Zamanımızda görülen örnekler açıktır. Temelleri siyasi kabili yet ve ehliyetten mahrum ırkların temsilcileri tarafından atılmış olan devletler, hükümetlerce alınan bütün ciddi tedbirlere rağmen mah yolmaktan kurtulamamışlardır. Tarih öncesi devirlerin büyük hayvan nevileri nasıl yerlerini başka canlılara terk etmeye ve yok olmaya mecbur kalmışlarsa, belirli bir fikri kuvvetten mahrum ırklar da geri çekilmeye mahkûmdurlar. Ancak bu ırklara bekaları için lüzumlu olan silâhları fikri kuvvet verebilir.
Muayyen bir kültür seviyesini meydana getiren kuvvet, devlet değildir. Devlet bu kültür seviyesinin yükselmesinin ilk sebebi ola-| rak, ırkı koruyabilir. Aksi halde devlet değişiklik olmadan da devamlılığını sağlayabilir. Halbuki engel olmadığı ırklar ihtilâfından dolayı bir milletin medeniyet kurma kabiliyetinin pırıltısı, tarihi çok l eski yıllardan beri büyük değişikliklere uğratmaya başlamıştır. Me-| selâ şimdi boşa işleyen bir makineden ibaret olan devletimiz, bir süre yanlış bir fikre sebep olarak yaşıyormuş gibi görünebilir. Oysa milletimizin vücudunun yakalandığı ırk zehirlenmesi, medeniyetimizin çöküşüne yol açar. Esasen bu durum da şimdiden pek korkunç bir şekilde kendini göstermektedir. Demek oluyor ki, üstün !,bir insanlığın hayatının devamı için mevcut ilk şart devlet değil, gerekli melekelere sahip bulunan ırktır. Bu melekeler daima mevcuttur. Bu melekelerin kendilerini göstermeleri için, melekelerin dış | şartlar ve haller tarafından uyandırılması kâfidir. Medeniyet verici ırklar bu melekelere, dış şartlar ve durumlar uygun olmayıp, etki yapmasa da sahiptirler. Meselâ, Hıristiyanlıktan önceki Germenlerin durumlarını ele alalım. Germenlere ikâmet ettikleri kuzeydeki iklimin sertliği, yaratıcı, medeniyet verici kuvvetlerinin gelişmesine !mani bir hayat tarzını yüklemiştir. Eğer Cermenler güneyde müsait bir yere ulaşsalar ve orada basit ırkların temin ettikleri malze-I, meyi ve ilk teknik vasıtaları bulsalardı, ruhlarında uyuklayan mede-I niyet verici melekeler, Elenlerdeki kadar parlak ve büyük bir tezahür husule getirirdi. Medeniyeti doğuran bu ilk kuvvet, yalnız kuzey ikliminde yaşamaları ile izah edilmelidir. Güneye getirilen bir l Japon, medeniyetin gelişmesine bir Eskimo kadar az yardımda bu-[‘ lunabilir. Bu bakımdan Hıristiyanlıktan önceki Germenlere barbar demek, medeniyetsiz adamlar demek hata olur.
Hayır hayır!... O ihtişam dolu yaratma ve şekil verme melekesi yalnız üstün ırka verilmiştir. Bazen müsait hal ve şartlar bu melekeyi kullanma imkânını verir, bazen da aksi bir tabiat bundan kendisini men eder. işe bundan ortaya çıkan mefhum şudur: Devlet bir gayeye ulaşmanın vasıtasıdır. Gayesi, gerek fizik ve gerek ahlâk bakımından bu olan insanların gelişmesi ve bu gelişmenin devamlılığın; sağlamak tır. Önce ırkın yok edici melekelerinin gelişmesinin şartı olan esaslı vasıfları devam ettirmeğe mecburdur. Bu melekelerin bir kısmı daima fizik hayatın devamlılığına hizmet edecek ve diğer bir kısmı, fikri gelişmeleri kolaylaştıracaktır. Fakat gerçekte birinci, daim:ı ikincinin en lüzumlu şartıdır. Bu gayeye dikkatlerini vermeyen devletler, kusurlu organlardır. Yahut başka bir ‘ifadeyle cenin halinde kalmış mahlûklardır. Bu gibi devletlerin mevcut olmaları işin. rengi ni asla değiştirmez.
Biz Nasyonal Sosyalistler, yepyeni bir dünya görüşü için sava sırken, aslında karanlık ve belirsiz olan o ünlü “olaylar alanı” üzerinde yer almıyoruz. Eğer böyle davranmasaydık, yeni fikrin şampı yonlan sayılmazdık ve günümüzde hüküm süren yalanın peşinden git mis olurduk. Biz Nasyonal Sosyalistler bir örtü olan devlet ile, o örtünün içine konan ırk arasında gayet keskin ve açık bir fark gözetmek zorundayız. Bu örtü, ancak dikkati çekmek ve himaye etmek hususunda olursa, bir hikmeti ve mânâsı olduğu kabul edilir. Aksı takdirde hiçbir değeri olamaz.
Demek ki, ırkçı devletin en büyük gayesi, medeniyet veren ipti dai ırkın temsilcilerinin bekasını sağlamak olmalıdır. Bir milletin meydana getirdiği canlı bir organ, o milletin sadece varlığını sağla mak ile kalmaz, onun ahlâki ve fikri melekelerini de geliştirerek dev leti bağımsızlığın en üst derecesine yükseltir. Bize bugün devlet diye zorla kabul ettirilmek istenen şey tabiatın yanlış bir ürününden ibarettir. Bu hatalı şeyin arkasından, bir sürü ıstıraplar alayı gelmektedir
Nasyonal Sosyalistler olarak biz biliyoruz ki, dünya bizim felse femizı devrimci kabul edecek ve. bu ad altında bize hakaret edecek tir. Fakat hiçbir zaman bizim fikir, mütalâa ve hareketlerimiz, devri mizin beğenilmesi veya kötülenmesinden ileri gelmemektedir. Bı zim genç hareketimiz, şuuruna sahip olduğumuz hakikate hizmei etmek yolundaki mecburi görevden doğmaktadır. Gelecek nesille rin, teşebbüsümüzün yaptığı hizmeti takdir e^^ekle kalmayacağına faydasını da teslim edeceğine ve bizim davranışımızı saygıyla karşı layacağına emin olabiliriz.
insanlık, bu yolu takip ederken, bugün pek çok rastlanan ba rışseverlerin ağlayıp, sızlamaları ve dırlanmaları ile ümit ettikleri gayeye ulaşacak mıydı, yoksa ulaşamayacak mıydı, bunu kimse önceden, kestiremez. Aslında ulaşılacak gaye şudur: Gözyaşı döken barışseverlerin salladıkları “zeytin dalları” ile sağlanmış bir barış değil, bütün dünyayı yüksek bir medeniyetin hizmetinde bulunduran bir hâkim milletin üstün kılıcı ile sağlanmış bir barış.
Milletimizin saflığının korunması ve müşterek bir kanın verdiği tutarlılıktan yoksun bulunması durumu, bize tarifi imkânsız fenalıklar yapmıştır. Meselâ birçok Alman hükümdarlarına egemenlik verildi, fakat Alman milleti hükümdarlık haklarından yoksun bırakıldı. Bugün bile Alman milleti bu samimi tutarlılık yokluğundan zarar görmektedir. Fakat, gerek geçmişte ve gerek günümüzde felâketimize sebep olan şey, gelecekte bizim için bir nimet kaynağı olabilir. Çünkü, başlangıçta ırkımızı meydana getiren unsurlar arasın-h da kesin bir kaynaşmanın yokluğu ve bunun sonucu olarak kaynaşmış bir millet teşkil edebilmek hususunda karşılaştığımız imkânsızlık ne kadar korkunç olursa olsun, kammızdaki en iyi şeyin hiç ol-•mazsa bir bölümünün saf kalması ve ırkımızın geri kalan kısmını ezen çöküntüden kurtulmuş olması pek sevinilecek bir olaydır.
Hiç şüphe yok ki, ırkımızın ilkel unsurlarının tam bir alaşımı, dört başı mamur bir organ meydana getiren bir milletin doğmasını sağlayacaktı. Fakat her melez ırk gibi, başlangıçta en asil unsurların j,sahip oldukları medeniyeti geliştirme kabiliyetine pek az bir nispete sahip olacaktı. Yâni bu tam ve kesin karışmanın yokluğu bir nimet !’olmuştur. Bugün elan Alman milletinin içinde Kuzey Cermen ırkına mensup kimselerden meydana gelen bir “ihtiyat hazinesi” vardır ki, bunların kanları bozulmadan korunmuştur. Bu kimseleri geleceğimiz için pek değerli bir hazine olarak kabul edebiliriz. Irk kanunlarının bilinmediği ve her şahsın hemcinslerine eşit sayıldığı üzücü devrelerde, çeşitli ilkel unsurlar arasında mevcut değer farkları görülüp, takdir edilemiyordu. Bugün ise biliyoruz ki, milletimizin yapısını teşkil eden unsurların tam bir alaşımı ve bunlardan meydana çıkacak olan birlik bizi kuvvetli bir duruma getirecekti. Fakat, insanlığın göz koyması gereken yüksek gaye elin erişemeyeceği bir noktada kalacaktı, işi olumlu sonuca ulaştırmak için, kaderin seçtiği Ve açıkça görülebilen insan çeşidi, kendi meydana getirmiş olduğu bir milletin ortaya çıkardığı ırk çorbası içinde boğulup gidecekti. Bizim hiç rolümüz olmadan hayırsever kader tarafından önlenmiş şeyi, bugün yeni kazanılmış bir mefhumun kuvvetine dayanarak büyük bir dikkatle incelemeli ve faydalanmalıyız. Alman milletine verilmiş kutsal bir görevden söz eden kimse, bu işin sadece milletimizin, hatta bütün insanlığın bozulmadan kalmış asil unsurlarını korumayı kendisi için en büyük gaye kabul edecek bir devlet kurmaktan ibaret olduğunu bilmelidir. Böylece devlet ilk defa olarak, büyük bir gaye tanımış olur. Kendisine vatandaşların birbirlerini karşılıklı olarak rahatça aldatabilmelerine fırsat vermek için, asayişin korunmasına bakmak rolünü veren gülünç parolaya karşılık, Allah’ın lütfü ile bu dünyaya bağışladığı üstün bir insan nevinin korunmasından ibaret bir iş, gerçekten kutsal bir görev olur. Varlığını kendisinin içinde bulmalı iddiasına kalkan ruhsuz mekanizma, en büyük gayesi yüksek bir fikre hizmet etmekten ibaret olan canlı bir uzviyete döndürülmelidir. Reich, devlet olmak itibariyle, sadece Almanları bünyesine almalı ve bu ırkın ilkel unsurlarına sahip olan değerli yedekleri bir araya toplamalı ve korumalıdır. Aynı zamanda Reich bunları ağır ağır ve emin bir şekilde hâkim bir duruma çıkarmayı da kendine görev saymalıdır.
Eğer meselenin derinine inilecek olunursa, tembellikten ibaret olan bir devreyi, bir mücadele devresi takip edecektir. Fakat burada da “işleyen demir paslanmaz” sözünü uygulamaya imkân vardır. Aynı anda, zaferin sadece hücum ile kazanılacağı görüşü de unutulmamalıdır. Kavgamızın gayesi ne kadar büyük ve toplum, bunu anlamaktan ne kadar uzak ise, tarih göstermiştir ki, başarı ve başarının önemi de o kadar büyük olacaktır. Hedef alacağımız gayeyi açıkça görmek ve kavgaya sarsılmaz bir sebatla devam etmek bizim için yeterlidir.
Bugün devletimizi idare eden memurlardan çoğu, yarın vukua gelecek olay için mücadele etmek ve çalışmak yerine, mevcut durumunu muhafaza ettirmeyi daha uygun bulmaktadır. Bu gibiler, devleti bir mekanizma sayarlar ve mevcudiyetlerinin tek sebebi hayatta kalabilmekten ibaret olduğuna hükmederler. Hayatları daima söyledikleri gibi devlete aittir. Devlet otoritesini, bir milletin beka içgüdüsünün egemenlik hakkına sahip saymaktansa, bu organın sırf otomatik bir mekanizması kabul etmek bu kimseler için tabii olduğu kadar daha kolay ve rahattır. Gerçekte devlet ve devletin otoritesi, bu gibiler için bir amaçtır. Yahut, hayat uğrunda girişilen büyük ve ebedi kavgada kullanılan kudreti büyük silahtır. Başka bir ifadeyle, yaşamak isteyen topluluğun müşterek bir idaresinden ibarettir, işte bundan dolayı, biz Nasyonal Sosyalistler kavgamız için, fizik, zekâ ve cesaret bakımından köhnemiş bir topluluk içinde pek az mücadele arkadaşı bulabileceğiz. Bu topluluk içinde bulacağımız taraftarlar, kalpleri ve düşünme güçleri gençliğini muhafaza eden ihtiyarlar olacaklardır. Hiçbir zaman, mevcut durumlarını muhafaza etmeyi hayatlarının tek gayesi edinmiş kimseler bize katılamayacaklardır. Karşımıza, kötü kalpli olanlardan ziyade, fikren tembel olanlar ve mevcut devletin bekasında menfaatleri olan kimseler daha çok çıkacaktır, işte, bu korkunç mücadelenin ümitsiz bir şey gibi görünmesi, atıldığımız işe büyüklük vermekte ve yücelik kazandırmaktadır. Bu da biz Nasyonal Sosyalistlerin başarı ihtimalini teşkil etmektedir. Daha başlangıçta zayıf ruhluları korkutan veya çok geçmeden onların cesaretlerim kıran savaş naraları, gerçekten kavga seven nesillerin bir araya toplanması için bir işaret hizmetini görecektir.
Şu husus bilhassa bilinmelidir: Bir milletin tek bir gaye peşinde koşması için, enerji ve faal kuvvetle teçhiz edilmiş kimseler birleşerek milleti içine dalmış olduğu ataletten kurtarırlarsa, bu kimseler milletin tamamının hâkimi olurlar. Bugün birkaç kişiye zor gibi görünen şey, gerçekte zaferimizin en lüzumlu şartıdır. “Kavga” büyük ve zahmetli olduğundan en kuvvetlileri bulmak gerekmektedir. Bu seçkin zümre, fikir savaşımızda biz Nasyonal Sosyalistlere başarıyı garanti eder. Irkların saflığım bozan birleşmelerin tesirini, tabiat basit olaylarla düzeltir. Tabiat bu konuda ise melezlere pek az tolerans tanır. Bu çeşit faaliyetlerin ilk ürünleri, dördüncü ve beşinci batına kadar büyük zorluklarla karşılaşır. Kandaki birliğin azlığı, o şahısların iradeleri ve hayati enerjiler arasında birçok farklar doğurur. Halis ırka mensup bir kimse akla uygun ve düzgün kararlar alırken, karışık bir kan bütün müşkül anlarında şaşırır yahut yarım kararlar verir. Sonunda karışık kanlı kimse, temiz kanlı kimsenin hâkimiyeti altına girer. Böylece fiiliyatta daha çabuk mahvolmaya müsait bulunur. Bu hâdiselerin misalleri çoktur. Tabiat işte bu noktalarda düzeltmeler yapar. Hatta tabiat, çok kere daha ileri gider ve nesil verme faaliyetine bir sınır çeker.
Belirli bir ırka mensup bir fert, aşağı bir ırkın temsilcisi ile bir leşırse, birleşmenin sonucu seviyenin düşmesi olacaktır. Ayrıca, aralarında yaşadıkları halis ırk mensuplarına kıyasla daha zayıf zürriyet meydana getirecektir. Üstün ırktan yeni kan karışmasına engel olunduğu hallerde devam eden birleşmeler, ortaya öyle çeşitli fıkır-ler koyacaklardır ki, tabiat tarafından ustaca azaltılan mukavemet kuvvetleri, kendilerini kısa bir zaman içinde yok olmaya mahkûm edecektir veya binlerce yıl sonunda yeni bir karışım ortaya çıkacaktır. Bunlarda ise çeşitli birleşmelerden dolayı kökle birlikte karışmış olan ilkel unsurlar artık tanınmaz hale gelecektir. Böylece çeşitli karşı koyma kuvvetlerine sahip yeni bir millet meydana gelecektir. Fakat bu yeni milletin fikir ve güzel sanatlar yönünden değeri, ilk birleşmeye katılmış olan yüksek ırkın kabiliyetlerinden çok aşağı olacaktır. Aynı zamanda bu verimsiz yaratık, kanı temiz kalmış yüksek bir ırka yenilecektir. Binlerce yıl zarfında gelişen ve bu yeni milletin aynı cinsten olmasını sağlayan “sürü birliği” ne kadar büyük olursa olsun, ırkın seviyesinin düşmesi ve yaratıcı meziyetlerinin azalmasından dolayı, fikri gelişme ve medeniyet yönünden üstün olan saf bir ırkın saldırılarına karşı koyamayacaktır. Demek ki şu ilke ortaya konabilir: Her ırk birleşmesi, er geç zaruri olarak ortaya çıkan melezlerin birleşmeye katılmış ve katı temizliğinin verdiği birliği korumuş üstün unsurların yüzleşmesinde yapıldığı takdirde ortadan kalkması sonucunu verir. Melez için tehlike ancak üstün ırka mensup sorı fert unsurunun da melezleşmesi ile son bulur.
işte ırkların bozulmaları ile ortaya çıkan yaratıkların, saf bir ırk tabakasının bulunması ve yeni melezleşmelerin olmaması şartı ile, yavaş yavaş ortadan kaldırılması tabiatın sağladığı tedrici yenileşmenin ve tekrar hayat bulmanın kaynağı olur. Bu olay, kudretli bir ırk içgüdüsüne sahip olan ve özel şartlarda veya bazı özel zorlamalar sonucunda ırkın temizliğini koruyan ve devam ettiren tabii çoğalma yolundan uzaklaştırılmış insanlarda kendiliğinden ortaya çıkabilir. Zorlama son bulur bulmaz, saf kanlı unsur, hemen kendine eş olanlar arasında çiftleşmeye başlar ve bu davranış sonunda her çeşit birleşme yoluyla bozulmalara engel olur. Böylece melezleşmeden ortaya çıkan yaratıklar, kendiliklerinden arka plâna çekilirler.
içgüdünün telâkkilerine arkasını dönmüş, tabiatın ortaya koyduğu varsayımları idrak etmeyen bir kimse, tabiatın yaptığı düzeltmelere itimat etmemelidir. Demek oluyor ki, yenileşme işini yapma görevi, zekâya düşmektedir. Fakat, gözleri körleşen bir kimse, ırkları birbirinden ayıran setleri yıkmakta devam edecektir. En sonunda bir gün içinde bulunan en iyi şey mahvolacaktır, işte o vakit orada “birlik” isteyen bir çorbadan başka bir şey görülmeyecektir. Bugün sözleri kulaklarımızı tahriş eden meşhur reformcuların idealleri budur. Fakat, şu bilinmelidir ki, bu şekilsiz alaşım, dünyada her türlü idealin ölümünü ifade etmektedir. Belki bu şekilde “büyük bir sürü” meydana getirile bilinir. Böylece bu karışım sayesinde sürü hayatına düşkün bir hayvan yaratılabilir. Fakat bu alaşımdan, hiçbir zaman medeniyet yapıcı saf bir kimse çıkmayacaktır. İşte o zaman beşeriyetin görevinde kusur etmiş olduğuna hükmedile bilinir.
Dünyanın böyle bir duruma düşmemesi istenirse, o zaman Cermen ırkı dostlarımın kutsal görevleri, yeni melezleşmeleri önlemek olmalıdır. Çağdaşlarımızın dikkatlerini çekmiş olan süprüntü herifler bu fikri duyunca, haykıracaklar ve şikâyette bulunacaklardır. En kutsal haklarına tecavüz ettiğimi iddia edeceklerdir. Halbuki insanın sadece bir tane kutsal görevi vardır. Yani beşeriyette mevcut en iyi şeyini korumasına, bu imtiyazlı kimselerin gelişmelerini daha mükemmel hale sokması için kanının saf bir halde kalmasına dikkat etmektir.
Irkçı bir devlet, evlenmeleri daimi bir ırk değişmesine sebep olmaktan kurtarmalıdır, insani sebeplerden dolayı, benim tezime karşı olanların itirazlarına, bütün ecza hanelerde ve seyyar satıcılarda en sağlam anne ve babanın çocuk yapmaması için ilâçların satıldığı şu sırada hak verilemez. Günümüzün devletinde frengililerin, veremlilerin veya sakat ve aptalların nesil verme haklarını ellerinden almak, cinayet olarak telâkki edilmektedir. Diğer taraftan, sağlam milyonlarca insandan nesil verme hakkını çekip almak, hiç de fena bir hareket kabul edilmemektedir. Bu durum, ikiyüzlü cemiyetin ahlâk anlayışına aykırı gelmemekte, bilâkis fikri tembelliğini okşamaktadır. Çünkü aksi olsa idi, ırkımızın saflığını koruyabilmesi için kafalarını çalıştırmaları ve yorulmaları gerekirdi.
Bugünkü sistem idealden ve asaletten mahrumdur. Bizden sonra gelecek nesillerin menfaati ve en iyi şekilde yetişmeleri işine hiç kimse önem vermemektedir. Kiliselerin hali de böyledir. Bu kiliseler, Tanrı’nın en büyük eseri olan insanlara karşı gösterilmesi gereken saygıyı göstermemektedirler. Ruhtan bahsederler, fakat ruhun bir örtüsü olan insanın “proleter” durumuna düşmesine göz yumup, seslerim çıkarmazlar. Sonra kalkarlar, Hıristiyan inancının kendi memleketlerinde tesirini kaybettiğine ve fizik olarak çökmüş, ahlâkı da dış görünüşüyle mütenasip bir şekilde bozulmuş, sefil güruhun “dinsiz” oluşuna hayret ederler. Bunun acısını çıkarmak için de Otantolara ve Cafreslere Hıristiyanlığı yaymağa kalkışırlar. Bu arada bizim Avrupa devletleri, sofu misyonerlerini Orta Afrika’ya göndererek zenciler için misyonlar kurarlar.
iki Hıristiyan mezhebi, zencileri rahatsız edeceği yerde, bugün felâketlere ve üzüntülere yol açacak hastalıklı bir çocuğa hayat bahse tmektense, gürbüz fakat zavallı bir küçük yetime merhamet gösterip, ona ana-baba hizmetinde bulunsaydı, Tann’nın daha çok hoşuna gidecek bir şey yapmış olurdu
Irkçı devlet, bugün bu konuda yapılması ihmal edilmiş veya bilhassa yerine getirilmemiş olan şeylerin tamamını tamir etmelidir. Irkçı devlet, ırki toplum hayatının merkezi durumuna getirmeli ve ırkın halis kalmasına nezaret etmelidir. Aynı zamanda, bir milletin en değerli malının “çocuk” olduğunu kabul ve ilân etmelidir. Yalnız, sağlam olanların çocuk yetiştirmelerini sağlamalıdır. Irkçı devlet şunu söylemelidir: Bir hastalığa tutulmuş iken ve birtakım büyük eksiklikleri haiz iken, çocuk yapmak en ayıp bir harekettir. Bu durumda en şerefli hareketin çocuk yapmaktan vazgeçmenin olacağı anlatılmalıdır. Devletin bu müdahale hakkı vardır. Çünkü devlete, bir milletin binlerce senelik bir geleceği teslim edilmiştir. Bu durum karşısında ferdin arzulan bir hiçten ibarettir. Ferde boyun eğmekten başka yapacak bir iş düşmez. Devlet, fikrini aydınlatmak için modern tıp ilminden istifade etmelidir, irsi bir sakatlığı bulunan ve bu hali zürriyetine intikal edecek olanlara nesil yetiştirmek hakkına sahip olmadıkları anlatılmalıdır. Aynı zamanda devlet, sağlam bir kadının çok evlât yetiştirmek gibi Tann’nın bir lütfü olan kabiliyetinin, hükümet sisteminin mali siyasetiyle tahdit edilmemesine dikkat etmekle görevlidir. Devlet, çok evlât yetiştiren ailelerin teşekkülüne imkân hazırlayacak sosyal şartlara karşı gösterilmekte olan tembel tutuma ve lâkaytlığa son vermelidir. Devlet kendini, değeri takdir edilemeyecek kadar yüksek bir milletin en büyük koruyucusu bilmelidir. Devletin dikkati orta yaşlılardan ziyade çocukların üstünde olmalıdır. Fizik ve ahlâkça sağlam olmayan bir kimse çocuklarının vücudunda kendi sakatlığını devam ettirmemelidir. Devletin terbiye yönünden yerine getireceği büyük bir görevi vardır. Irkçı devlet, millete terbiye yoluyla, hastalıklı ve zayıf olmanın utanılacak bir hal olmadığını, aksine açınılacak bir felâket olduğunu ve bencillik şevkiyle bu felâketi, masum bir çocuğa intikal ettirmenin ise cinayet olduğunu öğretmelidir. Devlet bu ilkelere göre hareket etmek için gayesinin anlaşılıp anlaşılmadığını, uygun veya uygunsuz bulunduğunu tahkik ile vakit geçirmemelidir. Herhangi bir kimse, sorumlu olmadığı bir hastalıktan mustarip olup da, çocuk yetiştirmekten vazgeçer ve sevgisi ile şefkatini, milletinin ilerde canlı ve gürbüz olacağı tahmin edilen fakir bir çocuğuna tahsis ederse, gerçekten asil bir harekette bulunmuş ve insani hissiyat göstermiş olur. Fizik bakımından soysuzlaşan veya akıl hastalıklarından mustarip olan kimseler, altı yüz sene çocuk yetiştirmekten men edilmiş olsalardı, bugün insanlık birçok vahim dertlerden kurtulmuş olurdu. Öyle sıhhatli bir nesilden faydalanılır ki, bunun olumlu sonuçlarını tahmin etmek bile zordur. Milletimizin en sağlam ve kuvvetli unsurlarının nesil vermelerini şuurlu ve sistemli bir şekilde teşvik etmek ve kolaylaştırmakla öyle bir ırk meydana gelir ki, bu ırkın rolü, hiç olmazsa daha işin başlarında bugün acısını çektiğimiz fizik ve ahlâk yönünden çöküntülere sebep olan tohumları saf dışı etmek olur. Çünkü bir millet ve bir devlet bu doğru yolu tutunca, pek normal olarak ırkın değerini geliştirmeye ve verimliliğini artırmaya önem verilecektir.
Bunda başanlı olmak için, bir devletin her şeyden önce yeni elde edilmiş bölgeyi kolonize etme işini tesadüfe bırakmaması ve bu kolonizasyonu belirli kurallara tabi tutması gerekir. Bilhassa, teşkil edilen “ırk komisyonları” şahıslara kolonizasyon izni vermelidir. Bu izni almak için konacak şart muayyen bir ölçüde ırk saflığı ve bunu ispat etmek olmalıdır. Böylece vatan etrafındaki koloniler yavaş yavaş bu şekilde kurulmuş olur. Bu koloniler millet için değerli bir hazine olacaktır. Kolonilerin gelişmeleri milletin her ferdini gurur ve neşeyle dolduracaktır. Çünkü bu koloniler, bizzat milletin ve insanlığın, mesut geleceğinin tohumlannı ihtiva etmektedir. Bu daha iyi dönemi meydana getirmek, ırkçı devletçe fiile konmuş ırkçı düşüncelerin işidir. Böylece insanlar, artık köpek, kedi ve at gibi hayvan nesillerinin ıslahıyla uğraşmaktan ziyade, ırkların ıslahıyla meş gül olacaklardır, insanlık tarihi bu durum karşısında, gerçeği görmüş ve nesil vermelerinin mahzurlu olacağını anlamış kimselerin sükût içinde feragat göstermelerine ve kendilerini feda etmelerine şahit olacaktır. Bu ruhi davranışı mümkün olacağı, yüz binlerce insanın dini bir kanunla zorlanmadıkları halde kendiliklerinden bekârlığa mahkûm oldukları bu dünyada inkâr edilemez.
Eğer kilise tarafından insanlara, Tanrının başlangıçta yaratmış olduğu insanları çağıran bir ihtar yapılırsa, böyle bir feragat neden • mümkün’ olmasın? Hiç şüphe yok ki bugünkü o değersiz burjuvalar bunu hiç anlamayacaklardır. Gülecek ve o biçimsiz omuzlarını silkecekler ve şöyle diyeceklerdir: “îlke olarak güzel ama, imkânı yok!’” Gerçekten bu iş onlara göre değildir. Onların dünyası bu iş için yapılmış değildir. Burjuvaların tek endişeleri kendi hayatlarıdır. Yukarıda açıkladığım düşünceler, biz Nasyonal-Sosyalistlere göre devlet değerinin ölçüsünü ortaya koyabilir. Ancak bu değer her milletin kendi özelliklerine göre değişebilir. Gerçekte ise bu değer, insanlığın seviyesine yükseltilirse “mutlak” duruma” gelecektir. Yâni bir devletin medeniyet alanına ulaştığı seviye ölçü olarak kabul edilmekle, o devletin faydası hakkında bir hüküm verilemez. Bu hüküm, özellikle bu canlı organın her millet için ortaya koyduğu faydaya göre verilebilir.
Devlet, temsil ettiği milletin hayat şartlarına tekabül etmekle “ideal devlet” niteliğini kazanmaz. Devletin varlığı, temsil ettiği milletin hayatını tatbiki surette sağlarsa “ideal devlet” olarak kabul edilebilir. Devletin dünyada kültür bakımından ne kadar önemi olursa olsun, bu önemin millete hiçbir faydası yoktur. Çünkü bir devletin vazifesi, yaratmak değildir. Devletin vazifesi mevcut kuvvetlere yol açmaktır. Demek ki bir devlet, kendi medeniyetini, en yüksek medeniyetin temsilcilerinin ırk derecesine ulaştırırken çökerse, o devlet hatalı yola girmiş olur. Çünkü o zaman bu kültürün varlığını korumak yolundaki ilk önemli şarta saygı göstermez. Kültür devletin işi değildir. Bu kültür, devletin canlı organı tarafından takviye edilmiş olan medeniyet kurucu bir milletin eseridir. Devlet, bir cevher temsil etmez. Devlet, bir şekil ifade eder. Bir milletin ulaştığı medeniyet seviyesi, o milletin içinde yaşadığı devletin taydaşını ölçmek imkânını vermez. Meselâ, medeniyet verici bir millet, bir zenci kabilesi gibi yaşayabilir. Hatta bu milletin devlet olarak meydana getirdiği teşkilât, zenci topluluğunun meydana getirdiği kabileden daha da fena olabilir. İşte devletin rolü burada belli olur. Kötü bir devlet bir milletin başlangıçta sahip olduğu yaratıcı melekelerin kaybına sebep olur.
Dostları ilə paylaş: |