Keynes’te yetersiz efektif talep ve kriz-dinamiĞİ



Yüklə 152,13 Kb.
səhifə3/3
tarix28.07.2018
ölçüsü152,13 Kb.
#61369
1   2   3

Bibliyografya:

Bleaney, M. : Underconsumption Theories, International Publishers. New York.


Çakman, M.K. (1989): “Gelişmiş Piyasa Ekonomilerinin bir Prototipi Olarak ABD’de Kâr Oranlarında Seküler Düşme Eğilimi ve Bunun Işığı Altında Geleneksel Çekirdek Makro Modelde Kuramsal bir Revizyon” Gazi Büro. Ankara 1989. 262 s.
Çakman, M.K. (1992): “A Contribution to ‘The End of History’ Debate, Gazi Üniv., İİBF Dergisi, 8:l. pp. 3-48.

Keynes, J. M. : The General Theory of Employment Interest and Money. Harcourt and Brace, Harbinger Edition. New York 1964. 403 s.


Savran, S.: “Bunalım, Sermayenin Yeniden Yapılanması, Yeni-Liberalizm”, Dünya Kapitalizminin Bunalımı (içinde) Ed.: N. Satlıgan; S. Savran. Alan Yayıncılık, İstanbul 1988. ss.19-65.

ABSTRACT



DYNAMICS OF DEPRESSIONS INDUCED BY INSUFFICIENT DEMAND IN KEYNES AND ITS RELEVANCE TO GLOBALIZATION
The article summarizes the dynamics of depressions and Keynes’ analysis in this regard with extensive references to his “General Theory”; and then moves on to a discussion of whether such crises induced by insufficient demand may be faced again in the 21st century as the process of globalization continues to accelerate. The author answers this question affirmatively. He points out that the developed countries in the West, who had successfully carried out a series of economic and political reforms between the 1930’s and the 50’s and who created an effective social safety-net as well as a plethora of institutions to aid the needy and to supply the general public with government-funded social and medical security, have thus established welfare-states and also substantially bettered the inequalities in the income-distribution within their national borders. Although “the Welfare State” faced a backlash in the form of Reagonomics and Thatcherism in the 80’s, the institutional changes that had been established with these reforms as well as Keynesian type expansionary policy implementations in recessions have played an important role in the successful prevention of 1930’s style depressions in general. The author argues that similar reforms and institutions are needed in the 21st century, this time, on the global scale. However, considering the fact that these reforms had faced substantial resistance and were established only after prolonged struggles even when the poor involved were the nationals of the said developed countries, it is obvious that it would be extremely difficult to implement policies to better the global income distribution and carry-out similar reforms on a global basis. The author points-out that there are neither any global institutions to carry out such reforms nor any international political bodies which would be capable of reflecting any authoritative and effective political-will to this effect. He argues that therefore the chances of instituting, on the global scale, social and economic reforms similar to that which the developed countries had accomplished within their own national borders are nil and that therefore one might expect a resurgence of the problem of “insufficient demand” and depressions induced by it in the course of the 21st century, this time in the framework of an increasingly globalized economy.



* Gazi Üniv. İİBF, İktisat Bölümü Araştırma Görevlisi

** Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi

1 Burada vurgulanması gereken bir sorun vardır: Keynes’in teorisinde “sermayenin marjinal etkenliği” (sme) temel bir rol oynar. “sme”i bulmak için “satın alınması düşünülen sermaye malının ömrü boyunca beklenen getiri akımı”nı veren diziyi ( R i ) bilmek gerekir. Bunu bilmeden “sme” bulunamaz (ve de tersi). Yani bu iki değişken bir paranın iki yüzü gibidir: birini tahmin edebiliyorsanız, “C” (satın alınması düşünülen sermaye malının piyasa fiyatı) veri olduğuna göre, diğerini hesaplayabilirsiniz. Kuram kavramsal olarak kusursuzdur. Lakin, kuramın bu temel taşını kullanarak ekonometrik veya herhangi başka tür bir kantitatif çalışma yapmak mümkün değildir. Çünkü R i serisine ait kim, nasıl istatistiksel bir dizi yaratabilir ki? Mümkünü yok!


2 Reel-faiz (f r) = (Nominal Faiz) – (Enflasyon Oranı) şeklinde hesap edilmemelidir. Reel-faizi hesap ederken şu sorulur: Dönem başında 100 doları bir menkul değere yatırmıştın. Dönem sonunda ana-paranı ve faizin alıp piyasaya çıktın. Dönem başında 100 dolar olan ve almak istediğin mal-sepetini aldın. Cebinde bir miktar para kaldı. Bu cebinde kalan parayla, o mal sepetinin yüzde kaçını satın alabilirsin? Reel faiz işte budur. Buradaki örnekte: dönem başındaki 100 dolarlık mal sepeti şimdi 93 dolar. Dolayısıyla, f r = 8/93 = %8.6 (8/100 değil!). Dikkat ederseniz, “doğru” hesaplamayla “basit-kafalı hesaplama” arasındaki fark, enflasyon oranı ne denli büyükse, o denli büyük ve önemli olur.

3 Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki Weimar Cumhuriyetini (Almanya’yı kastediyor). 1920’lerin başında, Almanya’daki yıllık enflasyon bir ara %300,000 -% 500,000 düzeyine kadar çıkmıştı. Bu Almanya’nın sosyal yapısında derin yaralar açtı ve Nazi partisinin yükselişinde ve Hitler’in iktidara gelişinde önemli bir rol oynadı.

4 Kamunun; Ohio ve Tennessee Nehirleri üzerinde iki düzineden fazla baraj ve hidroelektrik santralı kurup çalıştırmasını öngören , hem sel-kontrolü hem de fakir ve kırsal bir bölgeye ucuz elektrik sağlamak amacını güden bu proje, 1930’ların başında başlanmış ve ikinci yarısında bitirilmiştir.

devasa boyutlarıyla bizim GAP’ı andırır. Ama çevre, kırsal olmanın ötesinde GAP’takine benzemez: Sık ormanlık ve yemyeşildir.



5 “Initial : Bir sistem düşünün (kapitalist piyasa sistemi). Bu sistemin doğru-dürüst çalışması için olmazsa-olmaz bir faktör düşünün ki, o sıralarda atıl ve hareketsiz durumda olsun. Bu faktörü (özel sektör yatırımlarını) harekete geçirmek lâzım. Ama o faktörün atıl kalmasını gerektiren rasyonel dinamik ve nedenler var (depresyon konjonktüründe kimse mal satın almıyor; kapasite kullanımı çok düşük. Dolayısıyla, girişimciler “Öyleyse neden yatırım yapayım ki?” diyorlar). Şimdi o faktöre, ilk ivmeyi veren bir “unsur” tanımlayın. (Burada kamu yatırımları.) Kamu yatırımları, bu bağlamda, dışsal ve inisiyal sıfatları ile nitelendirilir... “Dışsal” çünkü sistemin iç-mantığından bağımsız iradevî bir politik kararla harekete geçirilebilir.... “ İnitial” çünkü “başlatan” o...” Çünkü, “sisteme ilk ivmeyi vererek sistemi yeniden harekete geçiren o”...

6 “İrrelevan” : Türkçe’nin yetersizliğine ve illaki ve sadece öztürkçe kullanmak prensibini reddedişimize bir örnek daha... Yani ne yapacaktık? “irrelevan kılmıştır” gibi iki kelimeyle ifade edebildiğimiz şey için, “yani....” diye başlayıp 18 kelime ile anca ifade edilebilen o çok uzun tümceyi mi kullanacaktık? Cümle sonuna geldiği için, böyle uzun bir tümce, burada belki kullanılabilirdi. Ama ya uzunca bir cümlenin ortasına otursaydı ne olacaktı? Doğru dürüst sosyal-bilim yapabilmek için lügatçemizde eksik olan en az 1,000 sözcük var.

7


 Sosyal bilimleri, fizik, astrofizik, kimya, moleküler biyoloji vb.gibi bilimlerden radikal biçimde ayıran unsurlardan biri işte budur. İktisat “biliminde,” incelenen şeyin yapısı ve de o ‘şey’in işleyişini idare eden ve içindeki “elementlerin” birbirleriyle ilişkisinin niteliğini ve dinamiğini belirleyen kanunların kendisi, çok kısa bir sürede, (meselâ, iktisatta bir-kaç yy. içinde) çok radikal ve önemli bir biçimde değişir. Oysa yukarıda adı geçen bilim dallarında bu değişiklikler, ya astrofizik ve nükleer fizikte olduğu gibi Big Bang’den bu yana hiç değişmemiştir ya da zooloji, fizyoloji ve endekronoloji’de olduğu gibi türlerin evrimine bağlı olarak milyonlarca yılda anca değişir. Dolayısıyla, kontrollü laboratuar çalışmasının olanaksızlığı bir yana, üzerinde çalışılan nesnenin yapısının beş-on nesil içinde radikal biçimde değişme özelliği, Sosyal Bilimlerin baş-ettiği (daha doğrusu baş-edemediği) bir zorluktur; ve onları fizikî bilimlerden kesinkes ayırır. Fiziki bilimlerde, ilerleme; araştırmalardan elde edilen bilgi-parçacıklarının ve bulguların birikimi ve o birikim üzerine “bilgi”nin inşası yoluyla elde edilir. Sosyal Bilimlerde ise bu olanaksızdır. Ne birikimi?!... Bilgi parçacıkları ve bulgular birikmeye fırsat bulamadan, incelenen nesnenin türü, yapısı ve onu “işleten” dinamikleri idare eden kanunların şekillendiği çerçevenin kendisi değişime uğruyor. Bu koşullar altında bulgu biriktirilebilir ama genel ve kalıcı kuramsal bilgi üretmek imkansızdır. Çünkü, böylece üretilecek kuramsal bilgi, oluştuktan hemen sonra irrelevan oluyor. Çünkü bilginin açıkladığı nesne artık tamamen değişmiş.. Artık yok! Yerine, başka ve “yeni” bir şey gelmiş. Milyarlarca yıl değişmeyen nesne-yapıları ve onların nasıl çalıştığını belirleyen kanunlarla uğraşmak başka; birkaç yüzyıl içinde tamamen değişenlerle uğraşmak başka...

8 Armagedon : Sen Paul (Ermiş Pavlus)’un ‘Yeni-Ahit’in bir parçası olan metinlerinden birinde, “bildiğimiz dünyanın sonu”nu getiren ve “Hayır ve Şer Güçleri” arasında cereyan edeceğine inanılan nihaî ve büyük ve çok yıkıcı bir savaş. Hıristiyan teleolojisinde (‘son-erek’ mantığında) Armagedon’un sonucunda, Hz. İsa göklerde belirip, Şeytanın dünya üzerindeki hakimiyetine son verecek ve “Tanrının Krallığını” (veya “Cennetin Krallığını”) dünyada “ebediyen” tesis edecektir. Çağdaş İngilizce’de bu anlamının yanı-sıra, “Armagedon” sözcüğü, mecazî bir şekilde, “çok büyük, çok yıkıcı, çok dehşetli bir savaş” anlamında kullanılır.

9 Bu iki global büyüme hızı arasındaki fark bu şekilde devam ettiği taktirde, küresel çapta bir finansal-şişme oluşacak; ve bu, er-geç, yaygın ve derin bir finansal krizle son bulmaya aday olacaktır –ki o takdirde, patlayan finansal balonlar, 1997’de olduğu gibi Doğu Asya ülkeleri ve Rusya ile sınırlı kalmayıp, merkez ülkelerdeki finansal piyasaları da çok ciddi bir biçimde sarsabilir.

10Gerçi, bu son cümledeki “cet.par.” ifadesi içinde, gelir-dağılımında bozukluğun sürmesine rağmen, küresel ekonominin bunalıma sürüklenmesine engel olabilecek bir dizi faktör gizlidir. Örneğin, son yirmi yılda olduğu gibi bambaşka ve yepyeni teknolojik patlama dalgalarının art-arda gelmesi—mesela füzyon teknolojisinin ticari kullanıma açık olacak bir biçimde geliştirilmesi...veya emeğin ortalama verimini önemli ölçüde arttıran ve dolayısıyla, cet.par., emek-saat başına elde edilen kâr miktarını önemli ölçüde arttıran bir teknolojik gelişim... Ama büyük teknolojik patlamaların aralıklarla oluştuğunu hatırlamak gerekir.

11 Modus-operandi(Latince): Bir sistemin veya bir kurumun veya bir kişinin “işleyiş modalitesi”; çalışma biçimi.

12 Regress etmek (İng.): Klinik Psikoloji’de ama ayrıca --mecazî olarak—toplumların evrimi bağlamında kullanılır. Bir bireyin (veya toplumun), gerisin-geriye, daha evvel tamamlamış olduğu ve “daha düşük” bir gelişim düzeyindeki haline dönmesi ve o “daha düşük gelişim etabına özgü” nitelikleri yeniden sergilemesi. Klinik psikolojide de toplumların evrimi bağlamında da, sözcük, patolojik bir durumun varlığını imlemler.

13 “Tahayyül-Edilebilecek-En-Kötü Senaryo” (Worst Case Scenario) , bu bağlamda şudur: İnsanlığın; topyekün bir nükleer harp neticesinde, veya yetenek, enerji ve kaynaklarını rasyonel bir biçimde kullanmadığı için, teorik olarak önleyebileceği bir ekolojik felaketler dizisini önleyemeyip, beraberinde yüz-binlerce başka türü de götürerek dünya sathından bir tür olarak tamamen silinmesi.

14 Bu ne kadar bir süre alacaktır? Bir yüzyıl mı, iki-yüz yıl mı? Bu konuda Bkz. Çakman K. “Güç Birey-İdeoloj-Sistem İlikisine Geniş Perspektifli ve Spekülatif bir Bakış...”. İşletme Finans, No. 173 Ağustos 2000. s.60-63.

15 “Weltanschaung”: Bir toplumun, milletin veya kültürün, “dünya görüşü” ve yaşama, işe, aşa ve aşka yaklaşım biçimi...dünya, evren, insan, yaşam, tanrı, arasındaki ilişkileri algılayış şekli...

16 Füturoloji (İng.: Futurology) : Bu terimi, “gelecek-bilim” diye çeviriyorlar. Ve epey saçma oluyor. Bilim=Science. (Bu mantıkla, bunlar, “demanology” sözcüğünü de “şeytan-bilim” olarak çevirir ve komik olurlar!! Bu nedenle, “futurology” terimini ya aynen kullanmak, ya “füturoloji” ya da “Gelecekoloji” gibi bir sözcük uydurmak gerekir.) Füturoloji, “toplumun geleceğine ait kehanette bulunmak ve ahkâm kesmenin mantıksal, şado-bilimsel ve çağdaş bir biçimi”diye tanımlanabilir.

17 “temper-tantrum”: (Çocuk Psikolojisi terimi) : Çocuğunu gelişiminin belirli bir evresine (genellikle 1-5 yaşa arasına özgüdür. Çocuklara özgü masum ama müthiş bir bencillik vardır. (Zaten doğumu takibeden iki ay boyunca, çocuk, kendini çevreden ve evrenden ayıramaz; herşeyin “kendi içinde” var-olduğunu sanır.) Çocuğun bu masum ama sınırsız bencilliği; “sosyalizasyon süreci” dediğimiz ve hemen-hemen her kültürde anne-baba ve/veya çok yakın akrabalar tarafından verilen bir “eğitim” vasıtasıyla dengelenir. Bu eğitim sırasında, bazen, çocuk çok istediği bir şeyi elde edemeyip, frustere olduğu zaman, bağırıp-çağırıp, kendini yerden-yere atarak ve/veya saldırarak tepki verir. Buna “temper-tantrum” diyoruz.

18 Dost, yanıt vermiyor. Ama tatlı-tatlı gülümsüyor ve “haklısın” der gibi göz kırpıyor... Hayır, çağırmayacağım ‘patlak gözlü, antenli ve sırtları balık-gibi pul-pul olanları’... Çağırmayacağım; çünkü eğer biz bir birleşirsek, onları tenkil ederiz... Onun için iyisi mi, insanlar birbirlerini yiyip dursunlar; yok ırktı, yok dindi, yok imandı, yok milliyetti, yok etnik-aidiyattı deyip, birbirlerini varsın budalaca katletsinler! ‘Patlak-gözlü, antenli ve sırtları balık gibi pul-pul olanlar’a yazık değil mi? Çünkü biz bir birleşirsek onları tenkil ederiz. Dost gülümsüyor...ve “Jonathan gibisin” diyor... ‘Martı’daki Jonathan’dan bahsettiğini sanıyorum bir an; ama dostun zihninin zarif parmakları anında beynime değiyor: “Yok, öbürünü kastettim: Swift’i...” “Doğru” diye düşünüyorum. Jonathan Swift, hayvanları insanlardan daha çok sevdiğini söylemişti. Galiba ben de öyleyim. Dedim ya: “İhanet ne ki? Ben galiba türüme ihanet etmeyi seçtim!”

Yüklə 152,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin