kesilmiş ki; dostlarla görüşmeye mecbur olmasın ve hatırları da kırılmasın.
SAİD-İ NURSİ(37)"
(37) Emirdağ-2 S: 208
2114
2007
TAHSİN TOLA'NIN HATIRASI
Hz.Üstadın Şu son Ankara seyahatinde Tahsin Tola ile Ankara'daki evinde
görüşmeleri ve Hazret-i Üstad onu bazı makamlara göndermesi gibi
hususlar hakkında merhum Tahsin Tola şunları anlatır:
"Üstad, son Ankara seyahatinde, beni Ankara valisine gönderdi. Görüşmek
istedi ve "Ben kendisinin makamına gitmek isterdim. Fakat çok hastayım.
Çok mühim bir meseleyi görüşeceğim" selâmımı söyle, buraya o gelsin diye
haber gönderdi. Valiye gittiğimde yerinde yoktu. Tekrar dönerek Üstad'a
bulamadığımı söyledim. Bu sefer de Üstad beni Ankara Savcısına
gönderdi. Mutlaka bir devlet adamıyla görüşmek istiyordu.
Savcıyı yerinde bularak durumu arzettim. Savcı gelmek istemedi. Ve "Biz
onun kitaplarını iade ettik" dedi. O günlerde Sikke-i Tasdik-i Gaybî'nin
davası vardı.
Ben gelip durumu Üstad'a arzettim. Üstad: "Yok, yok!.. Ben onun için,
kitaplar için çağırmadım. Başka çok mühim bir mesele için çağırdım.”
diyerek, tekrar savcıyı çağırmamı istedi. Hatta hiç unutmam aynen şöyle
dedi:
"Git çağır, gelsin!.. Yoksa Demokrat değil mi?" Tekrar aceleyle savcıya
gittim. Bu sefer Savcı daha da evhamlandı, korktu ve telâşlandı. Gelmek
istemedi.
Üstad çok telaşlı idi. Gelen bir musibeti, bir felâketi önlemek istiyordu.
Daha sonra şu haberi gönderdi.
"Ayasofya'yı tekrar camiye çeviriniz!.. Risale-i Nurun serbestiyetini resmen
ilân ediniz!.. Eğer bunları yaparsanız, biz de sizlere ismen dua etmeye karar
vereceğiz.”'
“Yine Üstad'ın son seyahatlerindeydi. Ankara'da Bahçelievler'deki dairede
idim. Üstad da oraya gelmişti. Üstad Kemal Demiralay'ı çağırmamı söyledi.
Gidip Kemal Demiralay'ı çağırdım. O zaman da Üstad bizlere şunları
söyledi:
"Bizi başka yerlerden, Âlem-i İslâm'dan, Pakistan'dan çağırıyorlar Ben
gitmiyorum. Eğer ben gitsem; Böyle böyle olur burası... (Eliyle Türkiye'nin
karışacağını, Hükûmetin yuvarlanacağını, tepe-taklak olacağını işaret
ediyordu.)
Yine Ankara'da Üstad bana bir Gençlik Rehberi verdi. Arkasına bir dua
yazdı. Bu kitabı Demokrat Parti'nin Adliye bakanlığını yapan, daha sonra
2115
da Millî Emniyet başkanı olan Prof. Hüseyin Avni Göktürk'e vermemi
söyledi.
Kitabı alarak, Ali İhsan Tola ile birlikte, Hüseyin Avni Bey'e gittik. Kitabı
kendisine Üstad Hazretlerinin gönderdiğini ifade ettik. Hüseyin Avni
2116
2008
Bey çok memnun oldu. Ve kendisinin de dindar bir Müslüman olduğunu
söyliyerek cebinden bir Kur'an-ı Kerim çıkarıp gösterdi.(38)"
ANKARA'DAN KONYA'YA
Hazret-i Üstad, Ankara'da böylece bu son seyahatinde bir çok talebeleriyle
görüştükten ve son ders olan veda' hutbesini ders verdikten sonra; 6 Ocak
1960 günü saat 10.30 sıralarında Ankara'dan ayrıldı. Şoförüne Konya'ya
gideceklerini söyledi. Öğleden sonra, 14.30'da Konya'ya giren Hazret-i
Üstad burada pek acip evhamlı bir durumla karşılaştı. Yüzlerce polis
etrafını sardılar. Nereye gittiyse, takib ettiler. DP Hükûmetinin bu acib
evhamlı ve CHP'nin oyunu ve evham vermelerine gelmiş bu hayret verici
davranışından Üstad çok müteessir olmuştu. Fakat herşeye rağmen yine de
gitti, kardeşinin evinde biraz kaldı ve ziyaret etti. Az istirahattan sonra,
yine Mevlâna türbesine gitti. Fatiha ve duadan sonra, tekrar küçük kardeşi
Abdülmecid'in evine döndü. Polis arabaları da adım adım takip ediyordu.
Bütün bunlar da maalesef Demokrat iktidarının İçişleri Bakanı Namık
Gedik'in korku ve evham içindeki titrek emirleriyle oluyordu.
Hazret-i Üstad'ın bu seferki Konya'da kalışı ve ziyaretleri dahil hep iki saat
içinde tamamlanmıştı.
Üstad, Konya'da karşılaşmış olduğu o acib evhamlı durumu görünce;
sağlam bir kaynaktan duyduğumuz kadarıyla- "Bunlar beni siyasetin içine
çekmek istiyorlar.. Veya beni siyasete karıştırdılar. Bu durumda ben
gitmeliyim.” diyerek, aynı gün saat 16.30 da Konya’dan ayrılarak
Emirdağ'a döndü.
Yine Hazret-i Üstad'ın Konya’ya yaptığı bu seyahatinde; sözü sağlam bir
zattan duyduğum kadarıyla Hazret-i Üstad: "Artık Menderes de benim
gözümde teneke kıymetine indi.” veya bu mananın mealiyle konuşmuştu.
(Bu zat, Said Özdemir'dir.)
TİMES MUHABİRİ HİKAYESİ VE BİR HATIRA
İngiliz Times gazetesi Ankara muhabiri, bu seyahatte Üstad'la görüştüğünü
yazan 5 Ocak 960 tarihli bazı gazetelerdir. Yazdıkları ,bir noktadan doğru
idi. Ancak abarttıkları gibi değildi. Hazret-i Üstad henüz Ankara'dan
Konya'ya gelmeden bu görüşme olmuştu. Daha sonra bu muhabir, Üstad'la
beraber seyahat etmek ve Üstad'ın arabasına binerek Konya'ya kadar
beraber gitmek istemişse de, Üstad müsaade etmemişti.
(38) Son Şahitler-1 S:155
2117
2009
mes'elenin sağlam ravisi
Hadiseyi detaylarıyla anlatan Konya'lı Fehmi Yılmaz'dır ki, şunları
anlatıyor: (Hülâsasını alıyoruz.)
"Ocak ayının ilk haftasında Bediüzzaman Konya'ya gelmişti.. Kaldığı yer,
polislerle kuşatılmıştı. Kimsenin içeri girmesine müsaade edilmiyordu. Zor
bela içeri girip elini öpmek nasib oldu. Bana dua etti. İltifat etti.
Kendisi Ankara'dan Konya'ya gelirken cereyan eden bir hadiseyi bana şöyle
anlattılar: Ankara'dan hareket edecekleri sırada, İngiliz Times gazetesinin
Türkiye muhabiri bu seyahatta kendisiyle birlikte bulunmak istemiş... Üstad
hadiseyi şöyle anlattı:
"İngiliz Times muhabiri benimle birlikte bu seyahata katılmak istedi. Önce
onun bu arzusunu kabul ettim. Muhabiri yanıma alsam mı?.. diye
düşündüm. Bunun vasıtasıyla bir çok hakikatları efkâr-ı âleme ve bütün
dünyaya duyurma imkânı olacaktı... Sonra düşündüm, bu şahsî bir
seyahattir, vazgeçtim.”
HELÂLLAŞMAK İÇİN SEYAHAT YAPTIĞINI SÖYLEDİ
Üstad, bu seyahatinin gayesi: Kendisine zulmedenleri, işkence edenleri
affetmek, helâllaşmak olduğunu söylüyordu.
Yine Üstad: "Dünyayı saran dinsizlik cereyanlarına karşı Allah'a inanan
insanlarla, hakikî Hıristiyan ruhanîleri ve Müslümanların yakın bir
gelecekte ittifak etmenin kat'î lüzumunun hasıl olacağından"
bahsediyordu..Ve er geç, galib gibi görünen dinsizlik cereyanlarının mağlüb
olacaklarını ve saire... Yirmi dakikalık bir zaman zarfında bana anlatmıştı.
Times muhabiri Üstadla görüşmesini 6 Ocak 960 tarihli Yeni Sabah
Gazetesi, 8 Ocak 960 tarihli yine aynı gazete ve 8 Ocak 960 tarihli Dünya
gazetesi çeşitli yorum ve abartmalarla veriyorlardı.(39)”
Son Konya seyahati hakkında Üstad'ın beyanatı
Hazret-i Üstad Konya'da karşılaştığı acib evhamlı durum üzerine şu gelen
beyanatı kaleme alarak neşrettirmişti. Yazı aynen şöyledir:
En mühim bir mahkemede son sözüm olarak "Mahkeme-i Kübra'ya şekva"
namıyla yazılan ve tarihçe-i hayatta bir kaç defa neşrolunan ve mahkemede
iken, Ankara makamatına, temyiz mahkemesine ve mahkeme reislerine
2118
gönderilen şekvanın sebebi: O hadisenin acib, garip küçük bir nümunesi bu
defa aynen başıma geldiği için; o mahkeme-i kübraya şekvaya bir haşiyecik
olarak beyan ediyorum:
(39) Son Şahitler-1 S: 238
2119
2010
İki gün evvel,çok müştak olduğum ve eski zamanda Anadolu Medrese-i
ilmiyesi hükmünde olan Konya'ya üç sebeb bahanesiyle geldim:
Biri: İki hakiki Nur kardaşım, fakr-ı halleriyle beraber büyük bir masrafa
girip İzmir mahkemesine gitmişler. Dönüşlerinde yanıma uğradılar. Ben de
onları kısmen masraftan kurtarmak için, hususî otomobilim ile Konya'ya
kadar beraber almak..(40)
İkincisi: On beş sene benim yanımda okumuş ve yirmi seneye yakın
müftülük etmiş ve kırk senedenberi bir tek defadan başka görmediğim ve
bütün kardeşlerim, akrabalarım ile hayatta bir o kalmış olan kardeşimi ve
çocuklarını ziyaret etmek ve onlarla görüşmek..
Üçüncüsü: Eski Said'in ve Yeni Said'in mühim Üstadlarından olan ve onun
müridleri olan Mevlevilerin her yerde Risale-i Nurla alâkadarlıkları ciheti
ile, çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazali gibi mühim
bir Üstadım olan Mevlânâ Celâleddin’i ziyaret etmek için gitmiştim...
Hem Tarihçe-i Hayatta, insanlarla görüşemediğime dair neşredilen yazı ki;
(Ziyaretçilerle görüşemiyorum... Nasıl ki hediyelerden men’ etmek için
Cenab-ı Hak hastalık verdiği gibi, bu hürmetkârane ziyarette bir nevi
hediye-i maneviye olduğundan sesim kesilip, bir eser-i inayet olarak
konuşmaktan men' olunduğumdan) kardeşimin evine dahi giremedim ki,
konuşmıyayım.
Hiç olmazsa Konya'da iki üç gün kalmak zarurî iken, mecburi olarak bir
saat içinde namazımı kılıp dönmüştüm. Fakat orada bana birden bire öyle
bir vaziyet verildi ki; bütün gazetelerde neşrettiler. Kırk senedir bir defadan
başka görüşmediğim kardeşimin evine dahi girip görüşemediğim ve
konuşamadığım halde, sanki binler adamlarla görüşmüşüm gibi muamele
gördüm.
Gerçi polislerin aldıkları emre binaen o vaziyetleri cidden büyük bir sehiv
idi. Fakat bu şiddetli hastalıklı halime muvafık geldiği için onlardan
sıkılmadım. Bilâkis helâl ettim, Allah razı olsun dedim, teşekkür ettim.
Ben tebdil-i havaya çok muhtaç olduğum için; yazın dağlarda, kışın da kira
ettiğim ayrı ayrı menzillerde gezmeye mecbur oluyorum. Bir yerde
duramıyorum, hastalığım şiddetleniyor. Niyet ettim; tekrar ara sıra Konya
gibi yerlere gideceğim. Hatta kirasını verdiğim Emirdağ'da iki menzilim ve
Eskişehir'de bir menzilim varken, o manasız vaziyet beni o tebdil-i
2120
havadan, o menzilleri ziyaret etmekten men' edilmeme sebeb olduğunu
Konya'daki vaziyetten hissetmiştim.
(40) Bu iki zat, Atıf Ural ile Said Özdemir'dir. A.B.
2121
2011
Ben kat'iyen kimse ile görüşemiyorum. Bunun gibi adetin hilâfına bana
yapılan çok gayr-ı kanunî muameleler var... İşte bu defaki mezkûr vaziyeti
beyan eden şu ifadatım evvelce yazılan mahkeme-i kübraya şekvaya bir
zeyil olarak neşredilebilir.
SAİD-İ NURSİ(41)"
ANKARA'YA SON SEYAHAT VE MEN'
Basının yaygaralı neşriyatı, CHP grubu ve İnönü'nün tehditkârane hücumu
karşısında, son derece evhamlılık ve titreklik içine giren DP iktidarınııı,
bilhassa İçişleri Bakanının takındığı acaib tutuma Hazret-i Üstad çok
müteessir idi.. Ve za'af ve acz, düşmanın merhametini değil, diş bilemesine
yardım ettiğini bildiği için; DP iktidarının düştüğü garip ve akibetsiz
durumunun ve ortadaki sebebsiz evhamlarının izalesi ve son defa olarak
DP'nin düşmüş olduğu tehlikeli girdaptan ve akibeti uçurum durumundan
kurtarmak ve bütün bu ortalığı dolduran evhamların sebebsizliğini
anlatmak niyet ve kararıyla; Emirdağ'da üç dört gün istirahat ettikten
sonra, 11 Ocak 1960 günü;maddi sebeb olarak,Ankara'dan edilen davetlere
icabet etti ve Ankara'ya doğru yola çıktı.
Evet Üstad'ın bu hakiki ve asil niyetleri yanında, bir de yine zahir sebeb
olarak bazı da'vetler de mevcuttu. Üstad'ın arabası Ankara'ya
yaklaştığında, öğleden sonra saat bir haberlerinde, Hükûmetin sebebsiz ve
kanunsuz ve esbab-ı mucibesiz bir tebliği radyoda yayınlandı. Bu tebliği
de:"Said-i Nursi Türkiye'nin umum vilayet ve kazaları içinde yalnız
Emirdağ'da ikamet etmesini tavsiye" şeklindeydi. Hazret-i Üstad da
radyodan şahsen bu haberi dinledi. Fakat yine de geri dönmedi. Ankara'ya
mutlaka gitmeye kesin kararlıydı. Bir tedbir olarak Üstad'ın yanındaki
talebeleri ve onu Ankara'ya götürmeye gelen diğer zatlar Ankara'ya girmek
için, Haymana yolundan dolaşarak Çiftlik civarından Ankara'ya girmek
istediler. Fakat polis ve emniyet bütün yolları tutmuş bekliyorlardı.
Ankara'ya birkaç kilometre kala bir grub polis tarafından Üstad'ın arabası
durdurulmuş ve Hükûmetin kararı re'sen ve resmî şekilde Hazret-i Üstad'a
tebliğ edilmişti.
Hazret-i Üstad, her ne kadar ilk başta hiddetlenerek: "Ben Hükümeti
tanımıyorum" demişse de, polis şefi: "Siz tanımıyabilirsiniz efendim.. Fakat
benim durumumu düşünün ve bana acıyın!" demesi üzerine, Hazret-i Üstad
"Peki o halde senin hatırın için geri dönüyorum" demiş ve Emirdağ'a
dönmüştür.
2122
2012
ŞAHİTLERİN İFADELERİ
Ankara'dan Emirdağ'a gelerek; Üstad'a, Ankara'da toplanmış talebelerinin
davetini tebliğ eden Erzincan'lı Re'fet Kavukçu ile Adıyaman'lı Hacı
Dursun Kutlu bu husustaki ifadeleri aynen birbirlerini te'kid ettiği için;
Sadece Re'fet Kavukçu'nun ifadesinin meal ve hülâsasını kaydediyoruz.
Re'fet Kavukçu diyor ki:
"11 Ocak Pazar sabahı olacaktı. Ankara'da toplanmış bir çok Nur talebeleri
Hazret-i Üstadı Ankara'ya davet etmeye karar aldılar. Bu daveti de bizzat
gidip Emirdağ'da Üstad'a tebliği için dört beş kişiyi seçtiler. Bu seçilenlerin
içinde ben, Adıyaman'lı Dursun Kutlu ve iki üç kişi daha vardı. Ankara'dan
sabah erkenden yola çıktık. Saat sabah 10 sıralarında Emirdağ'a ulaştık.
Yanımızda, Hazret-i Üstad'ı altı vilâyetten davet eden altı tane mektup da
vardı.
Abdestlerimizi aldık. Emirdağ meydanında Üstad'ımızın evine doğru
gidiyorduk. Hazret-i Üstad bizim geleceğimizi hissetmiş olacak ki; biz
henüz uzakta iken. Hüsnü Bayramoğlu Ağabeyi göndererek bizi karşıladı.
Hüsnü Ağabey: "Etraftaki heyecanı görüyorsunuz, Hazret-i Üstad bu sıra
kimseyi kabul etmiyor. Mektupları ben götürürüm" dedi. Biz ise, Üstad ile
görüşmek istediğimizi ısrar ettik. Hüsnü Ağabey danışmak üzere gitti.
Üstadın kapısını açar açmaz, Üstad: "Git söyle gelsinler!" demiş.
Gittik, Hamza Emek ağabeyin açtığı dış kapıdan avluya girdik. Üstadın
odasına çıktık. Benimle beraber gelen arkadaşlarım bana: "Biz eskiden
Üstadımızla görüşmüşüz, ilk önce sen yanına gir" dediler.
Üstad'ın huzuruna girdim. Karyolasında cildli bir risaleyi mütalâa ediyordu.
Ziyaret ettim. Mektuplar takdim edildi. Okundu, hepsi de Üstad'ı davet
ediyorlardı. Mektupların okunması bittikten sonra, Hazret-i Üstad:
"Ben çok hastayım. Bana yirmi bir defa zehir verdiler. Fakat ölüm
yatağında da olsam, bu davetlere icabet edeceğim" dedi ve baş ucundaki
zile bastı. Zûbeyr ağabey geldi. Üstad: "Acele arabayı hazırlayın!" dedi ve
"Kardeşlerim Ankara'da beni bekliyorlar gideceğiz!. "
Biz de Üstad'ın evinden çıktık, bizi takib eden polisler karakola çağırdılar.
Hüviyetlerimizi tesbit ettiler. Nihayet bizi serbest bıraktılar. Emirdağ'lı
halktan Üstad'nı Ankara'ya doğru arabasıyla yola çıktığını öğrendikten
sonra, biz de minübüsümüzle onu takib ettik. Arkadan gidiyorduk. Bir ara
Üstad'ımızın emriyle bizim öne geçmemiz için işaret verildi. Az bir müddet
önde yürüdükse de, içimiz rahat etmedi. Durduk, Üstad'ın arabası geçti.
Üç dört defa bu mübadele oldu.
2123
2013
Bir ara çok geride kaldığımız için, Üstad arabasını durdurmuş, bizi
bekliyormuş.. Zübeyr ağabey yanımıza kadar geldi ve Üstadımız diyor ki:
"Kardeşlerime söyle korkmasınlar, küfrün bel kemiğini kırdık. Şimdi küfür
beli kırılmış bir yılan gibidir." dedi. Bu sözlerle endişemiz zail oldu.
Üstad'ın bir bakıma bu gidişi, bir zahir sebeb olarak da Ankara'da
kiralanmış bir eve bir müddet yerleşmek niyeti de vardı. Bu yüzden Hazret
i Üstad bir çok eşyasını da beraberinde almıştı.
Emniyet her tarafa Üstad'ın Ankara'ya doğru gittiğini bildirmiş olacak ki,
her yerde bizi seyretmek üzere toplanan insanlar görüyorduk.
Hükûmetin tebliği
Öğle namazını bir çeşme başında Üstad ayrı, bizler de ayrı şekilde kıldık.
Öğle haberlerini Üstad arabanın radyosundan dinlemiş. Zübeyr ağabeyi
yanımıza gönderdi. "Şimdi radyodan öğrendik; Bakanlar Kurulunun
Üstadımızı mecburi iskâna tabi' tutan kararlarını dinledik. Fakat Üstadımız
diyor ki:
"Biz Ankara'ya gideceğiz. Kardeşlerim merak etmesinler" dedi.
Ankara'daki ağabeyler de, Hükûmetin bu tebliğini haber almışlar ve bir
taksiyle Üstadımızı karşılamaya gelmişlerdi. Ankara yakınında Üstad'ın
arabasını durdurdular. Biz de durduk. Gelen ağabeyler Üstadın
arabasındaki hususi bazı eşyalarını ihtiyaten kendi arabalarına aldılar. Bizim
yanımızdaki eşya da bizde kaldı.
Çiftlik Mevkiine Gelince
Ankara'ya asıl yolundan değil, Haymana yoluna saparak Çiftlik yoluyla
Ankara'ya gidiyorduk. Fakat polis Çiftlik civarında da barikat kurmuş ve
Üstad'ın arabasını bekliyorlardı. Orada Üstad'ın arabasını durdurdular. Biz
ara kenardan geçmek istedikse de bırakmadılar, bizi de durdurdular ve
yanımıza bir polis vererek, Ankara Birinci Şu'besine gönderdiler. Bizi bir
gece nezarette bıraktılar. Sabahleyin bizi serbest bıraktılar.
Üstad Geri Dönmüş
Bilâhare Zübeyr Ağabeyin bana anlattığına göre; emniyet kuvvetleri
Hazret-i Üstad'a Hükûmetin emriyle mecburî iskâna tabi' olarak Emirdağ'a
dönmesine dair kararını tebliğ edince; Üstad şiddetle elini arabanın
2124
koltuğuna vurarak: "Ben bu kararı dinlemiyorum. Binlerce talebem beni
Ankara'da bekliyor, oraya gideceğim." demiş.
Bunun üzerine çok nezaket ve edep içinde dönmesini rica eden yetkili
amire Üstad: "Yalnız senin hatırın için dönüyorum, Hükûmeti
tanımıyorum" demiş ve geri dönmüştür...(42)"
(42) Son Şahitler-2 S: 230
2125
2014
Bu hadisenin aynı gününde bütün basın, Hükûmetin düştüğü korku ve
evham girdabı içinde aldıkları kanunsuz ve münasebetsiz ve gülünç ve
CHP ve İnönü'nün isteği doğrultusunda olan bu kararı büyük manşetlerle
vermişler, ortalığı velveleye boğmuşlardı.
ÜSTAD'IN BEYANI
Hazret-i Üstad Hükûmetin za'afiyet, korku ve evhamından gelen kanunsuz
kararı üzerine Emirdağ'a dönmüş, 12 Ocak 960 günü de şöyle bir beyanat
vermişlerdi:
"Bize ait mes'eleleri neşreden ceridelere karşı yazdığım bu yazıyı
neçretseler, bu günlerde olan aleyhimdeki isnadları helâl edeceğim. Şiddetli
hastalığıma binaen o cerideler neşretsinler ki, biçare kardeşlerim
ederlenmesinler.
Evvelâ: Bu günlerde olan mes'eleler için merak etmeyiniz! Hakkımızda
tecelli eden inayet ve Rahmet-i ilâhiye ile büyük bir hayırdır. Hem beş
cihetle hasta olduğumdan konuşmaya ve görüşmeye de tahammül
edemiyorum.
Şimdi Risale-i Nurun dahil ve hariçteki fevkalâde intişarı ve azim fûtûhatı
ile düşmanlar da dost olmuşlar. Herkesin konuşmak istemesine mukabil,
inayet-i ilâhiye ile sesim de kesilmiş ki; daha Risale-i Nur bana ihtiyaç
bırakmadığından görüşüp konuşamıyorum. Beni altı vilâyetten davet
etmeleri üzerine, onların hatırı için Ankara'ya gittim.Ankara'ya yakın
önümüze gelen ve Risale-i Nurun ve mesleğimin hakikatını anlıyan dost
memurlar: "Emirdağ'ında istirahat etmemi ve Şimdilik Emirdağ'ında
kalmamı Hükûmetin rica ettiğini" bildirdiler.
Zaten görüşmeye ve konuçmaya tahammül edemediğimden, hakkımdaki bu
dostane teklif ve vaziyet bir inayet oldu ki; beni davet eden çok
vilâyetlerdeki hakikî kardeşlerimin hatırları kırılmasın. Hem bazı vilayetlere
gidip, diğer vilayetlere gidemediğimden gelen vaziyetimle, yüz binlerle
hakikî fedakâr talebelerim gücenmesinler.
Saniyen: Benim bu seyahatlerimde kat'iyen siyasetle alâkamın olmadığına
bir delili: Kırk seneden beri siyaseti terkettiğimden, yalnız ve yalnız
Kur'anın bu zamana tam muvafık bir tefsiri olan Risale-i Nur küfr-ü
mutlakı kırdığı için, anarşistliğe ve tahribatçı cereyanlara karşı sed çektiği
gibi; Kur'anın Risale-i Nura verdiği dersinde bir kanun-u esasi olan sırrı
ile; asayişe ilişmek, beş canî yüzünden doksan masuma zulüm etmektir diye
olan uhrevi hizmetimiz vatan, millet ve asayişe de büyük bir faydası olması
2126
cihetiyle; beni tecessüs eden, yahut da zahmet veren polis ve inzibatları da
helâl ediyorum. Onları asa
2127
2015
yişin mücahid muhafızları diye kardeş gibi mesrurane kabul ettim. Hatta
beni Ankara'dan çevirmelerini de kabul ettiğim gibi, hakkımda bir inayet-i
ilâhiyyeye vesile olmaları cihetiyle Allah'a şükrettim ve kemal-ı ferahla
Ankara'dan döndüm.
Salisen: Her yerde Risale-i Nurun intişarı ve okunması ve pek fazla
müştakları bulunması dolayısıyla, benimle görüşmek ve konuşmak ve davet
etmek arzu ediyorlardı. Bu vaziyette yirmi vilâyete gitmemin zarureti vardı.
Ancak Risale-i Nurun tab'edildiği yerler olan Ankara, İstanbul ve Konya'ya
gittim.
Ben yalnız Hükûmete derim ki: Hakkımdaki bu muamele, bir inayet ve
rahmet-i ilâhiyyeye bir vesile oldu, sıkılmıyorum. Yalnız benim yirmi
sene(43) kaldığım Isparta vilâyetinde iki senelik kira ettiğim bir evim ve
orada bazı eşyalarım var. Oranın havası da bir parça hastalığıma yarıyor.
Hükûmetin müsaadeleri ile bir ay Emirdağ'ında, bir ay da kiraladığım
Isparta'daki evimde bulunmak arzu ediyoruz.
SAİD-İ NURSİ(44)”
Hazret-i Üstad'ın gerek hükûmete, gerekse basına karşı bu beyanı artık en
son beyanı ve neşredilen son bir mektubu olmuştu. Bu mektup üzerine Nur
talebeleri ve meb'uslar Hükûmet nezdinde yaptıkları girişimleri neticesinde;
Üstad'ın Emirdağ ve Isparta arasında -eskide olduğu gibi- gidip gelmesine
ve buralarda kalmasına gayr-ı resmî şekilde müsaadeleri hasıl oldu.
Ankara'dan geldikten sonra, Hazret-i Üstad dokuz gün kadar Emirdağ da
istirahat için kalmış oldu.
Bu tarihten itibaren, artık hükûmet ve emniyet adamlarının daha çok sıkı
mürakabe ve takibleri altında bulunmuştu. Üstad kendisi de DP
iktidarından artık yüz çevirmiş, duasını -belki de- kesmiş ve onlara karşı
alâkayı kat' etmiş durumda görünüyordu. Hükûmetle hatt-ı muvasala artık
kopmuş gibi idi. DP'nin uçuruma doğru yuvarlanması da o tarihten
başlamıştı. Hazret-i Üstad'ın ifade buyurdukları
gibi; CHP'liler, ırkçı milliyetçileri elde etmeye başlamış ve her gün biraz
daha ihtilalin eşiğine doğru adım adım yaklaşıyorlardı.
Nitekim 19 Mart 960 günü, bazı yüksek rütbeli subaylar İnönü'yü
İstanbul'daki evinde ziyaret etti. Bu ziyaret ve görüşme bir ihtilâl
manevrası ve hazırlığı idi.
(43) Üstad'ın “ Yirmi sene lsparta'da kaldım" ifadeleri ortalama bir
hesaptır. Ve 1926-1935 arası Barla ve Isparta da kalışı dokuz buçuk
2128
sene,1953-1960 arası da yedi sene olduğu için, tamamı kesin hesapla onaltı
sene etmektedir.A.B
(44) Müntehap dosya sıra no: 126 ve Emirdağ-2 S: 211
2129
2016
Üstad'ın vefatından sonra da,16 Nisan 960 günü emekli general ve
amirallerden mürekkep on dört kişilik bir gurup, yine aynı gayeler için
İnönü'yü İstanbul'daki evinde ziyaret etmişlerdi.
Evet, Hazret-i Üstad'ın 12 Ocak 960 tarihinden sonra hükûmet ve DP'den
kopması ve belki de manen yüz çevirmesiyle; DP'nin ipi ve maneviyatı
çözülmeye başlamış oluyordu. Menderes ne yaptı ise, hangi ta'vizi
verdiyse, intikam ve hırs pençesini açmış İnönü'yü razı ettiremedi.. Ve
akibet, gerek sivil teşkilâtların gizli çalışmalarıyla, gerekse ordudaki CHP
Dostları ilə paylaş: |