bir insan... Konuşurken sesi çıkmıyordu, yanındaki talebesinin kulağına
söylüyor, oda bana söylüyordu. Ben arapça konuşuyordum, Üstad
hazretleri ise, türkçe olarak talebisinin kulağına söylüyor, o da bana türkçe
olarak aktarıyordu. Ben her ne kadar türkçe bilmiyordumsa da, fakat
cümlenin kavramını hissediyor, anlıyordum.
Üstad hazretleri,Suriye’ deki âlimleri sordu.Ahmet Akbizli’yi sordu,selam
gönderdi ve dua istiyordu.
Ben üstada meramımı ve ne için Türkiye’ye geldiğimi arzettim. Ancak
onun huzurundaki nuraniyetli havadan ve sahasındaki manevî ve engin
halinden ağlamaktan kendimi alamıyordum.
Nihayet Hazret-i Üstad bana kendi eserlerinden bir kaç tane hediye
etti.Bende izin isteyerek huzurundan ayrılmak istedim.Odasından
2250
2251
çıktım,merdiven başında ineceğim sırada, bir bakdım; Üstad Hazretleri
giyinmiş ayaktadır. Beni yolculamak için kalkmış...Bu hali görünce, ben
ağlıya ağlıya ayaklarına kapanmışım.Üstad beni sakinleştirmeye çalışıyor ve
“ Merak etme inşaallah ağabeyin de şifa bulacaktır” dedi. Ayrıldım,
Adana’ya geldim. Elhamdülillah ağabeyimi ayakta yürüyor gördüm..
2251
2252
2091
Şeyh Ömer Efendi bu hatırasını bize anlatırkende ağlıyordu; bizleri de
ağlattı.
Altıncı Örnek: Hz. Üstadın hizmetkârlarından Hüsnü Bayramoğlundan..
7.7.1952 de İstanbulda bir hadiseyi şöyle anlattı:
“ Bir gün (1956 larda) Senirkentli Ali İhsan Tolayı, iki kişi tutup Ispartaya
Üstadımızın yanına getirmişlerdi. Ali ihsan Tola Cinnet getirmiş,
deliriyordu. Üstadımız odasından çıktı,” Bunun bir şeyi yok” diyerek bir
tokat vurdu. Ondan sonra Ali İhsan Tola epey düzeldi. Daha eski cinnet
halleri kalmadı.”
2252
2253
2092
2253
2254
2093
2254
2255
2094
2255
2256
2095
2256
2257
2096
2257
2258
2097
İKİNCİ KISIM:
Nur talebelerinin hüsn-ü akibetleri hakkında:
Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
"Bir gün onbirinci Şua' olan Meyve Risalesinde bir talebe-i ulumun münker
ve nekir ona dediği zaman, ona Men mübtedadır, Rabbüke onun
haberidir, bahsi okunurken, Üstad'ımız buyurdular ki; "Nasıl Denizli
mahkemesinde merhum Hafız Ali, ellerini kollarını sallıyarak müdafaa
yaptığı gibi; vefat edip kabre konulduğu gece, ben kalben baktım gördüm
ki; Hafız Ali aynen mahkemede yaptığı müdafaa tarzında, yine meyvenin
hakikatlarıyla Münker ve Nekire cevab veriyordu."
Kayser Hoca anlattı: (Aslen Bitlisli olup şimdi İstanbul Çağlayan'da oturur)
"Üstad Hazretlerinin eski talebelerinden olan ve son hayatını İstanbul'da
bitiren Seyyid Şefik Efendi'nin son vefat hastalığı sırasında ziyaretine
gitmiştim. Hacdan da yeni dönmüştüm. Seyyid Şefik son saatlerini
yaşıyordu. Biraz oturdum, ayrılmak için ayağa kalkarak elini öptüm,
müsaade istedim. Beni yeni tanıdı ve elimden tuttu, dedi: "Bu bizim Kayser
değil mi?" Evet Seyda, dedim. Bunun üzerine işaret ederek oturmamı
istedi. Oturdum, zemzem suyunu pamukla dudaklarını ıslatmamı istedi.
Öyle yaptım. Biraz sonra dedi ki: "Kayser! Hani biliyorsun ya, ben
imanımın hüsn-ü hatimesi için hep ağlardım ya... Şimdi bunu müjde
edebilirim ki; ilhamen benim Risale-i Nur talebesi olmaklığımla imanım
hüsn-ü hatime ile neticelenecek inşaallah".
Yine Mustafa Sungur Ağabey anlattı:
"Bir gün Üstad'ımızla beraber Mesnevi'yi okuyorduk. Buyurmuşlardı
"İnşaallah bu derslerimizin mükâfatı olarak, Berzah âleminde yıldızdan
yıldıza beraber uçar gezeriz."
ÜÇÜNCÜ KISIM:
Sair hususi işler ve mahrem mes'eleler:
Ağrı'lı gazeteci Celâl Başer anlatınış:
2258
2259
“ Üstad'ı ilk ziyaretimde, Doğu Beyazidli ve kendisinin hocası Şeyh
Muhammed Celâlî Hazretlerinin oğlu Sıddık Efendi'yi sordu.Şahsen
tanıdığımı söyledim. Çok memnun oldular. Sıhhat haberlerine ayrıca
sevindiler. Sıddık Efendi'nin bir hikâyesi vardı ki, o anda Üstad’a
anlatamadım. Hikâye şöyledir:
2259
2260
2098
Sıddık Efendi müftülük için müracaat etmiş, Erzurum'da imtihana girmeye
gidiyormuş.. Bir kış vakti yola çıkmış, Tahir köyünde gecelemiş.O gece
Sıddık Efendi rü'yasında Hazret-i Üstad'ı görüyor. Üstad ona Kur’an-ı
Kerimi açarak bir ayet okumuş ve tefsir etmeye başlamış.. Ve ücretle dinî
ilimlerin satılamayacağını, dinî hizmetler mukabilinde dünyevî ücretler
alınamıyacağını anlatmış.
Sıddık Efendi haşyet içinde uyanır ve Erzurum'a imtihana gitmekten
vazgeçer. Çok kuvvetli bir din âlimi olan Sıddık Efendi bundan sonra,
hayatı boyunca hiç kimseye ücret mukabilinde ders vermedi ve herhangi bir
vazife de almadı...(124)"
Yine Celâl Başer anlattı:
"Aynı ziyaretimde Üstad Hazretleri, kendi sürgün arkadaşı ve ADEMAN
AŞİRETİ REİSİ Amet Ağa'yı (Ahmet Alparslanı) sordu. İyi tanıdığımı ve
konuştuğumu ifade ettim. Ahmed Ağa 1946’da(125) CHP'den milletvekili
seçilmişti. Dikkat ettim, Hazret-i Üstad bu adama kırgındı...(126)"
Said Özdemir (Tillolu) demişki:
1959, de Başvekil Adnan Menderesin uçak kazasından bir gün evel
Üstadımızı Ispartada ziyaret etmiştim. O akşam Üstadımızın evinde
kalmıştım.Sabahleyin Üstadımız buyurmuşlardıki;“Kardeşlerim ben bu gece
Menderese dua ettim.”Sonra duydukki;Menderes aynı gün İngilterede
uçak kazası geçirmiş.Uçaktakilerin hepsi ölmüş Menderese bir şey
olmamış.
(Son Şahitler-5,sh.55)
Not:Nitekim S.Özdemirin rivayetinden daha berrak ve açık, Senirkentli
Dr.Tahsin Tola ile Ali İhsan Tolanın rivayetleridirki, derler:
“Menderesin Londıraya sefer yapacağı günün sabahında,Üstadımız
Menderese, seyahatını te’hiretmesi için beni Ali İhsan ile Atıf Uralı
gönderdi. Ancak biz Ankara da, onun fazla meşguliyetinden kendisine
ulaşamadığımız gibi, birde duydukki Menderes İstanbula gitmiş.”
Bu rivayeti ben bizzat bu zatlardan duyduğum gibi, aşağıda kayıtlı Dr.
Tahsin Tolanın rivayeti de bunu te’yidetmektedir.
2260
2261
Eski DP Isparta Milletvekili Merhum TAHSİN TOLA anlattı:
"Ankara'ya (kazanamadığımız 1957 seçimlerinden sonra) gidiyordum.
Üstad'a uğradım. Üstad bana: "Adnan Bey kardeşime selâm söyle. O bizim
himayemizdedir. Eğer biz onu himaye etmesek, (İki elini işaretle birbiri
arkasında çe
(124)Son Şahitler-1 S: 116
(125)Son Şahitler-1 S: 117
(126)Son Şahitler S: 154
2261
2262
2099
virerek) bir anda altı üstüne gelir. Bizi Âlem-i İslâm’dan, Pakistan’dan
çağırıyorlar. Eğer biz burayı bırakıp gitsek, bir anda altı üstüne gelir.
Burayı biz muhafaza ediyoruz" diye ders vermişti.
Yine merhum Tahsin Tola demiş ki:
"Adnan Menderes'in Londra seyahati (Bu seyahat 17 Şubat 959'da oldu)
sırasında, Üstad çok telâşlanmıştı. Ali İhsan Tola ile Atıf Ural'ı Menderes'e
göndermişti. Seyahatini te'hir etmesini istiyordu. Arkadaşlar, Menderes
İstanbul'a gittiği için görüşemediler. Dolayısıyla Üstad'ın çok mühim olan
bu arzusunu Menderes'e ulaştıramadık.(127)"
ÜSTAD’IN HİZMETKÂRLARI
Üstad'ın hizmetkârları aşağı yukarı hepsi kat'iyet ve külliyetle hükmeder,
derler ki:
"Üstad'ımız bizim hatırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, bizim haberimiz
olmadan bizi ikaz için ufacık bir meseleyi bahane ederek, şiddetle bize ders
verir, ikaz ederlerdi. Günler geçtikten sonra, mübarek Üstad'ımızın ikaz
ettiği aynı şeylerle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi.. Ve Fesübhanallah bu
meseleden dolayı Üstad bize ders vermişti derdik.(128)”
Eskişehir'li Hacı Ömer Biçer söylemiş:
"(1952 Eskişehir zelzelesi olacağı günler) Son günlerde Hazret-i Üstad
Kanlıpınar sırtlarına kadar gelir, oradan geri dönerdi. Bunun sebebini,
bilâhare meydana gelen Eskişehir zelzelesine bağlıyoruz.
Bir akşam Halil Delice'nin evinde toplanmış çaylarımızı içip, Risale
okuyacaktık. Birden zelzele başladı ve ortalık toz duman oldu. Bir gün
sonra Üstad Hazretleri Eskişehir'e gelmiş ve şöyle demişti:
"Erzincan zelzelesinden daha büyük idi. Fakat manevi bir el zelzeleye mani
oldu. Elhamdülillah fazla bir zayiat olmadı.(129)"
Eskişehir'li Muhyiddin Yürüten aynı zelzele hadisesi hakkında şöyle
demiştir:
2262
2263
"Eskişehir zelzelesinden önceki günlerde, Üstad sık sık Emirdağ'dan
Eskişehir'e gelir. Bazen bir saat, bazen iki saat kalır, giderdi. Bu arada
bizimle konuşur ve: "Bir sıkıntınız var, tedbirli olun, ihtiyatlı davranın!"
şeklinde ikazlar yapardı.
(127)Son Şahitler S: 397
(128) Son Şahitler-3 S: 397
(129) Son Şahitler-3 S: 76
2263
2264
2100
Bu sıkıntının ne olduğunu, Üstad'ın ne demek istediğini anlamazdık. Biz
her zaman olduğu gibi, yine polisin evimize baskın yapmasından endişe
ederdik.
Zelzeleden çok kısa bir zaman önce, Üstad Kanlıpınar'ın yakınındaki bayıra
gelip, Zübeyr Ağabeyle haber göndermiş: "Tedbirlerini alsınlar!" demiş.
Biz yine bir şey anlıyamadık. Meğer Üstad o gece olacak olan zelzeleden
haber veriyormuş. O mübarek Üstad'ı anlıyamadık.
Zelzele olduktan sonra, Üstad geldi. Akoğlan Camiinde yanına
gittik."Büyük bir sıkıntıyı atlattık, bu hadise bütün Türkiye üzerinde idi.
Eskişehir cevab verdi. Bu zelzeleden zarar görenlerin malları on misli
olarak ahirette sadaka hükmüne geçti. Bunu da müjde verin!" dedi. Biz
Üstad'ın bu müjdesini etrafa bildirdik...(130)"
Eskişehir zelzelesi mevzuunda Doktor Tahir Barçın ise şöyle demiştir:
"... Üstad'ın sık sık Eskişehir taraflarına gittiği bir zamandı. Eskişehir'de
zelzele oluyordu. Ladik'li Ahmet Ağa(131) (Konya'nın Kadınhan kazasının
Ladik Köyü) Üstad'ın Eskişehir'e devamlı gitmesini şu şekilde
değerlendiriyordu:
"Bediüzzaman her gün Eskişehir'e gidiyor.. Siz onun ne için bu kadar sık
gittiğini biliyor musunuz?
Ona vazife verdiler. "Sen dua et!" diye... Çünki Eskişehir yıkılacak, taş
üstüne taş kalmıyacak.. Dua et, Cenab-ı Hakk'a yalvar! Dediler. Üstad
hastayım diye özür beyan ettiyse de, özrünü kabul etmediler. Onun için her
gün Eskişehir'e gidiyor...(132)”
Eskişehir zelzelesi münasebetiyle Üstad'ın hizmetkârlarının imzalarıyla o
sıra neşredilen Üstad'ın bir mektubunu da buraya kaydediyoruz. Mektup
aynen şöyledir:
(130) Aynı EserS:76
(131) Lâdikli Ahmet Ağa, Birinci Cihan Harbi'nde Gazze cephesinde
harbederken, yaralanmış, bir mağaraya sığınmış. Orada Hazret-i Hızırla
müşerref olmuş bir insandır. Kerametleri. velayeti meşhurdur. Konya,
2264
2265
Eskişehir ve Afyon dolaylarında bilinmektedir.1969'da vef'at etti. Allah
rahmet eylesin. (Bkz. Tafsilet: Son Şahitler-3 S: 82) (132) Son
Şahitler-2 S:132
(132) Son Şahitler-2 S:132
2265
2266
2101
2266
2267
2102
Aziz sıddık kardeşlerimiz!
Biz Emirdağ'ındaki Nur talebeleri, bu son zelzelenin yineRisale-i Nura bir
taarruza münasebeti var mı diye Üstadımıza sorduk. Hususan Hüsrev'in
hapis müdafaatında ispat ettiği gibi, zelzeleler çok defa Risale-i Nura
taarruza karşı zeminin bir hiddeti ve itirazı gibi telâkki ediyoruz?
Üstad da dedi:
"Ben de bir cihette telakkinize iştirak ediyorum. Çünki bu son zelzelenin
aynı zamanında Risale-i Nurun beş mühim merkezinde olan beş vilâyette
hem şahsıma, hem Risale-i Nura pek insafsızca iliştirilmiş ve iftiralarla
taarruz ettiklerini mektuplarla haber aldık.
Birincisi: Isparta'da bütünü iftira eski partinin bir gazetesi.. Yine aynı
zamanda İnebolu'da iftiralarla nurlara ve şahsıma taarruz.. Yine aynı
zamanda Elaziz tarafında imzasız bir mektup ile nurlara taarruz.. Yine aynı
zaman yirmibeş sene Said'e zulmeden eski parti şefi İzmir'de nutkunda
hücum etmiş.. Hem aynı zamanda Eskişehir Nur talebelerine taarruz, fakat
akim kalmış.. Hem aynı vakitte bir buçuk saatlik iki mahkemenin bir buçuk
ay te'hiri ile mahkeme ile alâkadar biçare Nur talebelerine bir sıkıntı
verilmiş..
Elbette bu haller hususî değil, umumî bir proğram tahtında bir taarruz
olmasından, zeminin zelzele ile itirazı ve hiddeti tesadüfe benzemiyor"
dedi.
Biz de Üstad'ımızın bu ihtimaline yakından inanıyoruz. Siz kardeşlerimize
de beyan ediyoruz ki, madem Cenab-ı Hak inayetiyle Nuru ve talebelerini
himaye ediyor. Bütün dünya da bize ve nurlara hücum etse, telâş etmemek
lâzım geliyor.
Emirdağ Nur talebeleri namına
Elbaki Hüvelbaki
Tahir, Nuri, Mehmet, Mustafa, Halil, Halim(133)"
(133) Küçük Müntehap Dosya sıra no:4
2267
2268
2103
GÜMÜŞHANE MEBUSU EKREM OCAKLI'DAN GELEN
BİR HATIRA
12.2.1988 Cuma günü İstanbul'daki evinde ziyaret ettiğimiz Vahideddin
Karaçorlu'nun bizzat dinlemiş olduğu bir hadiseyi cemaat huzurunda şöyle
anlattı:
"Ben eski DP Milletvekili Ekrem Ocaklı'dan şöyle bir hatıra dinledim , dedi
ki: "Ben ve Muş Milletvekili Gıyaseddin Emre Üstad'ın ziyaretine
gitmiştik. Yolda giderken Üstad'dan bir çok sualler soracağımızı
konuşmuştuk. Yanına girdiğimizde adeta zihinlerimiz boşandı gibi hiç bir
sual hatırımıza gelmedi. Fakat az sonra Hazret-i Üstad karyolasında
doğrulup oturdu ve yolda konuştuğumuz suallerimize tek tek cevab verdi.
1957 seçiminden sonra bazı sebeblerden dolayı ben DP'den istifa etmeyi
düşünüyordum. Gıyaseddin Emre ise, mütereddit idi. Üstad bizimle
konuşurken, bir ara Gıvaseddin'e: "Sen de Ekrem'in arkasından git"
demişti.
Ayrılacağımız sırada ben eğilerek Üstad'ın ayaklarını öpmek istedim. Fakat
Üstad omuzumdan bir tutunca, sanki vücudumda can kalmadı gibi dona
kaldım. Eğilip öpemedim. Sonra bizi kapıya kadar yolculadı. Tam
ayrılacağımız sırada Üstad elini şöyle bir uzattı, gözümle gördüm: Bir kutu
şeker şap diye Üstadın eline yapıştı. Kutuyu açtı, bize ikram etti.
Gıyaseddin bir kaç tane aldı. Ben ise, nezaket yapıyorum diye az aldım. Bir
tanesini yedim. Bir tanesini de valideme götürdüm. Yediğim o şekerin
lezzetini hayatımda hiç tatmamıştım. Üstad bize şekeri ikram ettiği sırada:
"Kusura bakmayın, başka ikram edecek bir şeyim yoktur. Bu şeker de bana
Medine'den hediye gelmişti" dedi.
Ayrıldık. Ben DP'den istifa ettim. Fakat Giyaseddin etmedi. 1960
İhtilâlinde onu da Yassıada'ya gönderdiler. Ben ise kurtuldum.”
Barlalı Bahri Çağlar Kanalıyla gelenbir rivayet:
“Bir gün Üstad hz.leri,yanında Şamlı Hafız Tevfik olduğu halde,mezarlığın
Kenarından geçiyorlarmış.Üstad Hafız Tevfike demişki:“Şurada yatan bir
2268
2269
zat var,beni geceleri rahatsız ediyor.. Hele kazın şurayı ...” Kazıyorlar bir
mezar taşı çıkıyor ve 200 sene evvel defnedildiği anlaşılıyor.
Halbuki orası düm-düz bir yer imiş. Mezar olduğuna dair hiç bir alamet
yokmuş...”
(134)Son Şahitler-5,sh.77
(135)Son Şahitler-5, sh. 77
2269
2270
2104
SELAHADDİN KAPLAN HOCADAN GELEN RİVAYETLE
ACİP BİR HADİSE
20.2.1988 Cumartesi günü İstanbul Sümbülefendi dershanesinde cemaat
huzurunda hadiseyi şöyle anlattı:
"Bizim Diyarbekir'in Silvan kazasından ilim talebesi Fakih Mehmet adında
bir genç, tahminen 1958-1960 arasında Siverek'in bir köyünde Ramazan
imamlığını yapmakta iken, bayrama yakın köyden ayrılıp, evine dönmek
üzere olduğu günlerde, bir gece rüyasında Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ı
görüyor. Üstad ona: "Siverek'te Eyyubey Muhammed (Mehmet oğlu Eyüb
) ismindeki bir adamda benim bir emanetim vardır, git o emaneti ondan al"
diyor.
Fakih Mehmet bu rüyayı gördükten sonra uyanır, rüya olduğu için fazla
ehemmiyet vermez ve yatar. Yine aynı şekilde Üstad Hazretlerini rüyada
görür. Üstad kendisine aynı şeyi söyler. Bu şekilde aynı gece içinde üstüste
üç defa Üstad'ı görür.
Fakih Mehmet sabahleyin köyden Siverek'e gider. Bir berber dükkânına
girer, berbere: "Eyyubey Muhammed isminde bir kimseyi tanır mısınız?"
diye sorar. Berber; evet tanıyorum der. Tam o esnada dükkânın önünden
geçen bir genci göstererek: "İşte onun oğlu" der. Fakih Mehmet o genci
çağırtır ve babasıyla görüşmek istediğini söyler. Genç, buyrun eve gidelim,
babam evdedir der ve beraber eve giderler.
Ev sahibi Eyvubey Muhammed, oğlu ile beraber gelen Fakih Mehmet'ten
şüphelenir. Hiç tanımadığı bir gencin kendisiyle ne işi olabilir? o sırada da
hükümetin ve hafiye polislerin takipleri fazladır. Fakih Mehmet, o zata
dikkat eder, çok telâşlı olduğunu görünce der ki: Beni size Bediüzzaman
Hazretleri gönderdi. Bu sözü duyan ev sahibi, daha da çok telâşlanır. Ama
telâş içinde tesir altında kaldığını da gizleyemez. Hatta gözleri de yaşarır.
Genç Fakih Mehmet gördüğü rüyayı olduğu gibi kendisine anlatır.Bunun
üzerine ev sahibinin telâşı zail olur, sâkinleşir ve der ki: "Evet
Bediüzzaman Hazretlerinin bende bir emaneti vardır. Ben Kastamonu'da
18 sene önce askerliğimi yaparken; bana bazı kimseler demişlerdi ki,
burada Şarklı büyük bir hoca vardır. Bende o zatı ziyaret etmek ve elini
öpmek arzusu uyanmıştı. Bir pazar günü izinli olarak bazı asker
arkadaşlarımla birlikte Kastamonu kâlesının arkasında gezinirken; bir
2270
2271
çeşmenin üstünde oturmuş yaşlı bir zatı bana göstererek "İşte o hoca!"
dediler. Ben de onu ziyaret için kendisine yaklaşmaya başladım. Karşı
tarafta da onu takip etmekle görevli sivil polisler varmış. Ben henüz yanına
varmadan ve birkaç metre uzak iken, o zat benim tarafa dönerek ismimle
Eyüb diye çağırdı. Gittim, elini
2271
2272
2105
öptüm. Bana dedi ki: "Eyüb kardaşım, ben sana bir iki defter emanet
vereceğ'im. Sen bunları muhafaza edeceksin. Sende kalacak, ne zaman ki
sana bir adam gönderdim, o zaman bu emanetleri gelen adama teslim
edeceksin". İşte bendeki emanetleri diyerek bana iki küçük defter verdi.
Selahaddin Hoca diyor: Bu talebe o emanet defterleri o adamdan alarak
Diyarbekir'deki Molla Sıddık Hocanın ağabeysi Molla Habib'in dükkânına
gelmiş. Orada hocası ve hemşehrisi Silvanlı Molla Ali de oturuyormuş.
Kendisi o defterlerdeki Üstad’ın yazısını okuyamadığı ve anlamadığı için,
defterleri Molla Ali’ye vermiş ve hocam, siz bunları anlarsınız, bunlar sizin
olsun demiş. Bu defterler halen Molla Ali'de mevcutturlar. Defterlerin ikisi
de Hazret-i Üstad tarafından yazılmış Risalelerdendir. Bunlardan birisi
birinci Şua Risalesidir. İkincisi de galiba Beşinci Şua'dır. Şu anda Molla Ali
Siirt vilâyetinin Kozluk kazasının Zilan köyünde imamlık yapmaktadır."
BAŞKA MEVZULAR:
Eskişehirli Abdülvahid Tabakçı anlattı:
"Üstad Eskişehir'de bizim evde kalıyordu. Bir gün Üstad: "Bu gece
Isparta'da evliyaullahın toplantısı var. Bana ihtar edildi, evinin iki senelik
kirasını vermem lâzım" dedi.
Ben de bir ara samimiyetten firsat bularak: "Üstad'ım, herhalde benim
malım ve param kirlidir ki; Risale-i Nur hizmetine lâyık görülmüyor.
Ashab-ı kiram mallarıyla; canlarıyla cihad etmiş.. Demek benim malım kirli
ki; kabul görmüyor."
Bunun üzerine Üstad ayağa kalktı ve gözlerimden öptü, "Fakat yine de iki
aylığını vermem lâzım." diyerek bir reşat altunu verdi...(135)”
Eskişehir'li Abdülvahid Tabakçı'nın bir başka hatırası:
"Kafkasya'lı ve Tatar olduğumuzu söylediğimizde Bediüzzaman Hazretleri
bize çok iltifat etti ve şöyle demişti:
"Ben Tatarları beş vakit namazda duama dahil etmişim. Bir zamanlar
esarette iken, Kosturma'da iki ihtiyar Tatar kadını, bir küçük pencereden
benim yiyeceğimi getirip bana yardım ediyorlardı. Belki de onlar benim
kurtulmama ve Risale-i Nur eserlerini yazmama vesile olmuşlardır. Bütün
2272
2273
Tatar kabilelerini beş vakit duama dahil etmişim. 1948'de bana zehir veren
Afyon Savcısı da Tatar'dı. Abdülvahid, sen nerdeyse onu ara bul, mektup
yaz. Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem, ondan hak talep
etmiyeceğim. Hakkımı helâl ettim.” diye ifade buyurmuşlardı(136)”
(135)Son Şahitler-3, s: 77
(136) Zafer Mecmuası Sayı :130,S:16
2273
2274
2106
Eskişehir'li Muhyiddin Yürüten anlattı:
"Yarbay Reşad Bey, Konya'daki bir subay arkadaşına Üstad Bediüzzaman'ı
ve mesleğini anlatmış. Fakat arkadaşı kabul etmemiş. Bunun üzerine:
"Gidelim Ladik'li Ahmet Ağaya soralım" diye kararlaştırmışlar ve gitmişler.
Ahmed Ağa Üstadı onlara şu şekilde tarif etmiş:
"Ben onu size nasıl anlatayım ki?.. O bizim gibi herhangi bir tarikat
silsilesine bağlı değildir. O ne kutb-ul aktaba ve ne de herhangi bir kutba
bağlıdır. O doğrudan doğruya Peygamberimizden (A.S.M.) feyiz alır, ona
göre hareket eder. Bir hatıramla Bediüzzaman'ın manevî makamını size
anlatmaya çalışayım:
Bir gün Hızır Aleyhisselâm geldi, "Eskişehir'de zelzele olacak, taş üstüne
taş kalmıyacak!.. Gel Bediüzzaman'a gidelim ve dua etmesini istiyelim ki,
bu zelzele hafif geçsin" dedi.
Beraberce gidip Bediüzzaman'a vaziyeti anlattık. "Haberim var, haberim
var!..” dedi. Hızır Aleyhisselâm: "Dağlara gidip dua edelim" dedi.
Bediüzzaman: "Ben hastayım, siz dağlara çıkıp dua edin. Ben buradan dua
edeceğim" dedi.
Eğer onun duası olmasa idi, Eskişehir'de gerçekten taş üstüne taş
kalmazdı" diye anlattı.
Bu sözleri dinliyen Yarbay Reşad Beyin arkadaşı ikna' olmuş ve
Bediüzzaman ve eserlerine tarafdar bir vaziyete girmiştir.(137)”
“Eskişehirli Osman Aydın diyor: Konyalı (Muallim) Mustafa Kırıkçı ile
ben, bir gün birlikte Konyannın Ladik Kazasında bulunan büyük Veli
Ahmet Ağayı ziyaretettik.Bizim Üstadın yanından geldiğimizi öğrenince,
çok sitayışla Bediüzzamandan bahsetti..ve “Ben Hızırla (A.S.)yüz sene
hizmet etsem, yine Bediüzzamanın mertebesine yetişemem”
demişlerdi.(Bkz.Son Şahitler -4.Sh.29)
Yine Muhyiddin Yürüten der ki:
2274
2275
"Üstad, Abdülvahid Tabakçı'nın evinde kalırken, sık sık ziyaretine
giderdik. 1959 senesi Ramazan ayında bir gün yine yanına vardığımızda
şöyle demişti:
"Muhyiddin! Bak, sesim kısıldı. Artık meramımı muhataplarıma zor anlatır
oldum. Anladım ki vazifem bitmiş.. Fakat bana bir sene daha ömür verildi "
Hazret-i Üstad bu sözlerini Ramazan ortalarına doğru söylemişti.
Hakikaten ertesi sene, kadir gecesinde Üstad vefat ettiği zaman, bir sene
önce
(137)Son Şahitler-3, s: 77
2275
2276
2107
söylenen sözlerinin bir işaret olduğunu anladım, amma iş işten
geçmiştı.(138)"
Yine Muhyiddin Yürüten'den:
"Üstad optalidon ilâcı kullanırdı. İlâcı bitmişti. Kardeşlerden birisine yüz
kuruş vererek eczahaneye gönderdi. Ancak ilâcın fiatı yüz on kuruşa
çıkmış olduğundan, o kardeş on kuruş ilâve etmiş. Sonra ilâcı alıp getirdi.
Dostları ilə paylaş: |