Son yüzyılda yazılan “tarih kitaplarının” çoğu, okunmamaktadır. İşin garibi, yazarları da o metinleri yazdıklarının okunması için değil, Fabvre’ın deyimi ile “mesleklerini bildiklerini ve bunu uyguladıklarını göstermek üzere”103 kaleme almışlardır. Örneğin batıda,”meslekten tarihçi” olmayan Thompson’un çağın en büyük tarihçilerinden biri olduğunu reddeden yoktur.104 İşte bundan dolayı son yüzyılda yazılan “bilimsel”(akademik anlamda) tarih metinlerini, meslektaşları bile okumaya sıkılmakta, lise öğrencileri tarih dersinden nefret etmekte ya da “ezberlenecek” bir metin olarak görmektedirler.
Peki, bu neden böyledir?
Ranke ile başlayan tüm metodik gelişmelere, Marx’ın, Weber’in, bütün kuram çalışmalarına, Toynbee’nin bütün iddialarına, Annales’in bütün “toptancı” görüşlerine, yapısalcılara, yeni yapısalcılara, postmodernist’lere rağmen, tarih hâlâ bir anlatıdır. ”Meslekten tarihçiler” arasında buna karşı çıkan geniş bir çevre olsa da... İngilizce’deki history; İtalyanca’daki storia, Fransızca historie, Almanca geschichte sözcüklerinin hem tarih; hem de hikâye anlamına gelmesi boşuna değildir. Bütün o kaynak, belge şu bu en sonunda, doğru dürüst bir biçimde aktarılamazsa, okunmaz. Okunamayan çalışmanın da bir değeri, olmaz. Aksini düşünen çok sayıda “meslekten tarihçi” olsa bile, bir makine mühendisinin yazdığı bir rapor ile bir tarihçinin yazdığı tez arasında, üslup bakımından hiçbir benzerlik olamaz. Bilimsellik adına, tarihin edebi yanı, sanatsal duyarlılığı ortadan kaldırılamaz.
“ Profesyonel tarihçiler, aklı başında hiç kimsenin, baştan sona okuyamayacağı, okunmak için değil de sanki göndermeler yapmak için yazılmış kitaplar yayınlamaktadırlar... Eğer bu yeteneğe sahip olmuş olsalar, hiç kuşkusuz pek çoğu roman ya da şiir yazardı.”105
John Tosh, tarih yazıcılığındaki ana tekniğin, geçmişi yeniden yaratma, yani anlatı ve yorumlamak olduğunu ileri sürer. Yazarın ustalığı, bu iki ana öge arasında yarattığı gerilimle okuru sürüklemesinden gelir, Tosh’a göre. Sadece kaynaklara vakıf olmakla bunun başarılmasının mümkün olmadığını ileri sürerken o, “bu iş romancıda ya da şairde olduğu gibi bir düşgücü ve ayrıntıları görme yeteneği ister” diye de ekledikten sonra, “Braudel’in 16.yy Akdeniz panaromasını nasıl çizdiğini hatırlayın. Bunun dışındaki vasıtaları ne olursa olsun, böylesi tarihçiler ayni zamanda sanatçıdır ve sayıları gerçekten çok azdır.”106 diye de ekler. Cobb’a göre, “ tarih yazmak bir kişinin kendini en mükemmel dışa vurumudur.”107
Tosh, yukarıda da sözü geçen kimsenin okumadığı tarih kitaplarını “iç bayıcı” diye tanımlar ve bunun nedeninin, yazarın ayrıntı kalabalığına hayatiyet verecek düşgücünden yoksun olmasına, bağlar. 108
Ünlü Antik Roma Tarihi uzmanı Mommsen, “ gerçek tarihçinin eğitilemeyeceğini, öyle doğulduğunu” yazar.109 Tosh’un da “insana hikâye yazmak öğretilemez” demesinden, ona hak verdiği görülür. Oxford’da Çağdaş Fransız Tarihi dersleri veren Zeldin ise bu konuda şöyle düşünür:
“ Kişisel olarak, herhangi bir kişiyi herhangi bir şekilde tarih yazmaya zorlamak gibi bir dürtüm yok. Yazdığınız tarihin, sizin kişiliğinizin bir ifadesi olduğuna inanıyorum. İnsanlara tarih yazmanın öğretilemeyeceği konusunda, Mommsen’e katılıyorum. Genç tarihçileri, önlerinde izlemeleri gereken örnekler koymaktansa, kendi kişiliklerini, kendi bakış açılarını ve kendi tuhaflıklarını geliştirmeleri yolunda özendirmenin, çok daha fazla şeyler kazandıracağına inanıyorum. Özgün tarih, özgün bir kafanın ürünüdür ve bunu yaratabilecek hazır bir reçete yoktur.”110
Evans ise, “çağdaş tarihçiler”in Mommsen’in görüşünü paylaştıklarını yazıyor.111
İşte bundan dolayı, anlatıyı bırakın, tarih metodu konusunda 20.yy’ın en büyük uzmanlarından biri olan Carr, “meslekten tarihçi” değildir. Diplomatlık, gazetecilik’ten gelmiştir. Braudel, çağın en büyük tarihçisinin bir avukat, Carr ise bir mühendis olduğunu düşünmektedirler. Prof. Baykan Sezer de Türk tarih yazıcılığında, Türk tarihi için devrelendirme önerebilen, yani metodik fikir üreten, iki tarih yazarı olduğunu, bunlardan birinin Fuat Köprülü, ötekinin de Rıza Nur olduğunu belirtmektedir.112 Rıza Nur’un tıp doktoru olduğunu bilmeyen yok ama Köprülü de tarih lisansı sahibi değildi. Ciddi ve okunan Türk tarihi yazarlarının çoğunluğu da tarih lisansı haricinden gelme. Braudel’in “İstanbul’daki meslektaşım” dediği Ömer Lütfü Barkan iktisatçı, Doğan Avcıoğlu sosyolog, Ahmet Refik emekli subay, Zeki Velidi Togan medrese çıkışlı, Taner Timur siyasal bilimci, İlhan Tekeli inşaat mühendisi, Stefanos Yerasimos mimar, Mustafa Akdağ edebiyat doktoru, İsmail Cem gazeteci, Çetin Yetkin hukukçudur v.b.. Türk üniversitelerinde okutulan tek telif metodoloji kitabı olan Kütükoğlu’nun, tarih felsefesi ve tarih yazarlığı ekollerine sadece otuzbeş sayfa ayrılmış metod anlayışı ve yaşamında hiç Marx okumadığını söyleyen metod hocalarıyla, daha iyisinin olması da zaten, beklenemezdi...
Marc Bloch, boşuna “Tarihin tarihçiler elinde yok edildiğini görmek, acı verici”113 dememiş!
PEKİ TARİH YALAN MIDIR? OKUR KİME İNANACAKTIR?
Üniversitelerin tarih bölümlerinde okutulan “metodoloji”, elbette, tarih yazıcılığında bir anlam ifade eder. Ne var ki, herşey değildir. Arşiv taramaları, bütün o kaligrafi eğitimleri, dil eğitimleri, belge değerlendirme yöntemleri, birincil kaynaklar, ikincil kaynaklar ayırımları, elbette ki tarih yazıcılığının kullandığı önemli “avadanlıklar”dırlar. Ancak, önemli olan avadanlığın kendisi değil, onu kullananın marifetidir. Bizim ele aldığımız konuda, yani tarihi kaleme alırken, Fabvre’ın “insana ait herşey ile tarih yazılabilir” saptamasını bir defa daha hatırlatarak, yaşamda ve doğada olduğu gibi, tarih yazıcılığında da mutlak olan hiçbir usul, yöntem ya da tarzın olmadığını, söylemeliyiz.
Favbre, “ben kendi hesabıma, aranacak birşey olmadan ‘bakalım ne buluruz’ diyerek arşive dalan allâmeleri, hiç anlamadım” diye bir cümle kullanıyor. Hobsbawm, “aranacak birşey olmadan ne bulursak bulalım kafasıyla arşive girilmeyeceğini” öne sürüyor... İlgili başlık altında türlü çeşitli katkılarla değinildiği gibi, önceden bir tezi olmayan tarih yazarı olamaz... Belgeler, kaynaklar ya o tezi doğrular, veya yanlış olduğunu ortaya koyar. Tez olmadan, tarih yazılmaz. Arşivi bunun dışında karıştıranlara, “köstebekler” diyen tarihçi de olduğunu yine ilgili başlık altında aktardık. Üniversitede, Kütükoğlu’nun tarihin anlamına ve gelişmesine otuzbeş sayfa ayırdığı tarih metodu kitabını not almak kastı ile okumakla, tarih yazmak, çok farklı şeylerdir.
Bütün o metodoloji kalabalığı en sonunda gelir, bir noktada tıkanır:
Metodu doğru kullanan, (yanlış kullananları zaten konunun dışında tutuyoruz) bu metodla elde ettiği geçmişe ait bilgiyi, bugünün bilgisi ile yorumlayabilecek bilgi birikimine sahip midir? Örneğin 16.yy Anadolu’sunda geçen bir olayla, konumuzun ilgisi bakımından, Kıbrıs Sürgünü ile ilgili bir ferman ele geçiren ve eski yazı okumayı da bilen herhangi bir tarihçi, sürgün olayını mutlaka doğru mu anlayıp anlatır? Hayır! Bu tarihçi 16.yy Anadolu’sundaki Suhte isyanlarını, Kızılbaş sorununu, o yüzyıldaki Osmanlı devlet ve toplumsal yapılanmasını, devletin o dönemdeki İran ilişkilerini, Avusturya ile olan sürtüşmesini, o yüzyılın Osmanlı resmi terminolojisinin anlamlarını, ayni yüzyılda Anadolu’daki göçebe/yerleşik sürtüşmesinin toplumsal ve tarihsel nedenleri ile sonuçlarını ve o yüzyıldaki Osmanlı toplumunda egemen olan paradigmaları(birden çoktu çünkü) ve daha birçok şeyi bilmiyorsa, ele geçirdiği fermanda yazılanları doğru anlayıp anlatması, mümkün değildir. “Tarihçi”nin, ele geçirdiği fermanı okusa bile anlaması için gerekli olanlar, bunlarla da sınırlı değildir. Eline eski bir yazı geçiren ve bunu okuyacak kaligrafi bilgisine sahip olan bu kişi eğer sosyoloji, antropoloji ve coğrafya bilgisi yönünden yetersizse, okuduğunu yine de doğru anlayamaz. Örneğin Halep bugün Suriye devleti içindedir diye, 16yy’da da burada sadece Araplar’ın yaşadığını sanır ve “Kıbrıs’a Arap da gönderildi” hükmüne varır... “Taşlık yer” tanımının Osmanlı dilinde Taşeli yarımadası olduğunu bilmediğinden, “tarlası taşlı olanlar adaya sürüldü” hükmünü verir... “Yukarı Canip”in Osmanlı dilinde İran olduğunu bilmeyen de “dağlık alanlarla ilişkisi olanlar, Kıbrıs’a sürüldü” hükmüne varabilir... Göçebeliğin sosyal antropolojik yapısını bilmeyenin, yağmayı suç sanması sonucu “atalarımız hırsızlarmış” hükmüne varılması, Osmanlı’nın alevileri “başka bir suçla suçlayınız” fermanını bilmeyenin, “ırz düşmanları da adaya sürüldü” demesi, sosyoloji bilmeyen tarih yazarlarımızın, yaşamın içinde kullandığımız dili Rumlarla İngilizlerin bozduğunu sanması ve böyle de yazması; Osmanlı toplumsal düzeninden bihaber tarihçilerimizin “bazı köylerimiz tenasur etti, yani hristiyanlığa döndü” demeye cüret edebilmeleri v.s. ... Bunların tümü, eline her belge geçirenin bunu doğru anlamaya yetecek bilgi birikimine sahip olmamışsa saçma tarihler yazmaktan kurtulamayacağının, cahilce örnekleridirler.
Metodolojinin tıkandığı noktanın ikinci ayağını da tarih yazarının, eline geçirdiği belgeyi, doğru okuyup, anlamını anlasa bile, nasıl yorumlayacağına ilişkin mutlak bir kuralın bulunmadığının ileri sürülmesidir. Aslında, bu iddia gerçek dışıdır! Her tarih yazarı, eline geçen bilgiyi kendi ideolojisi ile yorumlar... Burada, özenle altı çizilmelidir ki kişinin gerçek ideolojisi, yani yaşama ve evrene karşı tavrı ile kendisinin sahip olduğunu iddia ettiği ideoloji, farklı şeylerdirler. Ama eninde sonunda, herkesin kendine ait bir idelojisi vardır. Ve elbette ki kişinin yorumu, kendine ait olacağı için; kendi dünya görüşünden bağımsız, olamaz.
Tarihin öznelliği de işte bu noktada başlar. Tarihçinin ideolojisi ile gerçek ne kadar uyum içindeyse, yazacağı tarih de nesnelliğe (tarihte nesnelliğin ne olduğuna dair yukarıdaki bölüm de akıldan çıkarılmamalı) o kadar yaklaşır.
Ne var ki iyi bir tarih yazmak için bunlar da yetmez! Düşünürün dediği gibi “özgün bir tarih, özgün bir kafanın eseridir”. Tarihçi, bütün bu özelliklerin yanında, ele aldığı dönemin vurucu ayrıntılarını görebilecek bir yeteneğe ve bunları doğru yorumlayacak bir zekâya da sahip olmalıdır. Bu da yetmez, tarih, geçmişin günümüz bilgileri ile yeniden inşaa edilmesi olduğuna göre, hikâyesini doğru kurgulayacak bir yetenek, hikâyenin sonuna kadar okunmasını sağlayacak bir gerilim/çözülme dengesini kurabilecek kadar yazarlık bilgisine ve kullandığı dile hakim olmak gibi bir entellektüel birikime sahip olmak gibi özelliklere de ihtiyaç duyulur.
Böyle tarihçiler var mıdır? Evet, elbette... Çağımızda bunların doruğunda da Fernand Braudel oturmaktadır.
Okur, elindeki kitapta neler yazdığına bakmadan önce, yazanın kim olduğuna bakmalıdır...
KAYNAKLAR:
Braudel, F. Tarih Üzerine Yazılar. İmge Yayınları. Ankara:1992
Braudel, F. ll. Philippe Zamanında Akdeniz ve Akdeniz Dünyası. İmge Yayınları, Ankara:1993
Benjamin, Walter. Moskova Günlüğü, Metis Yayınları, İstanbul:2001
Bloch, Marc. Feodal Toplum, Opus Yayınları, Ankara:1997
Carr, E. H. Tarih Nedir? İletişim Yayınları. İstanbul:1996
Collingwood, R.G. Tarih Tasarımı, Gündoğan Yayınları. Ankara:1996
Engels, Freidrich. Anti Dühring. Sol Yayınları, Ankara:1975
Engels, Freidrich. Utopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm. Sol Yayınları, Ankara: 1977
Evans,R. Tarihin Savunusu. İmge Yayınları, Ankara:1999
Fabvre, Lucien. Uygarlık, Kapitalizm ve Kapitalistler. İmge Yayınları . Ankara:1995
Fontana, J. - Carr, E.H. Tarih Yazımında Nesnellik ve Taraflılık, İmge Yayınları, Ankara: 1992
Hobsbawm, Eric. Tarih Üzerine, Bilim ve Sanat Yayınları; Ankara:1999
Iggers, George G. Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul:2000
İbn-i Haldun, Mukaddime, Onur Yayınları, Ankara:1997
Jenkins, Keith. Tarihi Yeniden Düşünmek, Dost Yayınları, Ankara:1997
Kütükoğlu, Mübahat S. Tarih Araştırmalarında Usül, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul:1995
Marx, Karl. - Engels, F. Alman İdeolojisi. Sol Yayınları, Ankara: 1976
Marx, Karl. Louisse Bonapart’ın 18. Broumierre’ i . Sol Yayınları. Ankara:1976
Marx, Karl. Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Katkı. Sol Yayınları, Ankara:1974
Marx, Karl – Engels, F. Komünist Manifesto, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara:1976
Sezer, Prof. Baykan. Osmanlılık, İst Üniv. Ed. Fak. Yay.
Sosyoloji Yıllığı, İstanbul:2000
Tosh, J. Tarihin Peşinde. Tarih Vakfı Yurt Yayınları. İstanbul:1997
Dostları ilə paylaş: |