"...1946 seçimlerinde, Afyon vilayeti Demokrat Parti listesi kazanması üzerine, Afyon'daki bütün memur kadrosu valisinden polis memuruna kadar tamamen değiştirilmişti. Beni bu hadisede Aydın'dan Afyon'a tayin ettiler. Afyon'da bir ğün Vali Abidin Özmen ve Afyon Emniyet Müdürü Hayri İrdel beni çağırdılar (217) Elime çok kalın bir dosya verdiler.. Ve "Bu dosyayı tetkik et, sonra seninle görüşeceğiz." dediler.
Dosyanın kapağını açtım, içinde bir sürü resimler, kupürler, raporlar ve yazılar vardı. Dosya Bediüzzaman olarak bilinen Said-i Nursi'ye aitti. O zamana kadar kendisini tanımıyordum.
Dosyayı tetkik ettim ve Emniyet Müdürüne gittim. Müdür bana: "Abdurrahman, bu dosyasını okuduğun adam, şimdi Emirdağ'ında
1289
oturuyor. Yanına polis Hasan'la Salih'i alıp beraber Emirdağ'ına gideceksin. Orada
(215)Emirdag Lahikası -1- Zübeyr- S: 22
(216)Hadiseler Dosyası S: 8
(217)Hadise 1947 sonlannda olması lâzımdır. Çünkü Vali Abidin Özmen Afyon Valiliğine 1947 Aralık ayı içinde tayin olmuştur. A.B.
1290
1531
olana bitene dikkat edeceksiniz. Sizi kimse polis olarak bilmiyecek. Sadece kaymakam ve jandarma kumandanı sizi bilecek. Ailelerinize dahi durumu bildirmiyeceksiniz.
Polis olduğunuz ortaya çıkarsa, bunu hayatınızla ödersiniz. Raporlarınızı eski yazıyla tutacaksınız. Raporları posta ile göndermeyin, hususi bir memurla gönderin. Said-i Nursi'nin postahanelerde adamları bulunur, sizi eğer tanırlarsa öldürürler. Gözünüzle gördüğünüzü, kulaklarınızla işittiğinizi hemen rapor edersiniz.
Jandarma kumandanı, Emirdağ'daki baş çavuşa sizin elektrik teknisyenleri olduğunuzu söyliyecek. Ve ilerde malzeme geleceğini, köylere elektrik çekeceğinizi söyliyecek. Siz de soranlara aynen öyle söyliyeceksiniz...
-Başkomiser Süleyman Faik Örsel'in ikazı
Mezkür vazife dolayısıyla sık sık emniyet müdürünün odasına girip çıktığımı gören Başkomiser Süleyman Faik Örsel, beni bir ara odasına çağırdı "Abdurrahman gel biraz otur!" dedi.
Oturduğumda durumu sordu. Ben de anlattım. Kendisi beş vakit namazını kılan dindar, dürüst bir zattı. Bana şöyle dedi: "Ben o zatı iyi tanırım, muhterem bir insandır. Ben onu otuz sene evvel İstanbul'dan tanırım. O zaman Dar-ül Hikmet-il İslâmiye'de âza idi. Alim ve fâzıl bir zattır. Sen henüz gençsin. Vazifeni yap, fakat müdürün gözüne gireyim diye o temiz zatı incitme, ileri gitme! Sonra tokad yersin, başına bir belâ gelir. Musibete uğrarsın!.."
Ben Emniyet Müdürüyle başkomiserimin arasında kalmıştım. Henüz tecrübesizdim. Çok heyecanlı ve telâş içindeydim. Daha sonra 1947 senesi aralık ayı onüçüncü günü, sivil olarak Emirdağ'ına geldik. Önce bir otele indik. Orada kaymakamı sordum. "Kulüpte bulunur" dediler. Oraya gittim, fakat köylere gittiği için görüşemedik. Sonra jandarma kumandanıyla görüştüm. Bana Bediüzzaman'ın evini gösterdi ve bu hususta bilgi verdi.. Ve "Ben elimdeki adamlarla bunu takib edemiyorum. Kapı içerden kapanıyor. İçerde ne yapıyorlar, bilmiyoruz" dedi.
- Şaşırdık afalladık
Size bir hatıramı anlatayım: Çarşıya çıkıp kahvaltı için peynir ve zeytin aldım. Bir dükkândan da tere yağı aldık. Dükkâncı tereyağını tartarken,
1291
yağı koyduğu kâğıt kadar da, terazinin öbür kefesine kâğıd koydu. Ben doğ
1292
1532
rusu bu hali başka bir yerde görmemiştim. Bediüzzaman işte Emirdağ'ını böyle yapmıştı.
Bediüzzaman'ın kaldığı evin karşısında bulunan kahvehaneye oturduk. Küçük yer olduğu için, dikkatler üzerimize çevrilmişti. Bu dikkati dağıtmak için, arkadaşım Salihle tavla oynamaya başladık. Hasan da karşıdaki evi (Bediüzzaman'ın evini) ve oraya gireni çıkanı gözetlemeye başladı.
Biraz sonra, Bediüzzaman, evinin kapısı önüne çıktı. Tâlebeleri de çıkmışlardı. Hasan bize işaretle durumu haber verdi. Talebeleri hep genç delikanlı idi. Az sonra içlerinden birisi bize, kahvehaneye doğru geldi. Önce kahveci ile görüştü, sonra bizim yanımıza geldi, selâm verdi:
"Üstad'ın selâmı var.. Sizinle görüşmek istiyor." dedi
Biz şaşırdık ve doğrusu afalladık. Ama durumu da çaktırmamaya çalıştık. "Kim Üstad, bizimle ne işi varmış? Falan dedikse de, gelen genç ısrar etti. O zaman ben Hasan'ı gönderdim. "Git bir bakıver!" dedim
Bir müddet sonra, Hasan döndü geldi. Ne olduğunu sordum. Bediüzzaman önce Hasan'a: "Evlâdım senin ismin ne?" demiş. O da Ahmet diye cevap vermiş.
Bediüzzaman: "Bak evlâdım Ahmet, doğru söyliyeceğinize söz ver" demiş. Hasan da: "Söz veriyorum" dedikten sonra, Bediüzzaman: "Beni takip için üç tane polis buraya gönderildiğini haber aldım. Benim çok talebe ve dostlarım var. Eğer o üç polis siz iseniz, bana söyleyin ki; adamlarıma ve talebelerime tenbih edeyim, size bir zarar vermesinler." demiş.
Üstad'ın bu sualleri karşısında şaşkına dönen Hasan,tabiî polis olduğumuzu inkâr etmiş.. "Dört yanımı o Kur'an çarpsın, vallahi-billahi biz polis değiliz" demiş. Hasan bu hali bize anlatınca, biz şaşırdık kaldık.
Vaziyet böyle olunca, biz hemen kahvehaneyi değiştirdik. Ertesi günü başka bir kahvehaneye gittik ve yine oyun oynamaya başladık. Yanımıza yine bir genç geldi: "Üstad Bediüzzaman sizi çağırıyor" dedi.
Aramızda istişare yaptık, her ihtimale karşı belki pusu kurarlar, bir komploya uğrarız korkusuyla: "İkiniz gidin, ben dışarda kalayım" dedim. Hasan ile Salih'i gönderdim. "Bir saat sonra geleceksiniz, şayet
1293
gelmezseniz jandarmaya haber vereceğim.” dedim. Nihayet anlaştığımız saatte geldiler. Karşılaştıkları manzarayı hayret ve heyecanla anlattılar. Onlara Said-i Nursi:
"Biz manevî zabıtayız. Bizden millete, memlekete zarar gelmez. Hükûmet bizden boşuna endişe ediyor. Yahut da bununla dini baskı altında tutmak istiyor." demiş.
1294
1533
Onlara iman ve Kur'an hakikatlarından bahsetmiş, lokum ikram etmiş. Birer tane de Nur risalelerinden el yazması "Asa-yı Musa ve Gençlik Rehberi" hediye etmiş.. ve "Eğer fazla nüsha olsaydı, her birinize birer tane hediye ederdim. Bunlardan üçünüzde istifade edersiniz. Diğer arkadaşınız niçin gelmedi...” diye sormuş.
- Polis Salih'in yediği tokad
Arkadaşımız Salih, inancı zaif küfürbaz birisiydi. Birgün şöyle bir pusula yazmış: "Said-i Nursi talebesine bakkaldan içki aldırttı." Bu pusulayı bazı kimselere imzalatmak istemiş. Hiç kimse(*) onu imzalamamış. Bu yaptığının cezasını daha sonra şöyle gördü:
"Bir gün beraberce bir düğüne gitmiştik. Bir müddet eğlendik, vakit geçmişti. Kalkalım dedim. Fakat Salih, "Komiser Bey, ben biraz daha kalayım" dedi. Ben de peki dedim. Biz Hasan'la otele döndük.
Salih bizden sonra ölçüyü kaçırmış, çok fazla içmiş, sarhoş olmuş. Sonra etrafındakilerle kavga etmiş, onlar da kendisini iyice dövmüşler.
Gece yarısı bekçiler beni uyandırdılar.. Hasan'la beraber gittik, bir derede pis suların içinde Salih'i yatıyor gördük. Salih, Salih! diye sarstımsa da kendine gelemiyordu. Baktım üzerinde tabancası da yok. Sordum, cevab verecek hali yoktu. Sonra durumu vilâyete bildirdim. Salih'e tabancasının üç mislini ödettiler. Rütbe tenzili cezasıyla başka yere gönderdiler.
Biz Emirdağ'ında iken, beş-altı defa Vali ve Afyon Savcısı Emirdağ'ına geldiler. Aramalar yaptılar. En sonuncusunda on kişiyi akşamleyin evlerinden diğerlerini de iş yerlerinden topladılar. Bediüzzaman'ı da ertesi sabah emniyetin arabasına alıp hep beraber Afyon'a götürdüler. Biz de aynı gün, yani 17 Ocak 1948'de Afyon'a döndük. Onlar Afyon'da Emniyet Oteli'nde üç gün kaldılar. İfadeleri alındı. Bu üç gün zarfında civardan büyük kalabalıklar toplandı. Üç günün sonunda (218) bütün polisler Emniyet Oteli'nin etrafına ve cezaevi yoluna dizildiler. Emniyet Müdürü bana: "Bediüzzaman'ı otelden sen alacaksın" dedi.
Ben: "Nasıl olur efendim, beni tanır, çok ayıp olur" dedim. Olsun artık herşey açığa çıktı, dedi.
Resmi elbiseyi giydim, kuşandım ve birkaç polisle otele gittim. Arka
1295
(*)Polis o kağıdı tehtit ile imzalattırmak istediği adamın ismi , Emirdağda içki satan ,serhoş ve ayyaş ” öldüm oğlu” diye söylenen bir adamdır.(Bkz. Son Şahitler - 4,Sh: 58)
(218)Bu ifadeye göre "Üç günün sonundâ " olursa, 20 Ocak olur. Halbuki Üstad'ın tevkifi 23 Ocak 1948'dir. O halde, Hazret-i Üstad bir hafta Afyon'da ifadeler için bekletilmiş ve sonra plânlandığı gibi tevkifi kesilerek ceza evine götürülmüştür.A.B.
1296
1534
daşlar içeri girdi, ben kapıda bekledim. Bediüzzaman çıkarken beni merdiven başında görünce, gülümsiyerek; "Abdurrahman ben seni yine severim. Sen vazifeni yapıyorsun" dedi ve sırtımı okşadı.
Biz Bediüzzaman'ı tenha bir yoldan, talebelerini de halkın beklediği yoldan cezaevine götürdük. Mahkeme Ağır Cezada uzun müddet devam etti. Ben de ifade verdim: "Bediüzzaman'ın herhangi zararlı bir hareketini tesbit etmedim" diye söyledim (219)"
(219)Son Şahitler-1 S: 11-18
1297
1535
1298
1536
- Emekli Komiser Abdurrahman Akgül'ün
söylediklerinin Üstad tarafından te'yidi
Hazret-i Üstad, Afyon hapsi öncesinde kendisini takible vazifeli polis hafiyeleri, iftiraları ve saireyi talebelerine bir kaç mektupla bildirmiş, ezcümle bir mektubta şöyle demiştir:
"Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Evvelâ: Size hem âcîb,hem elim, hem lâtif bir macera-i hayatımı ve düşmanlarımın hem şenî' hem bin ihtimalden bir tek ihtimal ile, hiçbir şeytan hiçbir kimseyi kandıramadığı iftiralarını ve Nur'a karşı isti'mal edilecek hiçbir silâhları kalmadığını beyan etmeye bir münasebet geldi, Şöyleki:
Târih-i hayatımı bilenlere malûmdur: Ellibeş sene evvel ben yirmi yaşlarında iken, Bitlis'te merhum Vali Ömer Paşa hanesinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme ziyade hürmetiyle kaldım. Onun altı adet kızları vardı. Üçü küçük, üçü büyük.. Ben, üç büyükleri, iki sene beraber bir hanede kaldığımız halde, bir birinden tefrik edip tanımıyordum. O derece dikkat etmiyordum ki bileyim. Hatta bir âlim misafirim yanıma geldi, iki günde onları biribirinden farketti, tanıdı. Herkes ve ben de bu hale hayret ederdik. Bana sordular: Neden bakmıyorsun?" Derdim: "İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor."
Hem kırk sene evvel, İstanbul'da Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, köprüden ta Kağıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler açık saçık Rum ve Ermeni ve İstanbullu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum Meb'us Molla Seyyid Taha ve Meb'us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik.O kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu, halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas, beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda i'tiraf edip dediler: "Senin haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim: "Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin akibeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum.... "
Hem bütün tarih-i hayatımda hediyeleri kabul etmek ve minnet altına girip, halkın sadaka ve ihsanlarını almaktan çekindiğimi, benimle arkadaşlık edenler bilirler. Nurların ve hizmet-i imaniye ve Kur'aniyenin şerefini ve selâmetini himaye etmek için, dünyanın maddî ve içtimaî ve siyasî bütün ezvakını ve merakını terkettiğimi ve idam gibi ehl-i garazın bütün
1299
tehditlerine beş para ehemmiyet vermediğimi, yirmi sene işkenceli esaretimdeki iki dehşetli hapislerimde ve mahkemelerimde kat'î görüldü.
1300
1537
İşte, yetmiş beş sene devam eden bu düstur-u hayatım varken, Risale-i Nur'un fevkalâde kıymetini kırmak fikriyle, şeytanların bile hatır ve hayaline gelmiyen bir iftira, resmî makamını işgal eden bir adam(220) yaptı..ve demiş:
"Gece tablarla baklavalar, fahişe ve namussuzlar yanına gidiyorlar."
Halbuki benim kapım gecede dışardan ve içerden kilitli. Hem sabaha kadar bir bekçi o bedbahtın emriyle kapımı bekliyordu. Hem buradaki komşular ve bütün dostlar bilirler ki; Ben, işa' namazından sonra, ta sabaha kadar hiç kimseyi yanıma kabul etmemişim.
İşte böyle bir iftiraya, bir sefih ahmak insan, eşek olsa; sonra şeytan olsa, buna ihtimal vermez. O adam anladı, o gibi plânlardan vazgeçti. Buradan başka yere cehennem olup gitti. Onun resmiyet cihetiyle beni değil, belki Nurcular'ı lekedar etmek için kurduğu plânı ile, bu yeni hadiseyi vesile edip şakirtlere leke sürmek istenildi. Fakat hıfz ve himayet ve inayet-i ilâhiyye o plânı da harika bir tarzda akim bıraktı. Bu beyanla, ben nefsimi terbiye etmiyorum. Belki kudsî hizmet-i imaniye, o nefsi bütün hevesatından vazgeçirmiş ve hizmetteki manevî zevk ona kâfi geliyor, demek istiyorum.. ve Nurcular'ın ihtiyat ve dikkate ihtiyaçlarını beyan ediyorum..(221)"
Emirdağ'ında, üstte bahsi geçmiş son baskın hadisesinden sonra, Hazret-i Üstad talebelerine şu mektubu yazmıştır:
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Hiç merak etmeyiniz. Yalnız tesanüd ve ihtiyat ve "sırren tenevveret" düsturunu esas tutunuz . Anlaşıldıki, gizli düşmanlarımız son taarruzlarını, bereyi bahene edip, Nurlar'ın fütûhatına bir bulantı vermekle Afyon Vali ve Emniyet Müdürünü iğfal edip, bütün kuvvetleriyle şahsımın aleyhine isti'mal ettiler. Hıfz-ı İlâhi ve inayet-i Rabbaniye beni muhafaza
ediyor. Ben bundan bir cihette memnunum ki, şahsımla uğraşıyorlar. Resmen Nurlar'a ilişemiyorlar. Belki gizli neşriyatı bahane ederek, buldukları bazı Risaleler'i alıyorlar. Hiç ehemmiyeti yok. Merak etmeyiniz. Rahmet-i İlâhiyye altında Risale-i Nur kendini muhafaza ve himaye ediyor.. Şimdilik bu ifadeyi gazete ile neşretmeyiniz...(222)"
(220) Bu iftirayı Kaymakam Abdülkardir Uraz da yapmıştı. Dr.Tahir Barçı'nın hatırasında geçmiştir. A.B.
1301
(221)Yeni yazı Emirdağ-1 S: 259
(222)Elyazma Emirdağ-1 S: 502
1302
1538
Ve son olarak da Üstad'ın, Afyon hapsine pek yakın günlerde talebelerine göndermiş olduğu şu mektubu da şayan-ı ibrettir,beraber okuyalım:
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Nasılki Eğridir'de Asa-yı Musa'yı müsadere eden ve mahkemeye veren adam, kendisi iki sene hapis cezasıyla tokad yemesi.. ve Hüsrev'e hiddetle bir ay ceza veren hâkimin istifaya mecbur olmasıyla ve refikasının oradan müfarakatıyla bir nevi tokad yemesi gibi; aynen burada dahi size leffen gönderdiğimiz pusulada yazılan tokatlar, kat'î gösteriyorlar ki: Biz himayet ve inayet altındayız. Bize ilişenler ahirette şiddetli tokadlar yiyecekleri gibi, dünyada dahi bir kısmı çabuk çarpılır. Hem bu defa bize hücumları aynı zamanında kış çok hiddet etti. Şiddetli soğuk ve fırtına ile havanın kızdığını gösterdiği gibi, hücumları durmasıyla ve Nurcular'ın ferahlanmasıyla, bu zemherir günleri Nevrûz günleri gibi gülmeye-başladı. O tebessüm devamla manevî bir müjde ve teselli veriyor kanaatındayız.
Bu defa da pusulada yazıldığı gibi, hiçbir şeytanın da kimseyi kandıramadığı acib ve maskaraca bir iftira etmekle teveccüh-ü ammeyi hakkımızda kırmaya çalışan resmi polisler, aynı zamanda tokadlarını yemesiyle gösteriyor ki; bize hücum edenler iftiradan başka hiç çare bulamıyorlar. Başka çareleri kalmamış. Hem biz de çok dikkat ve ihtiyat etmeye ve böyle şayi'alara ehemmiyet vermemeye mecbur oluyoruz.
Elbaki hüvelbaki Kardeşiniz
SAİD-İ NURSİ(223)
(Haşiye): Buradaki mahkemeye çağrılmıyacak. Kitaplar Afyon'a gönderilmiş, mucib-i merak bir şey yok.
Said-i Nursi
(223) Yeni yazı Emirdağ-1 S:284
1303
1539
Emirdağlı merhum Mehmet Çalışkanın bir beyanı:
"Afyon mahkemesi baş kâtibi Necati Müftüoğlu bana demiştiki: İsmet İnönü sizinle uğraşıyor.."Hepsini yakınlarıyla beraber içeriye atın" diye emir veriyor.(Son Şahitler-4-sh.61)
1304
1540
1305
41
1306
42
1307
43
1308
44
1309
45
1310
46
1311
47
1312
48
1313
49
1314
1550
1315
1551
AFYON HAPİS HAYATI
Cild: 3
(En ağır ve en uzun tecrid ve işkencelerin uygulandığı plânlı, ma'hud hadise)
Afyon hapis hadisesi, Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin Emirdağ hayatının son aylarında kasd-ı mahsusla ihdas edilmiş ve nümûnelerini üstte gösterdiğimiz hadiseler behane edilerek, vücuda getirilmiştir.O bahaneler neticesinde tazyik ve ihanetlerle sıklaştırılmış ve nihayet 1948 yılının başında soğuk bir kış ve zemheririn en sert-soğuk günlerinde, ellerine kollarına kelepçeler vurularak Afyon'da tevkif edilmesiyle başlamıştır.
Evvela:17.1.1948 günü Üstad Bediüzzaman ile birlikte, Emirdağ'ından on beş kadar Nur talebesi evlerinden, iş yerlerinden alınarak, Afyon vilâyet merkezine götürülmüş ve bir hafta kadar Emniyet Oteli'nde(1) durdurulmuş, göstermelik isticvablar, sorgulamalar yapılmış.. ve nihayet 23.1.1948'de resmen tevkifleri kesilerek cezaevine konulmuşlardır.
Bu elim ve çok zâlimane hadise, umum Türkiye Müslüman halkının, özellikle milyonlarca Nur talebelerinin ciğerlerini sızlatmış ve ağlatmıştır. C.H.P iktidarının dine ve din ehline karşı tatbik ettiği benzeri muameleleri yanında. bu son hunharca ve çok merhametsiz olan o hadiseden, Türkiye çapında onlara karşı umumî bir nefret ve adavet uyandırmış ve belki de 1950 seçimlerinde hezimet-i fahişe ile mağlubiyetlerine sebeb olmuştur denilebilir.
Bu hadise tarihinden dört sene önce, aynı mes'eleler ve aynı maddelerle, Denizli'de hapsedilip mahkemeye verilen Bediüzzaman ve altmış dokuz Nur talebesi, o dâvadan ittifakla beraet etmiş ve bu beraet kararı Temyiz Mahkemesi 1. Ceza Dairesi'nce aynen ve ittifakla onaylanmış ve bil'umum Risale-i Nur kitapları sahiplerine iade edilmişti. Bu kaziye-i muhkeme halini alan umumî beraet kararına rağmen, C.H.P iktidarı idari koğuşturma adıyla, gizli dinsiz ve müfsid komitelerin oyununa gelerek, -beraet etmiş mazlum ve ma’sum olan Bediüzzaman'a beraet ve mahkeme ve temyiz kararlarını hiçe sayarak- Emirdağ'ında her türlü işkence, ihanet, keyfî ve kanunsuz muameleler uygulamakla kalmayıp, sonunda yetmişbeşlik ihtiyar, hasta, garip bir din âlimini, bir hakikat rehberini, bir istikamet önderini tekrar aynı eski maddeler ve uydurulmuş aynı bahanelerle alıp Afyon hapishanesinde sebebsiz bir şekilde yirmi ay tecrid içinde durdurmuşlardır.
1316
(1)Avukat Hikmet Gönen’in ifadesinde, "bu otel Ankara palas otelinde” şeklindedir. (Bkz. Son Şahitler-3 S: 176
1317
1552
Afyon hapis hadisesinde, taktik değiştirilerek, daha önceki hapislerinde olduğu gibi; ellerindeki büyük ve uzun listelere göre değil, daha çok yeni ve genç Nur talebelerini toplatma ve hapse tıkma şeklinde tezahür etmiştir. Bundan gayeleri ise; herhalde yeni ve tecrübesizlerden belki konuşturup bazı şeyleri ve hayalî bazı iddiaları tesbit eder, alırız idi. Afyon hapsine toplattırılan Nur talebeleri, bir çoğu yeni vilâyet ve yerlerdendi çünkü... Hem bu hadisede hedef, doğrudan doğruya Üstad'ın şahsiyeti idi.
Evet, yine başta Isparta olamak üzere Kastamonu, İstanbul(2) Safranbolu, Konya, Balıkesir, Kütahya, Aydın ve Afyon'dan yüzde doksanı yeni ve genç kırksekiz masum, Afyon hapishanesinde toplattırılmıştır.
AFYON HAPİS HADİSESİNİN UMUMİ BİR ŞEMASI
Tafsilâta girişmeden, vesika ve belgelerin ibrazına da geçmeden önce, bu elim, ciğer-sûz hadisenin genel bir haritasının tasvirini Hazret-i Üstad Bediüzzaman'dan dinleyelim.. Onbeşinci Rica'da şöyle diyor:
"...Sonra gizli düşman münafıklar, hükûmetin nazar-ı dikkatini benim şahsıma çevirdiler. Eski siyasî hayatımı hatırlattırdılar. Hem adliyeyi, hem maarif dairesini, hem zabıtayı, hem dahiliye vekâletini evhamlandırdılar. Partilerin cereyanları ve komünistlerin perdesinde anarşistlerin tahrikâtıyla o evham genişlendi. Bizi tazyik ve tevkif ve ellerine geçen Risaleler'i müsadereye başladılar. Nur şâkirdlerinin faaliyetine tevakkuf geldi. Benim şahsımı çürütmek fikriyle, bir kısım resmi memurlar, hiç kimsenin inanmıyacağı isnadlarda bulundular. Pek acib iftiraları işaaya çalıştılar. Fakat kimseyi inandıramadılar. Sonra pek âdi bahanelerle, zemheririn en şiddetli soğuk günlerinde beni tevkif ederek, büyük ve gayet soğuk ve iki gün sobasız bir koğuşta tecrid-i mutlak içinde hapsettiler. Ben küçük odamda günde kaç defa soba yakar ve daima mangalımda ateş varken, zaafiyet ve hastalığımdan zor dayanabilirdim. Şimdi bu vaziyette hem soğuktan bir sıtma, hem dehşetli bir sıkıntı ve hiddet içinde çırpınırken, bir inayet-i İlâhiyye ile bir hakikat kalbimde inkişaf etti. Manen: "Sen hapse medrese-i Yusufiye namı vermişsin. Hem Denizli'deki sıkıntınızdan bin derece ziyade, hem ferah, hem manevî kâr, hem oradaki mahpusların Nurlar'dan istifadeleri, hem büyük dairelerde Nurlar'ın fütûhatı gibi neticeler; size şekva yerinde binler şükrettirdi. Her bir saat hapsinizi ve sıkıntınızı, on saat ibadet hükmüne getirdi. O fânî saat
1318
(2) Bu defa İstanbul'dan sadece genç üniversiteli Nur talebelerinden Mustafa Ramazanoğlu ile Ziya Arun'u getirmişlerdi.
1319
1553
leri bâkileştirdi. İnşaallah bu üçüncü medrese-i yusufiyedeki musibetzedelerin Nurlar'dan istifadeleri ve teselli bulmaları, senin bu soğuk ve ağır sıkıntını hararetlendirip sevinçlere çevirecek.. ve hiddet ettiğin adamlar, eğer aldanmışlarsa, bilmiyerek sana zulmediyorlar. Onlar hiddete lâyık değiller. Eğer bilerek ve garazla ve dalâlet hesabına seni incitiyorlar ve işkence yapıyorlarsa, onlar pek yakın bir zamanda ölümün i'dam-ı ebedisi ile kabrin haps-i münferidine girip, dâimî sıkıntılı azap çekecekler. Sen onların zulmü yüzünden hem sevab, hem fânî saatlerini bâkileştirmeyi, hem manevî lezzetleri, hem vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlâs ile yapmasını kazanıyorsun!" diye ruhuma ihtar edildi. Ben de bütün kuvvetimle Elhamdülillah dedim. İnsaniyet damarıyla o zalimlere acıdım. "Ya Rabbi onları ıslâh eyle'" diye dua ettim.
Bu yeni hadisede, ifademde dahiliye vekâletine yazdığım gibi, on vecihle kanunsuz olduğu ve kanun namına kanunsuzluk eden o zalimler, asıl suçlu onlar olması gibi, öyle bahaneleri aradılar; işitenleri güldürecek ve hakperestleri ağlattıracak iftiraları ve uydurmalarıyla ehl-i insafa gösterdiler ki: Risale-i Nur'a ve şâkirtlerine ilişmeye, kanun ve hak cihetinden imkân bulamıyorlar, divaneliğe sapıyorlar.
Ezcümle: Bir ay bizi tecessüs eden memurlar, birşey bahane bulamadıklarından, bir pusula yazıp ki; "Said'in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş." O pusulayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabanî ve serhoş bir adamı yakalamışlar, tehditkârane "Gel bunu imza et!" demişler. O da demiş: "Tövbeler tövbesi, bu acib yalanı kim imza edebilir?" onları, pusulayı yırtmaya mecbur etmiş.
İkinci bir numune: Bilmediğim ve şimdi dahi tanımadığım bir zat, atını beni gezdirmek için vermiş.. Ben de rahatsızlığım için teneffüs kasdıyla ekser günlerde yazda bir iki saat gezerdim. O at ve araba sahibine elli liralık kitap vermeye söz vermiştim. Taki kaidem bozulmasın ve minnet altına girmiyeyim. Acaba bu işte hiçbir zarar ihtimali var mı? Halbuki, "O at kimindir?" diye elli defa bizlerden hem Vali, hem adliyeciler, hem zabıta ve polisler sordular. Güya büyük bir hadise-i siyasiye ve asayişe temas eden bir vakıâdır.. Hatta bu manasız soruşların kesilmesi için, iki zat, hamiyeten biri "At benimdir,” diğeri "Araba benimdir" dedikleri için ikisini de benimle beraber tevkif ettiler.
Bu numunelere kıyasen çok çocuk oyuncaklarına seyirci olup, gülerek ağladık.. Ve anladık ki: Risale-i Nur'a ve şâkirtlerine ilişenler maskara olurlar...
1320
O numunelerden lâtif bir muhavere: Benim tevkif kâğıdımda sebeb: Emniyeti ihlâl suçu yazıldığından, ben daha o pusulayı görmeden müd
1321
1554
de-i umuma dedim: "Seni geçen gece gıybet ettim. Emniyet Müdürü hesabına beni konuşturan bir polise; Eğer bin müdde-i umumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemiş isem, - üç defa-"Allah beni kahretsin" dedim.
Sonra bu sırada, bu soğukta en ziyade istirahata ve üşümemeye ve dünyayı duşünmemeye muhtaç olduğum bir hengâmda, garazı ve kasdı ihsas eder bir tarzda, beni bu tahammülün fevkinde bir tehcir ve tecrid ve tevkif ve tazyika sevkedenlere, fevkalâde iğbirar ve kızmak geldi.. Bir inayet imdada yetişti; manen kalbe ihtar edildi ki:
"İnsanların sana ettikleri aynı zulümlerinde, aynı adalet olan keder-i İlâhinin büyük bir hissesi var.. ve bu hapiste yiyecek rızkın var, o rızkın seni buraya çağırdı. Ona karşı rıza ve teslim ile mukabele lâzım... Hikmet ve Rahmet-i rabbaniyenin dahi büyük bir hissesi var ki; bu hapistekileri nurlandırmak ve tesellî vermek ve size sevab kazandırmaktır. Bu hadiseye karşı sabr içinde binler şükretmek lâzımdır. Hem senin nefsinin bilmediği kusurlarıyla onda bir hissesi var. O hisseye karşı istiğfar ve tevbe ile, nefsine "bu tokada müstehak oldun" demelisin. Hem gizli düşmanların desiseleriyle bazı sâfdil ve vehham me'murları iğfal ile o zulme sevketmek suretiyle, onların da bir hissesi var. Ona karşı Risale-i Nur'un münafıklara vurduğu dehşetli manevî tokadlar. senin intikamını tamamen onlardan almış. O, onlara yeter. En son hisse, bilfiil vasıta olan resmi memurlardır. Bu hisseye karşı, onların NurIar'a tenkid niyetiyle bakmalarında, ister istemez şüphesiz iman cihetinde istifadelerinin hatırı için düsturuyla; onları affetmek bir uluvv-u cenablıktır"
Dostları ilə paylaş: |