Fakat tarihi olayların tamamı, iyi manada olduğu gibi kötü manada da ırkın beka içgüdüsünün bir görünümüdür. Üstün ırkların hakim oluşlarının ve önemlerinin sebebi, beka içgüdüsünün haiz olduğu kuvvet ve şiddettir. Yaşama arzusu bütün insanlarda sübjektif bakımından eşit kuvvette olduğu kabul edilmektedir. Bunda ancak uygulamada ortaya çıkan değişik şekillerde bir fark tespit edilmektedir. En ilkel yaşama şeklinde beka içgüdüsü ferdin, kendi benliği hakkında duyduğu merak ve endişeden ileri gitmez. Bu ma-razi hal bencilliktir ve devam etme keyfiyetini de içerir. Öyle ki bugünkü devir her şeye kendi sahip olmak ve geleceğe bir şey bırakmamak iddiasına kalkışır. Bu sadece kendisi için yaşayan, ne zaman karnı acıkırsa o zaman kendine yiyecek arayan ve ancak kendi hayatım korumak için kavga eden hayvanın durumudur. Beka içgüdüsü bu şekilde meydana çıktıkça ailenin en ilkel durumu ile olsa bile, bir topluluk teşkili için ortada bir temel yok demektir. Erkek ile dişinin birlikte sürdürdükleri hayatları bile çiftleşmeden öte bir şeydir ve beka içgüdüsünün genişlemesine lüzum duymaktadır. Çünkü ferdin kendi benliğine karşı gösterdiği titizlik ve onu korumak için göze aldığı kavgalar, çifti meydana getiren diğer unsuru da göz önünde tutmaktadır. Erkek bazen dişisi için de yiyecek arar. Çok zaman da ikisi birden bu yiyeceği çocukları için aramaya çıkar. Biri daima diğerini korumaya çalışır. Bu harekette son derece ilkel ve eksik olmakla beraber fedakarlık ruhunun ilk görünümleri görülür. Bu ruhun dar aile sınırlarından ötelere yayılması nispetinde, daha büyük ortaklıklara ve sonunda da gerçek devletin doğmasına imkan hazırlayacak ilk ve esaslı şart meydana çıkar. Bu durum, belki de en aşağı ırklarda pek az gelişmiştir. Öyle ki bu durumda olan milletler çoğu zaman aile hayatı merhalesinden öteye geçemezler, insanlar şahsi menfaatlerini ikinci plana atmağa ne kadar taraftar iseler, onların büyük topluluklar kurma kabiliyetleri de o kadar büyük olur. insanda, şahsi çalışmasını ve hatta gerekirse hayatını hemcins lerinin yararına olmak üzere faaliyete getirmeğe sevk eden fedakarlık hassası üstün ırklarda daha çok gelişmiştir. Üstün ırkların bu yüklüğünü sağlayan husus, fikri melekelerinin zengin oluşu değil dir. Bütün melekelerini topluluk hizmetine vermeye olan eğilimleri dir. Beka içgüdüsü, üstün ırklarda en asıl şekli almıştır. Üstün ırklar kendi benliklerini toplumun hayatına ihtiyari surette tabi tutarlar. Şartlar gerektirdiği takdirde benliklerini feda ederler. Üstün ırkların medeniyet kurma kabiliyetlerinin kaynağı fikri melekeleri değildir. Eğer başka kaynaktan kuvvet almasalardı, birer tahripkar gibi hareket ederler ve hiçbir zaman teşkilatçı olamazlardı. Çünkü her teşkilatın en esaslı şartı ferdin gerek şahsi fikir ve mütalaasını, gerek hususi menfaatlerinin her şeyden önde geldiğini kabul etmekten vazgeçmesi ve bunları topluluğun lehine feda etmesidir. Genel hayır ve genel menfaat lehine yapılan fedakarlık, dolambaçlı bir yol takip ettikten sonra sahibine menfaat sağlar. Fert, sadece kendisi için çalışmaz. Genel kadro içinde, şahsi çıkarı için değil kamunun yararına olacak şekilde hareket eder. Onun en sevdiği tabir olan “iş” bu istikrarlı ruhu pek güzel aydınlatır. Onun “iş” kelimesinden anladığı mana, yalnız kendi hayatını korumaya hizmet eden bir faaliyet değildir, bu toplumun çıkarları ile irtibatlı olan bir çalışmadır. Aksı halde, bencil, sadece beka içgüdüsüne hizmet eder, dünyanın diğer kısımlarına önem vermez ve bu faaliyete hırsızlık, haydutluk, gasp, tefecilik ve ticaret adım verir. Ferdin menfaatini toplumun devamı lehinde ikinci plana atan bu ruhi kabiliyet, gerçek bir medeniyetin en önde gelen şartıdır. Kurucusunun pek ender olarak mükafatını gördüğü, fakat kendinden sonra gelenlerin bol nimetlere sahip olmak için bir kaynak gibi istifade ettikleri büyük insan işleri, ancak bu şart sayesinde meydana gelebilir. Birçok kimsenin toplumun temellerini tercih ederek, namuslu yoldan ayrılmaması ve kendisini yoksulluğa mahkum ederek sefil bir hayata katlanması sadece bu şart ile anlatılabilır. Kendisi saadet ve refaha erişmeden üretimde bulunarak çalışan adam, çiftçi, mucit, memur ve diğer meslek sahipleri, hareketlerinin derin manasını hiçbir zaman idrak etmeseler bile bu asil fikrin birer temsilcisidirler. Fakat insan hayatının ve gelişmesinin devamı için gerekli bir temel kabul edilen çalışmadan bahsedildiğinde doğru olan bu hususlar, insanın ve medeniyetin korunması konu edildiği zaman da tam manasıyla doğrudur. Top lumun hayatım korumak için kendi hayatını vermek fedakarlık ruhunun en yüksek noktasıdır. Çünkü ancak böyle davranılırsa, insan eli ile meydana getirilmiş olan binanın yine insan eli ile veya tabiat tarafından tahrip edilmesi önlenebilir. Bizim Almanca’mızda bu asil ruh tarafından ilham edilen faaliyetleri pek güzel ifade eden bir kelime vardır. Görevini yerine getirmek, yani sadece kendi ihtiyaçlarını tatminle kalmamak, topluma da hizmet etmek. Bu şekil bir faaliyetin kaynağı olan esaslı ruhi kabiliyeti, bencillikten ayırt etmek için “idealizm” diyoruz. Bu kelimeden çıkardığımız mana, ferdin toplum ve hemcinsleri uğruna kendini feda etmesidir, idealizm, hissiyatın ihmali kabil olan bir görünümü değildir. Bilakis gerçekte medeniyetin en önde gelen şartı olduğuna ve daima böyle kalacağına ve hatta insan mefhumunun onun yarattığına kanaat getirmek birinci derecede önemli bir keyfiyettir. Üstün ırklar dünyadaki mevkilerini ancak ruhun bu yeteneğine borçludurlar. Çünkü yalnız bu yetenek, halis fikrin içinden yaratıcı kuvveti çekip çıkartmıştır. Bu beyanda yaratıcı kuvvet de kendi tarzında yegane bir birleşme yapmış, yumruğun kuvvetini dehanın zekasına yerleştirerek medeniyetin inançlarını ortaya koymuştur, idealizm olmasa idi, düşünme gücünün melekeleri hiçbir zaman büyük bir değeri bulunmayan, yaratıcı bir kuvvet haline gelmeyen dış görünüşten ibaret kalırdı.
Fakat, idealizm ferdin menfaatlerinin ve hayatının, toplumun menfaat ve hayatına bağlılığından başka bir şey olmadığı ve bu hal de her türlü teşkilatlı şeylerin meydana gelmesine sebep olan ilk şartı vücuda getirdiği için, idealizm en son tecellide tabiatın istediği gayeye karşılık gelir, insana kuvvetin ve enerjinin imtiyazlarını ihtiyari şekilde tanımaya yalnız enerji sevk eder. idealizm, insanı kainatın düzeni içinde küçük unsurlardan biri yapar. Gerçek idealizmi yolunu şaşırmış bir hayalin boş ve lüzumsuz faaliyetleri ile karıştırmaktan ne derece kaçınılmalıdır? Eğer düşünce gücü bozulmamış sağlam bir gence, tamamen hür şekilde hüküm vermek müsaadesi gösterilirse, bu hususu hemen anlamak mümkün olur. idealist görünen bir barışseverin uzun uzun anlattığı hikayeleri dinlemek ve kabul etmek istemeyen bir genç, milletin ideali uğrunda hayatını fedaya hazır bir kimsedir. İç güdü, gerektiğinde kişinin zararına da olsa, şuur dışı bir hareketle milleti muhafaza etmeyi gerektiren derin zaruret mefhumuna itaat eder ve gerçekte kıyafetlerini ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, gelişme kanunlarına isyan eden bütün korkak ve bencil geveze barışseverlerin hayallerine karşı çıkar. Cün kü gelişmenin üzerinde tesir yapan şey, kişinin kanun lehindeki fedakarlık ruhudur, yoksa tabiatı daha iyi tanımak iddiasına kalkan korkak heriflerin hastalıklı düşünceleri değildir.
idealizmin ortadan kalkması söz konusu olduğu devrelerde, topluluğu vücuda getiren ve medeniyetin ilk şartı olan kuvvetin zayıfladığını görürüz. Bencillik bir millet üzerinde hakimiyetini kurar kurmaz düzen rabıtaları gevşer, insanlar kendi şahsi menfaatleri peşinde koşarlarken, cennetten, cehenneme düşüverirler. Gelecek nesil yalnız kendi menfaatim düşünmüş ve onun için çalışmış olanları unutur, şahsi saadet ve menfaatlerinden feragat etmiş olanları över.
Yahudi, üstün ırk ile en bariz, en açık tezadı vücuda getirir. Dünyada başka bir millet yoktur ki, Yahudiler kadar beka içgüdüsü ile gelişmiş olsun. Bu iddianın en açık delili, bu ırkın günümüze kadar payidar kalmış olmasıdır. Son iki bin sene içinde, yeteneklerinde, karakterinde Yahudi milleti kadar pek az değişikliğe uğramış bir başka millet yoktur. Yahudiler kadar hiçbir millet büyük devrimlere karışmamıştır. Böyle olmakla beraber, insanlığı en büyük zararlara uğratan her türlü hareketten Yahudi en az zarar gören olarak çıkmıştır. Bu olaylar, Yahudilerin, büyük ve sonsuz inatçı bir yaşama iradesine sahip olduklarının ve ırklarının devamında büyük bir sebatla hareket ettiklerinin açık ve kuvvetli birer delilidir. Yahudilerin fikri melekeleri yüzyıllar boyunca gelişmiştir. Yahudi’ye bugün “kurnaz” denilmektedir. Fakat bir manada o her zaman kurnaz olmuştur. Yahudi’nin zekası gizli bir gelişmenin sonucu değildir. Bu zeka, yabancıların Yahudi’ye verdiği hayat dersinden faydalanmıştır, insanın düşünme gücü, önündeki basamakları teker teker atlamadan tam olgunluk derecesine kendiliğinden ulaşamaz. Yükselmek için attığı her adım, geçmiş devirlerin ortaya koyduğu temellere dayanmalıdır. Yani genel medeniyetin arz ettiği temele dayanmak gerektir. Her düşünce, ancak pek küçük bir parçası itibariyle şahsi tecrübeden doğar. Düşünce büyük kısmı itibariyle, eski zamanlardaki tecrübelerin ürünüdür. Medeniyetin genel seviyesi, kişiye çok zaman onun dikkatini çekmeden o kadar çok ilkel bilgiler verir ki, insan bunlarla kendi kendine ileriye doğru kolaylıkla yeni adımlar atabilir. Mesela günümüzde bir genç, son yüzyıl içinde yapılmış o kadar çok teknik buluşların arasında büyür ki yıllarca önce en büyük düşünce gücüne sahip kimseler için bile sır halinde kalan şeyler, (kendisi için pek önemli şeyler olmasına rağmen) ona gayet tabii görünürler ve artık gencin dikkatini çekmezler, sadece ona, bu yönde yaptığımız gelişmeleri takip etmeye ve anlamaya imkan hazırlarlar. Bundan önceki yüzyılın ilk yirmi yılı içinde ölmüş bir dahi, zamanımızda birdenbire mezarından çıksa, düşünce gücünü devrimizin gidişine uydurabilmekte, bugünün on beş yaşındaki alelade çocuklarından çok daha fazla zorluk çeker. Çünkü bu mezardan çıkan dahide, çağdaşlarımızın büyürlerken, genel medeniyetin görünümleri kanalıyla adeta şuursuz bir şekilde, yani iradesi dışında aldıkları o büyük hazırlama devri eksiktir.
tşte bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere Yahudi hiçbir zaman kendine has bir medeniyetin sahibi durumunda bulunmamış olduğu için, Yahudi’nin fikri çalışmasının temelleri daima yabancılar tarafından sağlanmıştır. Yahudi’nin zeka ve idraki daima etrafındaki medeni alem içinde gelişmiştir. Bunun aksi hiçbir zaman olmamıştır.
Yahudi’de beka içgüdüsü, diğer milletlere nispetle daha kudretli olmasına rağmen bu kudret Yahudi’ye medeniyet yapıcı bir millet olması için en esaslı ilk şartı sağlamamıştır. Sözün Kısası: Yahudi’de
idealizm yoktur.
Yahudi milletinde, fedakarlık ferdin basit beka içgüdüsünden ileri gitmez. Yahudüerde görünen milli birlik hissi bu dünyada daha başka birçok mahluklarda da tesadüf edilen gayet iptidai bir sürü topluluğunun içgüdüsünden başka bir şey değildir. Bu münasebetle şunu söylemek gerekir: Sürü topluluğunun içgüdüsü, ancak müşterek bir tehlike karşısında yardımı faydalı veya mutlaka gerekli kıldığı zaman sürünün üyelerini birbirlerine karşılıklı yardıma sevk eder. Avına karşı müşterek bir saldırıda bulunan kurt sürüsü, kendi topluluğunu meydana getiren üyelerin açlıkları tatmin olduğu zaman tekrar dağılır. Bir saldırgana karşı kendilerini korumak için birleşmiş olan atlarda da aynı durum görülür. Tehlike geçer geçmez bu at grubu derhal dağılır. Yahudi de başka türlü davranmaz. Ondaki fedakarlık ruhu ancak dış görünüşte kalır. Herkesin hayatı bunu mutlaka önemli bir duruma sokmadıkça, fedakarlık kendini ortaya çıkarmaz. Fakat müşterek düşmana galip gelinir gelinmez yani, Yahudileri teker teker tehdit eden tehlike geçer geçmez, görünüşte kalan birleşme kaybolur ve yerini tabii istidatlara bırakır. Yahudiler sadece müşterek bir tehlike yüzünden mecbur kaldıkları zaman veya müşterek bir av için bir araya gelirler. Bu iki sebep ortadan kalkacak olursa en adi bencillik tekrar ortaya çıkar ve önceleri bir arada olan bu millet artık birbirleri ile kanlı bir şekilde boğuşan fare sürülerinden ibaret kalır.
Eğer, Yahudiler bu dünyada yalnız başlarına olsalardı çirkef içinde boğulurlardı veya amansız ve insafsız mücadeleler içinde birbirlerinin kökünü kazımaya çalışırlardı. Yeter ki, kendilerinin fedakarlık ruhundan kesin olarak yoksun bulunduklarını ispatlayan korkaklıkları, kavgayı sadece bir gösteriş haline getirmesin, işte Yahudilerin mücadele etmek için veya daha doğrusu hemcinslerini yağma için birleşmelerine bakarak, onlarda fedakarlık hakkında bir idealist ruh bulunduğuna hükmetmek çok yanlış bir hareket olur. Yahudi burada da bencillikten başka bir şeye boyun eğmez. Bundan dolayı bir ırkı korumaya ve çoğaltmaya mahsus canlı bir organ olması gereken Yahudi devleti, toprak yönünden hiçbir sınıra sahip değildir. Çünkü bir devletin sınırı daima onu meydana getiren ırkta bir idealist ruhun kabiliyetine ve özellikle çalışmanın manası hakkında doğru bir düşünceye delalet eder. Bu düşünce ne nispette eksik ise belirli bir toprak içinde kalan bir devleti kurmak ve onu devam ettirmek için yapılan teşebbüslerin az çok neticesiz kalması da o nispette zorunludur. Bu bakımdan bu devlette bir medeniyetin yükselmesinde temel görevi görecek şey eksiktir, işte bunun için, Yahudiler kendilerine has vasıfları olan bütün fikri melekelerine rağmen gerçek bir medeniyete ve özellikle kendi yapısına uygun bir medeniyete sahip değildir. Bugün Yahudi’nin medeniyet adına sahip olduğu şey, başka milletlerin büyük bir kısmı itibariyle onun elinde berbat olmuş malından ibarettir.
Yahudi’nin medeniyet karşısında yerinin ne olduğunu anlamak için, esaslı gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir: Hiçbir zaman bir Yahudi sanatı görülmemiştir. Bugün de yoktur. Özellikle, güzel sanatların iki kraliçesi durumundaki mimari ve musiki ile orijinal olan her şey Yahudilere borçlu değildir. Sanatta, Yahudi’nin vücuda getirdiği şey fikri bir hırsızlıktan ibarettir. Sonuç olarak, Yahudi yaratıcı güçle ve medeniyetler kurma imtiyazı ile yüklü ırkların melekelerine sahip değildir. Yahudilerin yabancı medeniyetleri nasıl ancak bir kopyacı gibi, modelin şeklini bozarak temsil ettiklerini ispat eden şey, özellikle en az icadı gerektiren sanatla yani dram sanatı ile meşgul olmalarıdır. Bu işte dahi Yahudi taklitçi bir maymundur. Gerçek büyüklüklere götüren hamle kendisinde yoktur. Yaptığı bu işte bile, bir yaratıcı değil basit bir taklitçidir. Kurnazlıkları ve kullandığı vasıtalarla kendisinde yaratıcı vergilerin yokluğunu gizlemeğe muvaffak olamaz. Bu hususta Yahudi basını en basit yazarı dahi, Yahudi olması şartıyla överek onun imdadına yetişir. Bu işi o kadar ustalıkla yapar ki, diğer insanlar kendilerini bir sanatkar karşısında zannederler. Halbuki gerçek adi ve değersiz birinden bahsedilmektedir. Hayır, Yahudi’de bir medeniyet meydana getirecek ufacık bir kabiliyet yoktur. Çünkü insanı yükseltecek her tekamülün en birinci şartı olan idealizm Yahudi için meçhul bir şeydir ve daima böyle olmuştur. Yahudi’nin zekası hiçbir zaman Yahudi’ye yapma işinde hizmet-
•kar olmayacak yalnız yıkmağa yarayacaktır. Son derece ender durumlarda, olsa olsa bir teşvik iğnesi görevini görebilir ki, o zaman da, daima kötülük isteyen, fakat hayır yaratan kuvvet tipini meydana getirmiş olur. Şurası bir gerçektir ki, insanlığın bütün gelişmesi,
•Yahudi ile değil, Yahudi’ye rağmen ortaya çıkar.
Yahudi’nin, hiçbir zaman belirli sınırlar içinde bir devlet kurmadığı ve dolayısıyla hiçbir zaman kendine has bir medeniyete sahip olmadığı için, bedeviler arasına alınması gereken bir millet sayılacağı zannedildi. Bu görüş tehlikeli olduğu kadar, büyük bir hatadır. Çünkü bedevilerin pekala sınırlandırılmış toprağı vardır ve orada yaşarlar. Yalnız bedevi bu toprağı toplu halde yaşayan çiftçiler gibi ekip, biçer ve oturduğu arazi üzerinde hep bir arada bulunduğu sürülerinin ürünleri ile yaşar. Bu çeşit hayatın sebebi, toprağın bir noktada yerleşmeye imkan vermeyen vasfıdır. Fakat gerçek sebep ise, bir devrin veya bir milletin teknik medeniyeti ile bir çevrenin tabii ha-kirliği arasındaki nispetsizliktir. Bazı ülkeler vardır ki, orada üstün ırklar, bin yıldan çok bir zaman içinde millileştirdikleri tekniklerinin sayesinde, sabit müesseseler kurmayı ve geniş bir toprağa sahip olmayı başarmışlardır ve hayat için gerekli olan her şeyi bu topraktan almaktadırlar. Eğer bir tekniğe sahip olmasalardı, ya bu çevreyi terk etmek veya burada devamlı şekilde yer değiştiren bedevilerin sefil hayatını sürmek zorunda kalacaklardı. Ayrıca, binlerce yıldan beri almış olduğu terbiye ve toplu hayat alışkanlığının böyle bir yaşamayı kendileri için tahammül edilmez bir duruma getirmemiş olması da gerekir. Çünkü şunu unutmamalı ki, Amerika Kıtası fethedildiği zaman birçok üstün ırk mensupları, tuzakçı, avcı vs. sıfatı ile hayatlarını binbir zahmetle kazandılar ve çoluk çocuk büyük çöküntüler içinde çok zaman serseri gibi dolaşıp durdular. Bu sıralardaki hayatları, tıpkı bedevilerin yaşayışlarına benziyordu. Fakat sayıca çoğaldıkça, daha verimli topraklara yerleştiler ve yerli halka karşı koyma imkanını kazanınca da sabit şekilde yerleşmeye başladılar.
Üstün ırk mensupları, bir ihtimale göre önceleri bedevi idiler Ancak zamanla toplu halde ve medeni olarak yaşamaya başladılar Bu sonuca varmaları kendilerinin Yahudi olmamaları ile meydana gelmiştir. Hayır, Yahudi bedevi değildir. Çünkü, bedevi çalışma hakkında bir mefhuma sahiptir ve gerekli ilk şartlar tahakkuk eder se kendisinden bir gelişme beklenir. Bedevide pek az olmakla bera ber bir idealizm temeli vardır. Bundan dolayı yaratılışı üstün ırklara garip görünür, fakat sevimsiz olmaz. Yahudi için böyle bir durum ve düşünce yoktur. Onun için Yahudiler hiçbir zaman bedevi olma mışlardır. Yahudi daima başka milletlerin yolları üzerinde, asalak olarak yaşamıştır. Bazı kere, o vakte kadar yaşadıkları çevreyi terk etmişlerse de, bu kendi istekleri dahilinde olmuştur. Yahudiler, kendilerine bahşedilen misafirperverliği suistimal etmelerinden bı kan milletler tarafından çeşitli olaylarla sıkıştırdıklarından dolayı bu göçü yaparlar. Esasen Yahudi milletinin daima daha uzaklara yayıl mak yolundaki adeti, asalakların en belirli vasıflarından biridir. Ya hudi kendi milleti için daima “sütninelik” edecek yeni bir toprak arar. işte bunun bedevilik ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü Yahudi bu lunduğu memleketi terk etmeyi hiçbir zaman aklına getirmez. Yer leşmiş olduğu toprakta kalır. Oraya o kadar yapışır ki kendisini an çak zor kullanarak kovmak mümkün olur. Yeni bir memlekete ya yılması ancak Yahudi’nin hayatı için gerekli şartlar temin edildiği zaman vukua gelir. Bedeviler gibi oturdukları yeri değiştirmezle ı Yahudi, tam bir asalak tipidir ve daima böyle kalacaktır. Münbit bu toprak, Yahudi’yi davet edince, “basil” gibi daima uzaklara yayıl 11 Onun varlığı ile meydana gelen sonuç, asalak bitkilerin tesirleri ile aynıdır. Yahudi nereye yerleşirse Yahudi’yi kabul etmiş olan milin az veya uzun zaman sonra sönüp gider. işte Yahudiler, başka milletlerin vatanlarında bu şekilde yaşamışlardır. Yani Yahudi kendi devletim kuruyordu. Kendi devleti ve şartlar onu gerçek mahiyetini tamamen belli etmeye zorlamadığı sürece, kendini “dini topluluk” maskesi altında saklıyordu. Fakat bu kıyafet değiştirmeden vazgeçebilecek kadar kendini kuvvetli hissettiği gün, maskeyi atıyor ve açığa çıkıyordu.
Yahudi’nin asalak sıfatıyla başka milletlerin ve devletlerin gövdelerinde sürdüğü hayat özel bir vasfa sahiptir. Bu yüzden Shakspeare daha önce de bahsettiğimiz gibi, Yahudi’nin yalancılıkta büyük usta olduğunu söyler. Yaşayış şekli onu daima yalan söylemeye sevk eder. Kuzey ikliminin bir kimseyi yünlü elbiseler giymeye zorlaması gibi... Yahudi, başka milletlerin vücudunda, kendi yaşayışının bir millet gibi kabul edilmeyip, ancak özel cinsten bir “dini topluluk” gibi düşünülmesi gerekeceği kanaatini uyandırmayı başardığı takdirde, j bu asalak hayatına devam eder. Fakat bu onun en büyük yalanların-’ dan biridir. Çünkü Yahudi, milletlerin asalağı sıfatıyla yaşayabilmek 1 için kendi şahsında hiç değişmeyen ve özel olarak mevcut bulunan ! jeyi inkar etmek zorundadır. Yahudi’nin zekası ne kadar büyükse, [f-bu hileli işte de o kadar başarı sağlar. Bu sahtekarlıkta o kadar ileri l gidebilir ki, onlara misafirperverlik gösteren milletin büyük bir kıs-|mı, sonunda Yahudilerin başka bir dinin mensubu olmaları ile bera-| ber gerçekten bunların Fransız, ingiliz, Alman veya italyan oldukla-|nna inanır. Halbuki özellikle, tarihin kırıntılarından istifade ettikleri i Sanılan tedbirli sınıflar bu korkunç aldatmaya kurban olmaktadır-|’ lar. Bu çevrelerde kendi kafası ile düşünmek kutsal inanışa karşı işlenmiş bir günah gibi kabul edilir, işte bu yüzden, Bavyera’da bir bakanın Yahudilerin bugün bile bir dinin mensupları olmayıp, bir milletin fertleri oldukları zerre kadar fark etmemesine hayret etmek gerekir. Halbuki bu gerçeğin en kabiliyetsiz düşünce gücüne sahip kimselerin kafalarına yerleşmesi için Yahudiliğin malı olan basına bir göz atmak yeter. Gerçi Echo Juif henüz resmi bir organ değildir ve onun için devletin yüksek mevkilerine çıkmış bir kimsenin gözünde hiçbir önem taşıyamamaktadır.
Yahudiler, daim ırklarına has bir vasfa sahip bir millet olmuştur. Bunlar hiçbir zaman özel bir dine inanan kimse olmamışlardır. Yahudiler gelişebilmek için, kendilerini rahatsız edici bir dikkati, kendi üzerlerinden başka bir yöne çevirmek için, bir çare bulmak zorunda kalmışlardır. Kendilerine çevrilen şüpheli bakışları uyutmak için başvurulan en başarılı ameli çare, o “dini topluluk” mefhumunu ileri sürmekten ibaret değil miydi? Çünkü bunda da her şey kopyadır, işin aslı aranırsa çalınmış şeydir. Yahudi yaradılışı itibariyle dini bir teşkilat kuramaz. Çünkü o hiçbir sahada idealist olamaz. Binaenaleyh hayattan sonra iman, Yahudi için tamamen yabancı bir mefhumdur. Fakat üstün inanışlara göre, bir insanın ölümünden sonra da hayatının devam ettiği kanaatinden, herhangi bir şekilde yoksun bulunan bir din tasavvuruna imkan yoktur. Gerçekte Talmud (Yahudilerin, Hz. Musa’nın kanun ve prensiplerini konu edinen din kitabı) insanı ahrete hazırlayan bir kitap değildir, sadece dünyada ameli ve tahammül edilecek bir hayat sürmeyi gösterir ve öğretir.
Yahudilerin dini, evvela Yahudi kanının temizliğini korumaya çalışan bir derstir. Bu din, Yahudilerin kendi aralarındaki ilişkilerini tanzim eder. Diğer taraftan Yahudilerin kendilerinin dışında kalan kimselerle olan münasebetlerinde ahlak meselelerinden bahsetmez. Yalnız, fevkalade adi ekonomik meseleler ortaya koyar. Yahudi dininin inanışlarmdaki ahlaki değer hakkında her zaman incelemeler yapılmış ve bugün dahi bu yolda derin incelemelere devam edilmektedir. (Burada kastettiğim incelemeler Yahudiler tarafından yapılanlar değildir. Çünkü Yahudilerin bu konuda yazdıkları bütün şeyler pek tabii olarak kendi gayelerine uygun yazılardan ibarettir.) Onların kendi dinleri hakkında söyledikleri şeyler, bu konuda büyük fikirlere göre hüküm verenlere pek şüpheli görünür. Fakat bunun en iyi tarifi, bu dini terbiyenin meydana çıkardığı üründedir.
Yahudi’nin hayatı yalnız bu dünyada sürdüğü hayattır. Her Yahudi’nin ruhu, kendi mezheplerinin kurucusuna ne kadar yabancı ise, Yahudi ruhu gerçek Hıristiyanlığa da o kadar yabancıdır.
Isa, Yahudi milleti hakkında beslediği kanaatinin hiçbir zaman gizlememiştir. Hatta gerektiği zaman insanlığın düşmanı olan bu Yahudileri Tanrı’nm mabedinden kırbaçla kovmuştur. Her zaman olduğu gibi Yahudi o zaman da dini iş yapmak için bir vasıta kabul ediyordu, îşte bu yüzdendir ki Isa çarmıha gerilmiştir.
Ne yazıktır ki, Hıristiyan Partisi, seçimlerde Yahudilerden oy dileniyor ve Alman milletinin düşmanı olan Yahudi Partileri ile de entrikalar çeviriyor. Yahudilerin bir ırk olmayıp, bir dinin mensupları olduklarına dair söylenen bu ilk ve büyük yalandan sonra, başka yalanlar da bina edildi. Mesela bunlardan biri Yahudilerin diline ait uydurulan yalandı. Bu dil Yahudi için düşünceleri ifade vasıtası değil, gizleme vasıtasıdır. O, Fransızca konuşurken, Yahudi gibi düşünür, Almanca şiir yazarken, yalnız ırkının karakterini anlatır. Yahudi, kanını emdiği milletlerin hakimi olmadıkça ister istemez onların dilini söyler. Fakat diğer milletler kendilerinin köleleri olur olmaz, bütün Yahudiler, hemen bir dünya dilini, esparantoyu öğrenecekler ve onu konuşacaklardır. Maksat bu vasıta ile Yahudiliğin hakimiyetini daha kolay sağlamaktan ibarettir. Yahudiler dış görünüşü kurtarmak için bütün şiddetle reddettikleri “Protocoles deş sages de Sion” (Sion ileri gelenlerinin protokolleri) bu milletin büyük hayatının nasıl devamlı bir yalan üzerine bina edilmiş olduğunu gösteren eşsiz bir misaldir. Gazette de Francfort bağıra bağıra, “bunlar sahtedir” diye yazıyor ve bütün dünyayı buna inandırmaya çalışıyor. Bunların doğru olduğuna en güzel delil işte bu yazılanlardır. Bu protokoller, birçok Yahudi’nin şuursuz bir şekilde yerine getireceği, yapacağı ve uygulayacağı şeyleri açık şekilde anlatmakta ve göstermektedir, işin önemli noktası buradadır. Hangi Yahudi beyninin açıklanan bu şeyleri düşünmüş olduğunu bilmek önemli değildir. Kesin olan şey, Yahudi milletinin karakter ve faaliyeti, bütün dal budak saran yayılışı ile birlikte, gözünü dikmiş olduğu son hedefleri insanı titretecek bir açıklıkla ortaya koymasıdır. Bu açıklama hakkında bir hüküm vermenin en iyi vasıtası onları olaylarla kıyaslamaktır. Son yüzyılın tarihi olayları bu kitabın ışığı altında gözden geçirilecek olursa, Ya-. hudi basının neden böylesine feryat ettiği kolayca anlaşılır. Bu kitap bir milletin her gün okuduğu bir eser haline gelirse, artık Yahudi tehlikesi önü alınmış bir tehlike olarak kabul edilebilir. Yahudileri yakından tanımak için, en iyi usul, diğer milletler arasında yüzyıllar boyunca takip etmiş olduğu usulü uygulamaktır. Bunu açık şekilde görmek için bir misal yeter. Yahudi’nin gelişmesi her devirde aynı olduğu, zarar vererek yaşadığı milletler hep aynı milletler olarak kaldığı için bu incelemeyi çeşitli bölümlere ayırmak gerekir. Bunları, sade bir ifade ile belirtmek için her bölümü harflerle işaretleyeceğim. Almanya’ya ilk Yahudiler, Romalıların istilası ile ve her zaman olduğu gibi ticaret adamı sıfatıyla gelmişlerdir. Büyük göçlerin do ^urduğu alt üst olmalar sırasında, Yahudiler dışardan bakıldığında ortadan kalkmış göründüler ve bundan dolayı ilk Cermen Devletlerinin kurulduğu günler, Orta ve Kuzey Avrupa yeni ve kesin bir şekilde Yahudileşmenin başlangıç noktası oldu. Böylece o günden beri Yahudiler ne zaman üstün ırkların arasına karıştılarsa bir gelişme başladı ve daima aynı durumda veya benzer bir halde kaldılar.
A. Yahudi ilk sabit kuruluşlar doğar doğmaz, birdenbire orada ortaya çıkar. Tüccar sıfatı ile gelir ve ilk başlarda milliyetim saklamaya önem vermez. O hâlâ Yahudi’dir, çünkü kendi ırkı ile misafiri olduğu milletin arasındaki farkları ortaya koyan dış işaretler henüz pek bariz bir şekildedir. Çünkü içine girdiği milletin dilini henüz daha iyi bilmez. Diğer milletin milli vasıfları ile arasında büyük farklar olduğu için Yahudi kendini yabancı tüccardan başka bir sıfatla tanıtmaya cesaret edemez. Kendisi pek uysal olduğu ve Yahudi’yi kabul eden millet de tecrübeden yoksun bulunduğu için, Yahudilik vasfını korumak ona pek zarar vermez, hatta böyle davranması bazı faydalar sağlar. Yabancılara karşı iltifat gösterir.
Dostları ilə paylaş: |