işlerinde çalıştı)derki:
“Ben, 1952 lerde İstanbulda hem tahsilimi yapıyor, hem Necip Fazılla
beraber Büyük Doğuda çalışıyorduk.O sıralarda üstad hz.lerini Akşehir
palas otelinde ziyaret etmiştim. Ziyaretine giderken onun büyük bir zat
olduğunu bilerek gidiyorduk...Sonra Necip Fazılın bizim üstada gittiğimizi
işitince başladı üstad aleyhinde konuşmaya.Bende Said-i Nursî’nin evliya
olduğunu söyledim. O, “ Biz ne evliyalar gördük.” Vesair sözler söyledi.
Sonrada Necip Fazılla beraber Üstadı ziyaret ettik. Ziyaretten sonra
vapurla Necip Fazılın evine giderken de, o hep yine Bediüzzamanın
aleyhinde konuşuyordu. Bazende takdir eder gibi sözler söylüyordu. (
S.Şahitler-5,sh.133)
İşte bu iki şahidin ifadelerinde görüldüğü üzere merhum Necip Fazıl
giriftar olmuş olduğu yanlış, ve hakikatsız ve hissiyatkar haletini
atamıyordu. Onun şu zımnî adavetkârane haletinin tesiriyle olmuş olacak
ki; o sıralarda, Risale-i Nur dan bazı parçalarnı, basit piyasanın günlük
2233
2234
gazete lisanına çevirerek neşretti. Onun bu fiili, Risale-i Nur’u küçültmek,
nursuzlaştırmak teşebüsü idi. Sonra hz.Üstad talebeleri vasıtasıyla onu
durdurdu. Her ne ise... Bunların belgeleri yanımızda mahfuzdur.
2234
2235
2082
İSTİKBALE AİT BAZI MÜJDELİ İHBARLAR HAKKINDA
İnebolu'lu Merhum Selâhaddin Çelebi anlatmış:
"Üstad'ı ziyaretimin birinde, Ayasofya hakkındaki düşüncelerini
sormuştum. "Keçel-i keçel!" diye güldü. Sonra birden ciddileşerek:
"Ayasofya Hıristiyanlığın İslâmiyete devir ve tesliminin bir âbidesidir.
Bunun için kilise iken, Câmi' olmuştur. Elbette tekrar camiye
çevrilecektir." dedi (117)"
Rize'nin Pazar kazasından Mehmet Emin Birinci diyor ki:
"1960 yılı başlarında, İzmir'de cereyan eden bir mahkemeden sonra,
Isparta'ya Üstad'ımızın ziyaretine gidiyorduk. Beraberimde Avukat Bekir
Berk, Ahmet Aytimur, Said Özdemir, Mustafa Birlik, Doktor Es'ad
Keşşafoğlu vardı. Bizi hilâf-ı adet sahur zamanında ziyaretine kabul etti.
Bize ümit ve şevk verici sözler söyledi.. ve "Risale-i Nurun ehl-i dalâlete
galib geldiğini, hizmet-i imaniyenin her tarafta yapılmakta" olduğunu beyan
buyurdular.. Ve ilâve ederek: "Korkmayın, muvaffak olacaksınız. Bu
avukatınız da size yardım etsin...(118)”
Vanlı Selâhaddin Akyıl diyor ki:
"Bizim Van gazetesi sahibi İlyas Kitapçı 1957 seçimlerinden sonra Üstad'ın
ziyaretine gitmişti. Van'da bu seçimde CHP kazanmıştı. Üstad "Ben
Van'lılara küsmüşüm" demiş.. İlyas Kitapçı da: "Üstad'ım bunu dışardan
gelen memurlar kazandırdı" demiş. Bunun üzerine Üstad karyolasından
kalkarak: "Ben onların bellerini kırdım. Onlar bundan sonra düzeltemezler"
demiş. Daha sonraları Üstad'ın ziyaretine gidenler, mesela Çaycı Emin
Ağabey, aynı bu sözleri Üstad'dan dinlemişlerdi.(119)”
Üstad'ın evlâd-ı manevîsi ve halis talebesi Abdullah Yeğin Ağabey diyor ki:
"Hazret-i Üstad Urfa'ya geldiği gün çok rahatsızdı. Kollarına geçip İpek
Palas oteline çıkardık. Ertesi günü Üstad biraz iyileşir gibi oldu. Odasına
girdiğimde, bana hitaben: "Hiç merak etme! Küfür ölmüştür. Bundan sonra
birşey yapamazlar" diyordu. Elimi bırakmak istemiyor, Urfa'nın
ehemmiyetinden bahisle Urfa'lıların İslâmiyete olan hizmetlerinin
ehemmiyetinden anlatıyordu. Urfa'nın Türk, Arap, Kürt gibi Müslüman
kardeşleri birleştirmeye vesile olacağından bahsediyordu...(120)”
2235
2236
(117) Son Şahitler-1 S: 144
(118) Aynı eser S: 291
(119) Aynı eser S: 344
(120) Son Şahitler-1 S: 367
2236
2237
2083
Abdullah Yeğin Ağabeyin bu anlattıklarını Bayram Ağabey, Zübeyr ve
Hüsnü Bayramoğlu ağabeyler de aynen naklediyorlar. Bu hadiseler kısmen
vefat sırasında da kaydedilecektir.
Yine Abdullah Yeğin Ağabey anlatıyor: (18 Mart 1985 Pazartesi günü
Urfa'da bir derste anlatmıştı)
"Üstad'ımız bir gün buyurmuşlardı ki: "Nasıl ki bir zamanlar İstanbul şehri
âlem-i İslâma merkez olmuştu. Öyle de inşaallah bir zaman gelir, Ankara
Şehri de onun gibi İslâm âlemine bir merkez olacak..."
Eski DP Muş Milletvekili Gıyaseddin Emre demiş ki:
"Üstad Hazretlerinin aynen şöyle buyurduğunu duydum: "Risale-i Nur
talebelerinin hizmetleri bitmiyecektir. Mutlaka Türkiye'de din-i mübine
hizmet edecek bir idare iş başına gelinceye kadar... Nur talebeleri bunda
muvaffak olacaklardır.(121)”
Konya'lı Öğretmen Mustafa Özsoy demiş ki:
"Konya'nın Çamurlu-Eğret köyünde Öğretmenlik yapmakta iken, bazı
hadiseler oldu. Bir hafta sonra Üstad'ı ziyarete gittim. Ben kapıdan girer
girmez, somyasının üzerinde doğruldu ve alnımdan öptü. "Kahraman
kardeşim, Konya'da Risale-i Nura ilişen var mı?" diye sordu. Üstadım!
dedim ve biraz durakladım. Bunun üzerine Üstad: "Evet, biliyorum
kardeşim. Seni tebrik ediyorum. Hiç korkmayın, küfrün beli kırıldı.
İnşaallah bundan sonra İslâmiyet parlıyacak. Komünizm ve dinsizlik artık
yıkıldı" dedi...(122)”
Avukat Bekir Berk anlatmış:
"Hazret-i Üstad, İstanbul'a Ankara'dan yaptığı seyahatinde Piyerloti
otelinde tutulan bir dairede derslerine oturmuştuk. Bu derslerden birinde
çok uzun bir konuşma yaptılar ve bir ara şimşek gibi ayağa fırlıyarak
"Küfrün bel kemiğini kırdım. Risale-i Nurun neşrini önliyemiyeceklerdir"
buyurdular.(123)
Emekli pilot Astsubay, Burdurlu Ali Demirel diyor ki:
"Üstad Hazretleri 1960 yılı başında İstanbul'a geldiğinde, o günü sesi çok
çıkıyordu. Yatağının üstünden ayağa kalkarak bize Otuzbir Mart
hadisesindeki Divan-ı Harb-i Örfi mahkeme safahatından anlattı ve şöyle
buyurdu: "Kardeşlerim! bir emir verirsem, yüz Şeyh Said gibi Türkiye'yi
2237
2238
karıştırırım. Amma bin Şeyh Said kadar kuvvetimiz de olsa, biz yine
müsbet hareket edeceğiz. Asayişi muhafaza edeceğiz... (124)”
(121) Son Şahitler-2 S: 56
(122) Son Şahitler-3 S: 142
(123) Aydınlar Konuşuyor S: 119
(124) Son Şahitler-2 S: 221
2238
2239
2084
Av.Bekir Berk, Urfada 28.8.1990 Salı günü akşamı
kalabalık cemaat içinde bize anlattı:
“1960 yılı içinde,hz. üstad Ankaraya gelmiş,Beyrut palas otelinde
kalıyordu.Gittik üstadı ziyaretettik.Ben ve Samsunlu Ali Rıza Sağlamer
beraberdik. O günü uçakla Samsuna mahkeme için gidecektik.Üstad hz.leri
hususî bize ders yaptı. Uçak kalkış saati daralıyordu.Uçağı kaçırırız diye
vaziyetimizle
acele ediyorduk.Hz.Üstad ise derse devamla, Sultan Abdulhamidden
bahsetmeye başladı.Kendisi, onun maaşını kabul etmediğini, ona boyun
eğmediğini.. Ve fakat Sultan Abdulhamidin Veli oduğunu ve saire anlattı...
Ben kalbimde, hz.üstad, neden bana dönerek Sultan Abdulhamidden
bahsediyor diye düşündüm.
Sonra Samsuna vardık.Bizi karşıladılar, yemeğe götürdüler.Bu cemaat
içinde bir zat söze başladı, dediki; üstad Bediüzzaman çok iyidir,Lâkin o
velî gibi padişaha karşı çıktı,i’tiraz etti..İyi etmedi vesaire...Deyince ben
birden, hz. üstadın bize verdiği dersin mana ve hikmetini anladım..Ve
mukabele ederek o zata lazım gelen cevapları verdim.”
Konyalı Opr. Dr. Abdurrahman Cantekinler mühim olan
hatırasını şöyle anlatmış:
“Üstadı 1949 sonlarında Emirdağda ziyaretimde bana:
“Evladım,sen bir Abdurrahmansın.Abdurrahmanlar cesur olur. Ben sana
vazife veriyorum, Ankaraya gittiğinde Adliye Vekili Rükneddin
Nasuhîoğlu ile görüşeceksin, selamımı söyliyeceksin.Ancak bu selamım,
sadece onun Adliye Vekili olduğu için değil, Nasuhî Şeyhi Rükneddin
Efendinin torunu olduğu cihetle size selam gönderdi diyeceksin” dedi.
1949-1950 Ankara Tıp Fakültesini kazandım Ankaraya gittim.Muhsin
Alev,Ahmet Atak ile birlikte Adliye Vekili ile görüşmeye
gittik.Randeodan sonra bizi kabuletti.Kendimizi tanıttıktan sonra,
“ziyaretimizin maksadının Üstad Bediüzzamanın selamını tebliğdir”dedik.
Bunun üzerine Vekil Bey, hiddetli ve tehavvürlü bir tarzda:“Siz de neci
oluyorsunuz?..O adamın peşinden neye gidiyorsunuz.Şimdi ismlerinizi alıp
tahkikat açtıracağım vesr.”Konuştu.Vaziyete baktım,Ziya ile Muhsin biraz
çekingenlik gösterip, sustular.Ben ise,Bakan Beye gür bir sesle:“Ya sen
necisin,kendini ne zannediyorsun? Said-i Nursi Hz.lerinin sana ihtiyacı
yoktur,size muhtaç da değil. Sizin dedenizden dolayı ve o cihetle size
2239
2240
selam gönderdi.Ben size Risale-i Nurları okumanızı tavsiye ediyorum
vesr.” Dedim.
2240
2241
2085
Vekil Bey benim bu mukabil cesurane sert çıkışım üzerine sustu ve
herhalde ma’nen sarsıldıki; o ilk tevvürlü tavrı kayboldu ve bize güler yüz
göstermeye çalıştı.. “Her zaman sizi beklerim vesr.” Dedi.
(Son Şahitler-5, sh.88)
HUSUSİ VE MAHREM BAZI MES'ELELER
Bu maddedeki mes'eleleri de birkaç bölüme ayırmak mümkündür.
1- Müzmin ve geçmesi gayr-i kabil hastalara ettiği şifa duaları ve moral
verme dersleri neticesinde hastaların şifa bulmaları..
2- Nur talebelerinin hüsn-ü akibeti hakkında söyledikleri sözler ve verdiği
işaretler...
3- Sair mahrem ve hususî işler ve mes'elelerdir.
Bu üç mes'elenin her birisinden birer ikişer örnek vereceğiz:
BİRİNCİ KISIM: Müzmin ve geçmesi tıbben adeta gayr-i kabil hastalara
ettiği şifa duaları ve verdiği moral dersleri neticesinde görülen şifalar:
Birinci Örnek: Van’lı Hacı Reşit Övet ve Muradiyeli Terzi Kâmil Acar'dan
ayrı ayrı dinlediğimiz, Hacı Reşit'in hastalığı ve Üstad'ın ona duası şöyle
cereyan etmiştir:
Hacı Reşit Tüperkülozludur. Doktorlara çok gitmiştir. Amma bir türlü
iyileşmemiştir. Muradiyeli Terzi Kâmil diyor: İkimiz beraberce Üstad'ın
ziyaretine gittik. Bizi kabul etti. Üstad da çok hasta idi. Zor konuşuyordu.
Üstad benden Hacı Reşid'in kim olduğunu sordu. Hacı Reşit kendini tanıttı.
Ben de "Üstadım, Hacı Reşit hastadır, ona dua et!" dedim. Bir şey demedi.
Biraz sonra sözümü tekrarladım. Yine bir şey söylemedi.. ve üçüncü defa
yine aynı sözü tekrarladım ve Kurban Hacı Reşit hastadır, dua et. Üstad:
"Ben de hastayım, hiç doktora gitmiyorum" dedi. Ben Kurban Hacı Reşit
de hiç doktora gitmiyor. Yalnız duanızı istiyor. ona dua et!
Baktım, Üstad hafifçe tebessüm ederek, Hüsnü Ağabeye: "Hüsnü ismini
yaz, ona sabahleyin ism-i A'zamla dua edeyim" dedi.
Allah'a şükür Hacı Reşid o gün, bugün o müzmin hastalığının yüzünü bir
daha görmedi ve tamamen kesb-i afiyet etti. Bu hadise herkesçe
bilinmektedir.
2241
2242
İkinci Örnek; Adıyaman'lı Hacı Dursun Kutlu'dur:
Hacı Dursun'un, hem hastalığından Üstad'ın duası ve moral vermesiyle şifa
yab olması.. hem de Üstadıyla görüşmesinde bazı enterasan hadiseleri
olduğu için, onun hatırasının hülâsaten kaydı belki biraz uzun olabilir. Hacı
Dursun'un şimdiye kadar Son Şahitlerde de hatırası yazılmadığı için,
2242
2243
2086
bu makamda kaydetmeyi uygun bulduk:
21.11.987 Cumartesi günü; benim hususi mektubumla, hatırasını istifsarım
üzerine, mektupla cevab vermek değil, bizzat Adıyaman'dan kalkarak
Urfa'ya yanıma kadar gelmesi onun samimiyetinin bir ifadesidir. Urfa'ya
yanıma gelen Hacı Dursun Kutlu hatıralarına şöyle başladı:
1951 son ayları idi, Eşref Edib'in çıkardığı Sebilürreşad'da, Üstad'ın bir
müdafaasını okumuştum. Daha önce Üstad'ı bilmiyordum. Ticarî işim
dolayısıyla o günlerde İstanbul'a gitmiştim. Eşref Edib'i de ziyaret ettim.
Hazret-i Üstad'ın nerede olduğunu kendisinden sordum. Emirdağ'da
olduğunu söyledi. Ben de İstanbul'dan Emirdağ'a geldim. Osman Çalışkan
Ağabeyi buldum. Üstadımızı ziyaret etmek istediğimi söyledim. "Kolay!"
dedi ve gitti Zübeyr Ağabeyle görüştü, geldi. Üstad'ımız ziyaretçi kabul
edemiyeceğini söyledi. Ben çok üzüldüm. Sonra Mehmet Çalışkan Ağabey
geldi. O da bu iş kolay dedi ve gitti, Üstad'ın hizmetindeki Zübeyr
Ağabeyle görüştü, geldi.O da aynı şeyi söyledi. Ben çok üzgün ve bitkin
şekilde oteldeki odama gittim. Çok üzgündüm. Ömrümde hiç ağlamak
bilmezken, beni bir ağıt tuttu.. ve "Yâ Resulellah beni kabul etmiyorsun ki;
Hazret-i Bediüzzaman da beni ziyaretine kabul etmiyor!" diye kendi
kendine bağıra bağıra konuşmuşum. O hüzünlü hal içinde otelden indim.
Allah affetsin o zaman başımda şapka vardı. Sigara da içiyordum. Otelin
dışında durup bir sigara sarmaya başladım. Sonra aklıma geldi ve kendi
kendime dedim ki: Ben hem büyük bir zatın ziyaretine gelmişim, hem de bu
sigarayı içiyorum, diyerek sigarayı attım.. Ve o hüzünlü hal ile kendi
kendime nereye gittiğimi bilmeden, yürüye yürüye Hazret-i Üstad'ın evinin
tam yanına gelmişim. Meğer Üstad'ımız da az önce beni istemiş ve Mustafa
Acet’e beni getirmemi söylemiş. Mustafa Acet de aşağı inmiş, kapıda
bekliyormuş. Beni görünce "Gel kardaşım, Üstadımız seni bekliyor” dedi.
Üstad'ın yanına çıktık. Elini öptük. Ben askerden yeni geldiğim için,
Üstad'ın karşısında asker gibi hazır ol vaziyetinde bekliyormuşum. Sonra
yanımdaki Mustafa Acet'e baktım o ellerini bağlamış duruyor. Ben de onun
gibi yaptım. Hazret-i Üstad bir çok şeyler söyledi. Fakat ben o
heyecanımdan anlıyamıyordum. Anladığım şey "Bu kısacık görüşmemiz
altunlar değerindedir" sözüdür.
Sonra Hazret-i Üstad bana sordu: "Sen Kürtçe biliyor musun?" dedi. Ben
Kürtçe anlarım, fakat iyi konuşamıyorum dedim.. ve ilâve ederek: Benim
annem Kürdtür. Fakat babam Türk... dedim.
2243
2244
Üstad Hazretleri biraz düşündükten sonra: "Hayır baban da Kürttür" dedi.
Sonra bana biraz risale verecekti, fakat Hulusî Bey'den alırsın dedi. İlk
ziyaretim böyle geçti.
2244
2245
2087
-HastalığımveÜstad’ınmuamelesi
Eve, Adıyaman'a döndüm. Kendime bir ev yaptırdım. Dükkân işi vesaire
derken, hastalandım. Çok zaif düştüm. Annem de hasta idi. Bir ara annemi
Adana'ya doktora götürdüm. Aynaya verdirdim. Bu arada kendimi de
aynada baktırdım. Doktor bana, senin akciğerinde büyük bir yara var.
Hastasın dedi.
Doktorun bu sözü üzerine daha da çok hastalandım ve gerçekten hasta
düştüm ve her gün biraz takatten düşmeye başladım. Konu-komşu herkes
bana ta'n ediyor "Neden iyi bir doktora gitmiyorsun?” diyorlardı.
Ben 1954 sonu İstanbul'a ticari iş için gidiyordum. İstanbul'a gitmişken,
Isparta'ya da uğrayayım, Üstad'ı ziyaret edeyim, öyle İstanbul'a gideyim
dedim ve Isparta'ya gittim. Üstad'ımızın ziyaretine vardım. Bayram Ağabey
ile birlikte Üstad'ın huzuruna girdik. Ben bir şey demeden Üstad Hazretleri
çok telâşlı şekilde: "Bu kardeşimi kim evhamlandırmış?" dedi. Halbuki ben
hastalık hakkında herhangi bir şey anlatmış değildim. Sonra bana dönerek:
"Sana bu evhamları veren doktorun ismi nedir?" dedi.
Ben, ismini unutmuşum, bilmiyorum efendim dedim. Üstad: "Yok
kardeşim, senin hiç bir şeyin yok! Dön eve git!" dedi. Fakat az sonra Üstad
bana: "İstanbul'dan döndüğünde arkadaşlara selâm söylersiniz" dedi.
Ben Üstad'ın yanından ayrıldıktan sonra, Tren istasyonuna geldim. Bileti
alırken, Gölbaşı diyeceğim yerde, Haydarpaşa demişim. Bileti aldım ve
trene bindim. Trene bindikten sonra, kendi kendime sitem ettim. Neden
Üstad'ın ilk emrini "Eve dön emrini" yerine getirmedim diyerek kendi
kendime konuşup durdum. Giderken yolda kararımı verdim ve Afyon'da
iner inmez Adıyaman'a dönerim dedim. Soranlara da, en büyük bir doktora
muayene olduğumu, hiç bir şeyimin olmadığını söylerim. Fakat Afyon'da
ben trende uyuya kalmışım. Tren Afyon’u geçmiş.. Ne ise Eskişehir'de
iner, dönerim dedim.
Eskişehir'e geldik, orada trenden indim. Geri dönmek üzere biletimin
üstünü geri aldım ve Adıyaman'a doğru giden trene bindim. Gölbaşı'na
geldiğimde, hastalığım hiç kalmamış gibi bir hafiflik ve ferahlık hissettim.
Hatta orada namazımı kıldığımda, sair zamanlarda eğildiğim zaman
belimdeki ağrı da yoktu.
Adıyaman'a geldim, soranlara: "Ben en meşhur bir doktora muayene
oldum. Senin hiç bir şeyin yok dedi" diyordum.
2245
2246
Bu arada, Ramazanın onbeşinde annem vefat etti. Yine biraz rahatsızlık
hissetmeye başladım. Bir sene böyle geçti. Bu sene içinde önceleri çok
zaifken, anormal şekilde bir hastalık şişmanlığı bana geldi. Yine konu
komşu
2246
2247
2088
bana: "Kendine bakmıyorsun, iyi bir doktora git ve saire" dediler. Ben de
o sene yine ticari işlerim için İstanbul'a gittim.O zamanlar Heybeliada'da
meşhur doktorlar, verem doktorları vardı. Oraya gittim. Lâzım gelen
röntgen, tükrük muayenesi vesaire tüm tahlilleri yaptırdım. Doktorlar bana
hiç bir şeyin yoktur dediler.
Ben doktorlara, neden peki kolum tutmuyor, ağrı sızı var? dedim.
Doktorlar: "Vücudunda D vitamini eksikliği var, başka bir şey yok" dediler
ve bana bir hap verdiler.
Bir hafta sonra da, İstanbul'da kaynımın tanıdığı iyi bir doktora muayene
oldum. Beni aynaya koydu, muayene etti. "Senin ciğerlerinde büyük bir
yara varmış.. Fakat şimdi tamamen kapanmış. Sen ne yaptın ki? Bu yara
kendi kendine kapanmaz" dedi.
Ben hiç bir şey yapmadım ve tıbbî tedavî de görmedim dedim. Doktor çok
hayret etti. Bu yara iyi bir tedavi olmadan kendi kendine kapanmaz dedi.
İşte böyle... Artık o hastalığı görmedim.
Benim on sefer kadar Üstad Hazretlerini ziyaretim vardır. En son
ziyaretim, 1960 başında Üstad'ı Ankara'dan geri Emirdağ'a çevirdiklerinde;
onu Ankara'dan bir kaç arkadaşla gidip davet edenlerin içinde ben de
vardım. Emirdağ'a geldiğimizde, Hazret-i Üstad bizim onu davet etmemize
karşı demişti ki: "Ben bu kardeşlerimin davetlerine, ölüm de olsa icabet
etmek mecburiyetindeyim" ve hemen hazırlığını yaparak yola düştü. Sonra
malûm olan yolda hükûmet kararıyla onu geri Emirdağ'a çevirnıişlerdi...”
Üçüncü Örnek:
"Bu meselede en bariz bir şahid de Avukat Bekir Berk'tir. Bu zat Risale-i
Nurların müdafaalarına başladığı günlerde, kendisinde mevcud
tüberkülozun üçüncü safhasına varan hastalığı ve bütün hekimlerin "Ne
karada, ne denizde, ne havada seyahat etmesi mahzurludur" diye olan
raporlarına rağmen, Bediüzzaman Hazretleriyle görüştüğünde: "Sen onları
dinleme! Sende hiç bir şey yoktur. Hizmetine devam eyle!" demesi ve her
halde ona olan duaları neticesi, Bekir Berk öyle bir sıhhat kesbetti ki;
karasıyla da, deniziyle de, havasıyla da ondört sene fıldır fıldır Türkiye'nin
her tarafını durmadan gezdiği halde, gittikçe enerjik ve dinamiklik ve sıhhat
kesbetmiştir. Bu hadise meşhurdur. Bizzat Bekir Berk'den müteaddit
defalar duyduğum gibi hadisenin şahidleri de çoktur...
2247
2248
2089
4.Örnek:
Emirdağlı Ahmed Urfalı anlatıyor:
“Bir gün üstadımızla kıra çıkıyorduk. Emirdağın eski postanesi önüne
geldiğimizde üstad âniden geri dönerek bana sordu: “Hastamısın?” Ben
daha “Evet,”diyemeden, bana şiddetle bir şamar vurdu.(Ben hakikaten bir
kaç sene idi bende vahhamlık hastalığı vardı.) sonra,“Haydi gidelim bir
şeyin yok” dedi.
Ondan sonra, benim rahatsızlığımla alakadar hiç bir şikayetim kalmadı:”
(Son Şahitler-4, sh.253)
Ve daha bu beş misal gibi sadece 1950-1960 arası çok nümuneler ve
misaller vardır. Fakat bunların bazılarının rivayet ilmi usûlüne göre zabıt ve
rivayet işi kesin kaydedilmediği için sarf-ı nazar eyledik.
“Beşinci Örnek:Halep’li, Meşhur hapishane vaizi ve halende Suudî
Arabistan umumi hapishaneler vaizi Şeyh Ömer El Melahifci’nin çok
mühim ve enteresan hatırasının hülasası:
Bu hatırayı, 1 Mart 1990 Perşembe günü Medine-i Münevveredeki Nur
dershanesinde, sabah namazından sonra bizi ziyarete gelen Şeyh Ömer
efendinin ve beraberinde Medinedeki Bilal-ı Habeşî camii müezzini Mihr
Ali efendinin bulunduğu halde anlattı.Şeyh Ömer efendinin bu konuşmasını
dinliyen beraberimdeki Muradiyeli Kamil Acar, Urfalı Hacı Ziya Canbazlar
ve yine Urfalı Ömer Tüysüz ve orada sâkin diğer bazı insanlar da
dinlediler.Ayrıca benim ısralı talebim üzerine, bu hatırasını arapça kaleme
alarak bize göndermesini istedim.Kendileri lütuf buyurup 10 Muharrem
1411 Hicri, 1991de beş sahife halinde bu hatırasını kaleme alarak bir
fotoğrafı ile birlikte bize gönderdiler.Biz şimdi gerek Medinede şahsen
dinlediğimiz ve gerekse kaleme alıp gönderdiği yazısının çok hülasalı bir
kısmını türkçe olarak kaydedeceğiz:
“Otuz sene evvel, yani tahminen 1955 senesinde Halep’te
idim.Bediüzzaman Hazretlerinin ismini ve mücahedelerini duymuştum.O
sıra benim ağabeyim felçlik geçirmiş, kötürüm halde idi.Çok doktorlara
giderek çok çeşitli ilaçlar, tedaviler yaptıksada fayda olmamıştı.Karar
verdim, ağabeyimle birlikte Türkiye ye gideyim ve Bediüzzamanı ziyaret
edeyim.Ancak o sıra Suriye ile Türkiye arası iyi değildi.Halepteki Türk
konsolsluğuna müracaat ettim,vize vermediler. Yüksek rütbeli bir subay
dostum vardı, vize için onu araya koydum, Çok uğraştı. Nihayet sadece
2248
2249
Adana’ya kradar bir vize beanim için alabildi. Ağbayimi alarak Türkiye’ye
Adana’ya geldim, bir otele indik. Otelci kanunî mecburîyetle, olarak
pasaportlarımızı bizden teslim alarak kasasına koydu. Bu durumda ben
ağabeyimi beraberimde Bediüzza
2249
2250
2090
mana götüremezdim. Amma ben kendim onu görmeyi herşeye katlanarak
göze almıştım. Ağabayimi ve pasoportları Adanada bırakarak hüviyitsiz,
pasoportsuz Isparta’ya doğru yola çıktım. Yola koyulmadan önce de,
orada meşhur doktor ve felç hastalıkları mütehassısı Ahmet Kûrşat
ismindeki zata ağabeyimi mu’ayene ettirerek ilaçlarını kullanmaya
başlamıştık.
Üstadın ziyareti kasdiyle Adanadan Konyaya geldim. Bezı cami’
imamlarından Isparta’nın yolunu ve Bediüzzamanın ahvalini sordum. Beni
Halıcı Sabri Efendi ismindeki zata götürdüler. Halıcı sabri Efendi benim
genç yaştaki sakalıma, kıyafetime hayran kalarak bana karşı çok hürmet ve
ikram gösterdi. Hatta bir ara para kasasını açarak büyük bir demet para
çıkarttı ve bana ısrarla vermek istedi. Amma ben onu almadım ve “Para
için buralara gelmediğimi,sedece Bediüzzamanı ziyaret etmek için
geldiğimi” söyledim. Halıcı Sabri Efendi bana bir mektub verdi ve bir adres
gösterdi. Konya’ dan Isparta’ya vardım. NURİ BENLİ ismindeki zatı
buldum. Bu zat beni üstadın evinin kapısına kadar götürdü. Üstadın kapısı
açıldı. Talebelerden birisi beni alarak yukarıya götürdüler. Ben ise kafa ve
hayalimde; herhalde bir kaç sekreterlikten geçerek ve bir kaç kapının
ötesinde üstadı görebileceğimi düşünüyordum. Halbuki ise, Bediüzzamanın
evi ve meskeni tam takır boş bir yerdi. Ne hiçbir sektereter, nede ona
götüren kapılar ve aracı kişiler... İşte ben o zaman : “Haza’ Bediüzzaman ”
dedim.
Huzuruna girdim, eski bir karyola üstünde yatağına uzanmış yaşlı ve hasta
Dostları ilə paylaş: |