MİTOLOJİDE İSTANBUL
Kökleri tarihin derinliklerinde bulunan her önemli kent gibi, İstanbul kentinin en eski sahipleri de onun ilk varoluşunu efsanelerle süslemişler, süslemekten de öte, açıklamışlardır. Bu nedenle "mitolojide istanbul" denilince kuşkusuz, istanbul'un İstanbul olduğu, hattâ Konstantinopolis olduğu dönemleri değil, ilk Bizantion(-») evresini anlamak gerekir.
Antik toplumda somut yaşamın, yani insanlar arası ilişkilerin (reel dünyanın) insan imgelemindeki nahif bir yansıması olan ve bu anlamda genel olarak sanatın edebiyat ve tiyatronun ilk şekillenmelerinden sayılan mitolojilerin günümüze en gelişkin ve en yaygın (çünkü en fazla yazılmış) biçimde ulaşmış olanı, eski Yunan mitolojisidir. Daha sonra ortaya çıkmış komşu Roma uygarlığı da büyük ölçüde Yunan mitolojisindeki tanrıları, tanrıçaları, öyküleri almış, onlara Latince isimler bulmuştur.
Sonradan Bizans İmparatorluğu adını alacak topraklar, başlangıçta Roma İmparatorluğu kapsammdaydılar. İmparatorluğun bu kesiminde Latin dili ve kültürü Helen dili ve kültürüyle birlikte yer alırken, Doğu Roma'nm Bizans imparatorluğu adıyla, 395'te ayrılmasını izleyen süreçte Yunan dili ve kültürü hâkim kılındı. Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki ayrılık kes-kinleştikçe, Bizans halkındaki Latin düşmanlığıyla orantılı olarak Latin kültürünün kalıntılarının yok edilmesine çalışıldı, ülkedeki ve başkentteki Latin kolonileri ise Bizans toplumundan ayrı tutuldular. Bu zıtlaşma nedeniyle, Batılılar Bizans'ın artık "Batı kültürü"nü de temsil etmediğini, Helenizmden koptuğunu, bölge toplumlarının (Arap, Fars [Safevi], vb kültürlerinin) etkisinde kaldığını ve Batılı bir ülke olmaktan çıkıp, Doğulu bir ülke haline geldiğini ileri sürüyorlardı. Bizanslılar ise bu saptamaları yadsımaktaydılar. Bu sav-
larda gerçek payı olmakla ve Bizans'ın birçok özelliği o zamanki Ön Asya ülkele-rindekilere benzemekle birlikte, kültüründeki Helenistik öğeler ağırlıklarını daima hissettirmiştir.
Öte yandan, ülkenin insanları Hıristiyanlığı benimsemiş oldukları halde, çok-tanrılılıktan tektanrılılığa geçişin başka birçok toplumda görülmüş yansımaları Bizans'ta da yaşanmıştır. Binlerce yıl sürmüş olan paganizmin, çoktanrılı bir kültürün (inanış, gelenek ve alışkanlıkların) izleri yeni toplumda da devam etmiş, buna karşı koyan Ortodoks mezhebinin "Ortodokslukları" da (örneğin Ikonoklazma[->] akımında olduğu gibi) toplum kültürünü derinden etkilemiştir.
Kentin embriyonunun MÖ 7. yy'da oluşturulduğu konusunda tarihçiler hemfikirdirler: Bizantionlu Dionisios kendi kentinin kuruluş tarihini MÖ 660 olarak verir, Caesarea (Filistin'de) piskoposu ve ünlü Ekklesiastikebistoria'nm (Kilise Tarihi) yazarı Pamphili Eusebius da aynı tarihi zikreder. Bugün tarihi yarımada dediğimiz yöreye yerleşenler, Megara'dan gelmiş Dor-lardı, yani kent bir Yunan kolonisi olarak kurulmuştu. Daha önceden gene Dor-lardan bir başka göçmen grup gelip, Hal-kedon kolonisini oluşturmuştu. Birbirleriyle hiç de iyi geçinmemiş olan iki koloninin kuruluş tarihleri arasında Herodot'a göre 17 yıl, Eusebius'a göre 27 yıl fark vardı. Bir başka deyişle, Bizantion ve Halke-don halkı, Hıristiyan olmadan önce yüzyıllar boyu çoktanrılı kültürle yaşamışlardı. Bizantion'un kültürel dokusu sadece Helenistik karakter taşımamaktaydı. Bugün Çatalca Yarımadası dediğimiz ve Haliç(->) ile Marmara arasında kalan yarımadaya gelen Megaralı Dorlar, orada kendilerinden önce gelip yerleşmiş Trakya kabilelerine mensup topluluklarla karşılaşmışlardır. Dolayısıyla, toprağa çok önceden yerleşmiş, kent devletlerini kurmuş, insanlığın evriminde üçüncü işbölümünü gerçekleştirerek uygarlığa geçmiş olan Yunan toplulukları, toprağa henüz yerleşmekte, göçebelikten yeni yeni çıkmakta olan Trakyalılarla karşılaşmışlardır. Üstün olan kültür baskın çıkacaktı ama Yunan kültürü de göçebe Trakya kültüründen öğeler içerecek, bir bakıma karma bir kültür ortaya çıkacak, derken hep birlikte Hıristiyanlaşarak, önce bu dinin ve sonra da onun içinde şekillendirecekleri belli bir mezhebin yarattığı monolitik bir kültürel yapıya varacaklardı.
Uygar Yunan ve göçebe Trakya kültürlerinin bir çeşit bileşkesi sayılabilecek Zeuksippos kültü Yunan mitolojisindeki Tanrılar Tanrısı Zeus ile Trakya mitolojisindeki Atlıların Tanrısı Hippios'un tek bir tanrıda birleştirilmiş bir şekliydi. Nitekim antik Bizantion Agora'sının ortasında Ze-uksippos'un anıt sütunu bulunmaktaydı. Kentin Tihe'si (koruyucu tanrıçası) ise Rhea (veya Rheia) idi. Yunan mitolojisindeki soyağacının başlangıcı olan Uranos (Gök) ile Gaia'nın (Yer) kızı ve Olym-pos tanrılarının başlatıcısı (Zeus'un annesi) Rhea, Byzantion tarafından koruyucu
seçilmiş ve onun için de Agora'da bir heykel dikilmişti. Agora'nın ilerisinde Hippod-rom bulunmaktaydı ve Yunan mitolojisinde Herakles'in 12 "büyük işi"nden Trakyalıları ilgilendiren birisini burada başardığına inanılırdı.
Grek boyları arasında en çok Dorlar tarafından yüceltilen, onların kahramanlık anlayışlarının öngördüğü özellikleri kendisinde toplamış bulunan mitolojik kahraman Herakles (Roma mitolojisinde Herkül), Trakya Hükümdarı Diomedes'in insan etiyle beslediği atlarını etkisiz hale getirmek için hükümdarla çarpışıp onu öldürür ve cesedini atlara yedirir, atlar bundan sonra evcilleşirler. Başka versiyonları da bulunan bu efsane, Dorların ve Trakyalıların ortak kenti Bizantion'a taşınmıştı. Kentteki diğer mitolojik isimler adına yapılmış anıt ya da tapınaklardan bazıları da şunlardı: Uranos ile Gaia'nın torunlarından birisi olan Helios (Güneş) adına dikilmiş anıt, Zeus, Artemis (Zeus'un kızı ve Apollon'un ikizi, av tanrıçası), Atena (Zeus'un başından doğan kızı, kimilerine göre akıl ve zekâ tanrıçası), Poseidon (denizler tanrısı), Apollo (güzellik tanrısı, Ar-temis'in ikizi), Afrodite (aşk ve güzellik tanrıçası), Hera (Zeus'un kansı), Demeler (toprak ve bereket tanrıçası) adlarına ya- . pılmış, tapınak, sunak ya da anıtlar ile 12 Tanrı Tapınağı (Olimpos'un 12 tanrı ve tanrıçası vardır) sayılabilir.
Yunan mitolojisinde Bizantion kentinden bağımsız olarak yer alan, belki de kent daha kurulmadan önce söylenmiş olan iki efsane vardır. Bunlardan ikisi de, Boğaziçi'nin(->) mitolojideki ve Batı dillerindeki adı olan Bosporus'la da ilgilidir.
Argos Hükümdarı Inahos'un İo adlı bir kızı vardır, Zeus kızı görüp çok beğenir ve elde etmek ister, ama karısı Hera durumu fark edince, Zeus İo'yu beyaz bir inek haline sokar, kuşkucu Hera da ineği kocasından isteyerek alır, onu Argos'un aynı adlı ejderhasına emanet eder ve ineğin yanına kimseyi yaklaştırmamasını tembihler. Ama Zeus kurnaz Hermes'i göndererek Ar-gos'u öldürtür, Hera da ineğin başına yapışkan bir at sineğini musallat eder. inek nereye giderse, sinek de peşinden gelmekte ve İo'yu rahatsız etmektedir. İo inek kılığında sinekten kaçarken büyük bir geçidi de aşarak karşıya geçer, buranın adı ondan sonra Inek-Geçidi (Bous-Porus) kalır ve zamanla Bosphorus'a, Bosphor'a ya da kısaca Bosfor'a dönüşür.
Yunan mitolojisinin Bosporus'u ilgilendiren ikinci önemli öyküsü Argonautların serüvenlerinde geçmektedir. Anlatıya göre Teselya'da, lolkos hükümdarı Aison'un tahtını üvey kardeşigaspetmiştir. Aison'un lason (kimi Batı dillerinde Jason olarak geçer) adındaki oğlu büyüyünce, kendi hakkı olan hükümdarlığı amcasından ister. O da Karadeniz'in doğusundaki Kolhis ülkesinde bulunan Altın Post'u alıp getirmesi şartını koşar. Söz konusu Altın Post'un da ayrı bir öyküsü vardır: Rüzgârlar Tanrısı Aiolos'un oğlu Athamas'ın, sonradan boşandığı bulut tanrıçasından olan Frikos ve Helle adlarında bir oğlu, bir de
Dostları ilə paylaş: |