret-i İbrahim ve
Eyyüb Aleyhimesselamların memleketleri olduğ'unda bir çok alemetler ve
işaretlerle şüphe edilemeyecek derecede meşhurdur.
2323
2324
2133
yük ve kümmelin veliler yetiştirdiği gibi, ma'mur olduğu zamanlarda maddi
ilim sahasında da bir çok ünlü doktor, felekiyatçı gibi insan da
yetiştirmiştir.
Urfalı bir şair olan meşhur Emin Kıratoğlu, bir şiirinde şu bahsettiğimiz
hususları çok güzel tasvir etmiş demiştir ki:
Aşk ile eydil kurulmuştur binası Urfa'nın
Feyz-ı Hak eltaf-ı sübhandır esası Urfa'nın
Haric-i tavk-ı beşerdir evliyası Urfa'nın,
Çün Halilullahtır sahib livası Urfa'nın.
Mecma-ı pir-i tarikattır biladın şahıdır,
Hazret-i Hakkın Halil-i pâkinin dergâhıdır,
Abdurrahman ibn-i Avf'ın da teferrücgâhıdır,
Hazret-i Eyyüp de rûşen-zibası Urfa'nın.
Zahiri olmuş münevver Câbir-ül Ensar ile,
Batını Nurun ala nur oldu ibrikdar ile,
İbn-i Cerrah'a varanlar gark olur envar ile,
Saye salmış şehre cedd-ül enbiyası Urfa'nın,
Çah-ı Eyyüb içre mahfidir ki mest eyler seni,
Hazret-i İsa Nebinin cevherîn piraheni,
Kıl ziyaret bundadır Yakub Nebînin meskeni,
Metmah-ı Peygamberandır iptidası Urfa'nın.
Garbını kılmış münevver Nur-u Bediüzzaman(177)
Canib-i şarkında zahir Şeyh-i Tuffahî heman,
Kıblesinde Şeyh-i Mes'ud hazreti olmuş nihan,
Hadde hasre gelmez asla etkiyası Urfa'nın.
(177) Bu Bediüzzaman eski bir Bediüzzaman'dır. Urfa'nın meşhur
Bediüzzaman mezarlığı içinde yatmaktadır. Türbesi ziyaretgâhdır. A.B.
2324
2325
2134
İste himmet Şeyh-i Salih ibn-i Muhyiddin'e var.
Eylemiştir beldenin şark-ı cenubunda karar,
Şeyh-i Feylup ocağına yüz sür, et feryadu zar,
Şeyh-i müslimdir bu gün necm-i hüdası Urfa'nın,
Şeyh Bakır Hazretlerinden himmet al, bul dadını,
Gafil olma iste Yakub Kalfa'nın imdadını,
Şeyh-i Zavînin bilenler var mı aya adını,
Çünki böyle mahf i çoktur evliyası Urfa'nın.
Ol İmam Bakır Velî Harran'ı kılmış ber-hayat,
Şeyh Nebi hazretlerinden himmet ister kâinat,
Kadıoğlundan şefaat intizar eyler Usat,
Şeyh-i Yahya gibi vardır evliyası Urfa'nın.
Hazret-i Osman dede(*) kabrinde nur olmuş yatar
Eyz-i hakla mazhar-ı nur-u sürur olmuş yatar,
Cennet içre vasıl-ı ğılman u hur olmuş yatar,
Baltacı Baba gibi vardır babası Urfa'nın.
Baş eğip eyle ziyaret Hacı Kermo-zade'yi
Himmetiyle şâd edip red eylemez Ûfadeyi
Şeyh Muhammed dergâhında arif ol iç badeyi,
Nur-u ceddil-Enbiyadır âşinası Urfa'nın.
Kâmil-i şehr-i Rüha, mümkin midir tadad ola;
Cümlesi kabil midir ismiyle bir bir yad ola,
Vâsılanın cümleten ruh u revanı şad ola,
Def’olur himmetleriyle her belası Urfa'nın.
(*) Bir nüshada: “ol Dede osman veli” şeklindedir.
2325
2326
1235
Gülşen oldu nar iken, cuş eyleyip, ayn-ı Halil,
Emr-i Hakk'a inkıyaden yüz sürüp tutmuş sebil,
Safidir izzette güya aynı akar selsebil,
Bin letafet göze verir ab-ı havası Urfa'nın.
Hadden efzun cem’ oluptur bunda sadat-ı kiram,
Hem bu hâke nazil oldu ayet-i berden selam,
Çekilip eğmam ile erzakı bi-had subh u şam,
Her tarafta şayi' olmuştur ziyası Urfa'nın.
Gülşen içre her seher bülbülleri nalan olur,
Naz edip (servisi’(H)de gülleri handan olur,
Dağların ab u havası mürde cisme can olur,
Her diyarın geçse de geçmez safası Urfa'nın.
Bahusus ehl-i tasarruf dörttür ey ehl-i hüner,
İkisine onların şehr-i Rüha olmuş makar,
Biri Yahya'dır ki hemen aleme imdad eder,
Şeyh Ukayl-i Bumbucî'dir akrabası Urfa'nın.
Gülizar etti Huda bu hâk-i pâkin narinı,
Sarfeder bunda "Kıratoğlu" onunçün varını,
Yani izhar eyliyor (sadrındaki(1)) esrarını,
Evveli nar ise, Nurdur intihası Urfa'nın.
(H) Bir nüshada “servi-sanevber” ifadesiyledir.
(1)”Hubb-u vatan”
2326
2327
2136
Yine Urfa'lı meşhur şair Nabi'nin olduğu söylenen bir şiirinin bir iki parçası
da şöyledir:
Buna her kimse ki baksa ihanetle hiyanetle,
Söyünmez ateş-i şebruz yanar nar-ı hararetle,
Muhafızdır İmam Bakır emaneti siyanetle,
Hayat-ı şeyh-i Harranî eder himmet kerametle.
Başka bir şiirinden:
Evvela şehr-i medine mesken-i Fahr-ül Enam,
Gülşen-i cay-ı mübarek Ravza-ı Dar-üs Selam,
Kıblegâh-ı cümle âlem saniyen beytülharam,
Salisen Beyt ül Mukaddes mecma-ı rüsl-i kiram,
Bu riyaz-ı mevlid-i pak-i Halil-i kibriya,
Bu gülistan-ı saadet köy-ü cedd-ül enbiya,
Mevlid-i pak-i Halil verdi Rühaya ihtiram,
Nar-ı Nemrud u Halil eyledi berden selam,
Ve başka bir şiirinden:
Bilad-ı Hayr-ı halkillah olan şehr-i Rühadır bu,
Zülal-ı mu'ciz-i carî makamlardan uladır bu,
Hicaz u Kudüs'ten gayrı makamlardan uladır bu
Letafette şerafette müzeyyen dil-küşadır bu,
Bu mevlid-i Halilullah ki cedd-il Enbiyadır bu
Halil'e ateşi berd u selam eden Rühadır bu.
2327
2328
2137
VE HULUSİ BEYDEN
Ve nihayet merhum Albay Hacı Hulusi Bey 1949'da Kars'dan Urfa'ya tayini
çıkıp geldiği zaman, bu engin sırra işaret eden bir şiirinin ilk mısralarında
şöyle der:
”Ey derde derman isteyen gel Urfa'ya dermanı al
Ey ruha seyran isteyen, gel Urfa'ya fermanı al,
Ey zevke umman isteyen gel Urfa'ya bürhanı al,
Ey aşka cevlan isteyen gel Urfa'ya meydanı al.
Yükseklerden düze indim veda’ ettim ben dağlara,
Halık'ımın mülkündeyim selam olsun ihvanlara.”
Bilmiyorum, işaret edilen bu mezkûr manevi engin sırdan mıdır; Urfa'nın
yerlisi çok hissetmezse de, dışardan Urfa'ya gelen misafir Müslümanlar,
burada manevî bir safa, nuraniyetli bir hava, kalb ve ruhları okşayan ruhanî,
safi letafetli bir nesim hissederler. Ahalisinde de başka yerlere nisbeten
daha biraz bir yakınlık, bir dostluk ve bir cömertlik müşahede ederler.
Ayrıca Urfa halkı, ekseriyet-i mutlakaası itibarıyla fakir ül hal olmasından
İslam dinine karşı incizabı biraz daha fazladır. Amma bu demek değildir ki,
Urfa'nın kötü insanı hiç yoktur.. Hayır!.. Her yerde olduğu gibi;' Urfa'da da
iyi temiz, halis mümin insanların yanında, kötü, ahlâksız, fasık insanları da
eksik değildir. Bizim söylemek istediğimiz şey, ekseriyet ve nisbet
keyfiyetidir.
URFA HAKKINDA ÜSTADDAN GELEN TAHSİNLER
Urfa'nın manevî cihetteki bu hususiyetine dair Hazret-i Üstad
Bediüzzamanın da şifahî ve yazılı bir çok beyanları vardır. Yazılı
beyanlarının bir kısmı lahika mektuplarında kaydedilmiş, diğerleri de
Urfa'daki talebeleriyle yaptığı hususî muhabere mektuplarında mevcuttur.
Bunlardan bazılarını sıra ile; lahika mektuplarındakileri ve hususî muhabere
mektuplarındakilerini ve en sonunda da şifahi sözlerini nakledenlerin
rivayetlerini kaydedeceğiz:
1- Lahika mektuplarında Hazret-i Üstad'ın Urfa ile ilgili mektupları..
Birinci mektup, 1950'de yazılmış şu mektuptur:
"... Şimdi Şam'a ve Haleb'e yakın olan Urfa'da, bir medrese-i Nuriye ilerde
teşekkül etmesine kuvvetli ümid ediyoruz. H. Ali Kılınç ile bera
2328
2329
2138
ber eski Said'in gayet kıymettar bir talebesi olan Şam'daki Molla
Abdülmecid ve Urfa'daki Nurun talebelerinden Seyyid Salih ve onun
yanındaki nurun fedakâr bir talebesiyle muhabere etsinler... (178)"
1951'de yazılan bir mektubu da şöyledir:
"Ben çok zaman evvel bekliyordum ki: Urfa tarafından nurlara karşı
kuvvetli eller sahip çıksın. Çünki orası hem Türkistan'ın, Hem Arabistan'ın,
hem Kürdistan'ın bir nevi merkezi hükmündedir. Nurlar orada yerleşse, o
üç memlekette intişarına vesile olur. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükürler
ediyorum ki, o havalinin dindarları ve hamiyetkârları sahip çıkmaya
başladılar. Ben de kendi paramla aldığım ve zehir hastalığının fazla
rahatsızlığı içinde tashih ettiğim bana mahsus bir kısım mecmualarımı
onlara gönderiyorum. Çok yerlerden ve çok mühim zatlar istedikleri halde,
ben Urfa'yı her yere tercih ediyorum. Urfa medrese-i nuriyesine veriyorum.
İnşaallah bir kısım daha onlara göndereceğim. Orada inşaallah Kur'ana ve
imana tam hizmet edecek. Orayı Isparta'daki Medreset-üz Zehra ve
Mısır'daki Cami-ül Ezher'in küçük bir nümunesi haline getirmeye vesile
olmaya.. ve Şam ve Bağdat'taki medrese-i İslâmiyenin bir nümunesini
yapmaya yol açmalarını rahmet-i ilâhiyeden ümid ediyoruz.
Dostları ilə paylaş: |