Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə111/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   112

yahut da, asrın menfi seylabına kapılmışlığın sonucunda domura uğruyan

ihtisasatın, ince ve esrarlı elfazı takdir edememenin menhus bir sonucudur

ve hakeza ...

Herkese rica ediyoruz ve hatırlatıyoruz ki; Risale-i Nurlar Kur'anın malıdır.

Onun uslub ve elfazı kur'anın nahvî üslubuna göre tanzim edilmiştir. Hem

Kur'anın i'cazından bir hisse nurlarada aksettirmiştir. Bütün bunlarla

beraber Risale-i Nurlar Türkçe olarak te'lif edilmişlerdir. İşte eğer Risale-i

Nurları aslî vaziyeti ve mevcut haliyle beğenmiyenler varsa, lütfen uzak

kalsınlar.. Tahrif ve bozma manasındaki sadeleştirme oyunuyla tahrib

parmaklarını nurların kudsî harimine değdirmesinler. Türkçeden başka bir

lisana, zarurî tercümeden gayrı nurlar tağyir edilemez. Tağyir eden olursa

ruz u cezada çok büyük vebal ile cezalandırılacaklardır.

Şerh ve izah ve tefsir işleri ise, kanun ve kaideleri bellidir. Şimdilik nurlar

kendi kendilerini lüzumu derecesinde şerh ve îzah ve tefsir ediyorlar.

Hazret-i müellifde bunu öyle yapmış ve öyle demiştir. Tefsir ve şerhe bir

ciddi ihtiyaç belirirse, Medreset üz Zehra erkânı olan Nur talebelerinin âlim

ve edipleri toplanır ve durumu değerlendirirler.. Gereği de ne ise onu

yaparlar.

ABDÜLKADİR BADILLI

Hicri 19 Zilkade 1416

Rumi 26 Mart 1412

Miladi 8 Nisan 1990

Şanlıurfa

Not: Sadeleştirme hakkındaki yazımzın bir kitapçık şeklinde neşredilen

nüshasında, üstadımızın hizmetkâr ve talebeleri imza ile tasdikleri olduğu

gibi, Abdullah Yeğin Ağabey ve Fethullah Gülen Hocanın birer

değerlendirmeleride beraber neşredildi.

2475

2476


2236

MAHKEMELER

İkinci meselede, (Yanı, sadeleştirme mevzu’undan evvel)hülasasını

yazdığımız iftira kampanyası sürerken, Nur talebeleri hakkında açılan

da’valar ve mahkemeler de birbirini takib etmiş. Türkiye sathında, her

yerde adeta bir fırtına, bir tûfan halini almıştı. 15.6.1944'den-27 Mayıs

1960 senesine kadar on dört senelik bir zamanda altmış beş mahkeme

açılmış ve bütün bunlar Nur talebelerine ve Risale-i nura beraet ve iade

kararı vermişken; 28.5.1960'dan-13 Şubat 1965'e kadar dört senelik bir

zaman zarfında ise; İnönü'nün Başbakan olduğu üç devre-i hükûmette, tam

üçyüz elli iki (352) da'va açılmış ve beraet kazanmıştı(197)

Buna göre, CHP'nin Milli Şefi ve liderinin kumandasında yapılan gizli

aşikâr tüm tedbir ve proğramlar suya düşmüş ve Risale-i Nur lehine

dönüşmüştür. Risale-i Nur ve talebeleri ise, dimdik ayakta ve hizmetlerine

devamda kaldılar.

1960-1965 arasındaki davalarda olduğu gibi, 1972'lere kadar yüzlerce

mahkeme ve davalara avukat olarak müdafiî’ olarak giren, Avukat Bekir

Berk'in büyük gayret ve himmetleri olmuştur. Şahsî kusurlarına bakılmadan

bu büyük gayretleri her zaman yâdedilecektir. Bu arada onun kadar olmasa

da, fakat Risale-i Nur davası uğruna büyük hizmetleri sebkat eden Avukat

Hüsameddin Akmumcu, Avukat Necdet Doğanata, Avukat Gültekin

Sarıgül ve bunlardan önceki Üstad'ın hayatında mahkemelere müdafi

olarak giren 1944'de Avukat Ziya Sönmez ve 1948-49'da Avukat

Ahmet'Hikmet Gönen ve Avukat Hulusî Bitlisi'lerin, 1950'den sonra da

Avukat Abdurrahman Seref Laç, Avukat Seniyüddin Başak, Avukat

M.Mihrî Helav'ların hep himmet ve gayretleri hürmetle, takdirle

yadedilecektir.

DEMOKRATLARIN UĞRADIĞI ZULÜM VE TECAVÜZLER

Demokrat iktidarının kabinesi, milletvekilleri ve bazı vali ve askerî

kumandanlarının 27 Mayıs İhtilalinde uğradıkları büyük zulümler ve

tecavüzler hadisesi ve mevzuu, aslında bizim konumuzun dışındadır. Ancak

bu adamların uğradıkları bu sebebsiz zulümlerin en büyük nedeni, onların

düşmanlarınca, bunların dine ve dindarlara taviz vermeleridir. Dindarların

başında ise, Türkiyede her zaman Nurcular başta gelmiştir. Dolayısıyla

bunların uğradıkları zulümlerle bizim mevzuumuz arasında bir münasebet,

bir bağlantı mevcuttur. Dolaylı olarak mevzuumuzu alakadar ettiği için,

kısaca temas etmekte fayda olacaktır.

2476


2477

(197) Risale-i Nur ve TC mahkemeleri S: 191-205

2477

2478


2237

Bir şeyde hem kader adaletinin tecellisi, hem insan zulmünün vuku’

bulması hakikat olduğunun bir nümunesi de, Demokratların uğradıkları

büyük zulümdür. Onların düşmanları dinsizlik prensiblerine dayanarak,

onları dini siyasete alet etmekle ve dindarları himaye ve onlara taviz

vermekle suçlayıp, çok gadırlı zulümlere maruz bıraktılar. İşin hakikatında

ise, Demokratların ellerinde-bilhassa ilk fırsatta- büyük fırsat ganimeti,

büyük kuvvetler ve selahiyetler varken, bütün millet ve memleketçe

kendilerinden beklenilen ve istenilen bir çok şeyi ve mes'eleleri, evham ve

korku ve za'afiyet ile ve bir çeşit beceriksizlik yüzünden yapmadıklarından

ve yapamadıklarından, kader-i ilahî de, onların büyük düşmanlarını onlara

galib getirmesine fetva verdi, adaletle tecelli etti denilebilir.

Bilhassa Demokratların son iktidar ve hükûmetleri devresindeki

adamlarının kapıldıkları evham ve girdikleri girdaptan onları kurtarmak

için; Üstad Bediüzzaman Hazretleri, her şeye rağmen onlarla fikren ve

kalben meşgul olmuş, şefkatle yanaşmak, onları düşmanlarının desise ve

dolaplarından kurtarmak; ve onlara çıkış yolunu göstermek istemiş, adeta

çırpınmıştır. Lâkin maalesef Demokratlar gafletlerinden, evhamlarından ve

za’afiyetlerinden hep Üstad’dan kaçmak istediler, onun sözlerine ve

nasihatlarına karşı kulaklarını tıkadılar.

27 Mayıs ihtilali CHP'lileri, İnönü'nün planıyla ve CHP'lilerleTurancı

Irkçılar birleşerek gerçekleştirdiler. Demokrat Milletvekillerinin hepsini ve

bazı vali ve kumandanları Yassıada zindanlarında toplattırdılar. Beşeriyetin

en vahşi devirlerinde bile emsaline rastlanmamış acib zulümler ve vahşice

muamelelere tabi tuttular. Bu hunharca zulüm ve vahşice işkencelere

dayanamıyan Demokrat ileri gelenlerinden bazıla intihara bile teşebbüs

ettiler.. ve bir ikiside öldü.

Mesela, 30 Mayıs 1960 günü eski DP İçişleri Bakanı Namık Gedik,

Ankara Harp okulunda tutuklu bulunurken, okulun penceresinden atlayıp

intihar etmesi.. ve Celal Bayar'ın 30 Eylül 1960 günü Yassıada'da intihara

teşebbüs etmesi gibi(198)... ve keza Konya Valisi Cemil Keleşoğlunun

intiharı...

Yassıada'da muhkemeler 14 Ekim 1960'da başladı.. ve 11 Eylül 1961'de,

Engizisyon zulümlerini çok geride bırakacak zulümlü, kanlı kararını

açıkladı.15 idam, 31 kişiye de müebbed hapis ve 408 kişiye de çeşitli hapis

cezaları verildi. Bu mahkemenin temyizi memyizi yoktu. Aynı kararda

(198)N0amık Gedik ki, 22-23 Mart 1960 günlerinde Üstad Bediüzzaman

Hazretleri Urfa'da sekerat halini yaşarken, Ankara'da İçişleri Bakanlığı

2478

2479


koltuğundan telefonlarla Urfa Emniyet Müdürüne emirler vererek: "Başka

bir araba yoksa, onu çöp arabasına atın, geri gönderin.” demişti. Allah'ın

kudret tecellilerine bakılsın ki, kendisi harbiye okulunun penceresinden

atlayıp intihar ettiğinde, oradan geçen bir çöp arabasına acelelik belasıyla

hemen konulup hastaneye kaldırılmıştır.

2479


2480

2238


bazı sebebler ileri sürülerek, onbeş idamdan, onların asıl hedefi ve düşmanı

olan üç kişi olduğu için, üçe indirildi. Bunlar Adnan Menderes, Hasan

Polatkan ve Fatih Rüşdü Zorlu idi. Karar, beş altı gün sonra İmrali

adasında hemen infaz edildi. Ne temyiz, ne de hiç bir şey... İnönü'nün uşağı

ve fermanberi Cemal Ağa'nın keyfî arzusu öyle idi çünki... Kendisi ve ihtilal

arkadaşları kararı hemen imzalamışlardı. O kadar!.. Temyize, üst bir

mahkemeye ne hacet ki!..

Adalet ve kanun muvacehesinde hiç bir suç ve sebeb yoktu ortada. Zaten o

sıra kanun ve adalet diye bir şey yoktu. Kalbi, ruhu kapkaranlık

vicdansızlardan seçilen bir mahkeme hey'eti oraya gönderilmiş, her türlü

selahiyet verilmişti. Verilen bu selahiyet hiç bir kanuna, hiç bir anayasaya

ve hiç bir müeyyideye dayanmamakta idi.

Yassıada'da idam edilenlerden arta kalan diğer müebbedliler ve mahkûmlar

ise, çeşitli hapis cezalarıyla birlikte, kamu hizmetlerinden ve siyasi

haklarından da men'edilmişlerdi. İşte Demokratların tarihçesi çok kısa

olarak bu kadar...

NUR TALEBELERİNİN DAHİLÎ DURUMLARI

Burada“Nur Talebelerinin dahilî durumları ”başlığı altında, onbir sahifelik

bir inceleme ve mukayese yazısı vardı. Bu kitabın 1.baskısında; ilerdeki

tarihçilere belki bir vesika olur niyetiyle neşredildi. Hakikatın öz kendisi acı

olması hasebiyle, bazı hatırlar kırılabildi. Hatta belki yanlış telakkilerin

vehimleriyle başka mana ve maksadların güdüldüğü zehabına kapılan ola

olabildi. Ama herşeye rağmen, bu makamdaki inceleme ve mukayese

yazısı, herhalde vazifesi olan ikaz hizmetini yapmış olduğu gibi, müstakbel

tarihçilerine vesikalık işinide yerine getirmiş oldu.

Kitabımızın şu ikinci baskısında artık bu yazıya ihtiyaç kalmadığına kanaat

getirdiğimiz için,onu Vucud sahifesinden siliyoruz. tahmin ediyorum,

umumi Kanaatta bunun böyle olması yönündedir.

Dünyada ve Türkiye'de Olup Bitenler

1960 ihtilalinden sonra, Türkiye'de ve dünyada gelişen çeşitli hadiseleri,

mevzuumuza, yani Risale-i Nur hizmetinin tesir sahasına temas eden

noktaları ile üç bölümde ele alarak, kısaca notlar halinde arzetmek

istiyoruz.

2480


2481

1- Dini sahada inkişaf..

2- Siyasî sahadaki hadiseler..

3- Risale-i Nur hizmeti, Nur talebeleri ve Nur eserleri itibarıyla kaydedilen

terakkiler ve inkişaf merhaleleri...

2481


2482

2239


DİNİ SAHADA İNKİŞAF

Bu bölümün hakikatı ve büyük inkişafları şöylece arzedilebilir ki; Türkiye

sathında açılan yüzlerce İmam-Hatip Mektepleri, Yüksek İslâm Enstitüleri,

İlahiyat Fakülteleri, İslami Araştırmalar Fakültesi, Edebiyat Fakülteleri..

Ve ayrıca hususî açılan yüzlerce-binlerce Kur'an Kursları faktörleri ile,

1960-1987 arası -kesintili zamanlar hariç- bir çeyrek asır zaman zarfında

büyük büyük inkişaflar olmuştur. İnkişaf eden bütün bu müsbet manaların

ana merkezi, enerji kaynağı ve ruhu ise; Türkiyenin her tarafında Nur

talebelerinin himmet ve gayreti ve açtıkları binlerce hususî Nur dershaneleri

ve Türkiye sathında her gün milyonların aşkla okuduğu Nur Risaleleridir.

Bugün artık Türkiye'nin, bilhassa gençlik kesiminde çok büyük çapta ve

muazzam bir kitle halinde dinini öğrenmiş, imanını sağlama bağlamış, İslam

dinini tam iltizam etmiş insanları mevcuttur. Türkiye'de artık İslâm dinini

müdafaa edecek, koruyacak; ve icabederse ecdadı gibi onun yolunda

herşeyini feda edecek, İslâm dinini yaşayıp yaşatacak milyonlarca insan

bulunmaktadır.

Her ne kadar Türkiye'de hâlâ dinsizce bir hayat yaşamak isteyen bir gurub

insanın, zaman zaman Atatürk ilkelerini kendi dinsizliklerine siper ederek

ve ona dayanarak dine ve dini yaşamak isteyenlere ilişmeleri eksik olmasa

dahi!..


Ama bunlar da, herkes de iyice anladılar ve bildiler ki; artık Türkiye'de

eskisi gibi cebir kuvvetiyle; dinî temayülü, dinî hayatı men'etmek veya

zayıflatmak mümkin değildir. Bununla beraber bazı câhil siyasîler veya

kasıtlı dine karşı münkir bazı zevzek herifler, mesela bir kız çocuğunun

eşarp takmasına, başını örtmesine, namahrem vücudunun belli bölgelerini

kapamasına tahammül edemiyerek, dinsizliğin katı taassubu adına "İrtica"

diye bağırmaları da eksik olmayabilir.

Halbuki, bugün herkes, bilhassa aklı başında milliyetçi, hürriyetçi,

demokrasi kaidelerini gerçek manada benimsemiş herkes biliyor ve anlıyor

ki; Atatürk ilkeleri, yahut da laiklik mefhumu denilen şeyler, bugün dinsiz

kesimin elinde bir maskedir. Yani onlar kendileri dinsizce yaşama tarzlarına

bunu alet ederek, laikliği de, ilkeleri de kendi anlayışları doğrultusunda

izah ediyorlar.

Bu meseleye bir misal olarak, mu'temed bazı zatlardan duyduğum bir

hikâyeyi nakledeyim:

27 Mayıs ihtilalinin nöbetçi onbaşısı olan Cemal Gürsel, bir gün bir

mecliste rakı içerken, yanındaki arkadaşlarına, içki bardağ'ını eline alarak

2482


2483

demiştir ki: "Arkadaşlar! Bu Nurcular var ya, bir gün gelecek, bu bir

bardak rakıyı da bize haram edecekler!..”

2483


2484

2240


Bir misali de: Ergenlik ve rüşd çağına gelmiş bazı müslüman kız çocukları,

üniversitede kendi vicdanına ve demokrasi kaidelerine dayanarak,

Müslümanca örtünmelerini; büyük şamatalarla Türkiye'de sanki herşey

değişiyor gibi bir davranış içerisinde görünen ilhad müdafii bir partinin

genel başkanı günümüzde de görülmüştür.

Halbuki, bu tip adamların hangisini konuştursan, demokrasiyi, hürriyeti,

insan haklarını, fikir ve vicdan özgürlüğünü müdafaa eder, tarafdarlığını da

gösterirler. Öbür tarafda kendi anlayış, zihniyet ve mantıklarına göre

dünyadaki mevcut demokrasilik uygulamalarını değil, kendi tinet ve

zihniyetlerine göre demokrasiyi de, fikir ve vicdan hürriyetini de, laiklik

prensiblerini de sadece ve sadece Atatürk ilke ve inkılabları çerçevesinde

ve yalnız onun çizgisi içinde kabul ederler. Bilmem, dünyada, öyle bir

demokrasi mefhumuna ve uygulamasına veya böylesi bir laiklik ilkesine

rastlamak mümkün müdür?

Demokrasilik, milletin irade ve hâkimiyeti, fikir ve vicdan hürriyeti ise;

bütün dünyada uygulanan şekli bugün Türkiye'dekinden başka tarzdadır.

Çünki eğer bu adamlar, -dini ve İslâmiyeti bir an için bir tarafa bırakalım

gerçekten hakikî bir demokrasiye, bir millet iradesine inanmış ve kabul

etmiş olsalardı; bugün bütün dünyada tatbik edilen bir şekli, hiç olmazsa o

şeklin orta hallisi bir tarzını; ve nihayet o da bir insan, bir beşer olan ve

kusur edebilen bir tek insanın hususî anlayış ve telakki tarzına feda

etmezlerdi. Çünki hür fikirli insan, her şeyde hürdür ve hür olmalıdır.

Demokrasî istiyen gerçek bir insan, onu her mesele için de ister. Yani

millet eğer isterse Atatürk'ün ilkelerinin dışında da bir demokrasiyi

gerçekleştirebilirler diyebilmelidirler. Aksi takdirde bunların savundukları

bir demokrasilik mefhumu değildir. Olsa olsa, yine bazı vesileler ve

aletlerle bir dikta rejiminin devamının tarafdarıdırlar.

Evet, bu adamlar eğer gerçekten samimi olarak komünist blok hariç ki oda

teslim-i silah etti tüm dünyada tatbik edilen bir demokrasi şeklini hazmedip

ve bu millete layık görüp isteselerdi, memleketimizde de aynı tarzda, hiç

olmazsa yakın bir tarzının uygulama taraftarlığını yapacaklardı. Amma

nerede?..

Lâkin kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın; bugün Türkiye Cumhuriyeti

hudutları içerisinde yaşıyan insanımızın kendi dinine, Kur'anına kalbden

gelen tarafdarlığını -bilhassa bundan böyle- hiç bir kuvvet, dinsizce hiç bir

anlayış sökemiyecek ve atamıyacaktır. Artık herkes bunu çok iyi gördü ve

görüyor ve görecek...

2484


2485

2241


İSLAM DİNİNİN İNKİŞAFI

İslam dininin bütün dünyadaki inkişafı ise; Elhamdülillah başta Âlem-i

İslâm, Türkiye de dahil bütün devletleri; hükümet icraatlarını, kanunlarını

her noktasıyla dinden alan bir yöntem, bir sistem ile idare etmemeleriyle

birlikte; fakat İslâm Âlemi kendilerini Müslüman bilmekten ve Müslüman

olarak birbirleriyle görüşmekten, ittifaklar akdetmekten

çekinmemektedirler. İslâm Konferansları, müşterek İslâm kalkınma

bankaları gibi manidar isim ve unvanlar altında, siyasî sahalarda

gerçekleştirilen bir çeşit İslâm ittifakı ve ittihadı gün geçtikçe

kuvvetlenmekte ve inkişaf etmektedir. Bütün bunlar elbetteki büyük

istikbal va'deden büyük âzim ümit işaretleridir.

AVRUPA VE AMERİKADA İSLÂMİYET

Bu ülkelerde Müslümanların yaşama biçimlerine, ibadet şekillerine, Dinî

propagandalarına ve dinî kıyafet ve yaşama tarzlarına, hatta dinî dernekler

ve cem'iyetler kurmalarına mani olunmadığı gibi, tam aksine yardımlar ve

kolaylıklar gösterilmektedir.

Bunun yanında, Avrupa ve Amerika'da hemen her gün bir çok insanın

serbestçe İslâm dinini seçmeleri ve herhangi bir engelle karşılaşmamaları

ayrı bir ümit müjdesidir. Avrupa'nın küçük bir devleti olan Belçika'nın

İslam dinini resmi din olarak kabul etmesi de göstermektedir ki; Avrupa,

Bediüzzaman'ın dediği gibi İslâmiyete hamiledir ve doğurması da pek

yakındır.

SİYASİ SAHADAKİ HADISELER

Birinci bölümde arzolunduğu gibi, Türkiye'nin devlet anlayışı: Bir taraftan

ladinilik manasında bir laikliği ve bunu bir din tarzında benimsemesinde

şimdilik hiç bir taviz verilmediği ve zaman zaman onu muhafaza için

demokrasiliği, vicdan hürriyetlerini çiğneyip geçerek- kuvvet ve cebir ve

süngü kullanmaya çalışıldığı anlayış ve bu hareketin de şimdiye kadar

Kuvveti elinde bulunduranlarda- herhangi bir değişiklik söz konusu

olmadığı halde, kendilerini dünyada ve İslâm Âlemi nazarında dinsiz veya

Müslüman olmıyan bir devlet de göstermek istememektedirler. Bu

yüzdendir ki, İslâm dinini benimsiyerek, yaşayarak değil, amma şimdilik

köklü bir mazî geleneğinden gelen bir Türk milliyetçiliği anlayışıyla ve bir

çeşit siyasetle, İslâm âlemiyle siyasî sahada birlik içinde olmaya önem

vermekten de geri kalmamaktadır.

2485


2486

2242


İSLAM ALEMİNDE MENFİ YÖNDEN GELİŞEN HADİSELER

İslâm âlemini uyandırmak, hamiyet ve gayrete getirmek, birleştirmek için;

aslında kader'in hüküm ve hikmetiyle vücuda gelmiş olan hadiselerin hepsi

de İslâm alemi için dersler olduğu halde.. ve Bediüzzaman hazretlerinin

“âlem-i İslâmı uyandıracak ve bir kuvvet-i azimeyi tehyic edecek hadisat-ı

azime vücuda,geliyor..” mealinde dediği gibi; bir hareket, bir heyecan, bir

kaynaşmaya vesile olması lazım iken, şimdilik istenilen ma'nada ve seviyede

henüz tam bir uyanma görülmemektedir. Amma er-geç bu uyanma, bu

hareket, bu silkinme olacaktır inşaallah...

İslâm Âleminde menfi yönden gelişen en belirgin hadiselerden birisi;

dünyanın en rezil kavmi olan Yahudilerin, 3 Mayıs 1967'de Müslüman

Araplarla yaptığı harpte galip çıkması hareketidir. Yahudinin arkasında

kimler bulunursa bulunsun, mağlubiyet mağlubiyettir. Bundan tam bir ders

alarak uyanmak için müessir büyük bir ders olmalıydı ve olmalıdır.

İkinci harp de, 6 Ekim 1975'de vuku' buldu. Bu harbde Yahudiler daha da

ilerledi. Sina çölünün büyük bölümünü, Kudüs-ü Şerifi, Filistin'in ve

Suriye'nin müşterek arazisi olan Colan dedikleri dünyanın en bereketli

arazisini ve beraberinde Kınaytre vilayetini istila etti. Halen de Yahudinin

elindedir.

Bunun yanında son senelerde patlak vermiş, İslâm âlemi için yüz karası

mühim bir hadise de İran-Irak harbidir. Bu harb dünya kâfirlerinin çok

hoşuna giden bir hadisedir. Hiç yerde ve fuzulî şekilde Müslüman kanı

dökülüp gitmektedir.

İnekperest Hinduların veya ateşperestlerin eski Pakistan'ı cebir ve harp

kuvvetiyle ikiye bölmeye sebebiyet veren ciğer-suz harbini de unutmamalı.

1974 Kıbrıs Harekâtı arkasından gelen ambargolar da daima göz önünde

bulundurulmalıdır.

TÜRKİYE'NİN İÇ SİYASETİNE GELİNCE

1960 ihtilalinden başlıyarak bu tarafa doğru gelecek ve kısa-kısa ibret

verici hadiselere temas edeceğiz:

27 Mayıs 1960 ihtilalinin hemen akabinde, ihtilalci askerler kendilerini

dünya ve milletler nazarında ve kendi halkı yanında kötü göstermemek ve

demokratik olduklarını göstermek üzere, sözde tarafsız kişilerden üç

askerli, on altı sivilli bir hükûmet kabinesi kurdurdular.

İhtilali gerçekleştiren askerler, kendilerine "Milli Birlik Komitesi" adını

verdiler. Bu adamlar ilk başta 38 kişiydi.

2486

2487


2243

İhtilali takib eden günlerde, Türkiye'de üç tane esir kampı gibi kamplar

kurdular. Bunlar, birinci, ikinci, üçüncü dereceli kamplar şeklinde idi.

Birinci kamp: Yassıada idi. Burada Demokrat Partili tüm milletvekilleri,

bazı valiler ve yine DP taraftarı bazı askerî kumandanlardı.

İki nolu kamp ise, Balmumcu'da kuruldu. Buraya Demokrat Parti tarafdarı,

yahut da bu hükümetin bürokrasisinde çalışmış kimseleri toplamışlardı.

3 nolu kamp ise, Sivas'da kuruldu. Buraya bilhassa Şark vilayetlerinde adı

sanı belli olan şahsiyetlerden 55 kişi topladılar. Bu kampda Nur talebesi bir

kaç zat da vardı. Mehmet Kırkıncı Hoca, Mehmet Kayalar, Mustafa

Ramazanoğlu, Çermikli Abdülkadir Hoca vesaire...

14 Kasım 960'da Milli Birlikçiler içinde ihtilaf patlak verdi. 14 kişi

bunlardan ayrıldı. Herhalde bu ayrılanlar ırkçı kesimi idi. Milli Birlikçiler,

komiteden ayrılan bu 14'leri uzaklaştırmak üzere, Dışişleri Bakanlığı

teşkilatında 14 müşavirlik kadro açarak oralara atamalarını yaptı. Bu

ondörtlerin başında Albay Alparslan Türkeş geliyordu. Bunu Hindistan

Yeni Delhi'ye yolladılar.

14 Aralık 1960'da. Cemal Gürsel hastaland(200) yahud da hastalığı arttı.

1961 ocağında yeni partilerin kurulmasına izin verildi. CHP tam

kadrosuyla mevcuddu, bekliyordu. Adalet Partisi ise, İhtilal sırasında,

İhtilale "Evet" demiş olan üçüncü ordu kumandanı. Ragıb Gümüşpala'yı

kendine genel başkan seçerek kuruldu. Milli Birlikçiler ihtilalden hemen

sonra, ilk önce Ragıb Gümüşpala'yı Genel Kurmay Başkanlığına,

arkasından da, onu emekliye sevketmişlerdi. Adalet Partisi'nde Süleyman

Demirel genel başkan yardımcılığına getirilmişti. Demirel o sıra Devlet Su

İşleri genel müdürlüğiznden ayrılmış, Büyük inşaat mutahitliğini yapmakta

iken siyasete atılmıştı.

Yeni Türkiye Partisini de, hem nalına hem mıhına vuran orta halli Ekrem

Alican kurmuştu.

9 Temmuz 1961'de yeni anayasa halk oylamasına sunuldu. Kabul yüzde

altmış nisbetinde çıktı.

15 Ekim 961'de de genel seçimler yapıldı. Yeni seçim sisteminde senatör

ve milletvekili diye iki kısım meb'us seçilmekteydi.

(200)Cemal Gürsel'in hastalığı hakkında çeşitli dedikodular söylendi.

Kimisi onunla Türkeş arasında çıkan bir münakaşada, Türkeş onu tabanca

ile yaraladı. Kimisi, hafif bir felçlik geçirdi vs. diyorlardı.

2487

2488


Mühim ve itimada şayan bir diğer haber ve rivayet ise, bu tarihten az önce

Cemal Gürsel Gaziantep'de halka hitabederken, merhum olmuş, dünyadan

gitmiş olan Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi'nin aziz şahsiyetine

münasebetsiz şekilde ağzını bozarak hakaretli şetimler ettiği aynı anında,

henüz konuşma kürsüsünde iken, felçlik geçirdiğini söyleyenler de olmuş...

2488


2489

2244


PARTİLERİN ALDIĞI OY ORANI

PARTİ SENATÖR MİLLETVEKİLİ

A.P 70 158

C.H.P 36 173

C.K.P 16 54

YT P 28 65

20/Kasım/1961'de İsmet İnönü Başbakanlığında CHP-AP koalisyonu

kuruldu.(201)

10 Eylül 1962'de Sivas kampındaki 55 insan serbest bırakıldı.

5 Haziran 964'de A.P kurucusu ve genel başkanı Emekli Orgeneral Ragıb

Gümüşpala öldü.


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   104   105   106   107   108   109   110   111   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin