KirkçEŞme tesisleri


MAHMUDI 252 253 MAHMUD ü



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə62/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   140

MAHMUDI

252


253

MAHMUD ü

tu ki, bir evden birbiri ardınca, sonraki bir öncekinin vârisi 4 ölünün çıktığı oldu. O yıl 25 Ekim'de (ruz-i kasım girmezden önce) İstanbul'a kar yağdı. Rüzgârla birlikte ulu ağaçlar devrildi. Saray bahçelerindeki servilerin yüzlercesi kırıldı. Karın kalınlığından damlar çöktü. Fırtınadan, Karadeniz'de 200, İzmit Körfezi'nde 40 gemi battı. İstanbullular bu fırtınaya da "ağaç kıran" dediler.

1752 başında, Malatya yöresinde, Ka-lenderî tarikatına mensup olup yeni bir mezhep kurmaya uğraşanlardan idam edilen 53 kişinin başlan İstanbul'a getirildi ve ibret taşlarına kondu.

Sadrazam Divitdar Mehmed Emin Paşa, bakımsız kalmış olan Küçüksu Mesire -si'ne yeni bir kasır ve bahçe yaptırttı. Bahçede havuzlar, köprüler vardı. Padişah için bu yeni bahçede verilen ziyafette elliden fazla şair "nüzhet-gâh-ı safa" denen burası için yazdıkları kasideleri okudular. Yine hadaik-i hassadan olan Kandilli Bah-çesi'ndeki saray harabesi de yıkılarak arsası evkaf-ı hümayuna katıldı. Halktan ihtiyacı olanlara ev arsaları dağıtıldı. Bir hamam ile dükkânlar yapıldı ve hem Nev' âbâd, hem Kandilli denen kasaba oluşturuldu. 1752'de çıkan Gedikpaşa yangını, Kumkapı'ya kadar büyük zarar verdi. 20 saat süren bu yangından sonra, Beyazıt'ta, Koska'da da yangınlar çıkınca halk arasında "Bugün de falan yer yanıyormuş!" asılsız haberleri eksik olmadı. Yaygın kanıya göre yangınlar, kundaklamalar sonucu çıkmaktaydı.

I. Mahmud, l Temmuz 1752'de yine ani bir kararla o sırada Paşa Kapısı'nda ulufe sergisi başında olan Sadrazam Divitdar Mehmed Paşa'yı görevden aldı ve Bahir Mustafa Paşa'yı atadı. Başlatılan soruşturma sonunda da tarihe "Saray Ağaları Vak' ası" olarak geçen olay ortaya çıkarıldı. Kız-larağası Beşir Ağa'nın, Sadrazam Divitdar Mehmed Emin Paşa'yı, padişahı ikna edip görevden aldıramayınca yeniçeri ağası ile gizlice anlaşıp yer yer yangınlar çıkarttığı ve bu yangınlardan birinde sadrazamın Süleymaniye'deki konağının da yandığı, Mehmed Paşa'nın yeniçeri ağasına, sık sık yangın çıkmasının nedenini sorduğunda ise ondan "Elimden bu kadarı gelir!" cevabını aldığı anlaşıldı. Yeniçeri Ağası Macar Hasan Paşa sürgüne gönderildiği gibi, sarayda da soruşturma başlatıldı.

Darüssaade Ağası Beşir Ağa'nın adamları olan Hazinedar Süleyman, Arnavut Mehmed, kethüda ve Hasan Efendi bir şebeke kurmuş, herkesten haraç almaktaydılar. Mansıpları satmakta, nüfuz ticareti yapmaktaydılar. Hiç kimse sadrazama başvurmaz olmuştu. Herkes işini bunlarla ve Beşir Ağa aracılığı ile görmekteydi. Beşir Ağa, her gün padişaha da hediyeler, paralar sunuyordu. Gerçi kendisi hadımdı. Fakat adamları, edindikleri cariyelerle yetinmeyip "Rum kızları ile zina, dilrübâ oğlanlar ile livata" etmekteydiler. Yine da-rüssaade ağasının çuhadarları, baltacıları da aynı yoldaydılar.

I. Mahmud, bunları saptadıktan sonra

tebdil gezip halktan da bilgiler aldı ve şeyhülislamın konağına gitti. Durumu ondan da dinledi ve Beşir Ağa'nın adamlarının Üsküdar kadısına yaptıkları hakaretleri öğrendi. 11 Temmuz 1752'de Beşir Ağa'yı Kız Kulesi'nde tutuklattı. Hazinedar Süleyman Beşiktaş'taki sarayından alındı. Ötekiler de bulundukları yerlerde yakalandılar. Beşir Ağa'nın kesilen başı Bâb-ı Hümayun önünde teşhir edildi. O gün Divan-ı Hümayun toplantısına gelenler görüp ibret aldılar. İdam edilen Hazinedar Süleyman ile Sarraf Agop'un, Beşiktaş, Sütlüce, İstanbul ve Üsküdar'daki malları müsadere edildi. Soruşturma sürdükçe Arnavut Mehmed, Köstendilli Hasan, Rahtvan Çerkeş Hasan, Çuhadar Arap İsmail, Gürcü Mustafa gibi daha pek çok soygun işbirlikçisi ortaya çıktı. Bunlar da idam edildi. Beşir Ağa'nın adamlarından olan eski Galata kadısı, cerrahbaşı, birkaç hekim, meşk hocası, imam-ı sani vb de sürgüne gönderildiler.

1753 ilkbaharında, bostancıbaşının Üsküdar'da İbrahim Ağa Çayırı'nda verdiği geleneksel "mirî mandıra çemen-safâ-i sahra" ziyafetine, ardından mirahor ağanın, İmrahor Köşkü'ndeki ziyafetine katılan I. Mahmud, İstanbul kültürüne yeni bir hizmeti daha gerçekleştirdi ve Galata Sarayı Ocağı'nda yaptırttığı 2 çeşme ile dershane ve kütüphaneyi, Ekim 1754'te açtı. Buraya bağışladığı kitaplar saraydan alınıp sepetlerle kayıklara yerleştirildi. Tophane İskelesi'den de yukarıya taşındı. O gün, halka şerbetler ikram edildi ve Galata Sarayı Ocağı'nda bu tarihte yeni bir eğitim ve öğretim düzenine geçildi. I. Mahmud da o-cağı ziyarete geldi. Nakşibendî Şeyhi Mehmed Muradî'nin önerisi üzerine, Kurşunlu Mahzen'i tahtani bir cami olarak onartan I. Mahmud, Galata Gümrüğü duvarı üzerindeki ziyaretgâh olan mezarları da caminin içine aldırttı (bak. Yeraltı Camii).

Yapımı iki yıldan fazla süren üç ambarlı kalyon, padişahın ve devlet erkânının gönderdiği, bohçalar, askılar ile süslendi ve büyük bir törenle de denize indirildi. Aynı günlerde bostancılar tulumbacısı Mehmed Ağa "hezar-fen'lik edip kuyudan su çeken ve püskürten yeni bir tulumba geliştirdi. Bununla gösteriler yaptı ve çok takdir topladı. Tophane'deki top dökümü törenine de katılan I. Mahmud, sadrazamın Dolmabahçe'de, Gümrükçü İshak Ağa' mn Beykoz'da verdikleri ziyafetlerde can-baz gösterilerini izleyerek hanende ve sazendeleri dinleyerek eğlendi. 3 Eylül 1754' te gece saat 3.30'da deprem oldu. Fatih ve Bayezid camilerinin kubbeleri, bazı camilerin minareleri ve pek çok kagir ev yıkıldı. Aynı gece Beşiktaş'ta Yusufefendi-zade'nin "kırk pencereli" denen yalısı ile çok nadir yazmalardan oluşan kitaplığı yandı.

Uzun zaman fistülden rahatsız olan I. Mahmud, kış mevsimine girerken hastalandı. Birkaç hafta süren hastalığı sonunda 13 Aralık 1754'te cuma selamlığı için saraya yakın Ağa Camii'ne gitti. Dönüşünde Demirkapı'dan girerken atının üstün-

de yığılı kaldı. Rikâb ağalan kucaklarına aldılar ve öldüğünü gördüler. Taht sırası gelmiş bulunan kardeşi III. Osman (hd 1754-1757) için cülus hazırlıkları yapılırken, kış gününün kısalığı hesaplanarak I. Mah-mud'un cenazesi de ivedilikle kaldırıldı ve yaptırttığı caminin avlusundaki türbesine değil, III. Osman'ın buyruğu ile Bah-çekapı'daki türbede babası II. Mustafa'nın yanına gömüldü. I. Mahmud'un, uzun bir baygınlık ya da kriz geçirdiği, ölü sanılıp gömüldüğü, gömülmesi ardından ba-şucunda Kuran okuyan hafızların boğuk sesler duyup kaçıştıkları İstanbul'da uzun zurnan konuşuldu.

Zayıf bünyeli, hastalıklı ve kambur olan I. Mahmud'un 6 kadın efendisi ile 4 ikbalinden çocuğu olmamıştır. Harem yaşamını seven bu padişahın kadın efendileri ve gözdeleri ile sık sık halvet eğlenceleri düzenlediği bilinmektedir. Saray Şimşirlik bahçesinde sık sık yinelenen bu halvetlerden, nevruz münasebetiyle yapılanını anlatan Fransız Flachat, tahta perdelerle çevrili galerinin içinin çiçek ve lale vazoları, kuş kafesleri, su dolu renkli kâseler, askı ve kandillerle süslendiğini, kadınlardan başka harem ağalarının da katıldıklarını anlatmıştır.

Yabancı kaynaklara geçen gözlemlere göre halvet yapılan bahçe kesiminin çevresi yüksek paravanlarla kapatılıyor ve padişah "sofa" denen perdelerle kapalı özel bir locada, harem cariyelerinin oynaşmalarım, rasklarını izliyor, şarkılarını dinliyordu. Bunlardan hangisine fazla ilgi duyarsa işareti üzerine kâhya kadın onu getirip sofasına sokuyor ve ön perdeyi de kapatıyordu. Saray haremindeki cariyelerin sayısı konusunda en eski listeler I. Mahmud dönemine ait olup bunlara göre 17'si kiler, 6'sı külhan, 23'ü diğer hizmetlerde, 79'u şehzadelerin, 98'i kadın efendilerin dairelerinde olmak üzere Topkapı Sarayı'nın harem dairesinde 456 cariye vardı. Bu dönemde haremdeki Kafes Kasrı'nda tutuklu bulunan ve hepsi de yetişkin olan 6 şehzade Osman (III.), Mehmed. Mustafa (III.), Bayezid, Numan ve Abdülhamid (I.) idi. Saray hareminin yaz mevsiminde Beşiktaş Sahilsarayı'na göçmesi de ilk kez I. Mahmud zamanındadır.

İstanbul'un sorunlarına ilgi gösteren ve saltanatı boyunca başkentten ayrılmayan L Mahmud'un en büyük zevki, sık sık binişe çıkmaktı. Hastalığında, mehtap sefasına doyamadığını ve çocuğunun olmamasından duyduğu mutsuzluğu açıkladığı tarihlere geçmiştir.

Kafes Kasrı'ndaki şehzadelik yıllarında daha çok mücevhercilikle uğraşan I. Mahmud, törenlerde selimi kavuğuna, mücevherlerle işli üç sorguç takar, omzu, yaka ve kenarları siyah kürklü kumaşı murassa işlemeli üstlük giyerdi. Kent güvenliğine çok önem verdiğinden, kapıkullarının ayaklanma çıkartmamaları için önlemler almış, İstanbul'a göçleri ve kaçak girişleri önlemiştir. 24 yıllık saltanatı İstanbul için bir huzur dönemi sayılabilir. Arapça şiirleri olan ve besteler de yapan I. Mahmud, diplomatik belgelere imzasını Arapça ola-

rak "el-Müeyyedü'1-Müsteîn Billâhi'1-Meli-ki'd-Deyyân" veya "Hâdimü'l-Haremey-ni'1-Muhteremeyn es-Sultanü'1-Gazi Mahmud Han İbnü's-Sultanü'1-Gazi Mustafa Han" diye atardı.

Bibi. Mür'i't-Tevarih, I; Tarih-i Samî-Şakir-Subhi, İst., 1198; Tarih-i Vâsıf, I; M. Aktepe, "Mahmud I", LA, 158-165; Ç. Uluçay, Harem, II, Ankara, 1985; Uluçay, Padişahların Kadınları; G. Oransay, Osmanlı Devletinde Kim Kimdi? Osmanoğullan, Ankara, 1969.

NECDET SAKAOĞLU

Bayıldım Caddesi'ndeki I. Mahmud Çeşmesi.

Banu Kutun / Obscura, 1994

MAHMUD I ÇEŞMESİ

Beyoğlu İlçesi, Harbiye Mahallesi'nde, Taşlık mevkiinde, Bayıldım Caddesi üzerinde bulunmaktadır.

I. Mahmud (hd 1730-1754) tarafından Il6l/1748'de yaptırılan bu çeşme tek yüzlü olduğu halde bağımsız kitlesi ile meydan çeşmelerini hatırlatır. Kesme küfeki taşı ile örülmüş olan kübik hazne, kısa bir saçak ve sıvalı bir korkuluk duvarı ile son bulmaktadır.

Cadde üzerindeki cephe mermerle kaplanmış, iki yandan, pilastr görünümünde iki gömme paye ile kuşatılmıştır. Payelerin yüzeyi, ortada birer dikdörtgen, altta ve üstte ikişer kare çerçeve ile hareketlendiril-miştir. Söz konusu cephenin ekseninde, aynataşım barındıran niş yanlardan pilastr-lar ile kavranmış, Osmanlı barok üslubuna özgü bir bileşik kemerle taçlandırılmışım Gerek aynataşı, gerekse de kemerle bunun üzerindeki kitabe arasında kalan saha barok üslupta bol miktarda kullanılan motiflerle ("S" ve "C" kıvrımları, kıvrık dallar, beyzi madalyonlar) bezelidir.

Bu arada pilastrların üzerinde yer alan ve meandrı hatırlatan bezemeler ile minyatür alem görünümündeki kabartmalar, ay-

rıca kemerin kırılma noktalarına yerleştirilmiş olan nar kabartmaları dikkat çekicidir. Bu bezeli alan ile saçak silmesi arasında kalan kitabe levhası yanlardan yivli pilastrlar ile sınırlandırılmıştır. Ta'lik hatlı ve 116i/ 1748 tarihli manzum kitabenin metni "Ni' met" mahlaslı bir şaire aittir.



Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 108; Yün-gül, Taksim Suyu, 47-48; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, ist., 1993, s. 510.

M. BAHA TANMAN



MAHMUD I ÇEŞMESİ

Eminönü İlçesi'nde Cağaloğlu'nda, Prof. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi'nin (eski Hilali Ahmer Caddesi) Cağaloğlu Hamamı Sokağı ile kesiştiği köşededir. Bir cephesi, Prof. Kâzım İsmail Gürkan Caddesi'ne, diğer cephesi ise Cağaloğlu Hamamı Soka-ğı'na bakan bir çatal çeşmedir.

Büyükçe bir su haznesinin önünde yer alan çeşmenin her iki cephesinde de basık birer kemeri vardır. Bu kemerlerden Cağaloğlu Hamamı Sokağı'na bakanının içindeki kitabeden anlaşıldığı kadarıyla çeşmeyi 1155/1742'deI. Mahmud (hd 1730-1754) yaptırmıştır. Fakat, çeşmeyi sonradan hangi padişahın onarttığı belirtilmemiştir.

Çeşmenin kitabesi, ta'lik bir hat ile taş üzerine hakkedilmiştir. Günümüzde suyu akmayan çeşmenin caddeye bakan cephesindeki lülesi yerinde durmakta ancak diğer cephesindeki lülesi bulunmamaktadır. Çeşmenin hemen hemen tamamı çimento ile sıvanmış ve böylece orijinal hali bozulmuştur. Yer yer dökülen sıvaların altından görüldüğü kadarıyla çeşme, kesme taştan yapılmış olmalıdır. Çeşmenin, sonradan yapılmış olduğu görülen çimento sıvalı teknesi ve testi setleri normalden daha yüksekte kalmıştır.



Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 170; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 507-510.

HALUK KARGI



I. Mahmud Çeşmesi, Cağaloğlu

Haluk Kargı

I. Mahmud Çeşmesi, Kandilli

Banu Kutun / Obscura, 1994

MAHMUD I ÇEŞMESİ

Üsküdar İlçesi'nde, Kandilli'de vapur iskelesinin hemen önünde yer almaktadır.

Çeşmenin güzel bir sülüs hat ile hakkedilmiş olan kitabesi klasik dönemde olduğu gibi kemerin üzerindedir.

İki satır üzerine hakkedilen 1165/1751 tarihli kitabeden anlaşıldığı üzere çeşmeyi I. Mahmud (hd 1730-1754) yaptırmıştır.

Üstü ve yan tarafları çimento ile sıvanmış oldukça büyük bir su haznesinin ön yüzüne mermer kaplama olarak yapılmıştır. Son derece sade bir cephesi olan çeşmenin aynası, yapıldığı dönemin üslup özelliğini yansıtan "C" kıvrımlı bir kemerin içindeki az derin nişte yer alır.

Çeşmenin cephesini üst kısımda hafif dışa taşkın bir korniş sınırlamakta olup, sahip olduğu üslup özellikleri gereği, bir zamanlar mevcut olma olasılığı yüksek olan saçağı günümüze ulaşmamıştır.

Çeşmenin mermerden yapılmış olan teknesi ve testi setleri, günümüzde orijinal halini korumaktadır. Buna karşın, çeşmenin lülesi koparılmış, yerine şehir su şebekesine bağlı bir musluk takılmıştır. Bibi. Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, II, 350-352; A. Egemen, İstanbul'un Çeşme ve Sebilleri, İst., 1993, s. 513-514; İSTA, VII, 3863.

. ' HALUK KARGI



MAHMUD I KÜTÜPHANESİ

bak. FATİH KÜLLİYESİ



MAHMUD I SIBYAN MEKTEBİ

bak. AYASOFYA SIBYAN MEKTEBİ



MAHMUD H

(20 Temmuz 1785, istanbul -1 Temmuz 1839, İstanbul) 30. Osmanlı padişahı (hd 28 Temmuz 1808-1 Temmuz 1839).

I. Abdülhamid(->) ile Nakşidil Sultan' in oğludur. Fermanlarında, adına kesilen

r

MAHMUDH

254

255


MAHMUD H

paralarda ve yaptırdığı binaların kitabele-rindeki tuğralarının yanına, şiirlerinde kullandığı "Adlî" mahlasını koydurmuş; döneminde açılan yeni kurumlara da Adlî sanı verilmiştir. Hattat ve bestekâr olan II. Mahmud, tanburveney çalıyordu. Bilineri 26 bestesinden hicaz divanı ünlüdür. Hattatlıkta hocası Mustafa Rakım'dı(-»). ps-manoğullarının son 6 padişahı, oğulları ve torunları olduğundan hanedanın Osman Bey'den ve Sultan İbrahim'den(->) sonra 3. atası sayılır. İstanbul'da ve Osmanlı Devleti'nin genel yapısında gerçek anlamda Batılılaşma çığırını açmış; kurumlardan kıyafete ve müziğe kadar birçok alanda köklü yenilikler gerçekleştirmiştir. Buna karşılık, yargısız idam yetkisini kullanan son padişahtır.

Yenilikçi III. Ahmed'in(->) torunu, I. Abdülhamid'in oğlu olan II. Mahmud'un henüz 5 yaşında iken babası öldü. Annesi Nakşidil Sultan ise Eski Saray'a(->) gönderildi. III. Selim (hd 1789-1807) kendi çocuğu bulunmadığı için Mahmud'un eğitimine özel ilgi duydu ve yenilikçi fikirler aşılayarak yetiştirdi. II. Mahmud, görece saray hapsinde olmakla birlikte farklı bir özgürlük ortamında din, edebiyat, müzik, yazı ve topçuluk eğitimleri aldı. Kabakçı Mustafa Ayaklanması(->) ile III. Selim tahttan indirilince tahta çıkan ağabeyi IV. Mustafa'nın (hd 1807-1808) bir yıllık kısa saltanatında, saray hareminde korkulu anlar geçirdi.

Alemdar Mustafa Paşa'nın III. Selim'i yeniden tahta geçirmek amacıyla istanbul" a gelmesi ve saraya girişi, IV. Mustafa'yı, III. Selim'i ve Mahmud'u öldürtmek gibi bir önleme yöneltti. Savunmasız Mahmud, öldürülmekten, Çevri Kalfa'nın ve hizmetine bakan cariyelerin yardımıyla kaçarak kurtuldu. Saklandığı halı ve hasır yığınlarının arasından çıkarılarak Alemdar Mustafa Paşa'nın önüne götürüldüğü zaman perişan halde ve korku içindeydi. Alemdar'ın gösterdiği saygı ile toparlandı ve tahttan indirildiği bildirilen IV. Mustafa'nın yerine, Bâbüssaade önünde alelacele kurulan tahta oturdu. Öldürülen III. Se-lim'in kanlar içindeki cesedi ise hemen arkadaki Arzodası'nın(-») önüne bırakılmıştı. 28 Temmuz 1808'deki bu manzara, Osmanlı tarihinde taht uğruna göze alınan cinayetlerin sonuncusudur.

Alemdar Mustafa Paşa'yı, isteğine uyarak sadrazam atayan II. Mahmud, 29 Tem-muz'da III. Selim'in cenazesi büyük bir törenle kaldırılırken saraydaki 33 katili de i-dam ettirdi. IV. Mustafa'nın cariyeleri de denize atıldı. Böylece daha saltanatının ilk gününde işe idamla başlamak zorunda kaldı. Ayrıca kendisini 30 yıl boyunca uğraştıracak Rusya ile savaşlar, Sırp ve Yunan ayaklanmaları, Vak'a-i Hayriye(->), Nava-rin baskım, Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın ayaklanması, Mısır, Boğazlar, Arabistan, Cezayir sorunları, Rumeli'de ve Anadolu'da isyan çıkartan derebeylerinin eylemleri beklemekteydi.

istanbul'daki karışıklıklar ve güvensizlik nedeniyle kılıç alayı(-0 13 Eylül'e değin yapılamadı. O gün Topkapı Sarayı'



ü. Mahmud

TSM/ Galeri Alfa

ndan çıkarılan seyf-i nebevi (peygamber kılıcı) silahdar ağa tarafından alayın önünde taşınarak, ayrıca Enderun müezzinlerinin tekbirleriyle manevi bir koruma öngörülürken Alemdar'ın seğmenleri de muhafızlık ettiler. II. Mahmud, Eyüp'te Hz. Muhammed'in halifesi olduğu için ona izafe edilen kılıcı, sağ tarafına, atası Osman Gazi'nin kılıcını da -Osmanoğullarmın yeni soy atası olması umut edildiği için- sol tarafına kuşandı. Alemdar Mustafa Paşa'nın 3,5 ay süren başına buyruk yönetimi boyunca geri planda kalmayı yeğledi. Bu kısa dönemin en önemli olayı, milis güçleri ile istanbul'u doldurmaları ve aralarında, Serezli İsmail Bey, Kalyoncu Mustafa, Cebbarzade Süleyman Bey, Karaosmanoğlu gibi en namlı derebeylerinin de bulunduğu ayanlarla Kâğıthane'deki Çağlayan Kasrı'nda yapılan "meş-veret-i amme" denen toplantıdır. Bu toplantıda, Alemdar Mustafa Paşa, ayanlara, Yeniçeri Ocağı'na karşı ortak hareket çağrısında bulunurken merkezi yönetimin de ayanların kendi yörelerindeki yönetimlerini meşru tanıyacağı sözünü verdi. Görüşmelerden sonra, ayanlar, padişahın her buyruğuna uyacaklarına ve istenildiğinde onun yardımına koşacaklarına söz verdiler ve "Sened-i İttifak" denen belgeyi imzaladılar. II. Mahmud 29 Eylül 1808 tarihli, kendi mutlak otoritesine gölge düşürücü ve İstanbul'da bile yeterince güçlü o-lâmadığını açığa vuran bu belgeyi onaylamak zorunda kaldı.

14 Ekim 1808'de Sekban-ı Cedid adı altında ve dağıtılan Nizam-ı Cedid'i çağrıştıran modern bir ordunun oluşturulması gündeme geldi. Umur-ı Cihadiye nazırı atanan Behiç Efendi, bir yandan Sekban-ı Cedid için parasal kaynaklar bulmaya çalışırken bir yandan da "esame" denen, yeniçerilere mahsus eski ulufe cüzdanlarını, bedellerini ödeyip toplamaya başladı. Çünkü, bu cüzdanları para karşılığı elde eden herkes 3 ayda bir kamu hazinesinden

ulufe alma hakkını kazanıyordu. Toplanan esameler yakılarak görece yeniçeri mevcudunda önemli bir azalma gerçekleştirildi. Bundan kaygılanan ve Alemdar Mustafa Paşa ile onun milislerine diş bileyen yeniçeriler 16 Kasım 1808'de ayaklandılar. İstanbul'da, 4 gün boyunca Alemdar Olayı'nın(-») korkunç sonuçları yaşandı. Gelişmeleri, sarayda aldığı sıkı savunma önlemlerinin gerisinde izleyen II. Mahmud, 18 Kasım 1808'de ayaklanmacıların saraya yönelip kendisini tehdit etmeleri ve IV. Mustafa'yı yeniden tahta geçirmek istemeleri üzerine, ağabeyini boğ-durtarak hayattaki tek Osmanoğlu kaldı. Saray avlusundaki sekbanlarına da çıkış emri vererek bir şehir savaşı başlattı ve ayaklanmacıların yüzlercesi öldürüldü. Padişaha bağlı donanma ise, Haliç'ten, Beyazıt'taki Ağa Kapısı'm topa tuttu. Alemdar Mustafa Paşa'nın ölümü ve yeniçerilere indirilen büyük darbe ile bir anda güçlenen II. Mahmud, Memiş Paşa'yı sadrazam atadı. Yaşanan olaylar nedeniyle İstanbul'da tahribe uğramamış semt yok gibiydi. Sokaklar yeniçeri ölüleriyle doluydu. Saraya yakın Cebeciler Kışlası yakılmış, çıkan yangınlarda, Ayasofya, Sultanahmet, Divanyolu semtleri kül olmuştu. İstanbul bu durumda iken 19 Kasım'da Kan-dıralı Mehmed'in önderliğinde Galata ve Kasımpaşa'da yeni bir ayaklanma başladı. Asi döküntülerini çevresine alan Mehmed Tersane'ye ve Tophane'ye elkoydu. İstanbul'a geçerek Etmeydam'na geldi. Birer ayaklanmacı grup ise Levent ve Selimiye kışlalarını zapt etti. Kentin daha fazla tahribine razı olmayan II. Mahmud, Sekban-ı Cedid'in dağıtılacağı sözünü vererek ayaklanmayı bastırdı. Fakat İstanbul'da evler, dükkânlar yağmalanmış, ırz ve namuslara tecavüz edilmiş, kışlalar yakılmıştı. Öldürülen yeniçeri sayısı 5.000, sekban sayısı 300-400 dolayındaydı. Saraydaki sekbanların bir bölümü uzaklaştırılarak kurtarılırken birçoğu da asilerin eline geçerek öldürüldü ya da sokaklarda hakaretlerle gezdirildi.

l Ocak 1809'da Yusuf Ziya Paşa'yı sadarete getiren II. Mahmud, 5 Ocak 1809' da da İngiltere ile bir savaş durumunda Bo-ğazlar'ı kapatmak konusunda, bu devletin güvencesini içeren bir antlaşma imzaladı. Fakat asıl sorun İstanbul'daydı. Asayişin söz konusu olmadığı başkentte yeniçeriler, yeniçeri kılığına girmiş soyguncular, sekbanlar, milisler ve alelade hırsızlar ve yağmacılar herkesi tehdit etmekteydiler. Kentte yaşam durmuş gibiydi. Çarşılar açılmıyor, kimse evinden çıkmaya cesaret edemiyordu. Kenar mahallelere kadar dağılan soyguncular herkesten haraç almaktaydılar. Kalyoncu ve bekâr odalarına kaldırılan masum insanlar büyük paralar ödeyerek canlarını kurtarabilmekteydiler. Kendisini yeterince güçlü hissedenler ise gözlerine kestirdiklerini herkesin önünde soymaktaydılar. II. Mahmud, İstanbul'u bu acı tablodan kurtarmak için öncelikli çözümün, asker sanını kullanan kalabalıkları kentten uzaklaştırmak olduğuna karar verdi ve Davutpaşa'da oluştu-

rulan karargâha giderek Rusya seferi için asker toplama kampanyası başlattı. Yusuf Ziya Paşa'yı serdar-ı ekrem olarak görevlendirdi. Küçük gruplar halinde ve "Allah yolunda gaza için" Davutpaşa'ya sevk edilen yeniçeriler ve milislerle temmuz ayına kadar 30.000 kişilik bir ordu oluşturuldu. Yusuf Ziya Paşa'nın komutasında bunlar ivedilikle Edirne'ye gönderildi. İstanbul'da bırakılan 7.000 kişilik topçu askerinden ise muhtemel bir yeni ayaklanmada yararlanılması düşünülmüştü. II. Mahmud bir ferman yayımlayarak, kimilerinin halkı aldatıcı giysilerle dolaşmalarım yasakladı. 1810'dan itibaren de kent içi gezilerini sıklaştırdı. Öncelikle de kendisini İstanbullu gayrimüslim halkın ve kadınların görmelerine olanak verecek semtlere gitmekte, onların güven ve sempatisini kazanmaya çalışmaktaydı. Alemdar O-layı sırasında yanıp yıkılan yerlerin süratle onarımını başlattı. Bâbıâli(->) binalarının temeli 15 Şubat 1810'da atıldı. Kentte yaşanan kıtlık sebebiyle yönetim, buğday ve arpa unu karışımından yapılma ekmeğin fırınlarda yarı fiyatına satılmasını kararlaştırdı. Fırınların önündeki kalabalıklar ve kavgalar önlenemeyince un ithal edildi ve 50 dirhemlik ekmek, l paraya satılarak kıtlık giderildi.

2 Nisan 1810'da, İstanbul'da kalmış bulunan 25. ve 71. yeniçeri ortalarının mensupları arasında Galata'da büyük bir kavga çıktı. Taraflar varillerden, un çuvallarından siperler yapıp savaşmaya başladılar. "Orta gayreti" nedeniyle benzeri bir çatışma da Tahtakale'de başladı. Olayları kışkırttığı anlaşılan sekbanbaşı idam edildi. 17 Nisan'da ise Yeniçeri Ocağı'na kayıtlı birkaç hamal, Balıkpazarı'nda bir kadını güpegündüz Melekgirmez Mahallesi'nde-ki bekâr odalarına götürmeye kalkıştılar. Esnaf, taş ve sopalarla hücum ederek kadını kurtardı. İzleyen günlerde Balıkpaza-rı, Mısır Çarşısı ve çevre çarşıların esnafı işyerlerine silahlı gelmeye başladılar. Yeniçeri zorbalarının önü alınmazsa, bir-iki demeden kendilerinin zorbaları temizleyeceklerini duyurdular. Bu çıkış etkili oldu, korkan yeniçeriler birkaç zorbabaşı-nı kendi yöntemleriyle yargılayıp idam ettiler. II. Mahmud ise sekbanbaşıya sıkı buyruklar verdi. Yeniçeri geçinenlerden çoğu, İstanbul'dan kaçmak zorunda kaldılar. Bu gibi olaylar yinelendikçe cepheye sevk edilen yeniçerilerin İstanbul'a dönmelerinin daha vahim gelişmelere neden olacağını gören II. Mahmud, Ordu'nun Sırbistan cephesinde oyalanmasını uygun gördü ve bunun gerektirdiği masraflara katlandı. 1811'de Rikâb-ı Hümayun kethüda-lığına atanan Halet Efendi(-») giderek artan bir nüfuzla II. Mahmud'u, tüm kararlarında yönlendirmeye başladı.

Haziran ayı ortasında yağan şiddetli sağanaktan Beşiktaş zarar gördü. Kasaba içindeki taşköprü çöktü, değirmenler, dükkânlar, bostancı kışlası, Üsküdar'da ise Balaban İskelesi civarındaki evler yıkıldı. Bu felaket, Üsküdar'da Debbağhane semtindeki serserilerin barındığı bekâr odalarının da yıkılıp ortadan kaldırılması için

bir bahane oldu. Pek çok serseri ve kaçak yakalanıp idam edildi. 181 l'de Medine'nin Vehhabilerden kurtarıldığı haberinin gelmesi İstanbul'da sevinç yarattı. O yıl, ser-dengeçti ağası Kerim adlı zorbanın, Boğaz köylerinden haraç aldığı ve ondan izinsiz kimsenin ev yapamadığı öğrenilince, topçubaşı tenkiliyle görevlendirildi. Kerim, yakalanıp Rumeli Hisarı'nda idam edildi. Kendisine ait kahvehanede, kent düzeyinde birçok kundaklamanın, işlenecek cinayetin planlandığı ortaya çıktı. Fakat, İstanbul'da Kerim benzeri zorbaların henüz kökü kazınmamıştı. Bu nedenle II. Mahmud, öncelikle bekâr odalarını yerle bir etmeye başladı. Her harekette yer alan hamallarla serserilere de göz açtırıl-mayarak çoğu, türlü bahanelerle idam edildiler. Tüm bu yıpratıcı gelişmelerden sonra II. Mahmud ancak 1812'de, en azından İstanbul'da otoritesini hissettirebil-di. Olasılıkla da bu başarısından ötürü 1812 yazında Arnavutköy'deki İzzet Paşa Kas-rı'na giderek onuruna verilen ziyafet ve düzenlenen eğlencelerle bir süre dinlendi. Benzeri eğlenceler Mustafa Paşa Köş-kü'nde, Alibeyköyü binişinde de yinelendi. Benzeri binişlerin sıkça Göksu'ya, Sultan İskelesi'ne, Sultaniye'ye ve Dolma-bahçe'ye de yapılması, kent ölçeğinde güvenliğin ve huzurun sağlandığının işaretiydi. Fakat bu kez de veba salgını başladı. İzmir'den gelen bir ticaret gemisinden yayıldığı sanılan veba, ilkin Beyoğlu, Ta-tavla (Kurtuluş) semtlerinde etkili oldu. Buradan yine gayrimüslimlerin yoğun olduğu Fener ve Kumkapı semtlerine yayıldı. Herkes evlerine kapandı. Sokaklar ölülerden geçilmez oldu. Salgın Müslüman mahallelerinde de yayılınca halk camilerde dualara çağrıldı. Temmuz ayı boyunca İstanbul'un bütün çöplükleri, sokakları temizlenip yıkandı. II. Mahmud, herkesi kendi evinin önünü ve çevresini temiz tutmakla yükümlü kılan bir ferman yayımladı. Bununla birlikte, eylül ayında, sur kapılarından günde ortalama 1.000-1.500 cenaze çıkarılıyordu. Salgınların genellikle bekâr odalarından yayıldığı gerekçesiyle bir kez de bu nedenle Galata ve İstanbul'daki bekâr odaları yıkıldı. Bahçeka-pı'daki ünlü Melekgirmez Mahallesi de aynı gerekçeyle yerle bir edildi ve İstanbul'un bu en tehlikeli, bakımsız ve karışık semti tarihe karıştı. II. Mahmud buraya "Hidayet" adını verdiği bir mahalle kurdurdu ve aynı adda ahşap bir cami yaptırdı (bak. Hidayet Camii). Veba salgını, 1812 sonlarına doğru öldürücülüğünü yitirdiği gibi 1812-1813 kışında çok kar yağması da salgının önlenmesinde etkili oldu.

Mart 1813'te yeni Cebeciler Kışlası'nın temeli atıldı. Bu yıl içinde de kentin mesirelerine binişlere çıkan II. Mahmud, yaz mevsimi boyunca Beşiktaş Sahilsarayı'nda oturdu. 1814'te ordu İstanbul'a dönerken, Rus Elçisi İtalinski de Bükreş Antlaşması' nın tüm koşullarının yerine getirilmesini, Boğaz'dan geçen Rus gemilerinin Osmanlı memurlarını ziyareti yükümlülüğüne son verilmesini Babıâli'den istemekteydi. II. Mahmud 1814 yazını da binişlerle ve da-

II. Mahmud'un çocukluğunu betimleyen ve arkasında "Rafeil kulları" tarafından yapıldığı belirtilen bir yağlıboya tablo.

TSM/ Cengiz Kahraman fotoğraf arşivi

ha çok Beşiktaş Sahilsarayı'nda siyasi konularla ilgilenerek geçirdi. Yıkılan Sa'dâ-bâd Sarayı'nın yerine yapılan saray da bu yıl tamamlandı. Hurşid Paşa'nın sadrazamlığına rastlayan bu sırada, ocak zorbalarına karşı mücadele veren yeniçeri ağasının birkaç yeniçeri tarafından tabancayla öldürülmesi, yeni bir ayaklanma olasılığını doğurdu. Fakat, katil yeniçerilere karşı bir harekette bulunulmayarak 30 Mart 1815' te Hurşid Paşa azledildi. Yerine Mehmed Emin Rauf Paşa atandı. Yaz başında yayımlanan bir fermanla da özel izinli, hasta ve yaşlı olanlar dışında gayrimüslimlerin İstanbul ve Bilad-ı Selase'de(-») atla, hayvanla dolaşmaları yasak edildi. Bundan dolayı, Galata ve Beyoğlu taraflarında hamalların taşıdığı sedyeler bir tür taşıt olarak kullanılmaya başlandı (bak. Beyoğlu sedyesi). 25 Eylül 1815'te Beşiktaş Sahilsarayı'nda çıkan yangında II. Mahmud'un l yaşındaki kızı Emine Sultan ve dadısı da yandı. Haremağalarının çabasıyla sarayın değerli eşyası kurtarılarak Çinili Köşk'e taşındı. II. Mahmud, bir süre Yıldız Köşkü'nde kaldı.

II. Mahmud'un üzerinde etkinliği olan ve onu yenilikçiliğe teşvik eden annesi Nakşidil Sultan 29 Temmuz 1817'de öldü. Topkapı Sarayı'ndaki onarımlar 1817'de tamamlandı. II. Mahmud da haremiyle birlikte buraya taşındı. O yaz boyu, yoğun bir biçimde okçuluk talimlerine ve müsabakalarına, at yarışlarına katılan II. Mahmud, muharrem ayında sarayda pişirilen aşu-reden(->) halka da dağıtılmasını istedi. İstanbul, Galata, Eyüp taraflarına haberler gönderilerek halk, 11 Muharrem günü aşure almaya çağrıldı. Çinili Meydanı'nda sıralanan kazanlardan aşure dağıtılması bundan sonra bir gelenek oldu.

İstanbul'un ünlü sarraflarından Tıngı-roğlu Agop ile Davudoğlu Andon'un, misyonerlerle işbirliği edip Ermeniler ara-



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin