1566
İşte bu şekilde devam eden Afyon Ağırceza mahkemesi; o kadar hüccetli ve bürhanlı ispatlar, onca müdellel ve müskit müdafaalar ve o kadar mazlumane feryadlar; vicdanları kıskıvrak bağlanmış gibi olan mahkeme
(142)Afyon Hapsi mektupları siyah defter S: 180
1567
1695 heyetine zerrece te'sir etmemişti. Nihayet ma'hud ve mültezem kararını verdi. Kararı ve gerekçesini gören akl-ı selim sahibi her hukukçu bilir ki; karar mültezemdir. Yani peşin olarak kararlaştırılmış, kanuna ve hakka dayanmıyan bir karardır.
Evet, Afyon mahkeme heyeti, kendi kanun adamı olan şahsiyetlerini Denizli'nin müstakim âdil hâkimleri gibi, hârici tesirlerden -evham ve korku yüzünden- kurtaramamıştı. Kim bilir belki de vicdanları sızlıya sızlıya, dinî akide ve inançları kıvrana kıvrana karar vermişler ve kâğıda yazmışlardır.
Evet, karar menfi idi. Karar, bir din ve imanın mücahid bir dahîsini, Kur'an ve din adına yazdığı tavizsiz eserlerinin, hakikatlı ve dinin bazı öz mes'elelerinden dolayı mahkûm ediyordu. Kararın gerekçesinde hiç bir kanun adamına, hiç bir adalet mensubuna yakışmıyan ifadeler vardı. Bu karar -Belki de- vicdanını, adalet hissini, din ve iman akidesinin terazisini komünist ve mason güçlere peşkeş çeken bazı çevrelerin icbarla hazırlattırdıkları bir şey idi. Çünki:...
Halbuki kararın gerekçesinde yer alan tüm iddialar, mahkeme safahatı boyunca tek tek çürütülmüş idi. Kanunî hiç bir mesnedi kalmamıştı. Hülâsa: Afyon Ağırceza Mahkemesi'nin o kararı, eğer temyiz mahkemesi onu esastan bozup silmeseydi, tarih önünde müstakil olan adliyenin yüzünde en utanılacak rezil ve kara bir leke halinde kalmış olacaktı. Fakat temyiz mahkemesinin vicdanlı ve âdil hâkimleri onu adliyenin yüzünden sildi, temizledi.
Evet, adalet ve kanun namına kurulmuş bir mahkemenin verdiği kararına karşı -ne olursa olsun- saygı duymak icabeder. Lâkin az ilerde kararın gerekçelerinden bazı örnekler vereceğimiz tüyler ürpertici maddelerinden sizler de hayretle müşahede edeceksiniz ki; karar, bir kanun ve adalet mahkemesinin vereceği bir karardan çok, bir mültezemlik, bir önceden verilmiş talimatlarla planlanmışlığın tipik örneğidir. Bunun yanında karar aynı zamanda çok iftiralıdır da... o halde ona karşı saygı işi çok ötelerde kalır.
Her ne kadar Hazret-i Üstad Bediüzzaman, mahkemenin altmış sahifelik gerekçeli kararnamesine karşı Yüce mürşid şahsiyetinin icabı olarak teşekkür etmiş ve o kararın kırkbeş sahifelik bölümünü -Risale-i Nurdan alınan ve yanlış hatalı değerlendirilmelere tabi’tutulup, büyük taltifler yerine, suç saymalarını bir acib ibret nümunesi olduğundan; bir kitap halinde hemen teksir ettirerek neşrettirmiş ise de, bu onun alicenablığının,
1568
mürşidlik vasfının icabıdır. Amma bizlerin tarihi, büyük ve acib bir kanunsuzluk örneği ve iftirakâr bir zulmün nümunesi olan o kararın tenkidini yapmak hakkımız ve vazifemizdir sanırım.
1569
1696
Her ne kadar bazı zatlar, mezkûr kararın içinde yer alan, az ilerde kaydedeceğimiz maddelere nazar-ı dikkati çekmenin doğru olmıyacağını söylemişlerse de.. ve Temyiz Mahkemesi onu esasından bozup, süpürüp atmışsa da.. ve hatta belki de, Hazret-i Üstad bu heyeti de affedip hakkını helâl etmişse de; lâkin biz Bediüzzaman'ın hayat seyrini yazmak sadedinde olduğumuz için, tarihin yüz karası olan o ma'hud kararı ve kararı veren kimselerin o durumdaki halleri bir küfür ve tuğyan odağının bendeliklerini yapmaları cihetiyle aynen onu ibraz etmek ve nesl-i atiye arzetmek herhalde yanlış değil, zarurî bir hizmettir.
Nitekim Hazret-i Üstad da bu karardan ve karardaki -acib örnekleri vereceğimiz- maddelerinden; Afyon hapsinden sonra da, bilhassa 1950'de iktidara gelen Demokratlara bazı mektuplarında zaman zaman temas etmiş ve göstermiştir. İleride bu hususa dair Üstadın yazıları gelecektir. Ayrıca temyiz mahkemesinde üstadın müdafaasını yapan Avukat Hulusi Bitlisî de aynı maddeye parmak basa-basa, müdafaalarını yapmış ve yüksek mahkemenin hâkimlerinin nazarlarını ona bilhassa çevirmeye çalışmıştır.
AFYONUN İLK KARARI
İşte; 6.12.1948 günü Afyon Ağırceza mahkemesi kararnamesinin gerekçeli olan son hüküm bölümünün dehşet verici iftiralı isnadlarına buyurun beraber bakalım: (Sadece bir kaç yerini örnek için alıyoruz)
"...Netice: Sanıklardan Said-i Nursi ve Ahmet Feyzi Kul'un dinî hissiyatı alet ederek, halkı devlet aleyhine teşvik edici hareketlerde bulunmak suretiyle vaki hareketlerine mutabık Türk Ceza Kanununun 163. maddesinin birinci fıkrası mucibince; Bunlardan Said-i Nursi'nin damarlarında Kürtlük kanı kaynıyan ve kafasında hâlâ Kürtlük fikir ve akideleri yaşıyan bu sanığın yirmi senedenberi Eskişehir mahkemesince mahkûm olduktan sonra dahi, gittikçe artan bir cehd ile çalışarak, bilhassa Atatürk'ün kalblerde yerleşen sevgisini sarsmak için en ağır tecavüzünü yapmış.. ve onun cumhuriyete emanet ettiği Türk gençliğini dahi zehirlemeye çalışmış olması.. takdir-i şiddet sebebi sayılmak suretiyle iki sene ağır hapse konulmasına, altmış beş yaşını bitirmiş bulunması sebebiyle cezasının altı da biri indirilerek bir sene sekiz aya mahkûm olmasına..."
Mahkeme hey'eti, bu neticeye ve karara vardığının gerekçelerinden de bir ikisini arzedelim:
1570
"... 22/9/1948 tarihli dilekçesinde: "Ayasofya'yı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren ve amelen taraftar değiliz ve şahsımız itibariyla amel etmiyoruz.."
"29/8/1948 tarihli dilekçesinde: "... Benimle mücadele eden gizli zen
1571
1697 dakâ komitesiyle, şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî makamları elde ederek karşıma çıkıyorlar.
Kahraman bir milletin ebedî bir medar-ı şerefi, Kur'an ve cihad hizmetinde dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve antika bir yadigârı olan Ayasofya'yı puthaneye ve Meşihat dairesini kızların lisesine çeviren bir adamı sevmemenin bir suç olmasına imkân var mıdır?"
"2/12/1948 tarihli teşekkürnamesinde, ehl-i vukuflara üç noktadan teşekkür ettiğini... Fakat "Dine ve Terbiye-i Muhammediyeye zehir diyen Saraçoğlu'nu bırakıp, hakikat-ı Kur'aniyeyi güneş gibi gösteren SİRACÜN NUR(143) ile münakaşa etmek, onun müsaderesine yardım etmek, demek olduğunu beyan ediyorum” denmektedir"
Bir düşünelim, acaba bir adliye mahkemesinde, aylardan beri zulmen hapsedilmiş, hapiste ondört ay tek başına kimseyle görüştürülmemek üzere bir tecrid-i mutlakta durdurulmuş, bunun yanında ona su-i kasd için bir kaç defa zehir verdirilmiş bir din âliminin bu müdafaalarında benzeri ifadeler, hem de hakikat ve vaki' olarak beyanlarının hangi suretle onu suçlu şekilde kaydedilebilir ve gösterilebilirdi?..
Gerçekten de, 1934'de İnönü'nün bir önergesiyle, hiç bir sebeb zahirde yokken ve durup dururken, gizli ecnebî baskısı neticesi olsa gerek ; Sultan Mehmed Fâtih'in yadigârı olan beşyüz senelik muazzam bir İslâm ma'bedini kapattırarak, putlarla dolduran bir insanın sevgisi nasıl kalblere yerleşecekti?.. Ayrıca Hazret-i Bediüzzaman'ın o müdafaalarını söylediği zaman henüz Atatürk hakkında bir koruma kanunu da mevcud değildi.
Hem yine Hazret-i Üstad'ın dediği gibi, C.H.P iktidarı döneminde Şükrü Kaya, Şükrü Saraçoğlu, Hasan Ali Yücel gibi adamlar hükûmet kabinesinde büyük makamlar işgal etmemişler mi idi? Ve alenî şekilde dine düşmanlık namına Kur'an ve din aleyhinde menhus beyanatları ve fiiliyatları sâdır olmamış mı idi?..
İşte bir kanun ve adliye mahkemesinin hâkimlerinin keyfi ve kanunsuz olan kararnamelerinde yazılan maddelerin, bilhassa o sıra için hiç bir suç olmadığı halde, verdikleri karar ve serdettikleri gerekçelerini gördünüz. Acaba Bediüzzaman Hazretleri, -Kararda gösterildiği şekilde- haşa, Kürtlük fikir ve akidesini ne zaman, nerede ve nasıl yaşamış ve yaymıştı?.. Bu iddianın hangi delil ve hücceti mevcuttu?.. "Kanında Kürtlük
1572
kaynıyan.:” diyor. Bu söz bir adliye mahkemesinin lisanında nasıl gezebilirdi?.. Buna ehl-i vicdan hükmetsin!..
(143) Sirac-ün Nur eseri Osmanlıca olarak teksirle çoğaltılmış, içinde on üç adet çeşitli imani ve içtimaî risaleleri ihtiva eden bir mecmuanın ismidir. A.B.
1573
1698
Netice-i karar; Bediüzzaman Hazretlerine, az üstte nümuneleri verilen benzeri gerekçelerle yirmi ay, Ahmet Feyzi Kul'a ise, şa'şaalı müdafaat ve medhiyeler yazdığı için, on sekiz ay. Diğer maznunlardan Hüsrev Altınbaşak, Tahiri Mutlu, Ceylan Çalışkan, Mustafa Usman, Sabri Halıcı. İbrahim Ethem Talas, Ali Akdağ, Re'fet Barutçu, Halil Çalışkan, Mehmet Çalışkan. Hasan Çalışkan, Mustafa Acet, Hıfzî Bayram, Bürhan Çakın, Ziver Gündüzalp. Mehmet Feyzi Pamukçu, Rıf'at Filizer, Salahaddin Çelebî. Ahmet Nazif Çelebî. İbrahim Fakazlı ve Hüseyin Baykan ve bilahere Mustafa Sungur adlarındaki masumlara ise, Bediüzzaman'a neşriyatta yardım ettikleri için, altışar ay· cezalandırılmalarına.. Ve bütün maznunların -Ceylan Çalışkan ile Hasan Çalışkan'ın on sekiz yaşı doldurmadıkları için, hariç kalmak üzere- her birisinin hükümleri kadar da ayrı ayrı yerlerde emniyet gözetimi altında sürgün tutulmalarına diye karar verilmişti.
Mustafa Sungur ise, davası ayrı yürütülmüş, ona da altı ay ceza verilmiş, fakat yaşının küçük olması sebebiyle dört aya indirilmişti.
Maznunlardan adları yazılı on sekiz kişinin, mahkemenin karar gününe kadar kimisi onbir ay, kimisi dokuz ay hapiste bekletilmiş, bunların bir çoğu verilen cezadan dört beş ay fazla hapiste kalmışlardı. Gayr-ı mevkuf olanlardan da mahkemenin karar gününden sonra, tekrar tevkif altına alınmışlar ve temyiz mahkemesi, kararı esastan bozduğu halde, maznunlara kararın hükmü tam olarak infaz ettirilmiştir.
Adları yazılan on sekiz kişinin dışında kalan kimseler ise, beraet etmişlerdi.
Mahkeme bu kararını ittifakla vermişti. Kararın altında şu isim ve imzalar vardı.
Reis Aza Aza Kâtip
Tevfik Önen Lütfi Kaynak Kazım Kirizoğlu Fevzi Yaman
1920 4910 7409
6/12/1948
(Afyon Mahkemesi Kararnamesi kitabı sahife-69-80)
KARAR TEMYİZ EDİLDİ
1574
Usulü dairesinde, onbeş gün geçmeden karar temyiz edildi. Hazret-i Üstad temyiz lâyihası olarak "Haşirdeki Mahkeme-i Kübraya bir şekvadır" başlıklı ve on vecihle yapılan kanunsuz muameleleri dile getiren yazısıyla, Eskişehir hadisesi tashih-i karar lâyihasını ve bir de Avukat Hikmet Gö
1575
1699 nen'in Üstad adına yazdığı mukaddemeyi ve diğer müdafaalarından bazı parçaları birleştirerek, temyiz lâyihası olarak adliyeye gönderdi. Talebelerden bazıları da birer kısa lâyiha yazarak mahkemeye, ilgili yerine verdiler. Fakat kasd-ı mahsusla savcı açık bir kanunsuzluk yaparak ve adliye usullerini çiğneyerek, bu evrakı üç ay kadar sallandırmış, temyize göndermemiştir. Maksadı belliydi, temyiz mahkemesinin onu mutlaka bozacağını biliyordu. Bu yüzden hapiste bu maznunları ne kadar bırakabilse onun için o kadar kârdı.
Nihayet avukatların müdahaleleri neticesinde üç ay sonra, evrak Ankara'ya yollanabildi. Bu hesaba göre temyiz evrakı ancak 1949 Mart başında Ankara'ya ulaşabildi. Avukatlar temyizi mürafaalı istediler. Bu istek temyiz mahkemesince kabul edildi. Bu arada Hazret-i Üstad "Elhüccet-üz Zehra" risalesine bir mukaddeme ekliyerek onu da evrak arkasından hem temyiz mahkemesine hem de bazı bakanlıklara yolladı.
HZ.ÜSTADIN TEMYİZ LAYİHASI
Afyon mahkemesinin ilk menfî kararı üzerine Hazret-i Üstad'ın temyiz müdafaası olarak mahkemeye gönderdiği lâyihasından Elhüccet-üz Zehra ile birlikte eklediği "MAHKEME-İ KÜBRAY-I HAŞRE BİR ŞEKVADIR" yazısı:
"MAHKEME-İ KÜBRAY I HAŞRE BİR ŞEKVADIR
Bismihi Sübhanehu
Haşirdeki mahkeme-i kübraya bir arz-ı haldir ve dergâh-ı ilâhîye bir şekvadır.. Ve bu zamanda mahkeme-i temyiz hâkimleri ve istikbalde nesl-i âti ve darülfünunun münevver muallimleri ve talebeleri dahi dinlesinler.
İşte bu yirmisekiz senede, yüzer işkenceli musibetlerimden "on tanesini" âdil-i Hâkim-i Zülcelâl'in dergâh-ı adaletine müştekiyane takdim ediyorum:
Evvelâ: Ben kusurlarımla beraber bu milletin saâdetine ve imanına hayatımı vakfettim.. Ve milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikata benim başım dahi feda olsun diye, bütün kuvvetimle Risale-i Nurla Kur'anın hakikatına çalıştım. Bütün zâlimane ta'ziblere karşı tevfik-i ilâhi ile dayandım, geri çekilmedim. Ezcümle Afyon hapsinde ve mahkememde
1576
başıma gelen çok gaddarane muamelelerden ve musibetlerimden on tanesinden:
BİRİSİ: Üç defa ve her defasında iki saate yakın aleyhimizde garazkârane ve müfteriyane ittihamnamelerini, bana ve adaletten teselli bekliyen masum Nur talebelerine cebren dinlettirdikleri halde, çok rica ettim,
1577
1700
"Beş on dakika bana müsaade ediniz ki, hukukumu müdafaa edeyim" dedim. Bir iki dakikadan fazla izin vermediler.
İşte bu mes'elelerden birisi: Ben kırk elli sene evvel müteşabih bir hadis-i şerifin bir harika manasıni beyan etmiştim ve sonra Risale-i Nura yazmıştım ki: "Bir adam sabah kalkar, alnında "haza kafirun" yazılmış bulunur" yani Avrupa gibi başına şapka giyer ve cebren giydirir.
Bir kumandan havatıyla ve mematıyla beni tasdik edip, "İşte o adam benim" diye acib icraatıyla bu hadis-i şerifin hakikatını ispat ettiği halde, zalimler nurlara ilişmesinler diye ben mahrem tuttum.
Sonra gördüm ki: İslâm ordusunun hasenelerini o kumandana vermekle, milyonlar haseneler bir tek haseneye iner, sükut eder.. ve o kumandanın kusurlarını ve seyyielerini orduya vermekle, o seyyie bir milyon seyyie olur, o şanlı kahraman orduyu tam lekedar ediyor bildim.
Benim gizli ve mahrem tutmakta hata ettiğime kanaat getirdiğim aynı zamanda, mahkemeler o hakikatı tam tamına teşhir ettiler. İzahını büyük müdafaatıma havale edip gayet kısa bir işareti şudur:
Mahkeme bizi cezalandırmak için ileri sürdüğü en büyük sebeb, benim o kumandanı sevmemekliğim ve sevdirmemekliğim ve Kur'anın çok âyatına karşı onun inkâr ve muarazasını reddetmekliğim, fikren ve ilmen kat'î hüccetlerle onun mesleğini kabul etmemekliğimdir. Ben yirmi ay tecrid-i mutlakta durdurulduğum halde, yalnız üç dört saat bir iki arkadaşıma izin verildi, müdafaatımın yazısında az bir parça yardım oldu. Sonra onlar da men' edildi. Pek gaddarane muameleler içinde cezalandırdılar.
Müdde-i umuminin bin dereden su toplamak nevinden ve yanlış manalar vermekle ve iftiralar ve yalan isnatlarla garazkârane ve onbeş sahifesinde seksen bir hatasını mahkemede ispat ettiğim aleyhimizdeki ittihamnamelerini dinlemeye bizi mecbur ettiler.
Beni konuşturmadılar!.. Eğer konuştursalardı, diyecektim: "Hem dininizi inkâr, hem ecdadınızı dalâletle tahkir eden ve Peygamberinizi ve Kur'anınızın kanunlarını reddedip kabul etmiyen Yahudî ve Nasranî ve Mecusilere, hususan şimdi bolşevizm perdesi altındaki anarşist ve mürted ve münafıklara; hürriyet-i vicdan ve hürriyet-i fikir bahanesiyle ilişmediğiniz halde.. Ve İngiliz gibi Hıristiyanlıkta müteassıb, cebbar bir
1578
hükûmetin daire-i mülkünde ve hâkimiyetinde Mısır ve Hindde milyonlarIa Müslümanlar her vakit Kur'anın dersiyle İngiliz'in bütün batıl akidelerini ve küfrî düsturlarını reddettikleri halde, onların mahkemeleri ilişmediği halde; ve her hükûmette bulunan şiddetli muhalifler alenen
1579
1701 fikirlerini neşirde o hükûmetlerin mahkemeleri ilişmediği halde;
Benim musibetli bu otuz senelik hayatımı ve yüzotuz kitabımı ve en mahrem Risalelerimi ve mektuplarımı hem Isparta hükümeti, hem Denizli mahkemesi, hem Ankara Ağırceza Mahkemesi, hem Diyanet Rivaseti, hem iki defa, belki üç defa mahkeme-i temyiz tam tahkik ettikleri ve onların ellerinde iki üç sene Risale-i Nurun mahrem ve gavr-ı mahrem bütün nüshaları kaldığı ve bir küçük cezayı icabedecek bir tek maddeyi gösteremedikleri; Hem bu derece za'afiyetim ve mazlumiyetim ve mağlubiyetim ve bu kadar ağır şerait ile beraber ikiyüzbinden ziyade hakiki ve fedakâr şakirdlere, vatan ve millet ve asayiş menfaatında en kuvvetli ve sağlam ve hakikatlı bir rehber olarak kendini gösteren Risale-i Nurun elinizdeki mecmuaları ve dörtyüz sahife müdafaatlarımız masumiyetimizi ispat ettikleri halde, hangi kanun ile, hangi vicdan ile, hangi maslahat ile, hangi suç ile bizi ağır ceza ve pek ağır ihanetlerle ve tecridlerle mahkûm ediyorsunuz?.. Elbette mahkeme-i kübray-i haşirde sizden sorulacak.
İKİNCİ MUSİBET : Beni cezâlandırmak için gösterdikleri bir sebeb, benim tesettür ve irsiyet ve zikrullah ve taaddüd-ü zevcât hakkındaki Kur'anın gayet sarih ayetlerine medeniyetin ettiği itirazlara karşı, onları susturacak tefsirimdir.
Yirmi sene evvel Eskişehir mahkemesine ve Ankara'ya mahkemeî temyize tashih lâyihası yazdığım ve aleyhimdeki Afyon mahkemesinin kararnamesinde yazdıkları bu gelen fıkrayı; Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir ikaz, hem iki üç defa bizim beraetimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinliyen mahkeme-i temyize "Elhüccet-üz Zehra" ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz.. Hem beni konuşturmıyan ve seksen hatasını ispat ettiğimiz garazkârane ittihamnameleriyle beni iki sene ağırceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm etmeye çalışan hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum. İşte o fıkra şudur:
"Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon Müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî bir düstûr-u ilâhiye, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm etmek istiyen haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir." diye bağırıyorum, bu asrın sağır kulakları dahi işitsin.
1580
Acaba bu zamanın bazı ilcaâının iktizasıyla muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebî kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmiyen ve siya
1581
1702 seti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı;o âyatın tefsirleriyle suçlu yapmakta, İslâmiyeti inkâr ve dindar ve kahraman bir milyar ecdadlarımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri ittiham çıkmaz mı? diye yazdığım "Bir ihtar" tabirinden kararnamede hiddet edenlere ihtar ederim.
ÜÇÜNCÜ MUSİBET : Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebeb: Emniyeti ihlâl ve asayişi bozmaktır?..
Pek uzak bir ihtimal ile, yüzde ve belki binde bir imkân ile, hatta en uzak imkânatı vukuât yerine koyup, bazı mahrem Risalelerimden, hususan mektuplarımdan ve Risale-i Nurun yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk elli kelimesini -yanlış mana vererek- bir sened gösterip, bizi ittiham ve cezalandırmak istiyorlar.
Ben de bu otuz kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nurun binler has şâkirdlerini işhad ederek derim:
"İstanbul'u işgal eden İngiliz'in başkumandanı İslâmlar içine ihtilâf atıp, hatta şeyh-ül islamı ve bir kısım hocaları birbiri aleyhine sevkederek; İ'tilafçı ve İhtilafcı fırkalarını birbiriyle uğraştırarak; Yunan'ın galebesine ve Harekât-ı Milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada: İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi tab' ve neşir etmekle, o İngiliz başkumandanının dehşetli plânını kıran ve o kumandanın idam tehdidine karşı geri çekilmiyen.. ve Ankara reisleri o hizmeti için onu çağırdıkları halde, Ankara'ya kaçmayan..
Ve esarette Rus'un başkumandanına başını eğmeyen ve o başkumandanın idam kararına ehemmiyet vermeyen..
Ve Otuz Bir Mart hadisesinde sekiz taburu bir nutukta itaate getiren..
Ve Divan-ı Harb-i Örfi'de mahkemedeki paşaların: "Sen de mürteci'sin. Şeriat istemişsin?" diye suallerine karşı idama beş para ehemmiyet vermeyip, cevabında: "Eğer Meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki, ben mürteci'im ve şeriatın bir tek meselesine ruhumu feda etmeye hazırım!" diyen ve o büyük zâbitleri hayretle takdire sevkedip, idamını beklerken beraetine karar verilen.. Ve tahliye olup dönerken onlara teşekkür etmiyerek: "Zalimler için yaşasın cehennem" diye yolda bağıran..
1582
Ve Ankara'da Divan-ı Riyasette (Afyon kararnamesinin yazdığı gibi) Mustafa Kemal hiddetle ona: "Biz seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin Nmaza dair şeyleri yazdın, içimize ihtilâf verdin" demesiyle; Ona karşı: "İmandan sonra en yüksek namazdır. Namaz kılmıvan haindir" diye kırk elli meb'usun huzurunda söyliyen..
1583
1703
Ve o dehşetli kumandan ona bir nevi tarziye verip hiddetini geri aldıran..
Ve altı vilâyet zabıtasınca ve hükûmetçe asayişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmiyen.. Ve yüzbinlerle Nur şâkirtlerinin hiç bir vukuâtı görülmiyen, yalnız bir küçük talebenin haklı bir müdafaada küçük vukuâtından başka,hiç bir şâkirdinde bir cinayet işitilmiyen.. Ve hangi hapse girmiş ise, mahpusları ıslâh eden..e Risale-i Nurdan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaattan başka hiçbir zararı olmadığını yirmiüç senelik hayatının ve muhtelif tarihlerde üç hükûmet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nurun kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle ispat eden.. Ve münzevi, mücerred, garip, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören.. Ve bütün kuvvet ve kanaatıyla fanî şeyleri bırakıp eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bakiyesine bir medar arayan.. Ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermiyen.. Ve şiddet-i şefkatinden masumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve ta'zib edenlere hatta beddua da etmiyen bir adam hakkında:
"Bu ihtiyar münzevî asayişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir. Öyle ise suçludur" diyenler ve onu pek ağır şerait altında mahkûm etmek istiyenler, elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübrada hesabını verecekler.
Acaba bir nutuk ile isyan eden sekiz taburu itaate getiren.. ve kırk sene evvel bir makalesi ile binler adamı kendine tarafdar yapan.. ve mezkûr üç dehşetli kumandanlara karşı korkmıyan, dalkavukluk etmiyen.. Ve mahkemelerde "Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve hergün biri kesilse zendekaya ve dalâlete teslim-i silah edip, vatan ve millete ve İslâmiyete hıyanet etmem, hakikat-ı Kur'ana feda olan bu başımı zalimlere eğmem" diyen.. Ve Emirdağ'ında beş on ahiret kardeşi ve üç dört hizmetçilerden başka kimseyle alâkadar olmıyan bir adam hakkında:
İttihamnamede, "bu Said Emirdağ'ında gizli çalışmış, asayişe zarar vermek fikriyle orada bir kısım halkları zehirlemiş. yirmi adam da etrafında onu medhedip hususî mektuplar yazdıkları gösteriyor ki: O bir siyaset çeviriyor" diye emsalsiz bir adavet ve ihanetlerle iki sene hapse sokmak ve hapiste tecrid-i mutlakta ve mahkemede konuşturmamakla ta'zib edenler, ne derece haktan ve adaletten ve insaftan uzak düştüklerini ehl-i adalet ve insafın vicdanlarına havale ediyorum.
1584
Hiç mümkin midir ki, böyle haddinden bin derece ziyade teveccühû ammeye mazhar ve eski zamanda bir nutuk ile binler adamı itaâte getiren ve Ayasofya Câmiinde ellibin adama takdir ile nutkunu dinlettiren
1585
1704 bir adam; Üç sene Emirdağ'ında çalışsın, yalnız beş on adamı kandırsın!.. Ve seksen yaşında iken ahiret işini bırakıp, siyaset entrikalarıyla uğraşsın ve yakın olduğu kabrine nurlar yerinde lüzumsuz zulmetler doldursun. Hiç kabil midir? Elbette şeytan dahi bunu kimseye kabul ettiremez.
DÖRDÜNCÜ MUSİBETİM: Şapka giymediğimi mahkûmiyetime ehemmiyetli bir sebep göstermeleridir. Beni konuşturmadılar, yoksa beni cezalandırmaya çalışanlara diyecektim:
Üç ay Kastamonu'da polisler ve komiser karakolunda misafir kaldım. Hiç bir vakit bana demediler: "Şapkayı başına koy!.." Ve üç mahkemede şapkayı başıma koymadığım ve başımı mahkemede açmadığım halde Afyon müstesna- bana ilişmedikleri.. Ve yirmiüç sene bazı dinsiz zalimlerin o bahane ile bana gayr-i resmî çok sıkıntılı ve ağır bir nevi ceza çektirdikleri.. Ve şimdi asker neferatının başlarından kalktığı ve çocuklar ve kadınlar ve ekser köylüler ve dairede memurlar ve bere giyenler şapka giymeye mecbur olmadıkları.. Ve hiç bir maddî maslâhat giymesinde bulunmadığı halde; Benim gibi bir münzevi ve bütün müçtehidlerin ve umum şeyh-ül İslâmların yasak ettikleri bir serpuşu giymediğim bahanesiyle ve uydurmalı ilâvesiyle, yirmi sene cezasını çektiğim.. Ve libasa ait manasız bir âdetle tekrar beni cezalandırmaya çalışan; Ve çarşıda Ramazanda, gündüzde rakı içip namaz kılmıyanları hürriyet-i şahsiye var diye kendine kıyas edip resmen men'etmek vazifesi iken, ilişmediği halde; bu derece şiddet ve tekrarla ve ısrarla beni bir kıyafetim için suçlandırmağa çalışan, elbette ölümün idam-ı ebedisini ve kabrin daimi haps-i münferidini gördükten sonra, mahkeme-i kübrada ondan bu hatası sorulacak!..
Dostları ilə paylaş: |