talebelerine bildirmiştir. Bizdeki el yazma Hüsnü Ağabeyin hususi lahika
defterinde bu mektubun başında: "Kurban Bayramı 1373" diye
yazmaktadır. Mektubun yazılışı ve o hadisenin görgü şahitlerinin ifadeleri
hakkında Son Şahitler-2 kitabında da tafsilat geçmektedir. Üstad'ın
mektubunu kaydettikten sonra şahitlerin ifadelerini de yazacağız inşaallah...
2199
2200
(92) Emirdağ-2 S: 204
2200
2201
2063
Hadisenin icmalini bildiren Hazret-i Üstad'ın mektubu aynen şöyledir:
Aziz kardeşlerim!
Bu defa motorlu kayık içinde Eğridir'den Barla'ya giderken, denizin
dehşetli emsalsiz fırtınası; leyle-i kadirdeki dehşetli hastalık gibi(93) zahmet
noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde
veriyorum. Altı arkadaş ile beraber şehid olmak, yedi ihtimalden altı ihtimal
ile deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı. Fakat o hal
altında mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nurla alâkadarlığı ve
şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda, Risale-i
Nurun
gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş planından kurtulmasına bir işaret
olarak, o dehşetli haletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remzi
ile; o rahmet-i ilâhiyeden gelen emr-i Rahmaniyi imtisalindeki iştiyak ile,
yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i ilâhiyi gayet
heyecanla ve iştiyak ile ve acelecilik ile yerine getirmek için; bir şefkat
tokadı nev'inden nur talebeleri olan bizim başımızı tokadıyla, yüzümüzü ve
gözümüzü yağmurla okşadı. Biz bu haleti zahiren hiddet, manen
şefkatkârane okşamak nev'inde gördük.
Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel, hiss-i kabl-el vuku' ile,
hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet
hissettiğimden, mütemadiyen Cevşen'i ve Şah-ı Nakşibend'in virdini
okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemal-i şevk ile o mübarek denizi
kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden şehid hükmünde
olduğu gibi, şehid de Velî hükmünde olmasından, altı arkadaşıma
acımadım, Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım.
O kayığın makinası bozulduğu ve yelkeni de rüzgâr onun aksiyle geldiği
için fayda vermediği ve denizin mevceleri de pek büyük evler gibi kayığa
ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için
kemal-i sabır ve şükürle karşıladık ve saliman sahile çıktık, Elhamdülilahi
ala külli hal dedik.
Said-i Nursi(94)"
Şimdi de Üstad'la beraber aynı seyahatte ve kayıkta bulunan Eğridirli
Demirci Salih namıyla anılan zatın hatırasını ve ifadesini dinliyoruz:
(93)Bu ifadeyle,zehirlenme hadisesinde kaydedilmiş leyle-i kadir
hakkındaki mektupta ifade edilen vaziyet ile, bu hadise aynı senenin
2201
2202
Kurban Bayramı'nın 2. gününde olmuşsa 25.12.1953'de vaki olmuş olabilir.
A.B.
(94) Emirdağ-2 asıl mektuplan Hüsnü Bayramoğlu defteri S: 46
2202
2203
2064
"O günü Hazret-i Üstad Eğridir'de idi. Isparta'ya gitmek istediği halde,
araba bulunamamıştı. Ben ve rahmetli Ali Savran, Şakir Çağlar ve benim
kayınpederim Bahri Çağlar'ın ağabeyisi de beraberce Üstad'la beraber
Isparta yerine Barla'ya gitmek için bir kayık bulduk ve yola düştük. Fakat
üstad Hazretleri o günü çok hiddetli ve telâşlıydı. Bize araba
bulmadığımızdan dolayı kızıyor ve bir nevi istemiye istemiye Barlaya
motorla gidiyorduk. Yanımızda benim iki yaşındaki Said isminde küçük
oğlum da vardı. Kayığa bindik, biraz ilerledik. Birden bire fırtına ile göl
kaynamaya başladı. Deniz büyük dalgalarıyla bizim küçük kayığımızı
oyuncak top gibi, bir havaya bir dibe çıkarıp indiriyordu. Her an batma
tehlikesi içinde, şiddetli yağmurdan ve dalgaların suyundan sırıl sıklam
olmuştuk.
Biz artık her an ölümü beklemek içinde iken, Hazret-i Üstad ise, gayet
rahat ve fütûrsuz şekilde dualarını okumaya devam ediyordu. Bizim her
tarafimızdan su akarken Üstad'ın üzerine tek bir damla dahi su düşmemişti.
Herkes bağırıyor, tekbir getiriyor, korkudan titriyorken; Hazret-i Üstad'da
hiç bir telâş ve korku eseri yoktu.
Denizin fırtınalı dalgalarından kayığımızın sağa-sola sallanmasıyla, başımız
adam akıllı tutmuştu. Kımıldayacak halimiz ve tahammülümüz kalmamıştı.
Hafiften bazen Hazret-i Üstad'a bakıyor ve içimden diyordum ki; nasıl olsa
Üstad kurtulur. Amma biz denizin dibini boylıyacağız derken, Allah'a
şükür kavisli bir sahile yanaştık. Liman, meğer Bedre iskelesi imiş, iskeleye
yanaştık ve Allah’a hamdederek dışarı çıktık.(95)"
MÜTEFERRİK HADİSELER -12
ZİYARETÇİLER VE HAZRET-İ ÜSTAD
Hazret-i Üstad eskidenberi kendisinde fıtraten mevcud olan
merdümgirizlik, uzlet, istiğna ve fuzûli sohbetlerden kaçmak ve herkesi her
zaman ziyaretine kabul edememek haleti, bilhassa 1953'den sonra daha da
şiddet kesbetmişti. Risale-i Nur hizmeti haricinde ve onun tedbir ve
istişareleri dışında, şahsî ve hususî ziyaretçi pek kabul edemiyor, beyan-ı
ma'zeret ediyorlardı. Şayet istemediği halde, bir nevi mecburiyet tahtında
ziyaretçi kabul etse de, çok rahatsız oluyordu. Bu meselede, ziyaretçi her
zaman kabul edemeyişinin hakikatını beyan eden bir kaç defa ve aynı
manalarda yazılar kaleme almıştı. Hatta bu yazılardan bazılarını dış
kapısının arkasına astırıverirdi.
2203
2204
(95) Son Şahitler-2 S: 82
2204
2205
2065
Hazret-i Üstad'ın ziyaretine kabul edemediği kimseler içinde bazen mühim
ve meşhur şahsiyetler, hatta ünlü alimler de bulunabiliyordu. Bu durum
bazılarınca, güya bu işi, yani bazen ziyaret ettirmemeyi Üstad'ın hizmetkâr
ve talebelerinden biliyorlardı. Hatta bazı ünlü zevat, Üstad'ın
hizmetkârlarını ittiham edici dedikodularda da bulunabilmişlerdi. Bunun
üzerine hem Hazret-i Üstad, hem de onun hizmetkârları yine onun emri ve
malûmatı dahilinde bu meseleyi açıklayıcı bazı yazılar neşrettiler. İşte
zaman zaman yazılıp neşredilen ve lahikalar dizisine dercedilmiş olan
mektup ve yazıların sırasıyla durumu şöyledir: (Bunlar sadece 1950'den
sonraki yazılardır. Ondan önce de Barla'da, Emirdağ'da benzeri yazılar
yazılmıştır.)
BİRİNCİ YAZI: 7.11.951'de yazılıp neşredilen Üstad'ın şu yazısıdır:
"Ziyaret etmek ve görüşmek istiyenler bu mektubu görsün ve
görüşmediğimden gücenmesin:
Şimdilik görüşmediğimin üç sebebi var(96):
Birincisi: Mahkemelere gitmemek için doktorlar rapor(97) vermişler ki;
Bunun (Said'in) insanlarla görüşmeye tahammülü yoktur. Raporu tekzib
etmemek için şimdilik sabretmek lâzım.
İkincisi: Yirmi yedi senedir ehl-i siyaset beni tazyik ediyor. Bir bahaneleri
de "İnsanları başına topluyor" diyorlar. Ben de bu yeni mübarek Eskişehir'e
geldim, resmî adamları o eski asılsız vehme ve bahaneye düşürtmemek için
şimdilik zaruretsiz görüşmüyorum.
Üçüncüsü: Yirmi sekiz senedir mütemadiyen tarassud ve tecessüs ile
halkları benden ürkütmek, hatta hapislerimde tecrid-i mutlakta bıraktıkları
için, insanlarla görüşmekten bana sıkıntı geldi.
Dördüncüsü: Otuz beş senedir Euzübillahi mineşşeytani vessiyaseti diye
hayat-ı içtimaiyeye, hususan hayat-ı siyasiyeye mümkin olduğu kadar
karışmamak, bakmamak bir düstur-u hayatım olduğundan, insanlarla
dünyevî sohbetlerden sıkılıyordum. Yalnız imana ve hakikata ait bir
sohbet-i ilmiye edebilirdim. Yoksa bana sıkıntı veriyor.
Beşincisi: Benimle görüşenler benim haddimden ziyade hüsn-ü zan etmek
bana ağır geliyor. Cenab-ı Hakk'a şükür, kendimi beğenmiyorum.
2205
2206
(96) Mektubun başında üç sebep göstereceğini yazmışken, bir hikmete
binaen bunları altıya çıkarmıştır. A.B.
(97) Hazret-i Üstad hem Gençlik Rehberi mahkemesine, hem Samsun
mahkemesine gitmemek için Emirdağ, Eskişehir ve İstanbul'dan müteaddit
doktor raporları aldı. Amma Gençlik Rehberi mahkemesine ve ayrıca
Samsun mahkemesine gitmek üzere İstanbul'a gitmeye mecbur kalmıştı.
A.B.
2206
2207
2066
Benim şahsımı beğenenleri de beğenmiyorum. Çünki beni ya tasannu'a, ya
riyaya sevketmek için kuvvetimden fazla manevî bir yük yüklüyorlaır.
Altıncısı: Müteaddit defa zehirlendiğim için -hususan bu son zehir pek
ziyade sinirlerime, âsabıma te'sir etmiş- az bir şey ile müteessir oluyorum.
Gayet ihlâs ve samimiyet ve uhrevî bir niyetle, yahut zaruri bir hizmet için
olmazsa, ruhum istiskal ediyor. Onun için benimle görüşmek istiyen
kardeşlerim sıkılmasınlar. Şimdilik görüşmediğime bedel, Risale-i Nurla
görüşsünler. Benim has talebelerim ki -onlara birer genç Said namını
vermişim- Benim bedelime onlar görüşsünler
SAİD-İ NURSİ(98)"
İKİNCİ YAZI: Zann-ı galibe ve herhalde Isparta'da 1955 veya 956
yıllarında yazılmış Üstad'ın bir mektubu da Şöyledir:
"Üstadın ziyaretçilere dair bir mektubu(99)
Umum dostlarıma, hususan ziyaretçilere dair bir özrümü beyan etmeye
mecbur oldum:
Ekser hayatım inzivada geçtiği gibi, otuz kırk senedir tarassud ve taarruza
maruz kaldığımdan, zaruretsiz sohbet etmekten çekinip tevahhuş
ediyorum. Hem eskiden beri maddî ve manevî hediyeler bana ağır
geliyordu. Hem şimdi ziyaretçiler, dostlar çoğalmış, hem manevî mukabele
lâzım gelmiş. Şimdi maddî bir lokma hediye beni hasta ettiği gibi, manevî
bir hediye olan ziyaret etmek, görüşmek; hususan başka yerlerden
musafaha etmek için zahmet edip gelmek ziyareti dahi ehemmiyetli bir
hediye-i maneviyedir, Ona mukabele edemiyorum. Hem de ucuz değil,
manen pahalıdır. Ben kendimi o hürmete lâyık görmüyorum, manen
mukabele de edemiyorum. Onun için şimdilik aynen maddî hediye gibi, bir
ihsan-ı ilâhî olarak bana manevî hediye gibi olan sohbetten, zaruret
olmadan men' edildim. Bazı beni hasta eder. Maddî hediyenin tam
mukabilini vermediğim vakit, beni hasta ettiği gibi... onun için hatırınız
kırılmasın, gücenmeyiniz.
Risale-i Nuru okumak, on defa benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten
benimle görüşmek; ahiret, iman, Kur’an hesabınadır. Dünya ile alâkamı
kestiğim için, dünya hesabına görüşmek manasızdır. Ahiret, iman, Kur'an
için ise, Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmıyacak... Hususan tarihçe-i
hayattaki mektuplar...
(98) Emirdağ-2 Müntehap dosya sıra no: 69
(99) Mezkür yazıyı,1955 ekiminde Üstad'ın ziyaretine gittiğim zaman,
Isparta'da kapısının iç arkasında asılı görnıüştüm. A.B.
2207
2208
2067
Hatta hizmetimdeki hâs kardeşlerimle de zaruret olmadan görüşemiyorum.
Yalnız bazı Risale-i Nurun fütuhatına ve neşriyatına ait bazı kimseler için
görüşmek istesem, o zaman görüşmek câiz olabilir ve bana sıkıntı vermez.
Bu noktayı bilmiyen ziyarete gelenlere haber veriyorum ki: Bir kaç senedir
ceridelerle ilân etmişim ki; Benimle görüşmek istiyenleri, hususan uzak
yerden gelerek görüşmeden gidenleri hususî dualarıma dahil ediyorum, her
sabah da dua ediyorum. Onun için gücenmesinler.
SAİD-İ NURSİ(100)"
ÜÇÜNCÜ YAZI: Ziyaretçiler hakkında, bir de Hazret-i Üstad'ın emriyle
yanındaki hizmetkârların neşrettikleri bir yazı da şöyledir:
Üstad'ımızı ziyarete gelip de görüşemiyenlerin ve biz görüştürmeden
gidenlerin hatırları kırılmamak için; Üstadımızın gizli harika bir ahval-i
ruhiyesini beyan etmeye mecbur olduk. Hatta bugün bir parça dikkatsizlik
ettiğimizden, gayet çok muhtaç olduğu hizmetimize nihayet vermek niyet
ettiği halde, şimdiki yazacağımız şey hatırına geldi, bizi de affetti, helâl etti.
İşte hakikat budur:
Biz de kat'iyen anladık ki; Üstad'ımız ekser hayatını tecerrüdle geçirdiği
gibi, bütün hayatında hediyeleri kabul etmemek ve mukabilsiz hediyeler
onu hasta etmek gibi; şimdi hürmet ve dostluk cihetiyle onunla görüşmek
ona gayet ağır geliyor. Hatta mükerreren biz de anladık; müsafaha etmek,
elini öpmek, kendisine tokat vurmak gibi ruhen müteessir oluyor ve ona
bakmaktan, dikkat etmekten de şiddetle müteessir oluyor. Hatta
hizmetinde biz bulunduğumuz halde, zaruret olmadan bakamıyoruz. Bunun
sırr-ı hikmetini kat'iyen anladık ki; Risale-i Nurun esas mesleği hakikî ihlâs
olmak cihetiyle şimdiki tezahür, sohbet etmek, fazla hürmet etmek bu
enaniyet zamanında bir nefisperestlik, riyakârlık, tasannu' alâmeti olmak
cihetiyle ona şiddetle dokunuyor. Çünki der:
"Benimle görüşmek istiyen eğer ahiret için, Risale-i Nur için ise; Risale-i
Nur bana kat'iyen ihtiyaç bırakmamış. Milyonlar nüshası her birisi on Said
kadar fayda veriyor. Eğer dünya cihetiyle ve dünyaya ait işler için
görüşmek ise; o dünyayı şiddetle terkettiği için dünyaya dair şeyleri
malayanî, vakti zayi' etmek olduğu için cidden sıkılır. Eğer Risale-i Nurun
hizmetine, intişarına ait ise, bana hizmet eden hakikî fedakâr talebelerim ve
manevî evladlarım ve kardeşlerim benim bedelime görüşmeleri kâfi... Bana
hiç ihtiyaç yok.”
(100) Emirdağ-2 S:155 Son baskı,Sh.187
2208
2209
2068
Uzun yerlerden, uzak memleketlerden gelenlerle beraber başka
kardeşlerimizin de hatırları kırılmasın. Çünki on senedenberidir, her sabah
okuduğu ve başkaları onu tevkil ettiği, evrad okumasında bağışladığı vakit
der ki: "Ya Rab benimle görüşmek için gelip, görüşmeden dönenlerin
defter-i a'maline de yazılsın:” diye ruhlarına hediye ediyor.
Üstad'ımızın bu halini kardeşlerimize beyan ediyoruz.
Elbaki Hüvelbaki
Hizmetinde bulunap Nur talebeleri(101)"
Kaydedilen bu üç yazı gibi bir kaç tane daha vardır. Bazılarını
vasiyetnameler vesilesiyle, bazılarını da başka vesilelerle Hazret-i Üstad bu
ziyaretçi hususunu çokça nazara vermiş ve hakikatını anlatmaya çalışmıştır.
Lâkin her şeye rağmen Nur talebeleri duramamış, edememiş, hep
üstadlarını görmek, ellerini öpmek, bir dakikacık olsun bile feyyaz ve
nuranî sohbetinde bulunmak ve lem'alar saçan mübarek simasına bir an
bakabilmek için çırpınmışlar ve yüzlercesi, binlercesi insan Üstad'la
görüşmüştür. Hazret-i Üstad da ziyaretine kabul ettiği kimselerle -hastalık,
ızdırap ve ihtiyarlığına rağmen- çok şefkatkârane müteveccih olmuş, iltifat
etmiş ve bir baba ve evlâd veya kardeş hissiyle ve muamelesiyle gelenleri
okşamış, iltifat etmiş ve kucaklamıştır. Allah ebeden razı olsun, amin.
(101) Emirdağ-2 S: 183
2209
2210
2069
MÜTEFERRİK HADİSELER-13
HATIRALAR VE MENKIBELER FASLI
Hazret-i Üstad'ın bütün hayatında olduğu gibi, son hayat faslında da onunla
her kim görüşmüşse, mutlaka bir hatırası ve Üstad'da müşahede ettiği bir
harika hali veyahut ondan duyduğu gaybî ihbar nev'inden bir sözü ve
rivayeti vardır. Üstad'ın önceki hayat fasıllarında da vürûd eden hatıra ve
menkıbelerin mühim bazı kısımları yer yer bu kitapta
dercedilmiştir.1950'den sonraki hayatında ise; hem daha yakın tarih olması,
hem Risale-i Nuru okuyanların bir kaç misli arttığı ve ziyaretçilerin de o
nisbette çoğaldığı bir dönem olduğu için, hatıralar ve menkıbeler rivayeti
de o nisbette çoktur.
Ancak ravisi ve rivayet şekli pek sağlam görülmiyen ve Risale-i Nur ve
Üstad'ın mesleğine muvafık gelmiyen ve halk arasında dillerde dolaşan bir
çok söz ve menkıbelere ehemmiyet verip de,kayda değer görmedik.
Rivayeti (Yani mevzuu itibarıyla aklî ve mantıkî olanları) ve o rivayetin
râvilerinin sağlam, dürüst ve belli şahsiyetler olanlarından; 1950'den
sonrakileri de yine hayli çokturlar. Sadece N.Şahiner'in kaydettiği ve benim
de ayrıca şahsen tesbit edip hususî surette kaydettiğim hatıralar ve
menkıbeler yüzden fazladır. Şahiner'in şimdilik neşredilmiş beş cildlik Son
Şahitler ve bir cild Aydınlar Konuşuyor kitabı ve ayrıca da "Nurs Yolu"
adlı kitabındakilerle, benim şahsen özel kaydettiğim, bende mevcut iki
dosya, bu hatıralar ve menkıbelerle doludur. Şahiner'in yedi kitap ve
bendeki iki dosyadan 1950'den sonraki kısma ait olanları yüzü
mütecavizdir. Bunlar sağlam ve kesin ve içinde mübalağa olmıyan
hatıraların rivayetidir.
Fakat biz bu kitaba o yüz küsur hatıra ve menkıbeleri olduğu gibi ve
tamamen teferruatıyla kaydetmemize imkân yoktur. Çünki bunlar tek
başına büyük bir kitab hacmindedir.O halde biz bunları bir kaç mevzuya
ayırmak istiyoruz. Bir aynı mevzu’ ve meseleyi te'yid edenleri yanyana
getirmek istiyor ve bundan da sadece en mühim kısımları alabiliyoruz.
MEVZULAR
1- Bir nevi gayb sayılan geleceğe ait hadiseleri ihbar edici Üstad'ın sözleri.
2- İstikbale ait bazı müjdeli ihbarlar hakkındaki ifadeleri.
3- Hususî ve mahrem mes'elelere dair bazı ifadeleri.
4- Risale-i Nur hizmeti ve inkişafı ile ilgili söz ve beyanları.
5- Ehl-i iman ile hususan ulema ve meşayih ile samimi uhuvvet
muameleleri hakkındaki sözleri.
2210
2211
2070
6- Hazret-i Üstad ve cuma namazı ile ilgili hususlar...
Şimdi sıra ile, bu başlıklar altında topladığımız, Üstad'dan gelen, duyulan
ve görülen rivayetleri taksim ederek kaydetmeye çalışacağız. Ancak tarih
ve isimlerin öncelik ve kıdem sırasını tertibe koyamadan birer hülâsa ve
meallerini alabileceğiz:
BİR ÇEŞİT GAYB SAYILAN BAZI HUSUSİ HADİSELERİ İHBAR
EDİCİ ÜSTAD'IN BEYANLARI:
Üstad'ın yeğeni Suat Ünlükul anlatıyor:
"1959 yılında amcamın ziyaretine gitmiştim. İçeri girer girmez Tahiri
Mutlu ve Zübeyr Ağabeyler "gel Suat Üstad seni bekliyor" dediler. Ben
Üstad'ın haberi varmı geleceğimden? diye sordum.
Zübeyr Ağabey: "Senin geleceğini Üstad bize söylemişti dedi. İmtihanlara
girmiş, kazanmıştım. Polis olmak arzu ediyordum. Seyda'yı ziyaretimde bu
arzumdan bahsetmiştim. Fikrini öğrenmek istedim. Seyda şu cevabı verdi:
"Bizden de bir polis olsun.”
Bunun üzerine "Eğer âmir olamazsam ayrılacağım, âmir olmak arzu
ediyorum " dedim.
Üstad cevaben: "Yok yok!.. Ayrılma, âmir olursan da üzülme? Şayet âmir
olursan tevkif edilebilirsin, ama yine üzülme!"
Bu görüşme hadisesinden sonra polis olmuş ve 1971 hadiselerinde
Eskişehir'de vazife yapıyordum. Anarşistleri topluyorduk. Bir savcı ile
takıştık. Netice de soluğu hapishanede aldım. Üç ay içerde kaldım...(102)"
Ağrılı Celal Başer anlatıyor (Gazeteci):
"Üstad'ı ilk ziyaretimdi. Memleketteki bazı kimselerden sordu. Sonra
benim durumumu sordu. Mahkûmiyetimi ve tashih-i karar için İstanbul'a
gideceğimi söyledim. Üstad cevaben:
"İnşaallah iyi olur. Günahlarına keffaret olur...”
Ben İstanbul'a gittim, Avukat Abdurrahman Şeref laç vasıtasıyla tashih-i
karar için müracaatta bulunduk ise de, Üstad'ın dediği gibi,
"Günahlaınmıza keffaret" altı ay hapis kaldık."
Celal Başer, Üstad'ı son ziyaretinde vuku' bulan bir hadiseyi de şöyle
anlatıyor:
2211
2212
"1960 yılı Şubat sonlarında, son ziyaretimde idi. Üstad'la görüştüğümüzde
bana çok iltifatlarda bulundu. Gazetemi (Demokrat Ağrı ismindeki
gazetemi) medhetti. Uzun dersler verdi. Dersin sonunda bana: "Buradan
çıkar çıkmaz, Isparta'dan ayrıl. Burada durma!"dedi.
(102) Son Şahitler-1 S: 59
2212
2213
2071
Ben Üstad'ın bu emirli sözlerindeki manayı, o gece Ankara'ya varıp evime
telefon ettikten sonra anlamıştım. Evden bana, Isparta'da tevkif edildiğim
haberini söylediler.
Ben Isparta'da Üstad'ın ziyaretinden ayrılırken, Üstad'ın kapısında bekliyen
polis arabasının yanına gittiğimde hüviyetimi göstermiştim. Adımı adresimi
meğer tesbit etmişler ve o günü akşam şifre ile Ağrı'dan durumum
soruşturulmuş. Eve çocuklarıma da tevkif edildiğim haberi gitmiş. Böylece
Üstad'ın emriyle Isparta'dan ayrılarak, Ankara'dan evime telefon etmemle
evim meraktan o gece kurtulmuş oldu.(103)”
Hukukçu Mustafa Türkmenoğlu anlatıyor:
Ben 1957 senesi son aylarında Isparta da Üstad’ı ziyaret ettiğimde, ilk
karşılaşmamızda bana: “Ben seni tanıyorum” dedi. Sonra memleketimi
sordu. Ben de pederimin memleketi olan "Hama"yı söyledim.
Üstad Hazretleri, uzak bir yere bakar gibi yaparak biraz durdu, düşündü
sonra bana: "Senin aslın Şam'dandır. Şam'da bir Kürd mahallesi vardır. Sen
oradansın." dedi. Fakat biraz sonra da, bana dönerek: "Sen hem Kürdsün
hem Arapsın" yahut da "Sen Kürd-Arap karışımısın" dedi.”
Mustafa Türkmenoğlu diğer bir hatırasını da şöyle anlattı: (Bu hatırayı bize
Isparta'da 4.6.984 bir iftar vaktinde anlatmıştı)
"Ben 1957 yıllarında, Ankara'da Risale-i Nurun matbaa işlerinde çalışırken,
sabahtan akşama kadar matbaada kalmaya bazen mecbur oluyordum. Bir
gün değil, iki gün değil, üç gün değil.. Aylarca devam etmişti. Nefsim beni
sıkıyordu. "Biraz istirahat, gezmek, teneffüs etmek için bir hakkım yok
mu? Hürriyetim yok mu?..” diyor ve kendi kendime bağıra bağıra
konuşuyordum.
O sıralarda bir gün Üstad Hazretlerine matbaa ve Risale baskısı hakkında
istişare etmek için gitmiştim. Üstad'ın kapısından, yani odasından ayağımı
içeri atar atmaz, bana olan ilk sözü: "Ne hürriyeti!.." diye bağırması
olmuştu.(104)”
Üstad'ın hizmetkârlarından Mustafa Sungnr Ağabey anlatıyor:
"Bir gün Isparta'da Üstad'ımızla beraber bir tarafa teneffüs için gitmiştik.
Bir yerde oturup, on beşinci mektuptan tashih için okuyorduk. Hazret-i Ali
ile (R.A.) Hazret-i Muaviye (R.A.) arasında cereyan eden vakıadan dolayı,
kalbimde Hazret-i Mizaviyeye karşı bir iğbirar hissettim. Bu histen ona
karşı bir çeşit adavet hissi kalbimde uyanıyordu. Tam bu esnada Hazret-i
Üstad dirseğiyle göğsüme vurdu ve: “Alâ külli-hal onlar da bütün bütün
haksız değil idiler" diyerek beni ikaz etti.(105)”
2213
2214
(103) Son Şahitler-1 S: 119
(104) Hususi hatıra defteri sıra No: 17
(105) Hususi hatıra defteri sıra No: 7
2214
2215
2072
Üstad'ın hizmetkârlarından Bayram Yüksel anlattı:
"Bir gün Üstadımızla Isparta'nın Kirazlı Dere'ye doğru (106)gezmeye
çıkmıştık. Üstad Hazretleri bir yere oturdu. Zübeyr Ağabeyle Ceylan'a çay
yapmalarını emretti. Ben de şemsiyesini başına tutmuş, yanında
oturmuştum. Üstad evradını okuyordu. Bir ara kalbimden geçti: "Sonumuz
ne olacak, hep böyle mi devam edecek?" diye bir vesvese tarzında nefsim
beni meşgul ederken, Üstad tam o anda pat diye bir tokat bana patlattı ve
"Korkma sonun iyi olacak!" dedi.
Elhamdülillah hakikaten Üstad'ımızın duaları sayesinde hiç bir şeye
dünyada muhtaç olmadım(107)"
Yine Mustafa Türkmenoğlu anlattı:
"Bir gün Üstad'ın yanında Yirmiüçüncü Söz'deki Tünel meselesi
okunurken, Üstad: "Kardeşim bu hayal değil, hakikattır" dedi. Ben ise, tam
o esnada aklımda o meseleyi düşünüyordum. Benim duyguma ben
sormadan Üstad cevab vermişti.(108)"
Yine Sungur Ağabey anlattı: Bir gün biz Üstad'ımızla birlikte Emirdağ'da
Keçiler bey tarafına giderken, ben biraz geri kalarak bir abdest aldım, güzel
Dostları ilə paylaş: |