BÖLÜM 15
Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet’in, en esaslı ve en büyük gayesi, devletin temeli olanların terbiye, tahsil ve muhafazasından ibaret olmamalı ve aynı zamanda da ırkın unsurlarını sadece ırk unsuru olduklarından dolayı teşvik, terbiye ve tatbiki hayat için hazırlamakla yetinmemelidir. Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet’in teşkilâtını bu iş ile ahenkli bir hale getirmesi de çok lüzumludur, insanların kıy metlerini, mensup oldukları ırklarına göre takdir etmek ve sonunda Marksıstlerin “Bir kimse diğer bir kimseye aittir.” yolundaki düşün çelerine savaş açıp, bu mücadeleyi son neticelerine kadar devam ettirmek lâzımdır. Irkın ehemmiyetini kabul etmek, ırk prensibini bütün uluslararasılığı ile teslim etmek, mantıken ferdin kendine has kıymetini de göz önünde tutmayı icap ettirir. Nasıl ki, insanlara da hil oldukları ırklara göre ayrı ayrı kıymet veriliyorsa, topluluk için deki kimselere de, aynı şekilde muamele etmek lâzım’ dır. Teşek küllerindeki kan aynıdır. Ancak, ayrıntıda bin türlü ince farklaı ihtiva ederler. Bu aksiyonu kabul etmek, önce birtakım inceliklere girişmeden, topluluk içinde yüksek diye tanınan unsurları teşvik et mek ve bunların sayılarını çoğaltmak lâzımdır. Bu kolaydır. Keza hemen hemen mekanik bir biçimde vazgeçilmiş ve çözümlenmiş tir. Gerçekten, kalabalık içinde büyük bir değere sahip “kafa’lan tespit etmek ve diğerlerinden ayırmaktan, bilhassa millet için en faydalı olan kimseyi bulmak daha zordur. Kıymet ve ehliyetlerin tespiti, artık bu mekanik vasıtalarla meydana gelmez. Her gün, de vamlı bir gayret sarf etmeden, bunu ifa etmeğe imkân yoktur.
Kütle halindeki demokratik fikri bir kenara iterek bu dünyayı en iyi millete, yâni yüksek kimselere vermeye eğilimli olan bir doktrinin, mantıken bu milletin içinde aynı aristokratik ilke hareketlerini uyandırması ve emir ile kumandayı, nüfuz ve tesiri en iyi “ka-fa’lara vermesi gerekir. Bu doktrin, ekseriyet fikrini temel olarak almaz. O, şahsiyet üzerine bina kurar.
Bugün Nasyonal Sosyalist Irkçı Devlet’in, diğer devletlere karşı servet ve fukaralık arasında daha adil bir denge temini suretiyle aşağı sınıflara daha geniş bir hak tanıması yahut iyi paylaştırılmış ücret kabul etmekle daha üstün bir iktisadi teşkilâta sahip olması gibi, sadece maddi bir farktan başka hemen hemen hiçbir fark ve üstünlük göstermemesi lâzım geleceğini zanneden bir kimse, çok gerilerde kalmış bir adamdır ve bizim doktrinimiz hakkında zerre kadar bir fikre sahip değildir. Bu bahsettiğimiz şeylerin hiçbiri bir devamlılık veya büyüklük vasfı taşımaz. Zaten, bu kadar sathi ve basit bir vasfa sahip bir ıslâhat hareketi ile yetinen bir millet, milletler arasındaki mücadelelerde zafere ulaşabilmesi için ufacık dahi olsa bir şansa sahip değildir. Esasen ifa ettiği mukaddes vazifede, insafa uyan bir eşitçilik açısından yapılacak ıslâhattan başka bir şey tasavvur edemeyen bir “hareket”, bir çevreyi esaslı bir şekilde ıslâh etmek söz konusu olduğu zaman, artık tesir kabiliyetine ve kudretine sahip olamaz. Bu “hareket”in bütün uygulaması, sonunda yüzeysel şeylere özgü kalır ve halk bugün mustarip olduğumuz zaaflara karşı (çok istek duymasına karşılık) zaferi sağlayacak teşkilâtı kuramaz, insanı daha iyi anlamak için, kültürün gelişmesine ait menşelere ve hakiki sebeplere tekrar bir göz atmak faydalı olacaktır, insanı, hayvandan ayıran ilk husus, insanın icada doğru attığı ilk adımdır. Bu hamle başlangıçta hayat mücadelesini daha rahat ve kolay yahut sadece mümkün hale getirecek hile ve kurnazlıkların bulunmasından ibaret kalmıştır. Gayet ilkel olan bu icatlar insanın hissini açık olarak ortaya koyamaz. Çünkü, gelecek nesillerin nazarlarında ve ilk insanla her günkü insanın nazarında bu icatlar ancak müşterek zekânın tezahürleri gibi görünür.
insan, hayvanın gözlemlenebileceği yâni sezebileceği hile ve kurnazlıkları o hayvanların kazanılmış vakaları gibi kabul eder. Bu hadiselerin esas sebeplerini tespit edemediği için, bunlara içgüdüye dayanan usuller vasfını takmakla yetinir.
Halbuki, bizim vakamızda bu “içgüdü” kelimesinin hiçbir mânâ sı yoktur^Her kim canlıları ehlileştiren bir gelişmeye inanırsa onların faaliyetlerinin bütün şekil ve tezahürlerinin daima şimdiki şekil altında mevcut olmadığını teslim etmek zorundadır. Belirli bir kimse ilk hareketi yaptı ve daha sonra bu hareket birçok kimse tarafından tek rar ve taklit edildi. Neticede bu hareket insanların her birinin şuuru altına girdi ve artık bir içgüdü gibi kendini göstermeğe başladı.
Bu mekanizma insanda daha kolaylıkla anlaşılır ve kabul edilir Hayvanlara karşı mücadelede ilk hile ve kurnazlıklar hiç şüphe edilmesin ki, başlangıçta özellikle kabiliyetli kimselerin işi olmuştur. Şahsiyet burada da, muhakkak ki kararların ve icraatın temelini teşkil etmiştir. Sonra bu karar ve icraat bütün bir insanlık tarafından ispata ve şahide lüzum kalmayacak şekilde kabul edildi. Bugün bizim için bütün stratejinin esasını teşkil eden bazı açık askeri ilkeler de, başlangıçta zorunlu olarak, azim ve karara sahip bir “kafa”da tasavvur edilmişlerdi. Ancak aradan seneler, binlerce sene geçtikten sonra, kamu tarafından kabulüne şahit icap ettirmeyecek bir açıklıkla kabul olundu.Her insan zamanla birinci buluşa bir ikincisini ekledi, veya ilk buluşunu geliştirdi. Bir eşyayı, bir yaratığı kendi hizmetinde kullanmayı öğrendi. O zaman, insanın asil yaratıcı faaliyeti, bugün de gözlemlediğimiz şekilde kendini göstermeğe başladı. Yontulmuş taşın kullanılması, vahşi hayvanların ehlileştirilmesi, ateşin keşfedilmesi vs. gibi icatların her biri ve zamanımızda bizi hayret içinde bırakan bütün icatlara ulaşıncaya kadar yapılan hareketler, esasında açık bir şekilde ferdin yaratıcı çalışmasına ilişkindir. Bu buluşlar ne kadar yeni, ne kadar mühim veya ne kadar çok hayret verici bir vasfa sahip iseler, bütün bu buluşların ferdin yaratıcı mesaisine taallûk ettiği hakikati de daha aşikâr olarak gözümüze çarpar, işte bundan dolayı kesin esaslara dayanarak biliyoruz ki, çevremizdeki buluşların tamamı tek başlarına fertlerin yaratıcı kuvvetlerinin ve doğuştan gelen yeteneklerin sonucudur. Bütün bu buluşlar neticede insanı, hayvanın üstüne çıkarır ve kati bir şekilde insanı hayvandan ayırır.
Tarihten evvelki zamanların orman içinde yasayan insanına hayatını korumak imkânım veren kurnazlık bugün hâlâ en harika ilmi zafer şekli altında, insanlara hayatları boyunca yardımcı olmaktadır. Ve insanlara gelecekteki mücadeleleri için zırhlar yapmak imkânını temin etmektedir. insanın bütün emel ve düşünceleri, bütün icatları bu dünya |üzerinde yaşayan insanların mücadelelerini kolaylaştırır. Hatta, bir adın, bir keşfin veya büyük bir ilmi mütalâanın tatbiki faydasının crhal anlaşılması bile, insanın diğer canlıların üstüne çıkmasına ardıma olur ve insanı her bakımdan bu dünyada hâkim bir mahlûk yapacak derecede takviye ve tahkim eder.
Bütün icatların münferit birer yaratıcı kudretin neticesi olduğu görülür. Bu müstakil fertler ister kendileri arzulamış olsunlar, ister İrzulamamış olsunlar, bir noktaya kadar insanlığın velinimetidirler. Bu gibi kimselerin hareketleri, milyonlarca insanın eline hayat
I mücadelelerini kolaylaştıracak birçok vasıtaları vermektedir. Günü-Rlüzdeki medeniyetin başlangıcında, daima birtakım mucitlerin jahsiyederini görmekteyiz. Bu mucitler olumlu hareketleri ile bir-İirlerini tamamlarlar ve karşılıklı olarak birbirlerini tahdit ederler. ÎCatların ve keşiflerin gerçekleşmeleri ve tatbiki surette uygulamaya taşlamaları zamanında da, tamamen bu böyledir. Çünkü açıklama sılalarının tamamı, icat sorununa ve bundan dolayı kişiye ilişkin-lir.
Nihayet her türlü ölçüden uzak bulunan, fakat sonraki her tür-llü teknik icadın şartım meydana getiren sadece yaradılışa ilişkin ça-I lişma, kendine özgü şahsiyetin sonucu gibi görünür.
Meydana getiren kuvvet, topluluk değildir. Teşkilât kuran ya Jda düşünen çoğunluk değildir, daima her yerde, tek başına kişidir.
Bir topluluk sadece, bu yaratıcı kuvvetlerin çalışmalarını en lyüksek dereceye yükselttiği ve bu çalışmaları topluluğun menfaati-|fte uygun bir şekilde tanzim ettiği zaman, “iyi bir teşkilâta” sahip fcgörünür, ister maddi aleme, ister manevi aleme ait olsun, bir buluş ficin en çok değerli olan şey, önce mucidin şahsıdır. Bir toplulu-I gün teşkilât içindeki en büyük ve en yüksek vazifesi, o teşkilâttan ‘>• kamunun menfaatine uygun bir şekilde faydalanmaktır.
Hakikatte ise, teşkilât bizzat bu prensibin uygulamasını bir an Uçin bile gözden ve akıldan uzak tutmamalıdır. Ancak bu şekilde, 1 teşkilât, makineciliğin felâketlerinden kurtulacak ve canlı bir organ i haline gelecektir. Teşkilât, iyi “kafa’ları topluluğun üstüne çıkarmak ve topluluğu da bu “kafa’ların emirleri altına koymak eğilimini or-taya çıkarmalıdır.
Teşkilât, insanlığın nail olduğu lütfün hiçbir zaman kütleden gelmediğini, yaratıcı dimağlardan çıktığım bilmeli ve ırkın hakiki velinimetlerinin onlar olduğunu kendine ilke edinmelidir. Aynı zamanda teşkilât bu ilkeyle hareket etmelidir. Teşkilâtın bu seçkin şahıslara hâkim bir nüfuz ve tesir ederek, hareket ve nüfuzlarını kolaylaştırması, kamunun menfaatinedir. Çünkü bu genel menfaatleri, hiç şüphe yok ki ne aptalların veya ehliyetsiz olanların hâkimiyeti ne halk topluluklarının çoğunluğu temin edecektir. Mutlaka yüksek kabiliyetlere sahip kimseler işleri ele almalıdırlar .
“tktidarlı Kafa” aranması, daha önce de söylediğimiz gibi hayat mücadelesinin haşin seleksiyonuyla meydana gelir. Birçoğu parçalanır ve yok olur. Böylece o işte ehil olmadıklarını gösterirler. Sonunda seçkin sıfatıyla seçilenlerin ve diğerlerinden ayrılanların sayıca pek az oldukları görülür. Tefekkür, güzel sanatlar ve iktisat âleminde bu seleksiyon işi hâlâ bugün kendini göstermektedir. Fakat, bugün iktisat âleminde “iKTlDARLI KAFA”yı seçme uygulaması birtakım ağır yükler altında kalmaktadır.
Devletin idaresi ve askeri teşkilâtın şekillendirdiği kudret de bu kişilik fikrinin aynı derecede egemenliği altındadır. Bunu her yerde, astlar üzerinde mutlak otorite, liderlere karşı tam mesuliyet şekliyle görmek mümkündür. Yalnız siyasi hayat, bu tabii ekseninden bugün tamamen kurtulmuştur. Bütün medeniyet ferdin yaratıcı faaliyetinin neticesidir. Halbuki ekseriyet prensibi her hükümetin özellikle en yüksek akıllılarında bulunmakta ve oradan da yavaş yavaş memleketin bütün hayatım zehirlemektedir.
Esas itibarıyla, Yahudiliğin yıkıcı tesirini kendisi kabul etmiş olan milletlerde, şahsiyetin nüfuzunu yıkmak ve yerine kütlenin nüfuzunu ikame etmek için devamlı bir şekilde gösterilen gayretlen bilmek ve anlamak lâzımdır. Üstün ırklardaki yapıcılık prensibi, yerini Yahudilerin yıkıcılık prensibine terk etmektedir. Yahudiler, milletlerin ve ırkların bozulma mayaları olmaktadır. Bir başka ifadeyle Yahudiler, medeniyeti çöküntüye sürüklemektedir.
Marksizm’e gelince, bu doktrin Yahudi’nin medeniyet sahasında bütün faaliyet şekilleri içinden şahsiyetin üstünlüğünü hariç bırakarak, yerine adedin üstünlüğünü getirmek için gösterdiği gayreti temsil eder. Siyasal bakımdan parlamenter biçim bu doktrine karşılık gelir. Komünün en küçük hücresinden uygarlığın doruğuna kadar, her yanda bu parlamento biçiminin uğursuz etkileri görülür. iktisadi sahada sendikalist tahriklere yol açılmaktadır. Bu sendi-kalist tahriklerin işçilerin menfaatlerine olacağı düşünülemez. Yalnız, uluslararası Yahudiliğin yıkıcı emelleri bu tahriklerden faydalanır.
iktisadi hareket, şahsiyet prensibinden ne kadar uzaklaştırılırsa ve iktisadi hareketin faaliyeti topluluğun nüfuz ve tesirine teslim edilirse, ekonomik hareketin yaratıcılık niteliği de o kadar zayıflar. Neticede kaçınılması imkânsız bir çöküş arz eder.
Çeşitli mesleklerdeki danışma bürolarının hepsi kullandıkları kimselerin menfaatlerini hakikaten takip edecekleri yerde, bizzat üretim üzerinde bir nüfuz ve tesir yapmaya çalışırlarsa, aynı yıkıcı gayeye bilmeyerek hizmet etmiş olurlar. Bunun neticesi şu olur. Bu hareketten genel üretim ve bu surette fert zarar görür.
Keza, bir milletin mensuplarının ihtiyaçları, kâğıt üzerinde sözle ve nazariyatla tatmin edilemez. Topluluğun genel çalışması neticesinde, ferdin menfaatlerine hizmet edecek olan nimetlerin her gün herkesin hissesine düşen miktarının çoğaltılması ile bir milletin mensuplarının ihtiyaçları giderebilinir.
Mesele, Marksizm’in topluluklar hakkındaki nazariyesine dayanarak, şimdiki iktisadiyatın vazifesini ele alıp, bu iktisadiyatın devamlı olup olmayacağını münakaşa etmek değildir. Kaldı ki, bu prensibin doğru veya yanlış olduğu hakkındaki münakaşa, bugün mevcut durumu gelecekte yönetmeye ehil olduğunu ispat etmesiyle çözümlenemez. Şayet, bir uygarlık yaratmaya ehil olduğunu ispat ederse, ancak o zaman sorun çözümlenmiş olur.
Bu faaliyetin başarıyla münasebeti ne olursa olsun, bu başarı, Marksizm’in miras bıraktığı şeyi hiçbir zaman kendi ilkelerini uygulama suretiyle meydana getiremeyeceği yolundaki olumlu iddiamız ve olumlu hadiseler karşısında ehemmiyetli bir durum arz etmez. Çünkü, Marksizm fiiliyatta bunun açık delilini bizzat vermiştir.
Marksizm işte bundan dolayı kısa bir zaman sonra “şahsiyet” prensibine boyun eğmiştir. Bu durum Marksizm’in kendi teşkilâtının bu teoriden azade kalamayacağını açıkça göstermektedir. Bunlar “ırkçı felsefe”nin en esaslı eylemleridir.
Eğer, bugün Nasyonal Sosyalist Hareket yukarıda izah ettiğimiz esaslı konunun önemini tesadüfen kavramamış olsaydı ve mevcut vaziyeti az çok değiştirerek Marksistlerin işine gelen şekilde çoğunluğun egemenliği sistemini kabul etseydi, sonuçta Marksistlerle aynı paralele düşecek ve böylece birbirlerine rakip iki siyasi oluşumdan ibaret kalacaklardı. Hareketimizin toplumsal programı, şahsiyeti bir kenara itip ve yerine çoğunluğu koymayı ilke edinse idi, işte o zaman “Nasyonal Sosyalizm” de mevcut burjuva partileri gibi Marksizm zehri ile zehirlenmiş bir halde olacaktı. Irkçı devlet bütün bu iktisadi ve siyasi çevreleri parlamenter çoğunluk ilkesinden, yani topluluğun vereceği karardan tamamen kurtarmalıdır. Bunun yerine, hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan, “bireyin”in hukukunu koymalıdır. Bütün bu anlattıklarımızdan çıkan sonuç ve dünyayı tehdit eden Marksizm’e karşı alınacak tedbir şudur:
En 172 anayasa ve en güzel devlet kuruluşu, topluluğun en seçkin unsurlarına rehberin önemini, âmir ve hâkim olanın nüfuzunu tabii bir şekilde temin edecek olan siyasi teşkilât şeklidir, iktisadı sahada kabiliyetli olan kimseler ifa edecekleri işlerin başlarına yukardan yapılan atamalarla getirilemezler. Bu yetenekli kimseler dikkatleri kendi üzerlerine çekmelidirler.
Tahsil, en basit dükkânda çalışırken en muazzam teşebbüse gelinceye kadar her kademede temin edilir: Yalnız, fertler “hayat imtihanları” geçirmekte devam ederler.
Siyasi liderlerin de, bir gün içinde kalabalık arasında bulunamayacakları aşikârdır. Fevkalâde kabiliyete sahip olanlar, basit insanlar gibi aynı kaidelere bağlı değildirler.
Devletin bütün teşkilâtında “komün”ü teşkil eden en küçük hücreden, bütün bir memleketin en yüksek mertebesine varıncaya kadar “şahsiyet prensibi” esas alınmalıdır.
Eskiden Prusya ordusunu, Alman milletinin hayran kalman bir organı haline getiren ilkenin temelini bu siyasi sistem teşkil etmiştir. Her liderin, emrindeki kimseler üzerinde tam bir oto-rite”si ve üstlerine karşı da tam bir “sorumluluğu” olmalıdır.
Bugün dahi parlamentolar denen esnaf localarından vazgeçilmez. Yalnız bu parlamentoların bütün müzakereleri birer danışma mahiyetindedir. Parlamentolar esasta lüzumludur. Çünkü öyle bir çevre meydana getirirler ki, bugün kendilerine büyük sorumluluklar verilecek olan liderler, bu parlamentolarda yavaş yavaş terbiye görerek pişerler.
Dostları ilə paylaş: |