Kastamonu hayati



Yüklə 4,31 Mb.
səhifə48/112
tarix24.06.2018
ölçüsü4,31 Mb.
#54637
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   112

Hazret-i Üstad mahkemeye verdiği bu dilekçesinde çok samimi olarak mezkûr noktalardan kendini mes'ul bildiği ve o noktalardan dolayı kader-i ilâhîce adaletli olarak ma'ruz kaldığı beşerin zulümlerine kendini müstehak addederek suçu kendisinden kabul ettiği halde; iki sene sonra, yani 1951'de Eskişehir'de bulunduğu günlerde kaleme almış olduğu "Kaderin Adaleti" ve yahut "Hakikat Konuşuyor" başlıklı yazısında ise, bütün yapılan o zulümlerin, ihanetlerin, hapis ve çilelerin, kader-i ilahînin adaleti noktasından; kendisinin bilerek veya bilmiyerek hizmet-i imaniye ve Kur'aniyesini şahsî kemalâtına şuuru ermeden alet yapmak olduğunu bilmiş ve tam kanaat getirmiştir.

Hazret-i Üstad'ın üstte kaydedilen Afyon Ağır Ceza mahkemesine verdiği dilekçesinin bir eki de şu gelecek parçadır. Bu parça da, Afyon Savcısının Hazreti Üstad'a karşı ne kadar zulümkâr, kanunsuz davrandığının bir numunesini göstermektedir. Ek parça şöyledir:

"Benim şahsıma karşı eşedd-i zulümün ikinci bir numunesi şudur ki: Büyük mahkememizden ( 9) ve Ramazan-ı Şeriften iki gün evvel, hem

Emirdağı'nda bir iki defa benden sorulup bildiğim miktarı söylediğim ve Hüsrev'e gönderdiğim bir mektupta bir ihsan-ı ilâhi olarak o cüz'î hadiseye Nur talebelerini bulaştırmamış diye yazdığım mektup bahanesiy

1341


(9)Yâni dava Afyon Ağır Ceza Mahkemesine intikal etmeden önce. A.B.

1342


1566

le, müdde-i umumi geldi, Üç ay evvel müdürlük odasında şâhidlik sıfatıyla benim ifademi aldığı halde; beni bu gün Temmuzun beşinde (10)sorguya çağırdılar. Aynı mesele, aynı şâhidliği bahane edip, beni ömrümde görmediğim bir sıkıntılı vaziyete soktular. Nezaret menzilinde Iüzumsuz durdurdular. Yirmi dakika kadar beklettiler. Ben bir dakika böyle yerlerde sabır ve tahammül edemediğim halde, sıkmak için kapıyı kapadılar.

Sonra, yirmi seneden beri üç mahkemenin huzurunda ve üç vilâvetin zabıtalarının nezareti altında, başım nezleli olduğundan, başımdaki bereyi kaldırmağa mecbur edilmediğim, hatta Ankara'ya; beni Denizli hadisesinde sevkettikleri vakit, emniyet-i umumiye dairesinde Ankara Valisi Nevzat, kendisi Emniyet dairesine geldi. O mesele için beni çağırdı, yine başımı açtıramadığı halde; mükerrer bir şâhidlik için "Başını aç!" diye damarlarıma dokundurmaya.. ve Nurlar'a ve talebelerine zarar gelmemek için tahammüle karar verdiğimi bilmediklerinden, kanunsuz keyfî bir tarzda beni hiddete getirmeye.. Hem mükerreren mahkemelerde bahsedip, mahkemece beraetimizle ve hiçbir vukuât Nur şakirtleri hakkında kaydedilmemesiyle tasdik edilen; emniyeti te'min, asayişi muhafazaya olan Nur şâkirtlerinin hizmetini lekedar etmek bahanesiyle, bir âdi yaralamak hadisesi ki, yaralanan ne bana, ne mahkemeye, ne hükûmete söylemediği ve hiçbir emare, bir şâhid bulunmadığı, hatta işa'a olan iftiralar içinde bir Nur talebesi de tahminî bir ittiham sırasında, o yaralanan adam, o işa'a ile ittiham edilen talebe ile yanıma geldiIer, kardeş gibi oturup, bir tatlı yeyip, elimi öpüp, kardeş gibi gittikleri halde; güya adliyenin büyük bir mes'elesi imiş gibi, beni ağır bir vaziyetimde ve ağır bir mahkemeye (*) hazırlığım sırasında, sırf bana ihanet ve ikiyüz bin talebesi içinde hiçbir vukuâtlarını ne mahkemeler, ne zabıtalar kaydetmedikleri halde Nurlar daima asayişe hizmet ettiklerini ispat ettiğimiz bir davamızı cerh etmek için, bu iki dost Nur şâkirtleri içinde bazı işa'alarla, belki başka bir maksad için ve onların bazı akrabalarına telâş vermek fikriyle; işa'a edilen bu küçücük hadise ile o hükmümüzü cerhetmek, şahsıma karşı eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdat değil de nedir? Çünki madem yaralanan, müdde-i umumi ve doktora haber vermedi. Israrlarına karşı söylemedi. Hiçbir şâhid, hiçbir emare bulunmadı. O yaralı da iyi olduktan sonra yanıma geldi, ısrar ettim, bana söylemedi. Elbette memleketimde bir kardeşim farz-ı muhal olarak gelseydi, onu yaralasaydı, mahkemece bizi hiçbir suretle alâkadar edemez. Mahkeme bizi bununla münase

(10)Temmuz 5, yani 1948'de... Bu dilekçenin de yazıldığı tarih böylece belli olmuş oluyor. A.B.

1343

(*) Afyon Ağır Ceza Mahkemesi, en ağır ve en uzun ve en sudan bahanelerle ittihamkâr olacağına, daha ilk günlerinde haber vermektedir A.B.



1344

1567


bettar sayamaz. Demek her bir bahane ile şahsıma karşı eşedd-i istibdat içinde, eşedd-i zulüm ile bir muameleye hedef oluyorum. Sinek kanadı kadar ehemmiyeti olmıyan şeylere ehemmiyet verip, dağ gibi hizmet-i milliye ve vataniyemizi çürütmeye çalışan ve bazı resmî memurları igfal edenler, kat'î kanaatımız gelmiş ki; bunlar vatan ve millet aleyhinde, komünistlik perdesiyle anarşiliğe çalışıyorlar.

Biz de onları mahkeme-i kübra-i Uhrevide ittiham edeceğimiz gibi, mahkemenizde de onları bütün kuvvetimizle komünist ve anarşistlikle ittiham ediyoruz.

Madem hakikat budur, şefkat-i Kur'aniye bizi maddî mübarezeden men' ettiği ve intihar hiç bir cihetle câiz olmadığı ve ecel de vakti bilinmediği için, şimdilik kabri bırakıp işkenceli tecrid ve haps-i münferidi kabul ediyorum.

Mevkuf Said-i Nursi (11)"

6 Temmuz 1948 gününde, yani üstteki dilekçenin verilmesinden bir gün sonra Ütad'n mahkemeye vermiş olduğu iki dilekçesi daha:

"Nur şâkirtlerinin hâlis ve sırf uhrevî, Nurlar'a ve tercümanına karşı alâkalarına dünyevî ve siyasî cemiyet namını verip, onları mes'ul etmeye çalışanlar, ne kadar hakikattan ve adaletten uzak düştüklerini üç mahkemenin o cihette beraet vermesiye beraber deriz ki:

Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin, hususan millet-i İslâmiyenin üssül esası: Akrabalar içinde ve kabile ve taifeler içinde alâkadarane irtibat.. ve İslâmiyet milliyetiyle mü'min kardeşlerine karşı muavenetkârane bir uhuvvet.. ve kendi cinsi ve milletine karşı fedakârane bir alâka.. ve hayat-i ebediyesini kurtaran Kur'an hakikatlarına ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi, hayat-ı içtimaiyeyi esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle; ve şimaldeki dehşetli anarşistlik tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün bütün bozmaya yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle, ancak Nur şâkirtlerine medar-ı mes'uliyet "Cem'iyet" namını verebilir.

Onun için,Nur şâkirtleri çekinmiyerek Kur'an hakikatlarına karşı alakalarını ve uhrevî kardeşlerine karşı sarsılmaz irtibatlarını izhar edi

(11)Denizli- Afyon Dosyası-1 2. Kısım S: 47

1345


1568

yorlar. O uhuvvet sebebiyle gelen her cezayı memnuniyetle kabul ettiklerini mahkeme-i âdilenizde hakikat-ı hali olduğu gibi i'tiraf ediyorlar. Hile ile. dalkavuklukla, yalanlar ile kendilerini müdafaa etmeye tenezzül etmiyorlar. 6.7.1948.

Mevkuf Said-i Nursi(12)"

Yine aynı tarihte, Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilen ikinci istid'a:

"Afyon Ağır Ceza Mahkemesi yüksek katına!

Bir ay evvel bize verilen kırk sahifelik iddianameyi birisi yanıma gelip, bana okumağa imkân bulamadığından, bugün Haziranın onbirinde yeni olarak iddianameyi bana okudular, ben dinledim, gördüm ki: Size iki ay evvel i'tiraznamemin tetimmesi ve lahikası, Ankara'nın altı makamatına ve makamınıza da verilmiş olan bu itirazname, iddianameyi esasıyla kesiyor ve reddediyor. Yeniden iddianameye karşı itirazname yazmaya hiç lüzum görmüyorum. Yalnız iki üç noktayı hatırlatmak nev'inden derim ki:

Ben iddianameyi nazar-ı itibara alıp cevab vermediğimin sebebi: Bizi beraet ettiren üç âdil mahkemenin haysiyetini kırmamak ve ihanet etmemek içindir. Çünki o mahkemeler şimdi iddianamedeki esasları tamamıyla inceden inceye tetkikten sonra bize beraet vermişler. Onların beraetlerini hiçe saymak, adliyenin şerefine ilişmektir.

İkincisi: Makam-ı iddia cerbezesiyle binler mesail içinde bir iki meseleyi, hatırımıza gelmeyen bazı manalar vererek, hem ilmî mesaildeki o meseleler ve Nur'un büyük mecmuaları Mısır Cami-ül Ezher uleması ve Şam-i Şerif büyük alimleri ve Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere'nin müdakkik hocaları ve Halep ve hususan Diyanet Riyaseti'nin muhakkik âlimleri bunları görüp kemal-i takdir ile tahsin ve tasdik ettikleri halde, hocavarî ve âlimane bazı ilmî itirazları o iddianamede hayretle ve taaccüble gördüm. Haydi bazı yanlışlarım bulunsa; ve yüzbinler âlimlerin görmedikleri veya ilişmedikleri, iddianamedeki o yanlışlıklar hakiki olsa da, bu bir suç olamaz. Yâlnız ilmî bir hata olabilir.

Üç mahkeme bütün Risale-i Nur'u ve bizleri beraet ettirdiği,yalnız Eskişehir Mahkemesi bir Tesettür-i Nisvan meselesine dair yirmidördöncü Iem'anın onbeş kelimesini sebeb gösterip, bana ve yüzde onbeş arkadaşıma hafif bir ceza verdi. Size

takdim ettiğim tetimme-i i'tirazım

(12)Denizli- Afyon Dosyası-1 2. kısım S: 50

1346


1569

da; Üçyüz ellibin tefsirin hükmüne ittiba' ile o tefsirim için mahkûmiyetim, ruy-i zeminde adalet varsa, o hükmü kabul etmez diye yazmışım.

Ben Makam-ı İddianın bin dereden su getirir gibi, yirmi seneden beri yazılan kitap ve mektupların bazı cümlelerini zekâvetiyle aleyhimize çevirmeye çalışmış. Halbuki bu noktalarda bizi beraet ettiren üç değil, beş altı mahkeme bu mevhum suçta bize şerik oluyorlar. Ben bu âdil mahkemelerin haysiyetine ilişmemek lâzım geliyor diye makam-ı iddiaya hatırlatıyorum.

Üçüncüsü: Ölmüş, gitmiş, hükûmetten alâkası kesilmiş ve inkılaptaki bazı kusurata sebep olmuş bir reisi sarihan tenkid ve itiraz da olsa, kanunen bir suç olamaz. Halbuki sarahet değil.. O, kendi cerbezesiyle küllî beyanatımızı ona tatbik etmiş. O mahrem ve herkese bildirmediğimiz manaları izhar ve teşhir edip umumun nazar-ı dikkatini celbediyor. Eğer onda bir suç varsa, o makam-ı iddia suçlu olur. Çünki halkı ona teşvik edip, nazar-ı dikkati celbediyor.

Dördüncüsü: Üç mahkeme cem'iyyet noktasında kat'î beraet verdiği halde, yine eski nakarat gibi, "gizli cem'iyyet" vehmini, bin dereden su toplamak gibi emareleri araştırmış. Halbuki siyaset ve vatan ve millete zararları olan müteaddit cem'iyyetler varken: onlara müsaade ve müsamahakârane bakmak ile beraber, bizim gibi binler şâhidlerin ve emarelerin ve altı vilâvetin ilişmemeleriyle sâbit olan Nur talebelerinin ders arkadaşlarını ve sırf vatan ve millet ve din menfaatına ve saadet-i dünveviye ve uhreviye hesabına ve hâriçten ve dahilden ifsad cereyanlarına karşı mücâhidâne tesanüdlerine "Gizli cem'iyvet" namını vermek ve yirmi senede yüzbinler şâkirtlerinin emniyeti ihlâle dair hiçbir vukuâtı kaydedilmediği halde; "Dini alet ederek emniyeti ihlâle halkı teşvik ediyor" diye makam-ı iddia onları ittiham etmesi, değil nev'i beşeri, belki zemini de hiddete getirip o ittihamı reddeder. Her ne ise, daha fazla söylemek lüzum görmüyorum. İddianameden çok evvel yazılan itirazname ve tetimmesi ona bir cevabımızdır. 6. 7.1948.

Mevkuf


Said-i Nursi(13)

(13) Denizli- Afyon Dosyası 2. Kısım S: 51

1347

1570


1348

1571


1349

1572


Böylece Afyon Ağır Ceza Mahkemesi safahatı ve Hazret-i Üstad'ın ön zemin

hazırlığı için sunmuş olduğu istidalarıyla, başlanmış oldu. Mukaddeme olarak Hazret-i Üstad'ın mahkemeye verdiği üstteki iki üç parça istidalarla mahkeme safhasını burada muvakkaten bırakarak; takip eden günlerde, yani 6.7.1948'de Avukat Abdurrahim Zabsu'nun, Üstad'ın lisaniyle yazdığı istid'a ve 29.8.1948'de Üstad'ın mahkemeye verdiği müdafaat parçası, daha sonra 22.9.1948'de ve 2.12.1948'de mahkemeye verilen ayrı ayrı müdafaat parçalarını ve mahkeme safahatını müdafaalar bölümünde, diğer müdafaa kısımlarıyla birlikte ele alacağımızdan, burada bir fasıla vermek istiyoruz. Ama bu arada hadisenin içinde bulunmuş veya şâhidi olmuş bazı zatların hatıra ve müşahedelerinden bazı mühim bölümler dercetmek istiyoruz.

Hatıralar bölümüne girmeden önce de,1948-1949'daki dünya ve hükûmetler ve dahilî hadiseler ahvalinden çok kısaca bazı şeyler kaydetmek yerinde olur.

1- Hazret-i Üstad Afyon hapsine alındıktan üç gün sonra, yani 26 Ocak 1948'de Kazım Karabekir Paşa öldü.

2-10 Şubat 1948'de C.H.P Meclis Kurulu -dini siyasete alet ederek göz boyama nev'inden- ilk okullarda ihtiyarî din derslerini okutmak kararını aldı. Bu hadise Üstad'ın on dokuz günlük hapsi olan şu ilk günlerine tetabuk etmesi tesadüfi değildir.

3- Başbakan Hasan Saka Hükûmetinin ilki 10.9.1947'den, 8.6.1948'e kadar sürmüştür. İkinci Hükûmeti 10.6.1948'den başlayarak,14.1.1949'da sona ermiştir. Ve altı gün sonra, yani 16.1.1949'da Şemseddin Günaltay Başbakan olmuş, Hükûmeti 22.5.1950'ye kadar sürmüştür.

4- Hasan Saka'nın ikinci Hükûmeti sonlarına doğru 1948'in içinde C.H.P iktidarı dindarlar aleyhinde bir kanunu meclise getirmiş, muhalif partililerin çok sert tenkidleri içinde meclisten geçirilmiştir. Amma bu kanunun çıkmasıyla birlikte, az zaman sonra Hasan Saka hükümeti ile el değiştiren yeni başbakan Şemseddin Günaltay o kanunu tatbik etmiyeceklerini va'detmekteydi.

Adı geçen kanun mecliste tartışılırken, esbab-ı mucibe olarak Hasan Saka ikinci Hükûmeti adliye vekili Fuat Sirmen şu sözleri söylüyordu:

1350

1573


"....Mesela biz yirmibeş senedir Said-i Nursi'nin dinî faaliyetlerine mani' olamıyoruz (14)"

Hazret-i Üstad da Afyon hapsinde bu hadiseyi duyduğu zaman talebelerine şu mektubu yazmıştı:

Aziz Sıddık sarsılmaz kardeşlerim!

Mecliste muhalif partilerin şiddetli tenkidleri içinde dindarlara temas eden bir kanunun kabulü ve adliye vekili o gürültülere karşı: "Mesela biz Said'in faaliyetine mani’ olamıyoruz" demesi iki cihetle lehimize dönecek.

Birincisi: Kemiyeten kesretli muhalifler, Nurlar'ın lüzumuna ve intişarına taraftar olmalarına bir vesile oldu.

İkincisi: Madem adliye vekili "Nurun neşrine mani, olamıyoruz" diyor. Demek mevcud kanunlar bizi mes'ul etmezler. Zaten meselemiz eski kanunla olacak.. ve Başvekilin(*) "Belki bu yeni kanunu tatbik etmiyeceğiz" dediği ve çok gürültülere sebeb olan aynı kanunla, yeni bir mesele gibi muamele görmesi bütün bütün kanunsuzdur.

Said-i Nursi(15)"

- Afyon hapis hadisesiyle ilgili hatıralar

1- Afyon hapis hadisesinde maznun olarak bulunmuş ve hadiseden sonra Üstad'ın hem hususî. hem daha çok haricî hizmet ve işleriyle meşgul olmuş ve Üstad'ın vefatına kadar hizmetinden ayrılmamış, şimdi aynı tarz ve azimle Nur hizmetinde devam eden Muallim Mustafa Sungur Ağabey, Afyon hapsi ile ilgili olarak şunları anlatıyor:

(14) İkinci Hasan Saka Hükümeti, 10 Haziran 1948'den 14 Ocak 1549'a kadar icraatta kalmış ve bu dönemde dindarlar aleyhindeki mâ'hud kanun meclisten geçirilmişti. Fakat bu kanun hangi madde ile ilgili ve gün olarak hangi tarihte olduğunu bilemiyorsak da; fakat adliye vekili (Rize Milletvekili) Fuat Sirmen'in Bediüzzaman hakkında konuştuğu o sözleri üzerine, Mecliste ekseriyete sahip olan C.H.P meb' usları tarafından meclisten geçirilmiş olan kanunun o maddesine Bediüzzaman Hazretlerinin ismi ve hareketi hususî sekilde, amma gülünç olarak kaydedilmişti ki, her halde 163. maddenin bir bendi olsa gerekir. Bu hakikatı gösteren şu gelecek mektuptaki ifadedir:

1351

"... Yeni çıkan kanunlarla cabbar ve zalimlerin evvelce sevg'ili Üstad'ımızı ve Risale-i Nuru imha için, çok lastikli ve dindarlara bir köstek olan 163. maddeye ek olarak "Said-i Kürdî'nin faaliyetine mani olmak için" kaydıyla mecliste alenen ilân edilip, kanun maddesine geçirilen fıkraya mukabil:



"Hürriyet-i fikir ve kelâm ile, müellifin kanaatlarına hürmet ve onu siyanet" fıkrası D.P'lilerce bilahere 1950 den sonra kanun altına alınıp ve kat'ileşmek üzere oluşu.." İnebolu'lu İbrahim (Bak. Afyon hapsinden kurtuluşundan sonra, mektuplar defteri S: 18).

(15)Afyon hapsi-mektupları defteri-2, Zübeyr S:109

1352

1574


"...Hazret-i Üstad'ı ilk ziyaretimden beş ay sonra Afyon hadisesi vukuâ geldi. Hadisede bizim evimiz de arandı. Ve Safranbolu kazasına sevkedildim. O zaman muallimliğimin üçüncü senesi idi. Savcı bana sordu:

"Said-i Nursi'yi nasıl tanıyorsunuz?"

Henüz on sekiz yaşını yeni doldurmuştum. O zaman Savcının sualine şöyle cevab verdim:

- Kemalât-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsında biliyorum...

Aynı sözü bir sene sonra, Afyon sorgu hâkimine de söylemiştim. Hâkim ifademi alırken, Hazret-i Üstad'ın aziz şahsına çok acı hakaret ediyor, galiz tabirler kullanıyordu(16) dayanamadım:

- Haşa!.. Bediüzzaman kemâlat-ı insaniyyenin zirve-i bâlâsındadır... ve bir ara yine hâkimin garazkârane, Üstad'ın şahsına karşı hakaret-amiz itale-i lisanda bulunması üzerine:

- O, baştan başa bir nurdur!..." diye haykırmıştım.

Hâkim çok kızdı, hatta ne yapacağını şaşırdı, hiddetinden var kuvvetivle bağırdı ve haykırdı: "Çık!..." diye.

Beni dışarı çıkardılar. Nezarete koydular. Kısa bir müddet sonra, hâkim yine beni çağırdı, ifademi almaya başladı ve ben ne dedimse, kâtibe onu yazdırdı... ve tevkif edildim.

...Afyon hapsi bizim için hapis değildi. Sanki cennet bahçelerinden bir köşe... Edebiyat yapmak için söylemiyorum bunları... Cidden büyük bir bahtiyarlık içindeydik. Çünki Hazret-i Üstad'la aynı çatı altında bulunuyor, hiç olmazsa, haftada kaçamaklı da olsa bir ziyaret ediyorduk.

Onun koğuşu, kapı altının üstünde, altmış kişilik büyük bir koğuştu. Lâkin kendisi orada tek başına kalıyordu, yani orada tecrid içinde bırakmışlardı. Yan taraftaki odada berber vardı. Salı günü "Traşa çıkıyoruz" diye kapı altında nöbetçi gardiyandan izin alır, yukarı çıkardık. Beri tarafa dönerek Üstad'ımızı ziyaret ederdik. Üstad'ımızın iltifatları ruhumuza gıda olur, ölüm de gelse pervasız ona koşarız gibi, metanet elde ederdik.

Benim Üstad'ın yanında ve hizmetinde kalışım, Üstad'ımızın hapsinin ikinci senesine rastlar. Çünki Afyon mahkemesi, (Üstad'ın ilk mevkufiyet tarihi

1353

hesabıyla) onbuçuk ay mevkufiyetinden sonra karar vermiş ve Üstad'ımıza yirmi ay, Ahmed Feyzi'ye on sekiz ay diğerlerine altışar ay ceza



(16)Afyon sorgu hâkiminin bir kitap kadar uzun safsatalı kararnamesi de gösterir ki, bu gibi adamlar komünist, sivonist odaklarına vicdanları satılmış kişilerdir. Zira muhakeme safahatı boyunca mültezemlik ve peşin kararlılıktan gelen tüm muameleleri bunu öyle gösteriyordu. A.B. (*) Bu baş vekil, Şemseddin Günaltay olabilir.. Ki 16.1.1949 da kabinesini kurmuştur.A.B.

1354


1575 vermişti. Mevkuf olanların hemen hepsi bu suretle tahliye edilmiş, gayr-ı mevkuf olan Zübeyr'de yeniden tevkif edilmişti.

Nur talebelerinin tahliyelerinden sonra, içerde Üstad’ımız, Ahmed Feyzi, Ceylan, Zübeyr, İnebolulu İbrahim Fakazlı kalmışlardı. Bir hafta sonra da Nazif Çelebi ile oğlu Selahaddin Çelebiler de geldiler.

Biz, yani ben ve benimle beraber gelen Emin Hoca ayrıca muhakeme olunduk. Bana da altı ay ceza verdiler. Yaşım yirmibiri doldurmadığı için bir ayını çıkarıp, beş aya indirdiler.

Hapishanede ruhî lezzetimizle beraber, Üstad'ımızın hastalığı ve sıkıntılara maruz bırakılması, bizi de müteessir ediyordu. Yanına girmeye izin vermiyorlardı. Savcı ile müdür, ziyaretten men' etmişti. Gardiyanlara baskı yaparak, Bediüzzaman'la görüştürmeyi yasaklamışlardı. Bu yüzden gardiyanlar, kapı altından yukarı çıkarken bizlere dikkat ederler, berbere mi gidiyoruz, yoksa Üstad'ımızın kapısına mı dönüyoruz kontrol ederlerdi.

Hapiste Üstad'ımız bizimle çok alâkadar olur, başımız ağrısa veya birimizi mahzun görse, hemen haber gönderir, soruşturur, mektup yazar ve teselliye çalışırdı. Mutlaka talebelerin derdiyle yakından ilgilenirdi. Bu da Hazret-i Üstad'ın büyük bir mazhariyeti idi ki; En büyük hizmeti yaptığı esnada, zahiren küçük gibi görünen meseleleri de ihmal etmezdi.

Hapishane hatıraları ayrı bir âlem... Burada Üstad'ımızı gayet şefik olarak görmekteyiz. Hapishanede daha ziyade lüzum eden sebat, sadakat, metanet, fedakârlık gibi ulvî hasletlerin en ilerisinde olduğu, oralarda yaşıyan ve Üstad'ın haline yakından ve derinden aşina olanlarca malûmdur.

Daimî mücadelesi, bilhassa evrad ve ezkârını mutlaka devam ettirmekteki azm-i metini, onun Allah'a iltica ve yönelmesinin ve yalnız ona güvenip ondan yardım istemesinin en bariz delilleridir. Zaten uzun yılların böyle sonu gelmiyen ızdırap ve elemlerini yudum-yudum içerek, sabır ve metanet göstermesi ve bütün varlığıyla Hakk'a iltica ve tevekkülüdür ki; İnayet-i ilâhiyye kendisine yâr olmuştur.. (17)"

2- Afyon hapsine o zaman başka bir sebebten girmiş; hapisten sonra askerlik günleri hariç, hep Bediüzzaman'ın hususî hizmetlerinde bulunmuş Emirdağlı Muhterem Bayram Yüksel ağabey ise şunları anlatıyor:

"...O zaman henüz onaltı yaşındaydım. Bilhassa Zübeyr Ağabeyin benim üzerimdeki te'siri çok fazladır. Risale-i Nur'un düsturları ve hizmet tarzı

1355


hakkında Zübeyr Ağabeyden çok istifade ettim. Ahmet Feyzi Ağabey, Mustafa Usman, Hıfzı Bayram, Mustafa Sungur, Çalışkanlar hanedanından Osman Çalışkan, Mehmet Çalışkan, Halil Çalışkan, Ceylan Çalışkan, Mus

(17) Aydınlar konuşuyor S: 369-371

1356

1576 tafa Acet, İbrahim Fakazlı vesaire. Çok ağabeylerle hapishanede meşguliyetimiz daima Nur Risaleleri'ni yazmaktı. Üstad'ın bulunduğu koğuşa gittiğimizde arı kovanı gibi seslerin geldiğini duyardık. Bu sesler Üstad'ımızın evrad, ezkâr, dua ve niyaz sesleriydi. Gecenin hangi saatinde baksak, ışığının yandığını görür, zikir seslerini işitirdik.



Devamlı Üstad'ımızı düşünür, her fırsatta ziyaret edip elini öpmek, duasını almak isterdik. Gardiyanlar bize mani' olurlar, hakaret ederlerdi. "Sende mi bunun arkasından gidiyorsun" diye bana tokad atarlardı. Şefkatli Üstad'ımız da benim gibi bir biçareyi teberrükleriyle taltif ederlerdi. Maddi kıymeti küçük olan bu hediyeler hayatımın en kıymetli nâdide yadigârlarıdır.

Hapishanede idareciler bize eziyet ettikleri zaman, üstadımız çok üzülürdü. Ceylan Ağabey çok şefkatli, çok cesur, çok tedbirliydi. Bizleri şevklendirir, daima hizmete teşvik ederdi.

Onbeşinci Şua' olan Elhüccet-üz Zehra Afyon hapishanesinde te'lif edilmişti. Te'lifi esnasında, zaman-zaman Üstad'ın penceresinin altından geçerdik. Üstadımız pencereden bakar, bizleri gördüğü anda, bulduğu küçük kâğıt parçalarına yazdığı kısımları kibrit kutusuna koyarak bize atardı. Biz de bu parçaları hemen çoğaltmaya başlardık. Birimiz yazdı mı, diğerimize verir, o gün bütün hapisteki ağabeylere ulaşırdı. Böyle böyle yazılanlar muhafaza edilip çoğaltılırdı.

-Hapishanede Kur'an yazısını öğrendim

Hapishanede Kur'an yazısı yazmayı Ceylan Çalışkan Ağabey bana öğretiyordu. Gardiyanlar bizi yazarken gördükleri zaman, korkutmak isterler, tehdit ederler, bize hakaret ederlerdi. Biz Üstad'ımızı gördüğümüz zaman, Üstad'ımız bana: "Korkma, seni buraya Allah gönderdi. Sen çok bahtiyarsın, çok şükür et!" diye teselli ve iltifat ederdi.

Bizler gece-gündüz yazardık, Üstad'ımız tashih eder, bizlere iade ederdi. Üstad'ın bir kalemi vardı, beş renk yazardı. "Ya Erhamerrahimin İsm-i A'zam hürmetine bu Risaleyi yazan Bayram'ı Cennet-i Firdevs'de, saadet-i ebediyeye mazhar eyle ve hizmet-i imaniye ve Kur'aniye'de daima muvaffak eyle. ”Bazen de babamın ve annemin ismini de yazar, onlara ismiyle dua ederdi. Bizler de çok şevklenir, gece gündüz yazardık. Hemen bu risaleyi bitirelim de Üstad'ı ziyaret edelim, hem de dua yazdıralım diye... Üstad'ı görüp elini öpmek, duasını almak, bizim için dünyanın en bahtiyar halleriydi.

1357

1577


Çeşitli bahanelerle Üstad'ın yanına gitmek için fırsat kollardık. Daha çok traş olma bahanesini kullanırdık. Hapishanenin berber odası Üstad'ın odasıyla karşı karşıya idi. Cevizli Mahmut isminde Emirdağlı otuz senelik emektar bir berber vardı. Traş olma bahanesiyle gider, fakat Üstad'ın odasına girerdik.

Bir gün yine bu şekilde Üstad'ımızın yanına gitmiştim. Üstad usturasını bana verdi, berbere keskinlettirmek için gönderdi. Usturayı götürürken başgardiyan ve diğer gardiyanlar beni gördüler. Hiddetle üzerime doğru gelirlerken, tam o esnada beşinci koğuşta bir hadise haberi gelmesi üzerine, koşarak oraya gittiler. Ben de dayaktan kurtuldum. Hemen geri Üstad'ın yanına sığındım, usturayı geri verdim. Üstad kapının arkasında durup, bana "Buraları temizle!" dedi. Üstadın odasını süpürdüm. Sonra beni yerime gönderdi. Kapıdan çıktığımda baktım ki, bu sefer altıncı koğuşta hadise çıkmış, gardiyanlar oraya doğru koşuyorlar. Ben fırsattan istifade edip, hemen koğuşuma gittim ve dayaktan kurtuldum... (18)"


Yüklə 4,31 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   112




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin