cihetteki planlarından hiç bir şey elde edemedikleri gibi, Nurların
parlamasına ve daha çok duyulmasına ve intişarına sebebiyet verdiler.
Sadece Hazret-i Bediüzzaman'ın sağlığında cereyan eden üç büyük
mahkeme hadisesiyle, her defasında da idam planları doğrultusunda, her
türlü ifsadlar uygulanmak suretiyle, memleketi velvelelerle şaşırtarak,
masum Nur müellifini ve mazlum Nur talebelerini aylarca, senelerce
karanlık zindanlarda bıraktırdılar. Fakat Nur, üflenmekle sönmediği,
bil'akis parlamasına vesile olduğu için,
2421
2422
2202
tüm planları suya düştü ve boşa gitti. Böylece 1949'lara kadar Nur müellifi
için çeşitli imha planlarını denediler. Su-i kasdler, zehirler, şeni' iftiralar
vesaire vesaireler.. Bunlar tek tek bu kitapta vesikalarıyla ispat edilmiştir.
1950'den sonra ise; tarikatçılık, siyasetçilik ve irtica' gibi iftiralara
başladılar, herzeler kustular. Tekrar-betekrar hükûmetlerin evhamını tahrik
etmeye ve kanunların lastikli tarafını işlettirmeye ve iliştirmeye çalıştılar.
Demokrasiyi hazmedemiyen kimseler, eski diktatörlüklerini elden
kaçırdıkları için durmadılar, durmadılar... Demokratların siyasî
zaafiyetlerinden istifade edebildiler. Yine baskınlar, yine taharriler ve yine
hapisler ve Hazret-i Üstad'ın şahsına da yine zehirler, yine ihanetler
peşpeşe devam etti.
Bütün bunlar yapıldı ve yapılıyordu ve halen de yapılmaktadır. Amma, Nur
müellifi Hazret-i Bediüzzaman o zamanlar hayatta olduğu için, meşhur bazı
din alimleri adına iftiralı neşriyatlar, broşürler, sahte reddiyeler ve nihayet
Risale-i Nur aleyhinde o çok rezil "tahrif" bühtanları yapılamıyordu ve
yapamıyorlardı.
Çünki Hazret-i Bediüzzaman hayattaydı, cevab verecekti. Âleme rezil
olacaklarını biliyorlardı. Lâkin vakta ki Nur müellifi Bediüzzaman
dünyadan göçtü, meydanı artık boş ve iftira mekanizmasına müsaid
zanneden habis ve rezil din düşmanları, planlamakta oldukları diğer
noktalardan da harekete geçtiler. Bu defa Risale-i Nur eserlerinin tahrifleri
mevzuunda gizli gizli iftiralar hazırlamaya koyuldular... Amma Kur'anı
inzal eden Rabbimiz kıyamete kadar onu koruyacağını da taahhüd-ü
Rabbanisi altında bulunduracağını ferman buyurmuştur. Elbette Kur'anın en
hakikatlı manevi bir tefsiri ve onun ayrılmaz, infikâk etmez bir çeşit cüz'ü
ve hakikatlarının ayinesi olan Risale-i Nurları da elbetteki muhafaza
edecekti ve etmiştir. Dalalet. ehli olan münafık alçaklar 1964'lerde
giriştikleri iftira ve bühtan kampanyalarını nasılki tersine dönderdi,
müfterileri dünyada da hemen ve der-akab rezil etti ve onları sahtekârlıkla,
iftirakârlıkla âleme teşhir etti. 1962'den 1964'lere kadar gizli bir plan
dahilinde hazırlayıp neşrettikleri o sahte broşürlerinde, gerek merhum eski
Şeyh-ül İslamımız Mustafa Sabri adına, gerekse Irak reis-i uleması merhum
Emced Zühavi adına düzenledikleri kapkara iftiraları, bir kara çamur lekesi
gibi yüzlerine çarptırıldı ve hakeza...
BAŞKA OYUN
Evet 1962-1964'lerde gizli planlar neticesinde düzenlenmiş o kapkara ve
câhilane iftira ve tezvirleri tutamayınca, bu defa başka yollarla sinsi diğer
bazı planlar düşündüler ve gizli faaliyet işine girdiler. Şöyle ki: O tarihten
2422
2423
itibaren 1964'lerden sonra, iki tane şeytanî metod uygulamaya başladılar.
Onun eseri maalesef halen de devam etmektedir.
2423
2424
2203
Birinci Metod: Hazret-i Üstad'ın nasıl ki sağlığında da -Bilhassa
hapishanelerde- bazı meşreb ve görüş ayrılıklarını körüklemişlerse,
1964'lerden sonra yine aynı metod üzerinde kesif bir faaliyet içine girerek,
Nur talebelerinin arasına ihtilaflar sokmak için bir çok yol ve vesileler
bulabildiler. Bu yollardan birisi: Nur hizmetinin ve Nur neşriyatının çeşitli
şekil ve yollarla olabilen ve hepisi de hak ve doğru olan görüş ayrılıklarını
tahrik etmek, münakaşalar çıkartmak ve birbirlerini tenkid ettirmek...
Diğeri de: Siyasi mes'elelerde, çeşitli partiler kanalıyla tarafgirlik hislerini
tahrik etmekle ihtilaf çıkartmak.. hatta bu vesileyle birbirleri hakkında çok
kötü zanlara vardırmak.. Hatta hatta ırkî mes'elelere de bunu sıçratmak için
çalıştıkları tahakkuk etmiş.
Bu metodlarda, zahir nazarda bir derece muvaffak gibi oldularsa da,
hakikatta muvaffak değil, bil'akis yine Risale-i Nurun hizmeti lehinde
Nurun hizmeti çeşitli sahalarda bir nevi memduh olan müsabaka keyfiyetini
alarak, parlamasına, genişlemesine ve umumileşmesine vesile oldular. Her
ne kadar Nur talebelerinin en küçük bir ihtilafları bir cihette Risale-i Nurun
hizmetine zarardır ve şahıslarına da büyük vebaldir. Lâkin arzettiğimiz gibi,
bu nisbeten küçük zararlar, hizmetin faaliyet sahasını genişlendirdiği için
zararından çok, faydalar getirmiştir.
İkinci ve En Sinsi Metod: Hazret-i Üstad'ın vefatından yaklaşık on-on beş
yıl sonra ortaya bir "TAHRİF" teranesini attırmak suretiyle, işaasına
çalışmışlardır. Bu planda çok ustaca davranmak istediler. Bizzat kendileri
perde üstünde hiç görünmediler. İzleri de görülmedi. Amma Risale-i
Nurlarla alakadar bazı insanları -gayr-i şuuri olarak- bu işte çalıştırmaya
muvaffak gibi oldular. Nur Risalelerinin bazı nüsha farklarını göstererek
"İşte Hazret-i Üstadın vefatından sonra bunlar tahrif edilmiştir." şeklinde
sinsî ,ama çok acemîce ve asılsız, gayr-i ilmî ve belahetli bir iftirayı
körüklemeye koyuldular.
Daha sonraları bu meseleyi siyasî tarafgirlikler alanına götürdüler. Siyasi
ihtiras ve intikam hırsları da orada buna inzimam etti. Bazı siyasi ve
tarafgir gazetelerle, çok vicdansızcasına bu asılsız meseleyi işaaya çalıştılar.
Kendi siyasi tarafdarı olmayan bazı kimselerin zahiren ellerindeki Nur
neşriyatını; kendi intikam ve ihtiras hislerine vasıta ederek bu şahısları
kötülemek içinde ve Risale-i Nura da dil uzattılar, durmadan kurcaladılar.
Geçmiş, olmuş.. Ve bitmiş olan şeyler, olmuş ve bitmiştir. Nur
talebelerinden işin içinde ve Nur neşriyatının ortasında ve Üstad'la beraber
yaşamış ve Üstad'ın tarz-ı tasarruflarını görmüş ve hatta Üstad'dan bazı
izinler hak etmiş bazı kâmil zatlar, bu dedikodulara ve bu iftiralara
2424
2425
hakikatı hakkalyakin bildikleri için- fazla ehemmiyet vermediler, üzerinde
de durmadılar. Hususî ve kısa ve umumî bazı cevablar vermekle yetindiler.
2425
2426
2204
TAHRİF TERANESİNİN BİR HAKİKATI VAR MIDIR?
Evet, acaba hakikatta ve vaki'de şu tahrif teranesinin arkasındaki
adamların, akıl ve ilim ve hakikat ve vicdan dünyasında ve maddi gerçek
âlemde hakikat olarak bir dayanakları ve tutunacak bir mesnedleri var
mıdır? Ve hem neden bir kısım dindar ve ehl-i iman zatlar dahi bir basit
siyaset hissi veya intikam tarafgirliği ile, bu meselenin körüklenmesinde,
işaa edilmesinde alet edildiler. Belki de ön ayak oldular.. Ayrıca neden
hizmet ehli Nur talebeleri bazı zatlar da, bu bedbahtların elindeki çok gayr
i ilmî ve ciddilikten fersah fersah uzak hezeyanlı iftiralarına kapılıp
takıldılar? Acaba o hezeyanların bir hakikat tarafı var mıdır?.. Ve hakeza
bu gibi istifhamların halli için bu meselede derin bir araştırma yaparak,
hakikatı olduğu gibi ortaya koymanın artık zamanı gelmiş, geçmiştir
sanıyorum. Biz de Allah dan tevfik istiyerek; Nurların te'lif, tertip, tasnif ve
neşriyatını Barla hayatı faslında genişçe ele aldık..ve:
TAHRİF TERANESİNİN MENŞE'İ
İslâm tarihini tedkik edenlerin malumudur ki; bu tahrif iftirası en başta
Allah'ın ezelî kelamı ve kıyamete kadar Allah'ın muhafaza ve himayesinde
olacağı yine Allah'ın o kelamıyla mübeyyen olan.. Ve umum
Müslümanların ve İslâm dininin en birinci ve en kudsî kaynağı, rehberi,
mercii olan Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan hakkında da olmuştur, hatta ola
gelmektedir de, şöyle ki:
Kur'anın nüzulü tamam olduktan ve sûrelerinin tamamı vahyin emriyle yerli
yerine dizildikten sonra, Kur'anın tercüman-ı zişanı vefat etti. Bir müddet
sonra, şimdi Risale-i Nurlar hakkında yapılmış ve yapılmakta olan tahrif
iftirasi nev'inden; Kur'anın sûre ve ayetleri hakkında da aşağn yukarı aynı
tarz ve aynı metod ve aynı manada tahrif işaası yapıldı. Bu mesele İslâm
ümmetinin en mukaddes kitabı olan Kur'an hakkında.. ve birde bakıyoruz
ki, bu asırda şimdi de onun i'cazının bir lem'ası olan Risale-i Nur hakkında
hususi şekilde işaa edilen tahrif iftiraları, elbette belli bir kasıd, muayyen bir
çevre, ve mazisi eski olan o çevrenin içinde rol oynayan Yahudî
komitesinin habis planlarından geldiğine sarahat kazandığına inanıyoruz.
Bu mevzuda meseleyi kökten ve menşeinden alarak girmek isterdim.
Hususî olarak onu kendim için yaptım, hazırladım. Yani Kur'an hakkında
vuku’ bulmuş tahrif teranesinin menşeini araştırarak nereden ve kimlerden
geldiğini, İslâm tarihi adına yazılan sahih kitapların mehazlerini vererek
herkese de açıklamak isterdik.Lâkin mesele nazik ve hassas bir mesele
olduğu için, belki avam-ı ehl-i imana zararları olabilir düşüncesiyle, Kur'an
hakkındaki o işaaların menşe' ve me'hazlerini ilan etmekten sarf-ı nazar
ettik. Yalnız bir kaç kitabın ismini vererek kısa keseceğiz.
2426
2427
2205
Tarih-i İbn-i Haldun, Kitab-ül fasli vel milel vel ehvai ven nihal, Kitabül
milel ve-nnihal eserlerine ve bu asırda da Seyyid Muhibbüd-din Hatib'in
"El-Hutut-uİ-âridah, lil üsüsilleti kame aleyha din-üş-şia" eseriyle;Şah
Abdülaziz gulam hakimî, Mustafa Talip Göngörge'nin "Humeyni ve İslâm"
adlı eserine ve Mevlana Ebül-hasan En Nedvinin “Sûretat-ı mutedadetami”
eserine havale ediyor ve kısa kesiyoruz.
RİSALE-İ NUR VE TAHRİF TERANESİ MESELESİNE GELİNCE
Bu meseleyi de Kur'anın meselesi gibi kökten alarak, derinlemesine tahkik
için Risale-i Nurlann ilk te'lif şekline, istinsah keyfiyetine ve tekemmül
safhalarına.. ve sonra mecmualar halinde intişarına, daha sonra da yeni yazı
ile matbaalarda tab'edilip matbuat âleminde intişar keyfiyetine bakmak ve
incelemek gerekmektedir. Ancak bütün bu hususlar hem yer yer bu kitapta,
hem de ayrıca da bu meseleye cevab olarak hazırladığımız "Risale-i Nurun
Neşir Tarihçesi" kitabcığında ispatlı şekilde ele alınıp tahlil edildiğinden,
bunlara havale ederek burada tafsilata girişmiyeceğiz.
Bizce kesin hakikatlardandır ki; bu meseleyi bu sıralarda ele alıp asılsız
şekilde işaaya çalışanların, menşe itibarıyla şimdiki âlemde muvaffak gibi
görünen o menşe'in yâni, Kuran için tahrif iftirasını irtikab edenlerin
kökeninin, tevarüs eden silsilesi içinde cereyan edip gelen zihniyetin
âlemde estirdiği siyaset rüzgârına kapılanlardan geldiği kesinlik
kazanmıştır. Tezahürler de bunu böyle göstermektedir.
Bu hususta da neşretmeyi düşündüğümüz genişçe araştırma ve tahlillerden
sarf-ı nazar ederek, sadece tahrif teranecilerinin dillerine doladıkları bir kaç
gülünç örneğini arzetmekle iktifa edeceğiz:
"Tâhrif" mefhumunun lügat kitaplarından fehmedilen bilgiye göre:
"Bir ibarenin tüm harf ve kelimelerini tağyir ve takdim ve te'hir ile ibareyi
sakatlandırmaktır.(195)”
Bu manaya göre, kasden bir ibareyi bozmak niyetiyle, manayı maksud ve
murad mecrasından çevirip, başka bir mecraya çevirmekten ibarettir. Buda
bır başkası tarafından müellifin izin ve rızası olmadığı halde bir tasarrufdur.
O ise ki üzerinde olduğumuz mevzu daha başka çeşittir. İleri sürülmüş
meselede ne bir -haşa- kasden bir bozma niyeti ve hareketi vardır. Ne de
bir ibarenin harf ve kelimelerinde oynamak suretinde murad ve maksud
manasından çevirme ameliyesi söz konusudur.
2427
2428
(195)Kamus-u Türki S: 25
2428
2429
2206
SADELEŞTİRME
(SADELEŞTİRME,ASRî BİR TAHRİFTİR)
Gerek sadeleştirme mevzuu hakkında, gerekse şerh ve izah
hususunda ve gerekse de, Nurun hâs tarzı olan neşriyat meslesinde,
eskiden, bir-iki kitap ve bir kaç makale neşretmiştik.”Siyaset-Neşriyat, şerh
ve izah meseleleri “ve “ Risale-i Nurun Neşir tarihçesi” adlı kitaplar 1979
ve 1987 tarihlerinde Timaş ve Envar’ da yayınladı. Ayrıca, aynı mevzu’da
birkaç makalemizde, Yeni Asya ve Yeni Nesil gazetelerinde neşredildi.
Mesele, Risale-i Nur canibinden tamamıyla aydınlanmış ve bitmiş iken,
sadeleştirme meraklılarının fikirlerinden vazgeçmedikleri öğrenilmiştir.
Bütün ispatlı ve müdellel vesika ve belgelere rağmen, sadeleştirme denilen
asrî tahrifi yürütmeye niyetli kimselere karşı yeniden aynı meseleye eğilme
ihtiyacını duyduk. Bu defa meseleyi daha vâzıh ve derli-toplu ve net
şekilde aksettirmenin zaruretine kani’ olduk.Bu yazımız -inşaallah vicdan
ve feraset ehli yanında makbul sayılacak ve hakikat noktasında bir tahrif
olan sadeleştirmeye imkan vermiyeceklerdir. Aksi halde sadeleştirme
denilen tahrif, Risale-i Nura layık görülürse, ta kıyamete kadar dedi
kodular ve fitnelerin yayılıp çoğalması derkârdır.İnşaallah öyle
olmıyacaktır.
MEVZUYA GİRİYORUZ
Bir taraftan “Risale-i Nurda tahrifat var” diye zihinleri bulandırmak için
sinsi taaruzlar olurken, öbür tarafta asıl tahrifat olan ”Sadeleştirme denilen
sinsi planlar düşünülmekte idi. Bilmiyorum dış görünüşü ile bu ayrı ayrı
gibi olan iki müşterek hedefli gurubun menşei birmi yoksa?..
Evet, sadeleştirme tabiri veya fiili zahirde sırıtma gibi sun’i bir gülümseme
gösterirsede, hakikatta asıl tahrifin ta kendisidir.Hem sadeleştirme işi bir
tercümede değildir.(1) Ya da, bir şerh, izah ve tefsiride değildir.Zira,
tercümenin, şerhin, izah ve tefsirin kanun ve kaideleri bellidir.Bindörtyüz
se
(1) Çünki tercüme bir lisanda te’lif edilmiş bir eserin, tamamen başka olan
diğer bir lisana zaruret ve mecburiyet tahtında çevirilen bir ameliyedir. O
durumda üslup ve elfaz bir nevi feda edilir.
2429
2430
2207
nedir İslam aleminde kökleşmiş olan o belli kaideler,adeta değişmez
muhkem asıllar hükmünü almıştır. Ayrıca sadeleştirme işi Türkiyeden
başka dünyanın hiç bir yerinde ve hiç bir milletinde ve lisanında yoktur ve
görülmemiştir.
Şimdi,Risale-i Nurlar hakkında sadeleştirme tahrifini düşünenlerin, onun
etrafındeki üç büyük kudsî hukukun kalın surlarını tecavüz etmekte
olduklarını ispat etmeğe çalışacağız.
BİRİNCİ HUKUK SURU:
Risale-i Nurun Kur’ana mensubiyeti ve onun mertebe-i arşiyesinden nüzûl
eden hâs ve berrak bir ilham eseri oluşu.. ve Kur’anın imanî hakikatlarını
en bariz ve en halis ve en mukni’ şekilde aksettiren nurlu bir ayinesi olması
cihetidir.. ve bu cihet, Hazret-i müellif tarafından aynı tarz ifadelerle çok
defalar risalelerde dile getirilmiştir.Bu husus Risale-i Nurları okumuş
herkesin malumudur. İşte Cenab-ı müellif hazretleri Risale-i Nurun
mahiyetini o gibi samimi ifadelerle ta’bir ve etmiş olmasıyla;herhalde bir
donuk gösteriş, yada resmî bir alayış için değildir. Belki mutlaka ve
herhalde bir derin,ulvî ve sırlı bir hakikat ve mahiyeti ifade ve tarif içindir.
İşte, Hazret-i müellif tarafından Nur risalelerinin bir çok yerlerinde,Nurlar
hakkında çekinmeden izah eylediği hakikatlı beyan ve senakârane
ifadelerinden nümune için bir kaç pasaj arz etmek istiyoruz.
Birincisi:“Risale-i Nur İsmi A’zam cilvsiyle ve ism-i Rahim ve Hakîmin
tecellisiyle zuhur ettiğinden;İmtiyazlı hassası Allah ü Ekberden iktibasen
celal ve kibriya.. Ve BismillahirRahmanirRahimden istifazaten rahmet ve
şefkat..Ve “ den istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine
gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır...”
(Şua’lar S:734)
İkincisi: “Risale-i Nur Esma-i Hüsna içinde İsm-i Nur, İsm-i Hakim ve
İsm-i Bedii’in mazharıdır. Zahirinde tarz-ı beyanında ism-i Bedii’in cilvesi
görünüyor.”(Osmanlıca Sikke-i tasdik S:111)
Üçüncüsü: “..İşte bu kuvvetli münasebet-i maneviyeye binaen derizki:
( ) cümlesinin sarih bir manası Asrı Saadette
vahy suretiyle kitab-ı mübinin nüzulu olduğu gibi; manay-i işarisiylede, her
asırda o kitab-ı mübinin mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i
maneviyesinden feyiz ve ilham tarikiyle onun gizli hakikatları ve
hakikatlarının bürhanları iniyor, nüzul ediyor diyerek şu asırda bir şâkirdini
ve bir lem’asını cenah-ı himayetine ve daire-i harimine bir hususî iltifat ile
alıyor.” (Şua’lar S:711)
Dördüncü:“Risale-i Nur doğrudan doğruya Kur’anın bâhir bir bürhanı ve
kuvvetli bir tefsiri ve parlak bir lem’a-i İ’caz-ı manevisi ve o bah
2430
2431
2208
rin bir reşhası ve o güneşin bir şua’ı ve ma’den-i ilm-i hakikattan mülhem
ve feyzinden gelen bir tercüme-i maneviyesi olduğundan;onun kıymetini
ve ehemmiyetini beyan etmek, Kur’anın şerefine ve hesabına ve senasına
geçtiğinden, elbette Risale-i Nurun meziyetini beyan etmekliği hak iktiza
eder ve hakikat ister. Kur’an izin verir...”(Şualar S:686)
Beşincisi: Şu ayet-i azime sarihan asr-ı saadette nüzûl-u Kur’ana baktığı
gibi; sair asırlara dahi ma’anay-i işarisi ile bakar ve Kur’anın semasından
ilhamî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder.İşte doğrudan doğruya
Tabib-i kulûb olan Kur’an-ı hakimin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan
Risale-i Nur benim çok tecrübelerimle umum manevî dertlerime şifa
olduğu gibi, Risail-i Nur şakirtleri dahi tecrübeleri ile beni tasdik
ediyorlar...”(Şualar S:706)
Altıncısı:“O tevafuk remz ederki :Bu asırda Resail-i Nur denilen otuzüç
Söz ve Otuz üç adet Mektup ve otuzbir adet lem’alar,bu zamanda kitab-ı
mübindeki ayetlerin ayetleridir. Yani, hakaikinin alametleridir ve hak ve
hakikat olduğunun bürhanlarıdır..Ve o ayetlerdeki hakaik-i imaniyenin
gayet kuvvetli hüccetleridir.. Ve “Tilke”kelime-i kudsiyesinin işaret-i
hissiyesiyle gözlere dahi görünecek derecede zahir olduğunu ifade eden,
böyle işarete layık delillerdir.”
(Şualar S:709)
Yedicisi :Hem Risale-i Nur zahiren benim eserim olarak haysiyetiyle
sena etmiyorum. Belki yalnız Kur’anın bir tefsiri ve Kur’andan mülhem bir
tecüman-ı hakikisi ve imanın hüccetleri ve dellalı olmak haysiyetiyle
meziyetlerini beyan ediyorum.” (Şualar S:727)
İşte Risale-i Nurun ulviyeti, küdsiyeti ve bir nevi i’cazdarlığı hakkında
İmam-ül mücahidîn olan Hazret-i Bediüzzaman böyle diyor.Bu
beyanlarının daha bir çok örnekleri nurlarda mevcuttur.Bizce bu ifadeler ve
beyanlar, ihtiram hakkına haiz, kudsî ve mübareklik vasfını taşıyan şeylere
karşı hürmet hissini kaybetmemiş kimselerin birazcık olsun durup
düşünmeleri gerekir.
Evet, Risale-i Nurlar bu ulvî mahiyeti taşıdığı içindirki, bugün ki alemde
iman ve Kur’an hakikatlarının ispat, i’lan, tasrih ve tavsifi için adeta bir
alem ve değişmez bir bayrak olmuştur.Ve bu alemin uslûb ve kelimatının
değiştirilmesiyle, nuranî ve kudsî olan aheng-i manevî ve lahutî olan saday
ı hakiki zail olacağı gbi, beklenilen ve hayalat ile umulan faideler yerine de,
zarar ve ziyanların, hüsran ve nedametlerin toz ve dumanları kalacaktır.
Evet bu iş kati’yyetle böyle biline!.
Buna göre; Kelam-ı Ezelî olan hazret-i Kur’anın başka herhangi bir lisana,
2431
2432
lafız veya uslub ile tercüme edilerek ,onun yerine “Bu Kur’andır”deyip
2432
2433
2209
okunması, okutturulması ..ya da tükenmez bir umman-ı hakikat olan
Kur’anın manaları“İşte bu tercümelerdir ” diyerek neşrettirilmesi ,nasıl en
azim bir cinayet ise; elbette Nurların da Kur’anın harim-i keriminde hususî
bir surette yer alması hasebiyle; onunda uslub ve ifade tarzı şu sadeleştirme
denilen asrî tahrif , tehcir ve yozlaştırma ameliyesine tabi’ tutulamaz.
Nurları bu sinsi tahrif girdabına sokanlar, ya da sokmak isteyenler
kesinlikle samimî olamazlar. Başka bir niyet peşinde olmaları kat’iyyetle
düşünülebilir.
Şimdi mezkûr ma’naları te’kid ve te’yid sadedinde, hazret-i
Bediüzzamanın; Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyanın tercümesi meselesinde
vaktiyle girişilmiş sinsi bir teşebbüsün önünü kesen ve niyetlerini
kursaklarında bırakan ispat ve ilzam edici hüccet ve bürhanlarından bir iki
örnek vermek istiyoruz:
BİRİNCİ ÖRNEK: Yirmidokuzuncu Mektubun beşinci nüktesinin
ahirinde: “...acaba o cami’ ve i’cazdarane olan lisan-ı nahvî ile
mu’cizekarâne bir surette ve her ciheti birden bilir, irade eder bir ilm-i
muhit içinde zuhûr eden kelimat-ı Kur’aniye; sair elsine-i terkibiye ve
tasrifiye vasıtasıyla, zihni cüz’î, şuuru kısa, fikri müşevveş, kalbi karanlıklı
bazı insanların kelimat-ı tercümiyesi nasıl o mukaddes kelimat yerini
tutabilir...”(Mektubat S:433)
İKİNCİ ÖRNEK:Yirmibeşinci Sözün Onuncu nükte-i belağatından:“Şimdi
biri çıksa, Kur’anın getirdiği hakaikten bir kısmına kendi hevesince
çocukça bir intizam verse ; Kur’anın bazı ayatına muaraza için nisbet etse :
“Kur’ana yakın bir kelam söyledim” dese, öyle ahmakane bir sözdür
ki...mesela taşları muhtelif cevahirden bir saray-ı muhteşemi yapan ve o
taşların vaziyetinde umum sarayın nukuş-u aliyesine bakan mizanlı nakışlar
ile tezyin eden bir ustanın san’atıyle;O nukuş-u aliyeden fehmi kasır, o
sarayın bütün cevahir ve zinetlerinden bî-behre bir adî adam, adî hanelerin
bir ustası,o saraya girip,o kıymettar taşlardaki ulvî nakışları bozup,
çocukça hevesine göre, âdî bir hanenin vaziyetine göre bir intizam, bir
suret verse ve çocukların nazarına hoş görünecek bazı boncukları taksa,
sonra: “Bakınız, o sarayın ustasından daha ziyade meharet ve servetim var
ve kıymettar ziynetlerim var.”dese, divanece bir hezeyan eden bir
sahtekârın nisbet-i san’atı gibidir..” (Sözler S:433)
Evet, şu iki örnekte gösterilen pek yüksek hakikatlı ve tam ilzam edici
beyan ve ifadeler, elbetteki evvela ve bizzat Kur’ana bakarlar ve Kur’an
içindedirler. Amma kısadan hisse nevinden o Kur’anın en parlak bir ayinesi
olan ve kat’î ilham-ı hak olan nurların içindeki kudsî manalara giydirilmiş
2433
2434
elfaz ve uslub hakkında da elbette ki câridir ve herhalde bir aidiyyeti var...
2434
2435
2210
Evet, Risale-i Nurların elfazını değiştirmek istiyenlerin bazıları;hiç
saklamadan onun lisanını ve uslubunu beğenmediklerini söyliyen
insanlardır. Oysa ki ;Kur’anın manevi i’cazına mazhar olan nurların elfaz ve
kelimatı da bilerek, düşünülerek, amma herşeyden önce ilham-ı ilahi ile
dikte ettirilerek yerli yerince konulmuş ve terkib edilmiş her tarafı şuurlu,
nurlu ve cami’ lafızlardır. Evet, Nur talebeleri olarak bizlerin Risale-i
Nurlar hakkındaki düşüncemiz,telakkimiz ve itikadımız böyledir ve bundan
ibarettir.
ÜÇÜNCÜ ÖRNEK:“...Acaba kendine müslüman diyen bir adam, dünyanın
bir menfaatı için, bir günde elli kelime frengî lügatından taallüm ettiği
halde;elli senede ve her günde elli defa tekrar ettiği SÜBHANALLAH
Dostları ilə paylaş: |