işte bundan dolayı demokrasinin bu şekilde, daima gizli planlar hazırlayan ve eskiden olduğu gibi şimdi de aydınlıktan korkan Yahudi’nin en çok sevdiği bir aleti durumuna düşmüştür. Bu derece pis ve kendisi kadar hile dolu bir müesseseye ancak Yahudi değe ı verebilir.
Hür bir şekilde seçilmiş bir lider bütün hareketlerinin ve kararlarının tam sorumluluğunu kendi omuzları üstüne almaya mecbur dur. Alman demokrasisinin gerçekleşmesi çeşitli meselelerin bir çok günlük kararı ile halledilmesini kabul etmez. Kararı tek bir kişi alır Bu tek kişi de icraatından, malları ve hayatı ile sorumludur. Böyle şartlar altında böyle bir adam bulmak zor değildir.
Tanrıya şükürler olsun Alman demokrasisinin doğru manas: buradadır. Bu demokrasi rastgele bir kişinin, ahlaktan yoksun, zevk noksanı bir adamın idare mevkiine çıkmasını reddeder. Böylece ilerde gerçekleşmesi gereken sorumluluk korkusu, ehliyetsiz, adi ve zayii şahısları saf dışı bırakır.
eğer böyle bir kimse iktidar sandalyesine oturmaya teşebbüs ederse , onun maskesini indirmeli, suratına bağırarak; “geri çekil çek ayağını, basamakları kirletiyorsun” demeli. Çünkü tarihin Pantheon’una yalnız kahramanlar girer, entrikacılar değil. Bu sonuca Viyana’da Meclis çalışmalarını iki yıl takip ettikten sonra ulaştım. Bundan sonra da bir daha oraya adımımı atmadım. parlamento rejimi ihtiyar Habsbourg Devleti’nin zayıflamasının baş sebeplerinden birini teşkil etti ve bu çöküş son yıllarda gitgide çarpar bir duruma geldi. Parlamento rejiminin gerekliliği ile Alman unsurunun üstünlüğü zaafa uğratılma hatasına düşülüyordu. Avusturya Parlamentosundaki Alman unsurunun aleyhine olan faaliyet imparatorluğa da zarar veriyordu. Çünkü 1900 yılına doğru monarşinin birliği sağlama kuvveti, vilayetlerin birlikten ayrılma eğlimlerini sonuçsuz bırakmaya yetmiyordu. Devletin hükümdarlığını sürdürmek için başvurduğu vasıtalar basitleşiyor ve bu durum milletçe kötüleniyordu. Sadece Macaristan’da değil, diğer çeşitli Slav vilayetlerinde de müşterek monarşi az benimseniyordu ve bu idarenin zayıflığından hiçbir utanma duyulmuyordu. Hatta çöküşün işaretlerinden özel bir keyif olduğu görülüyordu. Monarşinin eski sağlıklı durumuna kavuşmasından çok, ölmesinden bir şeyler ümit ediliyordu. Parlamentoda binbir türlü dalavere çevirerek kesin çöküşün ü ancak alınabiliyordu. Bu yüz kızartıcı oyunların zararını da Almanlar yükleniyordu, imkanın elverdiği nispette çeşitli milletler arasında gayet ustalıkla manevralar yapılarak devletin çökmesi önleniyordu. Fakat ne olursa olsun bütün bu gelişmeler Alman milletinin aleyhine idi.
Veliahtlık, Arşidük François Ferdinand’a nüfus etme imkanını verdikten sonra her tarafta desteklenen Çek politikası gelişmeye başladı. Çifte monarşinin gelecekteki hükümdarı, Almanlıktan çıkarma hareketim her şeyle teşvik etti. Belki doğrudan doğruya bu teşvik işine katılmadı ise de, bu hareketi himaye etti ve korudu. Devlet memurlarının seçimi gibi dalavereli yollarla sırf Alman olan yerler yavaş yavaş, fakat emin adımlarla o tehlikeli karma bölgeye doğru sürüklendiler. Bu hareket her yerde, hatta Avusturya’nın aşağı bölgesinde de ilerliyordu. Artık Viyana bile, bazı Çekler tarafından kendilerinin en büyük şehri gibi sayılıyordu. Ailesi özellikle Çek dili ile konuşan Arşidük’ün karısı, bir gelenek haline gelen ve ilk nazarda akla uygun gelebilir. Fakat o zaman başka bir sonuç ortaya çıkar: Eğer herhangi bir devlet meselesinde bir karar almaya birkaç uzmanın aklı ve bilgisi yetiyorsa, seçimle gelen beş yüz adama ne lüzum vardır? işte meselenin esası buradadır.
Şimdiki demokratik idare şekli, zeka sahibi hakim kimselerden oluşan bir meclis meydana getirmeyi hiçbir zaman düşünmez. Daha çok basit kimselerden kurulu bir “siyasi grup” teşkiline çalışır. Bu meclisi muayyen bir istikamete yürütmek, o meclisi meydana getiren elemanların sınırlı kafalı olmaları ile mümkündür. Bir parti politikası ancak bu şekilde uygulanabilir. Böylece ipleri elinde tutan adam mesuliyetleri omuzlarında taşımaya ihtiyaç duymadan, temkinlice bir şekilde perde arkasında kalmanın yolunu bulur. Böylece, millet için her korkunç karar herkesçe tanınan bir ahlaksız herifin hesabına kaydedilemez. Tersine, bütün günah bir partinin omuzlarına yüklenir. Sonuç olarak uygulamada her türlü sorumluluk ortadan kalkar. Çünkü sorumluluk belirli bir şahsa yüklenince, gevezelerden oluşan meclis grubu da sorumluluktan kurtulur. Bunun için meclis usulü her şeyden evvel, açıkça hareket etmekten korkan sinsi ruhlu kimselerin hoşuna gider. Sorumluluk zevkine sahip ve namuslu olan herkes bundan daima nefret eder.
işte bundan dolayı demokrasinin bu şekilde, daima gizli planlar hazırlayan ve eskiden olduğu gibi şimdi de aydınlıktan korkan Yahudi’nin en çok sevdiği bir aleti durumuna düşmüştür. Bu derece pis ve kendisi kadar hile dolu bir müesseseye ancak Yahudi değer verebilir.
Hür bir şekilde seçilmiş bir lider bütün hareketlerinin ve kararlarının tam sorumluluğunu kendi omuzları üstüne almaya mecburdur. Alman demokrasisinin gerçekleşmesi çeşitli meselelerin bir ço günlük kararı ile halledilmesini kabul etmez. Kararı tek bir kişi alır Bu tek kişi de icraatından, malları ve hayatı ile sorumludur. Böyle şartlar altında böyle bir adam bulmak zor değildir.
Tanrıya şükürler olsun Alman demokrasisinin doğru manası buradadır. Bu demokrasi rastgele bir kişinin, ahlaktan yoksun, zeka noksanı bir adamın idare mevkiine çıkmasını reddeder. Böylece, ilerde gerçekleşmesi gereken sorumluluk korkusu, ehliyetsiz, adi ve zayii şahısları saf dışı bırakır.
Eğer böyle bir kimse iktidar sandalyesine oturmaya teşebbüs ederse, onun maskesini indirmeli, suratına bağırarak; “geri çekil, fek ayağını, basamakları kirletiyorsun” demeli. Çünkü tarihin Pantheon’una yalnız kahramanlar girer, entrikacılar değil.
Bu sonuca Viyana’da Meclis çalışmalarını iki yıl takip ettikten sonra ulaştım. Bundan sonra da bir daha oraya adımımı atmadım, parlamento rejimi ihtiyar Habsbourg Devleti’nin zayıflamasının başlıca sebeplerinden birini teşkil etti ve bu çöküş son yıllarda gitgide göze çarpar bir duruma geldi. Parlamento rejiminin gerekliliği ile Alman unsurunun üstünlüğü zaafa uğratılma hatasına düşülüyordu. Avusturya Parlamentosu’ndaki Alman unsurunun aleyhine olan faaliyet imparatorluğa da zarar veriyordu. Çünkü 1900 yılma doğru ı Honarşinin birliği sağlama kuvveti, vilayetlerin birlikten ayrılma iklimlerini sonuçsuz bırakmaya yetmiyordu. Devletin hükümdarlığını sürdürmek için başvurduğu vasıtalar basitleşiyor ve bu durum milletçe kötüleniyordu. Sadece Macaristan’da değil, diğer çeşitli Slav vilayetlerinde de müşterek monarşi ek az benimseniyordu ve bu idarenin zayıflığından hiçbir utanma hissi duyulmuyordu. Hatta çöküşün işaretlerinden özel bir keyif bulduğu görülüyordu. Monarşinin eski sağlıklı durumuna kavuşmasından çok, ölmesinden bir şeyler ümit ediliyordu.
Parlamentoda binbir türlü dalavere çevirerek kesin çöküşün önü ancak alınabiliyordu. Bu yüz kızartıcı oyunların zararını da Alınlar yükleniyordu, imkanın elverdiği nispette çeşitli milletler arasında gayet ustalıkla manevralar yapılarak devletin çökmesi önleniyordu. Fakat ne olursa olsun bütün bu gelişmeler Alman milleti-ı aleyhine idi.
Veliahtlık, Arşidük François Ferdinand’a nüfus etme imkanını verdikten sonra her tarafta desteklenen Çek politikası gelişmeye lafladı. Çifte monarşinin gelecekteki hükümdarı, Almanlıktan çıkarma hareketini her şeyle teşvik etti. Belki doğrudan doğruya bu teşvik işine katılmadı ise de, bu hareketi himaye etti ve korudu. Devlet memurlarının seçimi gibi dalavereli yollarla sırf Alman olan yerler yavaş yavaş, fakat emin adımlarla o tehlikeli karma bölgeye doğru sürüklendiler. Bu hareket her yerde, hatta Avusturya’nın aşağı bölgesinde de ilerliyordu. Artık Viyana bile, bazı Çekler tarafından kendilerinin en büyük şehri gibi sayılıyordu. Ailesi özellikle Çek dili ile konuşan Arşidük’ün karısı, bir gelenek haline gelen ve Alman düşmanlığı ihtiva eden bir çevrede yetişmişti. Habsbourg Hanedanı’nın bu yeni temsilcisinde, Orta Avrupa’da Katolik prensipleri üzerine kurulu ve Ortodoks Rusya’ya karşı bir dayanak hizmeti görecek bir Slav devletini yavaş yavaş meydana getirme fikri hakimdi. Din, Habsbourg Hanedanı temsilcilerinde çoğu zaman görüldüğü gibi sadece siyaset ve daha ziyade Alman milleti için korkunç olan bir fikir lehinde istismar ediliyordu.
Bunun sonucu bir çok yönden gayet fena oldu. Ne Habsbourg Hanedanı ne de Katolik Kilisesi umduğunu buldu. Sonunda Habs bourg tahtını kaybetti. Böylece Roma da büyük bir devleti elinden kaçırmış oldu. imparatorluk, dini, siyasi gayelere hizmetkar kılmak la yeni bir ruhun uyanmasına yol açtı. ihtiyar monarşinin sınırları içinde her türlü çareye başvurarak Almanlığın kökünü kazımak teşebbüsü, Avusturya’da Panjermanizm hareketinin doğup, artması gibi bir sonuçla karşılaştı.
BÖLÜM 3
1880-1890 yılları içinde, Yahudilerden ilham alan Manchester
liberalliği de Avusturya’da en yüksek noktasına çıktı ve hatta bu
noktayı da aştı. Fakat bu eğilime karşı reaksiyon her zaman olduğu
gibi bu defa da Avusturya’da gösterildi. Bu reaksiyon sosyal açıdan
değil milli bir noktadan doğdu. Beka içgüdüsü Almanları en ciddi
‘Ve en sıkı şekilde kendilerini savunmaya zorladı, iktisadi düşünceler
1 l$e ikinci derecede kaldı, fakat yine de çok kesin tesirleri oldu.
işte bu genel siyasi karışıklığın içinden iki parti ortaya çıktı. Bu ‘ partilerden biri milli, diğeri de sosyalist idi. Fakat partilerden ikisi de gelecek için geçmişten ders almıştı. 1866 savaşının feci sonucundun sonra Habsbourg Hanedanı, savaş meydanında intikam alma isteğinin içine düşmüştü. Fakat Meksika imparatoru Maximilien’in feci akıbeti Fransa ile bir yakınlaşmaya engel oldu. Çünkü Maximitlen’in talihsiz macerası her şeyden önce Üçüncü Napolyon’a bağlanmış ve Fransızlar tarafından terk edilmesi büyük bir infiale sebep olmuştu. Fakat Habsbourglar yine de pusuya yatmış bekliyorlardı. 1870 -1871 savaşı eşi görülmemiş bir zafer şeklinde sonuçlanmalıydı, Viyana Sarayı muhakkak ki her şeye rağmen, Sadovva’nin kanlı intikamını almak için teşebbüs edecekti. Fakat savaşın en göz kamaştırıcı ve zor inanılır kahramanlık haberleri çevreye yayılmaya başlayınca, hükümdarların en aklı başında olanı zamanın uygun olmadığını takdir etti ve kötü şansa karşı mümkün olduğu kadar güler yüz gösterdi.
Fakat bu savaşın kahramanca mücadelesi çok daha kuvvetli bir mucize meydana getirmişti. Habsbourglarda bir yön değiştirme oldu. Bu değişiklik ise kalpten gelme bir hamleye dayanmıyordu. Bu değişikliği günün şartlan emretti. Böylece eski doğu sınırındaki Alman ırkı Reich’ın sağladığı zafer sarhoşluğu ile sürüklendi ve atalarının hayallerinin büyük ve ihtişamlı bir gerçek içinde canlanmasını derin bir heyecanla seyretti.
Artık gerçekten bir Almanlık eğilimi besleyen Avusturyalı bu andan itibaren, şu gerçeği teslim etmişti. Konigratz bile eski federasyonun kokmuş enkazı ile karşılaşmayacak bir imparatorluğun tekrar kurulmasını kötü, fakat gerekli bir şart olarak görüyor ve yeni imparatorluk o eski fenalıklardan uzak bulunuyordu. Özellikle tecrübe ile şu öğrenilmişti: Habsbourg Hanedanı tarihi görevini tamamlamıştı, yeni imparatorluk ise ancak kahramanlık prensipleri ile dolu Reich tacım, ona gerçekten layık olan bir başa giydirebilir-di. işte bundan dolayı kadere şükretmek lazımdır. Çünkü karışık bir devrede yapılan bu seçim, millete ümit bahşeden bir kimseye, yani Frederic’e taç giydirmişti. Fakat, büyük savaştan sonra Habsbourg Hanedanı’nın çifte monarşisi, Slavlaştırma siyasetinin bir gereği olarak tehlikeli Alman unsurlarını yok etmeye başladığı zaman yeryüzünden silineceğini anlayan ırkın direnci çok şiddetli oldu. Böyle bir karşı koyusu ve patlayışı Alman tarihi henüz kaydetmemişti. İlk defa vatan sevgisine sahip insanlar birer asi oldular. Bunlar millete ve devlete karşı değil, kendi milliyetlerini kaybettirme yoluna giden hükümet şekline karşı idiler. Böylece son yıllarda ilk defa olarak mahalli ve hanedana duyulan sevgi hisleri, vatana ve ırka gösterilen milli aşktan ayrıldı.
1890-1900 yıllarında Avusturya’daki Panjermanist hareketin kuvveti devlet otoritesinin ancak milli menfaatlere hizmet ederse, halkın saygısına ve yardımına kavuşacağını açıkça ortaya koydu. Esasen devletin otoritesi bir gaye olamaz. Çünkü devlet otoritesi bir gaye kabul edilirse, istibdadı kutsal saymak gerekir.
Bir hükümet bir milleti her vasıta ile felakete götürürse bu milletin her ferdinin isyanı bir hak değil, görevdir.
“Böyle bir ihtimal ne zaman olur?” sualine nazariyeye ait mütalaalarla cevap verilemez. Böyle bir meseleyi kuvvet halleder ve muvaffakiyet kararını verir. Her hükümet kendi hesabına, devlet nüfuz ve kuvvetini muhafazaya mecbur hisseder. En kötü hükümet, hatta milli menlaatlere defalarca hıyanet etmiş olan hükümetler dahi böyle düşünürler. Bu durumda olan hükümet kendine karşı bir mücadele yapıldığında kendi hürriyet ve bağımsızlığım korumak için, düşmanın kullandığı silahların aynını kullanmak zorundadır. Eğer mücadele hükümet tarafından yapılıyorsa, o vakit yapılan mücadele “kanuni” olmalıdır. Fakat karşı taraf da aynı mücadele yolunu tercih ediyorsa, yasadışı mücadelede tereddüt gösterilmemelidir. İnsanlarin hayatlarının en büyük gayesi bir devletin devamını teminden ibaret değildir. Amaç ırkların bekasıdır.
Millet baskı altında bulundurulursa veya yok edilmek tehlikesine düşerse, kanunlara riayet etmek meselesi ikinci planda kalır. Zulme uğrayan milletin beka içgüdüsü ile yaptığı mücadelede kullandığı her türlü vasıta en büyük mazeretini teşkil eder.
Dünya tarihinde eşlerine pek sık rastladığımız iç ve dış esaretim kurtulmak için yapılan mücadeleler hep bu prensip dairesinde ve idare edilmiştir.
Eğer bir millet insan hakları için giriştiği mücadelede mağlup tutulmuşsa, tarih terazisi meseleyi tartmış ve o milletin bu ölümlü dünyada hayat saadetine bir hakkı olmadığı hükmüne varmıştır. Bekası için mücadeleye hazır olmayan veya kudret ve kuvveti bulunmayan bir millet ebedi surette Tanrı tarafından mahvolmağa mukadder kılınmıştır. Bu dünya, bu düzen korkak ve yüreksiz milletler Uf in kurulmamıştır. Avusturya’da durum şöyle idi: Kanuni kuvvet, ,,alman olmayan çoğunluklara, meclisin Alman düşmanı temeline ve yine Almanlara karşı olan hanedana dayanıyordu. Devletin bütün t nüfuz ve kuvveti bu iki unsurda şahsiyet buluyordu. Hükümet etme t|ini ellerinde bulunduranlarla Alman milletinin ters kaderini değiştirmeye kalkmak gülünç olurdu. Fakat kanun taraftarlarının isteklerine bakılırsa her türlü dirençten vazgeçmeli idi. Çünkü bu direnilen kanuni yollarla idare edilmesi imkansızdır. Bu durum ise, çok kısa bir zamanda monarşinin eline düşmüş olan Alman ırkının yok olması ile sonuçlanacaktı. Fakat ne var ki Avusturyalı Almanlar ancak devletin yıkılması sonucunda bu korkunç akıbetten kurtuldular. Gözlüklü nazariyeciler hiç şüphe yok ki milletleri için değil, nazariyeleri için seve seve ölürler, insanlar bir kere kendilerine bir kanun yaptılar mı, sonra bu kanun için yaşadıklarını zannederler.
Avusturya’daki Panjermanist hareketin başarısı, bütün bu saçmalıkları zorla silip süpürmesi, doktrine bağlı bütün nazariyecileri ve devleti bir put sananları hayret içinde bırakmasıdır. Habsbourglar bütün araçları kullanarak Almanların etrafını çevirmeğe çalıştıkları sırada, bu parti hanedana saldırdı. Parti bu ahlakı bozulan devletin içine ilk kepçeyi atıp, yüz binlerce kişinin gözünü açtı. Vatan uğrunda beslenecek aşk mefhumunu hanedan elinden kurtarmak onun başarısı idi.
ilk başlarda taraftarlarının sayısı çoktu. Fakat başarısı devam edemedi. Ben Viyana’ya geldiğimde Hıristiyan Sosyal Parti çok önceden bu faaliyete sahip çıkmış ve iktidar koltuğuna oturmuştu. Panjermanist hareket önemsiz bir seviyeye inmişti.
Panjermanist hareketin bütün bu büyüme ve çökme devresi ile Hıristiyan Sosyal Parti’nin insanı şaşırtacak şekilde yükselmesi benim için en önemli bir inceleme konusu oldu. Viyana’ya geldiğimde kesin olarak Panjermanist harekete sevgi besliyordum. Parlamentonun içinde “yaşasın Hohenzollern!” diye bağırmak, cesareti gösterilmesinden büyük bir heyecan duymuş, çocuklar gibi sevinmiştim. Kendilerini Alman İmparatorluğu’nun geçici olarak ayrılmış bir parçası gibi kabul ettiklerini ve bunu her vesile ile ilan etmeğe çalıştıklarını görmekten zevk duyuyordum. Cermenliğin konu edildiği bütün meselelerde doğru ve hiçbir fedakarlığı kabul etmeyen bir hareket şekli, bana ırkımızın kurtuluşu için tek yol gibi görünüyordu. Fakat, o kadar parlak bir başlangıçtan sonra bu hareketin niçin kuvvetten düştüğünü bir türlü teşhis edemiyordum. Bu işte, Hıristiyan Sosyal Parti’nin aynı devre içinde böyle büyük bir kuvvete nasıl kavuştuğunu anlamakta daha aciz kalıyordum. Bu parti o günlerde şeref ve başarının en son noktasına çıkmıştı, iki hareketi birbiri ile karşılaştırmaya başladığım zaman kader, perişan durumunun da yardımı ile bu meselenin çözülmesinde en iyi çareyi bana gösterip, öğretti.
Bu meseleyi incelemeye iki partinin liderleri ve kurucuları olan iki şahıstan başlayacağım George von Schoenerer ile Dr. Kari Lueger. Bu iki şahıs da birer kıymet olarak parlamento takımının çok üstüne çıkarlar. Hayatlarının her safhası, genel siyasi ahlaksızlıklardan çok uzak kalmıştır. Benim şahsi sevgim ilk başlarda Panjermanist olan Schoenerer’e kayıyordu. Fakat sonraları Hıristiyan Sosyal lidere de sevgi duymaya başladım. Bu iki liderin melekelerini karşılaştırdığım zaman Schoenerer’in prensip meselelerinde daha üstün ve daha derin düşüncelere sahip olduğunu görüyordum. O Avusturya Devleti’nin yok olacağını herkesten daha açık bir şekilde tahmin etti. Eğer Reich, Schoenerer’in Habsbourglar hakkındaki ikazlarına kulak vermiş olsa idi, Almanya’nın başına bütün dünyaya karşı savaşa girerek uğradığı felaket gelmeyecekti.
Ama ne var ki, meselelerin derinine inebilen Schoenerer insanlar hakkında çok yanılıyordu. işte Dr. Lueger’in kuvveti burada idi. Lueger eşine ender rastlanan bir insan sarrafı idi. Özellikle insanlar hakkında görünüşlerine bakarak hüküm çıkarmaya çekiniyordu. Bundan dolayı hayatın gerçek imkanlarını daha iyi hesaplıyordu. Schoenerer’in ise bu hususta hiç kabiliyeti yoktu. Panjermanist Schoenerer’in bütün fikirleri nazari olarak doğru idi. Fakat on-düşüncelerini halka anlatma ve kabul ettirme kabiliyeti ve kuvveti yoktu. Düşüncelerine, anlama melekeleri daima sınırlı olan ilk topluluklarının hissedebileceği bir şekil vermeyi bilmezdi. Peygamberlere özgü basireti ve açık görüşleri, hiçbir zaman uygulama ima konması mümkün bir fikre ulaşmazdı, insanları tanımaktan olması, Schoenerer’i gerek halk topluluklarının hareketlerinin kuvveti ve gerek yıllanmış müesseselerin değerleri hakkında hüküm hatalarına düşürdü.
Schoenerer, hiç şüphe yok ki sonunda genel düşüncelere eğilmek gerektiğini takdir ve teslim etti, fakat bu çeşit yarı dini kanaatleri ancak büyük toplulukların savunabileceğini anlamadı. Burjuva sınıfına mensup olanların iktisadi menfaatlerini korumaları dolayı-mücadele kabiliyetlerinin son derece zayıf olduğunu ve bu devletlerin çıkarlarını kaybetmemek için çok ihtiyatlı davrandıklarını maalesef pek az takdir edebildi. Halbuki, genel olarak bir fikrin itin gelmesi, ancak o fikrin büyük halk topluluklarına nüfuz et-vc halk topluluklarının da mücadeleye hazır olduklarını acıkılan ile mümkün olur. Halkın basit tabakalarının önemini anla-ItBarmş olmak toplumsal mesele hakkında eksik düşünceler do-Dr. Lueger ise, Schoenerer’in tam aksi hareket etti. Dr. Lueger insanlar hakkındaki derin vukufu ona çeşitli kuvvetler hakin doğru hükümler vermek imkanını hazırladı. Onu, halihazırdaki müesseselerin değerini hafife almaktan korudu. Hiç şüphe yok İli bu müesseseleri hedefine erişmek için kullanmak meziyeti de bu bilgisinden ileri geldi. Dr. Lueger yüksek burjuva sınıfının siyasi mücadele kabiliyetinin devrimizde pek önemsiz olduğunu ve bu önemsiz kabiliyetin yeni bir hareketin başarısını sağlamaya yetmeyeceğini çok iyi anladı. Bundan dolayı siyasi faaliyetinin en büyük kısmını, hayatları tehlikede olan sınıfları kazanmaya harcadı. Bu onları felce uğratmak yerine hızlandırıyordu. Eski kuvvet kaynaklarından da faydalanmak için büyük müesseseleri kendi tarafına çekmeye uğraşıyordu. Böylece yeni partinin temeli olarak, hayatları tehlikede olan orta sınıflan aldı ve en büyük fedakarlıklara hazır, mücadele için isyan dolu, sağ lam bir taraftar topluluğu kazandı. Katolik Kilisesi’ne karşı çok kurnaz davranarak ruhbanları kendine çekti. Bunda o kadar başarı gösterdi ki eski bir parti mücadele sahasından çekildi ve bir vakitler kendisine ait olanları tekrar kazanmak için bu yeni parti ile birleşti. Bu anlattıklarım Dr. Lueger’i tasvire yetmez. Onun bir de reformcu tarafı vardı.
Bu büyük adamın amacı son derece somut idi. O Viyana’yı fethetmek istiyordu. Viyana, monarşinin kalbi idi. Bu çökme halindeki imparatorluğun hasta ve bitkin vücudundaki son hayat işaretleri Viyana’dan çıkıyordu. Kalp daha da kuvvetlenirse, vücudun diğer kısımları da tekrar canlılık kazanırdı. Bu fikir prensip itibariyle doğruydu, fakat ancak belirli bir zaman için geçerli olabilirdi. Dr. Lueger’in zaafı burada idi. Viyana Belediye Başkanı olarak yaptığı is hiçbir zaman unutulmayacak değerdeydi. Fakat monarşiyi kurtarmayı başaramadı, bunda geç kalmıştı. Halbuki Schoenerer bu huşu su daha iyi tespit etmişti. Dr. Lueger çalışmalarının etken yönünde çok başarılı oldu, fakat bunlardan umduğu şey meydana gelmedi Schoenerer de hedefine ulaşamadı ve maalesef korktuğu şey müthiş bir şekilde gerçek oldu. Yani Dr. Lueger Avusturya’yı kurtaramadı, Schoenerer de Alman milletini felaketten koruyamadı.
Devrimiz için bu iki partinin başarısızlıklarının sebeplerini incelemek çok faydalı olacaktır. Bu inceleme özellikle benim arkadaşlarım için iyi sonuç verecektir. Çünkü bugünkü durum aynen geç misteki gibidir. Böylece eskiden bu hareketlerden birini yok olmaya doğru götüren ve diğerini de sonuçsuz bırakan sebep ve hatalardan korunmak mümkün olabilir.
Avusturya’da Panjermanist hareketin yıkılması kanaatimce tu, sebebe dayanmakladır. Önce, özellikle yeni ve mahiyeti itibarı ile devrimci bir partide toplumsal meselelerin önemi hakkında yanlış bir fikrin hakim olmasıdır. Alman burjuva sınıfının yüksek tabakaları devletin veya milletin bir iç meselesi konu edildiği zaman kendi nefislerinden feragat gösterecek kadar barışseverdir. Şimdi olduğu
Gibi, iyi devirlerde, başarılı bir hükümet de bu tabakaları devlet için kıymetli bir hale getirebilir. Fakat hükümet zayıf olduğu zaman bu , meziyet korkunç bir kusur teşkil eder. Demek ki, ciddi bir hareketi başarıya kavuşturmak için, Panjermanist hareket bütün çalışmalarını halk topluluklarını kazanmaya sarf etmeliydi. Bu yapılmadı ve bundan dolayı hareketin geri çekilmemek için muhtaç olduğu kuvvetten yoksun kalındı. Bir hareketin başında bu husus gözden uzak tutulursa, yeni parti daha sonra düzeltilmesi imkansız bir hata işlemiş olur. Çünkü partiye alınmış olan burjuva sınıfının ılımlı unsurları partinin iç görünüşü üzerinde gittikçe tesirli olurlar ve onu halk topluluklarının önemli bir yardımını kullanma ihtimalinden mahrum bırakırlar. Bu şartlarda, böyle bir harekete teşebbüs, surat asanlara, etkisiz eleştirilere sebep olur. Böylece o andan itibaren hareketteki o yarı dini iman ve fedakarlık ruhu eksik kalır. Sonunda bir-olma eğilimi gelişir. Bu da mücadelede bir sessizlik doğurur ve da zayıf bir barış yapılır, işte başlangıçta halk topluluklarının taraftar almaya önem vermemiş olan Panjermanist hareketin sonu oldu. Burjuva kibar ve kesin duruma geldi. Bu hareketin başarısızlığının ikinci sebebi de buradan çıktı.
Avusturya’daki Almanların durumu daha Panjermanist hareke -gelişmesi anında ümitsizdi. Parlamento Alman milletinin yavaş yavaş yok edilmesine alet olmuştu. Son anda kurtarma teşebbüsü, müessese ortadan kaldırılmadıkça, bu başarı ümidine asla sahip olamazdı. Bu durum Panjermanist hareketi çok önemli bir mesele karşısında bırakıyordu. Bu parlamento ile mücadele etmek için, onun kaidesine göre, parlamentoya girip içerden torpillemek miydi? Parlamentoya girildi, fakat oradan mağlup çıkıldı. Parlamentoya girmek için zorunluluk duyuldu. Oysa böyle bir kudrete karşı dışardan din mücadele edebilmek için, esaslı bir cesarete sahip olmak ve aynı zamanda sonsuz fedakarlıkları göze almak gerekirdi. Sonunda boğa boynuzlarından yakalandı. Şiddetli darbelerin hedefi olundu, çok kere yere düşüldü. Vücudun çeşitli yerleri kırılmış bir halde tekrar ayağa kalkıldı. Ancak son derece zor bir mücadele veren cesur savaşçı, zaferin gülen yüzünü gördü. Sebatlı çalışmalar, başarı tacını giyinceye kadar gösterilen büyük feragatler sayesinde savunulan davaya yeni şampiyonlar getirir. Fakat bunun için büyük toplulukların içinden halk çocuklarını almak gerekir. Sadece onlar bu mücadelenin kanlı sonucuna kadar dövüşmek için azim ve sebata sahiptirler, işte bunlar Panjermanist harekette yoktu. Bundan dolayı parlamentoya girmekten başka bir çözüm çaresi bulamadı. Bu karar, uzun mücadele ve müzakerelerin sonunda alınmadı. Esasen başka bir usul ve hareket üzerinde de durulmadı. Bu iştirakten, bütün milletin huzurunda söz söylemek imkanı ile halk topluluklarının daha kolay aydınlatılacağı umuluyordu. Bu şekilde hareket etmekle fenalığın köküne saldırmanın dışardan yapılacak bir hücum dan daha etkili olacağı düşünüldü. Yasama dokunulmazlığının her liderin durumunu kuvvetlendireceği, bu sebeple nüfuzunun artacağı sanılıyordu. Oysa durum bambaşka cereyan etti.
Dostları ilə paylaş: |