BÖLÜM 25
Hareketin büyük bir hızla büyümesi, bizi 1922 yılı içinde, bugün bile kesinlikle halledilmemiş bir dâva hakkında bir karar almaya zorladı. Hareketin, toplulukların kalbini ve fikrini kazanabilmesi için çabuk ve kolaylıkla tatbik edilecek usulleri tetkik ettik. Yaptığımız bu teşebbüslerde, işçinin sadece mesleki ve ekonomik alandaki müttefiklerinin, bizden daha başka düşünen çeşitli siyasal fikirlere sahip kimselerden ibaret bulunmasıyla tamamen bizim adamımız olamayacakları yolundaki itirazlarla devamlı bir şekilde karşılaşıyorduk. Bu itiraz oldukça ciddi idi. Bir sanat sahibi olan işçinin, bir sendikanın üyesi olmadan yaşaması imkânsızdı. Bu kadro içinde o-nun ancak sanat kıymeti korunuyor, esnaflığı da ancak sendika yoluyla bir nevi devam garantisi elde edebiliyordu, işçilerin çoğunluğu kooperatif aleyhinde ücretler için direnmişler ve işçiye kısmi bir gelir temin eden ücret tarifesiyle susturulmuşlardı. Şüphesiz ki bu direnmeler, bütün işçiler için fayda temin etti. Özellikle, namuslu bir adamın, mücadele haricinde kalmış olmasına karşılık sendikaların şiddetli mücadeleleri neticesinde elde edilmiş ücreti cebine attığı vakit, vicdanında bir endişe doğuyordu. Normal burjuva işleriyle bu mesele pek zor hallolunabilirdi. Bu işler, meselenin gerek ahlâki ve gerekse maddi safhasına katiyen nüfuz edemezdi. Burjuva kendi iktisadi faydalarını ön plâna aldığı için, işçi kuvvetlerinin tamamının bir teşkilâta sahip olmasına karşıydı. Sırf bu sebeplerden dolayı, burjuvalardan çoğu hür bir fikir ve kanaate erişebilmekte zorluk çekiyordu. Bu dâvada hiç ilgi ve faydaları olmayan, ağaçları görmediklerini ileri sürerek ormanı görmemek isteğine yenilmeyecek olan üçüncü şahıslara başvurmak zorunluydu. Onlar, iyi niyetleri sayesinde, bizim bugünkü ve gelecekteki hayatımıza bağlı bir dâvayı kolaylıkla idrak edebileceklerdir.
Sendikaların gayesi, lüzumu ve özü etrafında, kitabımın ilk bölümünde açıklamalar yapmıştım.
Devlet, gerek koruma tedbirleri aracılığıyla (ki genellikle sonuçsuz kalır) ve gerek yeni bir toplu eğitim ile, işçinin işverene karşı durumunda bir değişiklik meydana getirmedikçe, işçi için iktisadi topluluğun üyesi olması dolayısıyla, eşit hakkım ileri sürüp çıkarlarını savunmaktan başka yapacağı bir husus kalmayacaktır. Bu birlik ruhuyla tamamen muvaffak olunur ve vatandaşların, müşterek hayatlarım tehlikeye koyabilecek birçok sosyal haksızlıklar tamir edilir. Kaldı ki, ben bütün beyanatlarımda daha da ileri gidiyordum. Yani toplum vazifeleri duygusuna zerre kadar malik olmayan, hattâ sadece bir insaniyet hissi bile beslemeyen patronlara esir insanlar bulundukça, işçinin bu hakkının tabii telâkki edilmesini korumak i-cap ettiğinde, dayanışmanın korparatif temel üzerinde işçilerin bir grupmam şeklini alması gerekeceği sonucuna varıyordum.
1922 senesinde genel düşüncemde hiçbir nokta değişmiş olmuyordu. Fakat aydınlık ve açık bir ilke hâlâ bulunmamıştı. Yalnız kazanılmış bilgiden dolayı bir memnuniyet göstermek yaraşmazdı. Onlardan uygulama alanında da sonuçlar çıkarmak gerekirdi.
Aşağıdaki davalara açıklık kazandırmak pek lüzumluydu:
1) Sendikalar gerekli midir?
2) Nazi partisi kendisinin kooperatif olduğunu mu ilân etmeli, yoksa üyelerim herhangi bir sendika kadrosuna kanştırmamalı mıdır?
3) Sadece Nazi bir sendikanın vasıfları neler olmalıdır? Böyle bir sendika olduğu takdirde maksadı ve işi neler olacaktır?
4) Bu husus uygulama alanına nasıl konacaktır?
Birinci soruya gereği kadar cevap vermiş olduğumu zannederim. Durumun bugünkü görünüşüne bakılırsa, fikrimce, sendikalardan vazgeçilemez. Tam tersine onlar milletin ekonomik hayatının en lüzumlu kuruluşları arasında bulunmaktadırlar. Önemleri yalnız toplumsal mahiyette değil, milli mahiyettedir.
Kaldı ki, halk kütlelerinin hayati ihtiyaçlarının karşılandığını gören ve bununla beraber sağlam ve dürüst bir sendika teşkilâtı sayesinde bir çeşit terbiye ve disiplin alan bir millet, bu sebepten dolayı hayat kavgasında genel bir karşı koyma kuvvetinin, fevkalâde bir şekilde arttığını da görür.
Sendikalar -her şeyden önce- ticaret odalarının, istikbaldeki ekonomik parlamentoların köşe taşı sıfatları ile gereklidirler.
Böylece ikinci sorunun çözümü de aynı biçimde kolaylaşır. Eğer mühim olan kooperatif ise, Naziliğin bu konuda yalnız kuramsal değil tatbiki bir şekilde de bir yer alması lüzumludur. Fakat, nasıl olmalıdır? işte bu sorunun cevabı oldukça zordur.
Nazi hareketi şu fikre inanmalıdır. Hareketin gayesi ırkçı Nazi devletini kurmaktan ibarettir. Böyle bir devletin gelecekteki bütün kuruluşlarının aksiyonu bizzat kökten “gelişme” bulmayı icap ettirir. Evvelce yetişmiş birtakım “yedek insan” hazinesine sahip olmak lüzumu vardır. Hiçten veya sadece kamu kuvvetinden hareketle, birdenbire muayyen bir teşkilât meydana getirileceğine inanmak büyük bir hata olur. Mekanik bir surette meydana getirilmesi pek çabuk kabil olan ve dış görünüşten çok daha önemli bulunan ruh, şekle daima canlılık vermelidir. Toplumsal bir vaziyete bir Führer ilkeleri, zorla empoze edilebilir. Ancak bu ilkelerin, gerçekten diri olmaları ve en küçük ayrıntıya varıncaya kadar ağır ağır meydana gelmeleriyle kabildir. Bunlar yıllar boyunca seçilmiş ve hayatın acı gerçeklerinden kuvvet ve metanet kazanmış ve bu şekilde Führer’in düşüncelerim fiile çıkarmaya kabiliyetli hale gelmiş bir insan malzemesi üzerine kurulmalıdır.
Demek ki bir güç kesesinden yeni bir devletin anayasası için pek ani olarak taslaklar çıkarılabileceğine ve bu taslakların yukarıdan gelme emredici bir sesle kabul ettirilebileceğine ihtimal verilmemelidir. Bunu tecrübe etmek mümkündür. Yalnız sonuç, muhakkak ki sürekli olmayacaktır. Çünkü çoğu zaman bu, ölü doğmuş bir çocuktan farksız olacaktır, işte bu husus Alman milletine, We-imar anayasası ile beraber, son elli yıl içinde yaşanan olaylar ile hiçbir ilişiği bulunmayan yeni bir bayrak armağan etmek girişimini hazırlamaktadır.
işte bunun için Nazi devleti bu yoldaki tecrübelerden sakınmalıdır. Devlet çoktan beri mevcut olan iç teşkilâtı ile gelişebilir. Bu teşkilâtın özü itibariyle, sonunda canlı bir Nasyonal Sosyalist devlet yaratabilmek için Nasyonal Sosyalizmin canlı ruhunda hayat bulmuş olması gerekir. Yukarıda önemine değindiğim gibi, yavru verecek hücreleri çeşitli meslek temsillerinin yönetim odalarına ve daha doğru bir deyimle her şeyden önce korporasyona dayanmalıdırlar. Eğer bu sonraki mesleki temsil ve merkezi ekonomik parlamentonun bize bir Nazi müessesesi tarafından sunulması gerekirse, bu önemli hücrelerin bir Nazi duygusallığını ve düşüncesini taşımaları da gerekir. Bir hareketin kurucuları devletin içine alınmalıdır. Ama devlet, birden ve sonraki bir tılsım etkisi ile kendini kapsayan teşkilâtları, eğer bu teşkilâtların hayattan yoksun birer eser durumunda kalmalarını istemiyorsa, hiçten yaratamaz.
işte bu görüşle Nazi hareketi kendisine ait korporatifin gerekliliğini kabul etmelidir. Şu düşünce de bunu emretmektedir: Gerek işverenlere, gerek işçilere bir halk topluluğunun ortak kadrosu içinde karşılıklı bir çalışma birliği yönünde verilecek gerçek bir Nazi eğitimi, kuramsal öğretilerin, teşviklerin ve devletlerin sonucu olamaz. O her günkü hayatın kavgasından doğar. Hareket, özel ve büyük ekonomik toplulukları o ruha göre ve onunla birlikte eğitmeli ve birbirlerine yaklaştırmalıdır, işte böylesine ileri bir çalışma ortaya konulamazsa geleceğin ve gerçek bir halk topluluğunun yeniden canlanması, yalnızca bir düş olarak kalır. Yalnız hareketin mücadelelerinin hedefi olan büyük ülkü, gelecekte yeni durumu sırf cepheden ibaret kalmayarak sağlam hükümler üzerine dayandırmış biçimde gösterecek olan o genel yöntemi yavaş yavaş oluşturacaktır. Bunun için hareket, korparatif düşünceye yalnız böyle bir niteliğe sahip olarak, kendini sunmakla kalmamalıdır. Hareket ayrıca eylemsel görünümleri için, Nazi devleti düşüncesi ile üyelerden ve taraftarlardan oluşan küçük bir toplulukla, gerekli eğitimi de vermelidir.
Şimdi üçüncü soruya cevap vermek gerekiyor.
Nazi korporasyona bir sınıf kavgası organı değildir, bir mesleki temsil organıdır. Nazi devleti hiçbir “sınıfı tanımaz ve kabul etmez. Fakat, yalnız siyasal bakımdan tamamen eşit hukuk ile ve aynı genel görevlerle burjuvaları tanır. Burjuvalarla beraber devletin “res-sortissant’ları bulunur ki, bunlar, siyasi bakımdan hiçbir hukuka kesinlikle sahip değillerdir.
Nazi manasıyla korporasyonun vazifesi, bazı adamlan grupmanları sayesinde kendilerini ağır ağır sınıf haline getirmelerini ve sonra toplumun içinde benzer surette teşekkül ettirilmiş diğer kuruluşlarla çatışmaya girişmelerini sağlamak değildir. Esasen, bizim bu vazifeyi korporasyona vermememiz icap eder. Ancak korporasyon Marksçı çatışmanın ve mücadelenin oyuncağı olduğu zaman kendisine böyle bir sorumluluk verilir.
Gerçekten korporasyon “sınıf mücadelesi” ile aynı mânaya gelmez. Onu kendi sınıf mücadelesi için bir vasıta yapan Marksizm’dir. Hür ve bağımsız olan milli devletlerin iktisadi temellerini felce uğratmak milli sanayi ve ticaretlerini yok etmek için ve hür milletleri, bu sayede devletlerin üstünde ve dünya çapında olan Yahudi maliyesinin emrine bağlı bir esaret altına almak için enternasyonal Yahudi âleminin kullandığı silâhı Marksistler yaratmıştır.
Nazi korporasyonunun, bu sebepten dolayı milli iktisadi hayata iştirak eden belirti grupların teşkilâtlı olarak toplanmaları sayesinde milli ekonominin güvenini arttırması, milli halk bünyesi üzerinde her türlü tahripkâr engelleri savarak, kuvvetini çoğaltması gereklidir. Amaç birtakım engellerin devlete zarar vermelerine ve ekonomi için bir felâket teşkil etmelerine fırsat bırakmamaktır.
Grev meselesine gelince, bu Nazi korporasyonu için, milli üretimin bir tahribi ve sekteye uğratılması vasıtası değildir. Antisosyal yapısı dolayısıyla halk topluluklarının ekonomik ilerlemelerini önleyen bütün engellere karşı mücadele sayesinde milli üretimi çoğaltmak ve devam ettirmek vasıtasıdır. Çünkü her ferdin faaliyet meydanı iktisadi tatbikatta aldığı içtimai ve hukuki vaziyet ile daima irtibatlıdır. Bu tatbikat karşısında takip ettiği yol bu vaziyetin tetkikinden anlaşılır.
Nazi işçisi milli iktisadi refahın; kendi maddi saadetinin teminatı mânasına geldiğini anlamalıdır.
Ve yine Nazi patron şunu bilmelidir ki, işçilerinin saadeti ve tatmin olması kendi iktisadi refah ve saadetinin meydana gelmesinin ve gelişmesinin başta gelen ilk büyük şartıdır.
Nazi işçiler ve işverenler halk topluluklarının delegeleridir. Eylem ve davranışlarında onlara büyük ölçüde verilen kişisel özgürlük, onların uygulama yeteneklerinin gelişmesine sebep olur. En ustasını, en yeteneklisini ve en çalışkanını daha da ilerletmek için gereken doğal ayıklamaya engel olunmamalıdır.
Bu sebepten dolayı, Nazi korporasyonu için grev, ancak ırkçı Nazi devleti mevcut bulunmadığı bir sırada istifade edilmesine mecburiyet olan bir vasıtadır. Hakikatte ırkçı Nazi devlet, patronlardan ve proletaryadan teşekkül etmiş daima topluluklara zarar vermek neticesini gösteren korkulu ve şüpheli kavgası yerine, herkese hak ve hukuka hürmeti telkin etmek vazifesini üzerine almıştır. Ticaret odalarına düşen vazife milli iktisadi faaliyeti devam ettirmek ve bunun noksan ve kusurlarını ortadan kaldırmaktır. Bugün milyonlarca insanı çatışmaya zorlayan hatta savaşa sürükleyen şeye artık sanayi odalarında ve iktisadi parlamentoda çözüm çaresi bulunmalıdır, işverenler ve işçiler ücret mücadelesi içinde birbirleriyle artık uğraşmamalıdırlar. Zira her iki topluluk da davalarını topluluğun ve devletin iyiliği uğrunda müşterek olarak halletmelidirler. Devlet düşüncesi her şeyin üstünde alev ve kıvılcım saçan harflerle yükselmeli ve parlamalıdır. Tüm her şeyde olduğu gibi, bunda da en başta partiden önce vatan geldiği ilkesi egemen olmalıdır.
Nazi korporasyonunun görevi, aşağıdaki amacı gerçekleştirebilecek biçimde eğitim vermekten ibarettir:
Milletimizin ve devletimizin güvenliğinin sürekliliği hususunda her şey ortak olarak çalışmalıdır. Bu da her kişinin doğuştan sahip olup, toplum tarafından geliştirilen yetenek ve kuvvetine bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Böyle korporasyonları nasıl gerçekleştirebileceğimiz şeklindeki dördüncü soruya cevap vermek, eskiden son derece güç görünüyordu.
Yeni bir arsa üzerinde temel atmak kolaydır. Daha önce temel atılmış bir arsada temel yapmak ise güçtür, işinde uzmanlaşmış bir mağazanın bulunmadığı bir yerde yeni bir mağaza açılabilir. Ama benzer bir kuruluş mevcut ise, bu iş daha güç olur. Ayrıca durum ve şartlar yalnız bir mağazanın yaşayabilmesine uygun olan yerlerde ise bu iş çok daha güç meydana getirilebilir. Çünkü böyle bir yerde kurucular yalnız yeni mağazalarını müşterilere kabul ettirmekle kalamazlar, yaşayabilmek için o güne kadar o yerde yaşamış olan mağazayı da yok etmek sorunu ile karşılaşırlar.
Bir Nazi korporasyonu, öteki korporasy onların yanı sıra anlamsızdır. Çünkü bir korporasy onda, benzer ya da düşman olmayan öteki kuruluşlara karşı bir hoşgörü beslemek düşünülemez. Bu, dünyada genel ve genel olduğu kadar yaradılıştan var olan bir görevdir. Korporasyonlar kendi kişiliklerim savunmak ve güçlendirmek zorundadırlar. Böyle bir eğilim olduğuna göre hiçbir anlaşma yapılamaz, işte yalnız kesin ve kişiliğine özgü bir hakkı koruma görevi vardır.
Bu durumda, sonuca varmanın iki yolu vardır:
A) Önceden bir korporasyon kurmak ve sonra yavaş yavaş enternasyonal Markçı korporasyonlara karşı savaşmaya koyulmak.
B) Veya tam tersine olarak mevcut Markçı korporasyonlara sokulmak ve bu kuruluşları bizim esas gayemizin hedefine çevirmek için bunları yeni ruhla doldurmaya, takviyeye çalışmak.
Birinci yol uygun ve kolay olmayacak kadar güç ve imkansızdı. Karşılaştığımız zorlukların en başında mali vaziyet geliyordu. Çünkü o zamanlar mali olanaklarımız çok azdı. Buna paralel olarak gelir kaynaklarımız ise sınırlı idi. Korkunç bir surette gelişen enflasyon yavaş yavaş vaziyeti daha da kötüleştiriyordu. O yıllarda korporasyonun üyeleri için elle tutulabilecek kadar maddi bir yardımdan bahis olunması imkân dahilinde değildi. İşçilerin bir korporasyon için aidat vermelerine böylece hiçbir sebep kalmamıştı. Hattâ Marksizm’e taraftar olanlar dahi, Rurh’da M. Çuno’nun cepleri milyonlara kavuşuncaya kadar, takatsiz ve bitkin bir duruma düşmüşlerdi. Bu milli Reich şansölyesi Marksçı korporasyonların kurtarıcısı kabul edilmelidir.
Biz o zamanlar bu çeşit oluşumlara güvenemezdik. Hiç kimse için parasal sıkıntısına bir yarar sağlamayan bir korporasyona girmek pek çekici bir şey değildi.
Diğer taraftan, böyle yeni bir kuruluşun ve teşkilâtın az çok entelektüel olan fırsat kollayıcılar için ufacık bir peynir parçası bile yaratmamış olduğunu mutlak surette söylemek isterim.
Özellikle, kişi sorumluluğu bunda çok önemli bir rol oynuyordu. Bu güçlü işin çözümünü kendine verebileceğim bir adamım bile yoktu. O vakitler sınıf kavgası kuruluşunun yerine Nazi kor poratif düşüncesinin başarısına yardım için Marksist korporasy onları gerçekten yok edecek bir kimse, milletimizin büyük adamları ara sına girecek ve heykelinin gelecekteki nesiller için Raüsbonne Wal holl’unda dikilmesi icap edecekti.
Fakat böyle bir kaide üzerine dikilmeye lâyık hiçbir kafa tanı madım. Enternasyonal korporasyonlarda orta halli kafalardan fazla bir şey bulunmadığı yolunda bize karşılıkta bulunmak oldukça yanlış olur. Bu söz hakikatte hiçbir olumlu mâna ifade edemez. Çünkü o korporasyonlar kuruldukları vakit, bu zor bir iş değildi. Bugün Nazi hareketinin çoktan beri azametli bir temel üzerinde mevcut olan ve en ufak ayrıntısına varıncaya kadar her yönüyle tamam olan korkunç bir teşkilâttır. Saldıran, galip gelmek niyetinde ise, daima savunandan daha dahiyane davranması gerekir. Korporatif Marksist kale, bugün sıradan kişiler tarafından idare olunabilir.
Bu kaleler yalnız üstün bir insanın olağanüstü enerjisi dahiyane kabiliyeti sayesinde hücum yoluyla zapt edilebilir. Böyle bir adam bulunmazsa, kaderle boğuşmak boşuna olur. Kaldı ki daha iyisini yapmaya muvaffak olmadan mevcut bir nizamı altüst etmeye kalkmak bütünüyle manasızdır. Hayatta tasarlanan bir şeyi, gerekli oları güçlerin yokluğu yüzünden bir yana bırakmaktansa, ona yalnız yardım etmenin ya da kötü biçimde sarılmanın, çok zaman daha olumsuz sonuçlar vereceği düşüncesini değerli bulmak uygun olur.
Hiç demagojik olmayan başka bir düşünce de bu görüşü destekler. O günlerde bende kesin bir kanaat vardı. Bugün de aynı kanaatteyim: Ekonomik sorunlara, büyük bir siyasal mücadeleyi karıştırmak tehlikeli olur, düşüncesinde idim. Bu husus özellikle bizim Alman milletimiz için düşünülürse doğrudur. Çünkü bu takdirde ekonomik mücadele derhal siyasi mücadelenin enerjisini bir miktar kendine aktaracaktır, insanlar tasarruf ve iktisat yoluyla ufak bir eve sahip bulunamadıklarını düşünürlerse artık yalnız bu amaca mevcudiyetlerini bağlayacaklardır. Bir zaman sonra o toplanmış paralan şu veya bu yolla ellerinden gasp etmeyi tasarlayan kimselere karşı siyasi yolla savaşmaya takadan kalmayacaktır. Siyasi kavgada kanaatleri ve düşünceleri yolunda savaşacak yerde tamamen “dahili ko-lonizasyon” düşüncesine gömülecekler ve çok defa, iki sandalye arasına oturacaklardır.
Bugün mücadelenin başlangıcında bulunan Nazi hareketinin, önce gayesinin büyük bölümünü meydana getirmesi ve ona bir şekil vermesi lâzımdır. Hareket büyük gayesinin yayılabilmesi için mücadeleye bütün enerjisi ve yeteneği ile katılmaya mecburdur. Başarı, ancak bütün kuvvetin, savaşın emrine ve hizmetine verilmesi şartı ile düşünülebilir, iktisadi meselelerle uğraşmak, faal dövüş kuvvetini felce uğratabilir. Bugün klâsik bir kavgada bu hususu göz önünde bulunduruyoruz. 1918 Kasım devrimi korporasyonlar yönünden yapılmadı; onlara rağmen yapıldı. Alman burjuvazisi, Almanya’nın istikbâli için hiçbir siyasi kavgaya girişmiyor ve yapıcı iktisadi çalışma içinde bu geleceğin yeter derecede karşılanmış olduğu inancım besliyordu.
Bu gibi tecrübeler bize ders olmalıdır. Zira bizde de, bundan başka türlü cereyan etmeyecektir. Hareketimizin bütün enerji ve kuvvetini siyasi mücadele üzerinde ne kadar çok toplayabilirsek, başarıyı o kadar çok bekleyebiliriz. Vakitsiz surette korporasy on, ko-lonizasyon ve benzeri davalarda ne kadar fazla uğraşırsak, devamı uğrunda faydalı netice o kadar önemsiz olacaktır. Çünkü bu davalar ne kadar önemli olsa da, biz ancak siyasi kuvvet ve nüfuzu ele geçirdikten sonra halledilecektir.
O zamana kadar, bu davalar hareketi felce düşüreceklerdir. Hareket, vakitsiz olarak onlarla meşgul olursa, siyasi amaç daha çok engellere rastlayacaktır. Korporatif hareket, siyasi hareket tarafından vücuda getirilirse de bunun zıddı olması kolayca mümkündür.
Gerek milletimiz ve gerekse hareket için gerçek bir fayda, yalnız başına korporatif hareketinden gelebilir. Ancak bir şartla ki bu Nazi korporatif hareket bizim Nazi fikirlerimizle kuvvetli surette dolu bulunmalıdır ve Marksçı yollara düşmek tehlikesinden de artık kurtulmuş olmalıdır. Zira kendi görevini yalnız Marksist korporasy ona rekabetten ibaret sanan bir Nazi korporasy onu, hiç mevcut olmasa daha yararlı olur. Nazi korporasyonu Marksist korporas-yona sadece kuruluş sıfatıyla değil, hepsinden önce, fikir ve ideoloji sıfat savaş ilân etmelidir. Onun sınıf fikri ve sınıf mücadelesinin müjdecisi bulunduğunu duyurmalıdır. Ve onun yerine Alman burjuvazisinin mesleki yararlarının koruyucusu olmalıdır.
Bütün bu görüşlerin evvelce partiye özgü korporasyonlar kurulması lehinde birer kanıt meydana getirmiş bulundukları ve halen bu kanıtı destekledikleri bende hiçbir ispata muhtaç olmayacak derecede açıktır.
Yeter ki hiç beklenmeyen bir anda bir büyük siyasi deha ortaya çıksın ve bu davaları halletmeye, kader tarafından tayin edilmiş olsun.
Bundan böyle partili arkadaşlarımıza yalnız iki çare kalıyordu. Ya bugüne kadar mevcut bulunan korporasyonlardaki arkadaşlarımız imkân nispetinde tahrip edici bir tesir yapacaklardı yahut korporasy onlar dan ayrılacaklardı.
Ben burada genellikle bu ilk çareyi uygun buldum.
Esas olarak 1922-1923 yıllarında bunu tehlikesizce başarmak mümkündü. Çünkü enflasyon zamanında korporasy onun kendi cebine atacağı kâr üye sayısı itibariyle hiçti. Bu bakımdan, baştan başarısızlık ihtimali gösteren tecrübelere girişmekten kaçınmıştım. Ve üyelerine yararlı olacaklarına ihtimal vermediğim bir kuruluşun kendi menfaati için, bir işçinin zaten indirilmiş gündeliğinden bir kısmını almasını cinayet olarak kabul etmiştim.
Eğer yeni kurulmuş bir siyasal parti bir gün birden ortadan kalkarsa bunda o kadar zarar yoktur. Daima bir fayda vardır. Kimsenin bu yüzden şikâyet edeceği düşünülemez. Esasen buna da hakkı yoktur. Zira fert, siyasal bir harekete bir şey verirken, artık onu kaybolmuş olarak kabul eder. Fakat bir korporasy ona aidat ödeyen bir üye bunun karşılığında kendisine garanti edilmiş bir ücrete hak kazanır, işte buna önem verilmezse, böyle bir korporasy onun kurucuları yalancıdırlar. Yahut hiç olmazsa suçlu tutulmaları gereken ahmak ve beyinsiz insanlardır.
işte bizim 1922 yılındaki hareketimiz bu görüşte idi. Başkaları bunu belli bir şekilde daha mükemmel anlıyorlar di. Onlar sendikalar kurdular.
Sendikaların bulunmamasından ötürü bizi kınıyorlardı. Bunu düşünmemiş olduğumuz için bizi dar görüşlü olarak vasıflandırıyorlardı. Aynı zamanda bu tutumumuzu, görüşümüzün hatalı olduğuna kanıt sayıyorlardı. Fakat bu buluşlar da ehemmiyetini yitirmekte ve ortadan silinmekte gecikmedi. Sonunda, son tahlil de bizdekinin aynı oldu. Yalnız şu fark vardı: Biz ne kendimizi ne de başkalarını aldatmıştık.
Dostları ilə paylaş: |