MANİSALI MEHMET PAŞA
298
299
MARCHEBEUS
konferanslarda da maninin değeri ve derlenmesi üzerinde durmuştur. Göksu Dere-si'nde dolaşan kayıklardaki kadın ve erkeklerin birbirlerine "mani atma'larım örneklerle veren bu konferansta, bir bölümü bugün de bilinen maniler söylenmiştir. Bir erkeğin okuduğu bir maniye bir kadın başka bir mani ile cevap vermektedir: Şu gelen kimin kızı, /Feracesi kırmızı, /Şakağında gül açmış / Sandım seher yıldızı. * Ay aydındır varamam, /Bir demet gül olamam, /Ay buluta girerse/Bağlasalar duramam.
Kûnos'un derlemesinde yer alan 401 maniden 328 tanesi Maniler adıyla 1924' te yayımlanmıştır.
Ahmed Rasim, ikinci cümlesi "Biz istanbul çocukları" diye başlayan bir yazısında, Ahmed Vefik Paşa'nın Lehçe-i Os-mânt'deki mani tanımım vererek paşanın maniyi bilmediği şeklinde bir değerlendirme yapmakta ve bu türü tam bir milli nazım örneği olarak göstermektedir. Ancak o, manilerin "edebî tedrisat" kitaplarında kendilerine birer yer bulabilmesine de, az da olsa şaşmaktadır. Ahmed Rasim, maniyi sadece edebi bir tür olarak ele almamakta, onun musiki yönüne de dokunmaktadır. Manicilerin, "kafiye ve redif" yerine "ayak"; benzer kafiyeyi hazırlıksız olarak bulmaya da "ayak bulmak", "ayağı ayağa getirmek" diye adlandırdıkları da bu arada yer almaktadır.
İstanbul'un 20. yy'ın başlarındaki hayatının en canlı şahitlerinden biri olan Ahmed Rasim, Beyazıt'ta Merdivenli Kahve' de, Eski Saraçhanebaşı'nda Yüksek Kah-ve'de, Unkapanı'nda, Çeşme Meydanı' nda, Firuzağa'da, Kasımpaşa'da, Üsküdar' da, Yenimahalle'de, Selamsız'da özellikle ramazan aylarında kurulan kahvelerde "Semai imtihanları" gibi "mani imtihanla-rı"mn da yapıldığını yazmaktadır. Döneminin en iyi semai okuyucusu olan Zibidi Ra-şid, aynı zamanda iyi bir mani atıcısı idi. Onun, meşin kabı üzerine iki kat kalın muşamba kaplı defterinde, ayak ayağa dizili 2.000 civarında mani yazılı olduğunu yine Ahmed Rasim'den öğrenmekteyiz.
Gerek Ahmed Rasim, gerek Osman Cemal Kaygılı(->) "mani okuma" ve "mani at-ma"da usta olan pek çok maniciyi saymaktadırlar. Meşhur musikişinas ve hanende Kel Ali Bey, "çingene ağzı" denilen manilerde Muhsin Bey, hanende Nasib Hanım, Zibidi Raşid, hanende Gülistan ünlü okuyucular olarak sayılırken Çiroz Ali, Acem İsmail, Bakırköylü Zil İzzet, Üsküdarlı Vasıf, Perişan Halil, Ahmed De-rûnî de mani atıcıları olarak sayılmaktadırlar. Bunlar arasında Dolmacı Mihran, Balıkçı Agop, Baladı Nesini gibi gayrimüslim olanlar da önemli birer yere sahiptirler. Maniler, "Çingene ağzı"ndan başka, "kül-hanbey ağzı", "çağnaksız", "sallı" gibi tarzlarda da söylenirdi.
Mani atma işi, topluluk huzurunda, kahvehanelerde gerçekleştirilirdi. Kahvehanelerde, kılarnet, çığırtma, çifte nara, darbuka ve zilli maşadan meydana gelen muzıka ile alafranga bir marş, nihavent makamından kıvrak türküler söylenir, çif-
tetelli gibi oyun havaları çalınır, sonra "mani faslf'na girilirdi. Ancak günlük hayatın çeşitli safhaları da mani atılması için uygun ortamı sağlayabilirdi.
Daha çok İstanbul'a has olan bir mani söyleme usulü de, birkaç maninin arka arkaya getirilerek bir katar oluşturmasıdır. Bu maniler bir olayı anlatan; bir yer, kişi, hayvan veya eşyayı tanıtan ve her dörtlüğü kendi arasında kafiyeli olan bir destanı meydana getirir. Böylece anonim edebiyatın ürünü olan maniden, âşık edebiyatının ürünü olan destana geçilmiş olur. Bu tür mani katarlarından meydana gelen destanlar arasında İstanbul'un semtlerini anlatanların sayısı oldukça fazladır. Bedesten, Sandal Bedesteni, Saraçhane, Ayazma, Simkeşhane, Kız Kulesi, yalılar, seyran yerleri, Eyüp vb bu destanlarda anlatılır. Yalıların anlatıldığı destanda âdeta adım adım Boğaziçi dolaşılmaktadır: Istinye körfezin dolaş, / Yeniköy'de etme savaş, / Ta-rabya'da eğlenilmez, / VarBüyükdere'ye yanaş.
Bedesten faslında ise, bir bölümü bugün çoktan unutulan meslek erbabı anlatılmaktadır: Bir kapıda fincancılar, /Etrafında kolancılar, /Kuyumcular bir kapıda, /Dolaşmada mey atıcılar (bak. bekçi manileri).
İstanbul manileri arasında semt adlarıyla ilgili olanları, daha çok cinaslı olarak görülür. Yer adları, bazen gerçek şekliyle, bazen de halk dilindeki şekliyle yer alır: Bağlarbaşı, / Üsküdar Bağlarbaşı, / Senin sinen ayna mı, / Her gelen bağlar başı. "İyi bin, /İşte meydan işte at, /Biner isen iyi bin. /Dört köşede meşhurdur, /Dilencisi lyib'in (Eyüp'ün).
Kişi adlarının da cinaslı olarak yer aldığı İstanbul manileri vardır. Bunlar, günlük hayatta az kullanılan, fakat cinaslı söyleyişe uygun olan adlardır: Didede, /Bak okuyup yazmadan, / Kalmadı fer dide-de. /ihvanın arzusunu, /KıramazFerdi Dede.
Bir maninin belirli bir yere bağlanabilmesi için oranın vazgeçilmez ve değiştirilmez özelliklerim yansıtması gerekir. Bir yerin adını çıkarıp yerine bir başkasını koymakla mani ikinci yere bağlanmış olamaz. Bu sebeple bir mani pek çok yerde derlenebilir.
Ancak bazı manileri her yere bağlamak da mümkün değildir. Şu örnekte yer alan "Urum" ve "Ermeni" kelimeleri ancak Rum ve Ermeni asıllı vatandaşlarımızın da yaşadığı İstanbul gibi illerde derlenebilir: Adam aman (Yakam az), / Terzi elin kırılsın, /Beden büyük yakam az. /Ermeni de çok güzel, / Urum gibi yakamaz.
İstanbul manileri günümüzde de değişik şekillerde söylenmektedir. Ancak eskisinin özel mekânları tarihe karışmıştır. Söylenilenler de yeni maniler olmayıp eskilerin hafızalarda kalabilenleridir.
Bibi. Mecmûâ-iManiyât, İst., ty, s. 22; I. Kü-nos, Oszmân-Török nepköltesi gyüjtemeny II, Budapeşte, 1889, s. 182-252; ay, Türk Halk Edebiyatı, İst., 1925 (2. bas. 1978); ay, Halk Edebiyatı Örnekleri: L Maniler, îst., 1924; O. C. Kaygılı, istanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, ist., 1937; B. Güneri, "Çatalca'da
Derlenmiş Maniler", HBH, S. 80 (Haziran 1938), 176-178; N. Tezel, "İstanbul Manileri", HBH, S. 89-90 (Mart-Nisan 1939), 124-128, S. 100 (Şubat 1940). 102-112, S. 101 (Mart 1940), 127-130, S. 102 (Nisan 1940), 159-160; N. Eset, Mukayeseli ve Neşredilmemiş Maniler, Ankara, 1944; Bayrı, İstanbul Folkloru, 60-72; M. H. Bayrı, " Eski Bir Mani Mecmuası", TFA, S. 66 (Ocak 1955), 1043-1045, S. 68 (Mart 1955), 1083-1084; S. 69 (Nisan 1955), 1102; T. Alangu, Çalgılı Kahvelerdeki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, İst., 1943, s. 39-59; M. Y. Dağlı, istanbul Mahalle Bekçilerinin Destan ve Mani Katarları, İst., 1948; A. R. Meriç, "İstanbul Manileri", Erzurum, 1982, (Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, basılmamış bitirme tezi); A. E. Bozyiğit, "Eski İstanbul Semai Kahvelerinde (Çalgılı Kahvelerde) Söylenen Ayaklı Maniler"; Türk Folkloru Araştırmaları, 1986/1, Ankara, 1986, s. 73-122; A. Çelik, "Ahmed Rasim'in Eserlerinde Halk Kültüm Unsurları", I-II c., Erzurum 1993, (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, basılmamış doktora tezi).
SAİM SAKAOĞLU
MANİSALI MEHMED PAŞA CAMÜ
bak. ATP AZARI TEKKESİ
MANUELI KOMNENOS
(28 Kasım 1118, Konstantinopolis - 24 Eylül 1180, Konstantinopolis) Bizans imparatoru (hd 1143-1180).
Cesur ve dirayetli bir asker, iyi bir diplomat, cüretkâr bir devlet adamı olmasına rağmen, Roma Imparatorluğu'nu yeniden kurmak amacıyla yürüttüğü politikalar başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat İkinci Haçlı Seferi, onun ustalığı sayesinde Konstanti-nopolis'e zarar vermeden savuşturuldu (bak. Haçlı seferleri).
II. İoannes Konınenos'la(->) (hd 1118-1143) Macar Prensesi Eirene'nin oğludur. İoannes'in büyük oğulları Aleksios ile Andronikos'un 1142'de ölmüş olmaları nedeniyle taht babasının vasiyeti üzerine Ma-nuel'e kalmıştı. O sıralar Kilikya'da (Çukurova) bulunan Manuel 27 Haziran'da başkente ulaşmasına rağmen, ağabeylerinden İsaakios'un muhalefeti yüzünden ancak 28 Kasım'da taç giyebildi. Cesareti, şövalye ruhu ve yeniliklere açık oluşuyla Komne-nos Hanedanı'mn(->) en özgün üyelerinden biri olan Manuel, Avrupa tarzı eğlenceler ile spor karşılaşmalarına düşkünlüğü ve Batılı prenseslerle yaptığı evlilikler yüzünden Latinofil (Latinsever) diye nitelendirilmiştir.
I. Manuel, Alman Kralı III. Konrad'ın baldızı Bertha von Sulzbach (sonra Eirene) ile evlenerek Normanlara karşı bir ittifak kurmayı denedi. 1147'de Alman Kralı III. Konrad ve Fransa Kralı VII. Louis'in komutasında başlayan İkinci Haçlı Seferi, bu evlilik sayesinde başkent Konstantinopolis talan edilmeden atlatıldı. Alman tahtına I. Friederich Barbarossa'nm (Kızılsakallı Fri-edrich) geçmesiyle ittifak planları geri tepti. Çünkü Barbarossa da Manuel gibi bir dünya imparatorluğu kurmayı düşlüyordu. Manuel'in 1155-1157 arasında İtalya Yarı-madası'nı işgal girişimleri de boşa çıktı. Macar taht kavgalarına karışan Manuel, Macar veliahtı Bela'yı, Aleksios adı ve o dönemde imparatordan hemen sonra gelen "despotes" unvanı ile şereflendirdiyse
I, Manuel Komnenos'un monogrammı taşıyan sikke (ön ve arka yüz). H. G. Goodacre, A Handbook for the Coinanage ofthe Byzantine Empire, Londra, 1928-1933
de, bir oğlunun doğması yüzünden unvanı geri aldı. Sonraki yıllarda Macar tahtına oturacak olan Bela-Aleksios sayesinde Bizans'ın bu topraklardaki etkisi güvence altına alınmış oluyordu. Barbarossa'ya karşı Lombardlara para yardımında bulunan Manuel, 1170'te İngiltere Krallığı ile de diplomatik ilişkiler geliştirdi.
Selçuklularla da dostane ilişkiler oluşturmayı amaçlayan Manuel, II. Kılıç Ars-lan'ı Il62'de 3 ay süreyle Konstantinopo-lis'te misafir etti ve Bizans ordusunda Selçuklu askerlerine yer verdi. Fakat iyi ilişkiler uzun sürmedi ve 1176'da Miriokefalon' da Bizans ordusu Selçuklu ordusunca kılıçtan geçirildi.
Manuel zamanında Venedik'le ilişkiler de kötüye gitti. Buna karşılık Cenevizliler^) 1169'da, PisahlarC-0 ise 1170'te başkentte koloni kurma hakkını elde ettiler. 12 Mart 1171'de Konstantinopolis'te yaşayan Venediklilerin tümü tutuklandı ve malları müsadere edildi. Venedik'in bu cilaya gösterdiği tepki Kios (Sakız) ve Les-bos (Midilli) adalarını yakıp yıkmak oldu, böylece yaklaşık 10 sene boyunca Bizans-Venedik ilişkileri kesintiye uğradı.
Manuel'in iç politikaları bazı güçlükler yaşadı. Bizzat yakın akrabaları tarafından muhalefete uğrayan Manuel, kardeşi İsa-akios, bir başka kardeşinin dul karısı Eirene Komnene ve gelecekteki imparator Andronikos (I.) tarafından tahttan edilme gayretlerine maruz kaldı. Manuel Ortodoks kilisesini bazı hiziplere karşı destekleyerek arkasına almaya çalıştı ve hattâ 1166 konsilinin bir belgesine göre kendisi de rahip oldu. İsa'nın adlarından biri olan Emmanuel ile kendi adı arasındaki benzerlikten yararlanarak bir sözcük oyunu yapıp bastırdığı paralarda Emmanuel adını kullandı. Fakat Patrik III. Mihael, ondaki Batı hayranlığını ve Müslümanlarla uzlaşma gayretlerini onaylamayınca, Manuel geri çekilmek zorunda kaldı.
Manuel, ilk karısı Bertha'nın ölümünden sonra ikinci evliliğini Antiokheia'lı Ma-ria ile yaptı. Sanatçıların ve felsefecilerin koruyucusu olarak "hipatos ton filosofon" unvanını yeniden ihdas etti. Başkentteki Ayios Mokios Manastırı'nın yemekhanesinde olduğu gibi birçok binayı mozaiklerle süsledi. Blahernai Sarayı ve Büyük Saray'da birer triklinium inşa ettirdi. Bu yapılar tarihi olayları betimleyen sahnelerle resimlendi.
Manuel'in ölümüyle yerine 12 yaşındaki oğlu II. Aleksios geçti. Böylece görü-
nüşte de olsa parlak bir dönemi, Bizans devletinin çöküş evresi izleyecekti.
Bibi. P. Lamma, Comneni e Saufer, c. 2, Roma, 1955-1957; R. Hiestand, "Manuel I. Komnenos und Siena", Byzantiniscbe Zeitschrift, S. 79 (1986), s. 29-34; P. Magdalino-R. Nelson, "The Emperor in Byzatine Art of the Twelfth Cen-tury", Byzantinische Forschungen, S. 8 (1982), s. 132-151, 162-177; Ostrogorsky, Bizans, 351-364; V. Grumel, "Au seuil de la deuxieme cro-isade: deux lettres de Manuel Comnene au pa-pe", Etudes byzantine, S. 3 (1945), s. 142.
AYŞE HÜR
MANUEL H PALEOLOGOS
(27 Temmuz 1350, Konstantinopolis - 21 Temmuz 1425, Konstantinopolis) Bizans imparatoru (hd 1391-1425).
Aydın ve eğitimli kişiliğiyle sivrilen Manuel, aynı zamanda enerjik bir yönetici ve diplomattı. Sıklaşan Osmanlı akınlarına karşı Avrupa ülkelerinden yardım toplamak amacıyla yoğun faaliyette bulunduysa da, yoksullaşmış ve tenhalaşmış Konstantinopolis'ten ibaret kalan Bizans İmparatorluğu'nu yeniden ihya etmeyi başaramadı.
Manuel, İmparator V. İoannes Paleolo-gos(^) (hd 1341-1391) ile Helena Kanta-kuzene'nin ikinci oğluydu. 1373'te ağabeyi IV. Andronikos'un Cenevizlilerle birleşerek babası V. İoannes'e karşı isyan etmesinden sonra müşterek imparator ve tahtın vârisi ilan edildi, fakat Andronikos'un ikinci kez isyanı sonucu 1376-1379 arasında babası ve kardeşi Teodoros (I.) ile birlikte hapse atıldı. 1379'da, babası V. İoannes'in Osmanlıların desteği ile tahtını tekrar elde etmesinden sonra, bu yardım karşılığında Manuel, her yıl Osmanlı sarayına gitmekle ve sultanın seferlerine katılmakla yükümlü kılınmıştı. 1381'de V. İoannes, asi Andronikos'u tahtın vârisi olarak tanımak zorunda kalınca, Manuel 1382-1387 arasında Teselya'da hüküm sürdü. Osmanlı akınlarına karşı Tessalonike'yi (Selanik) savunduysa da, 1387'de geri çekilerek Midilli'ye kaçmak zorunda kaldı. 1390'da iktidarı birkaç aylığına gasp eden ve IV. Andronikos'un oğlu olan VII. İoan-nes'i(-») (hd 1390) imparatorluk naibi yaparak tesirsiz hale getiren Manuel, 1391' de imparatorluğunu ilan etti ve bir yıl sonra da Sırp Prensesi Helena Drağas'la evlendi. 1391'de I. Bayezid'in(->) (hd 1389-1402) yanında Anadolu'ya seferlere katıldı.
II. Manuel'in hükümdarlık dönemi, artan Osmanlı tehlikesine karşı yardım toplamak amacıyla Avrupa devletleri nezdin-de yaptığı girişimlerle şekillenmiştir. Bu girişimlerinin sonucunda, Fransız mareşal Boucicaut(->) komutasında 1.200 kişilik bir birlik başkente gelmişse de, önemli bir varlık gösterememişti. Manuel, Boucicaut ile birlikte 1399-1403 arasında Avrupa ülkelerinde dolaştı ve 2 yıl kadar Paris'te yaşadı. Ancak I. Bayezid'in 1402'de Timur'a yenilmesinden sonra Konstantinopolis'e döndü ve imparatorluk naibi İoannes'in (VII.) öncülüğünde Osmanlılarla 1403'te bir antlaşma imzalayarak Teselya topraklarını geri aldı. Uzunca bir çatışma döne-
minden sonra Osmanlı tahtına tek başına hâkim olan Mehmed (Çelebi) (L) zamanında (1413-1421) Bizans-Osmanlı ilişkileri barışçı geçti. 1410'lann ilk yarısında Tessa-lonike'ye ve Peloponnes'e gitti, kültürel faaliyetlerde bulundu. Bu dönemde Korint Boğazı'na Heksamilion diye bilinen surları inşa ettirdi.
II. Manuel'in yokluğunda Konstantinopolis tahtının sahibi oğlu İoannes'ti CVIII.)(->). İoannes'in Osmanlı tahtı üzerinde hak iddia eden Düzmece Mustafa ile bir ittifak kurmasına kızan II. Murad'ın 1422'de Konstantinopolis'i kuşatmasından sonra geçirdiği bir beyin kanamasını takiben devlet işlerinden tümüyle elini çeken Manuel, keşiş olarak Mattaheos adını aldı, 1425'te gene keşiş olarak öldü.
II. Manuel edebiyat ve eğitime büyük eğilim duyan biri olarak kayda değer miktarda mektup, dinsel risale, hitabet çalışmaları, kardeşi Teodoros için yazdığı cenaze söylevi vb gibi elyazmaları bırakmıştır.
Günümüze dek ulaşan 68 mektubu, kendisinin Avrupa gezileri, Türk boylarının Anadolu'da ilerlemeleri, Bayezid'in seferleri ve o dönemin edebi yaşamı hakkında çok değerli bilgiler içermektedir.
II. Manuel'i yanında eşi Helena Dra-gas, oğulları İoannes (VIII.), Teodoros ve Andronikos ile birlikte gösteren fildişi kakmalı bir eser Paris'te Louvre Müze-si'ndedir.
Bibi. J. Barker, Manuel IIPalaeologus (J391-1425), New Brunswick, 1969; G. T. Dennis, The Reign of Manuel II Palaeologus in Thes-salonica, 1382-1387, Roma, 1960; Ostrogorsky, Bizans, 498-518; E. Trapp, Manuel II Palaiologos, Dialoge mit einem "Perser", Viyana, 1966.
AYŞE HÜR
MARCHEBEUS
(19. yy) Gezgin.
"Paris'ten İstanbul'a Seyahat"in (Voya-ge de Paris â Constantinople, Paris, 1839) yazarı hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Kendisine, belli bir göreve karşılık olmayan, "hükümet mimarı" (Architecte du gouvernement) unvanını veren ve yalnız Marchebeus adıyla imza e-den kişiye ait herhangi bir bilgi hiçbir biyografi sözlüğünde yoktur. Yalnızca aynı kişi 1842-1845 arasında bastırdığı üç risalenin birincisinde Louvre Müzesi önünde Caroussel Meydam'nda bir opera ve bir kütüphane projesi, diğer ikisinde ise örnek hastane projeleri önermektedir. Bunlardan, özellikle hastane projeleri konusunda 1840'tan beri Paris Belediye Meclisi ve valisi ile yazıştığı ortaya çıkmaktadır. Ancak, büyük bir olasılıkla bu projelerin hiçbiri gerçekleşmemiştir.
Marchebeus'nün İstanbul ziyareti, 1833' te ilk buharlı gemi seferi münasebetiyle olmuştur. Napoli Krallığı'nın bir şirketine ait "François ler" gemisinin bu yolculuğuna başta Bavyera veliahtı ve Yunanistan Kralı Otto'nun kardeşi Maximilian olmak ü-zere seçkin bir grup katılmıştır, ki bunların listesi kitapta verilmiştir. Ancak Marche-
«İi,
MARKİ NECIB BEY YALISI
300
301
MARKO PAŞA
beus'nün bunların arasındaki yerini kestirmek zordur. Listede başka bir mimar a-dı, Fransa'da bir o kadar meçhul, ancak İstanbul'daki Fransa elçisi Roussin'in o tarihlerde 1831'de yanmış olan sefaretinin yeni binasının projesini ısmarlamış olduğu, Pierre Laurecisque vardır. Oysa Laure-cisque bugünkü Fransız Sarayı'nın mimarı olarak bilinmekte ise de Marchebeus'yle herhangi bir ilişkisi bulunamamıştır.
Tüm bu sorunların dışında sıradan bir İstanbul yolculuğu kalıyor. Nisan 1833'te Marsilya'dan yola çıkan grup, Napoli'ye uğradıktan sonra Yunanistan'ın antik sitle-rini gezip ancak 6 Haziran'da İstanbul'a varıyor. Orada Bavyera veliahtı kentin tüm camilerini ziyaret etmek için bir ferman a-lıyor ve mimar Marchebeus ona refakat e-diyor. Sultan Ahmed'den başlayan ziyaret Nuruosmaniye, Bayezid, Süleymaniye, Fatih ve Sultan Selim ile devam eder, ancak yazarın kısa anlatımlarına herhangi ilginç bir gözlem ya da yorum eşlik etmez. Topkapı Sarayı'nın birinci ve ikinci avlusu geziliyor, oysa aynı anda istanbul'da bulunan Lamartine üçüncü avluyu ve köşkleri de gezdiğini iddia etmektedir. Buna karşılık deniz kıyısındaki İncili Köşk ziyaret ediliyor.
14 Haziran'da II. Mahmud'un Beylerbeyi Camii'ndeki cuma namazını seyreden Marchebeus çevredeki saray ve yalıları görür ve kentteki önemli binaların Rum, Fransız, İngiliz ya da İtalyan mimarlar tarafından çizildikleri ya da yapıldıklarını yazar. Ertesi gün gemiyle Boğaziçi gezisine çıkılır ve Beylerbeyi Sarayı önünden geçilir. Yazara göre bu saray kısa bir zaman önce 4 ay içinde inşa edilmiştir. "Beyaz çam (köknar) kerestesinden yapılmış ve arası kerpiçle doldurulmuş sarayın ahşap direk kalınlığı beş-altı parmağı geçmez ve'üstü yalı baskısı tahta ile kaplanmıştır. Bu tahtalar sarıya, pancurlar yeşile ve kapı ile pencere tahtaları beyaza boyanmıştır. Böyle çerden çöpten bir binaya saray adı verildikten sonra padişahın Boğaziçi boyunca bunca saraya, sahip olması ve bunların bir o kadar yanmasına şaşırılmamalı-dır".
Üç katlı olan bu asıl binanın yambaşın-
da ve onun devamı olarak denize doğru çıkıntılı, bir galeri oluşturacak biçimde sıralanmış, on iki köşkten meydana gelen harem dairesi vardır.
Gemi Büyükdere'ye vardıktan sonra II. Mahmud Kemeri ve Kemerburgaz'daki kemerler ziyaret edilir. 17 Haziran'da Binbir-direk Sarnıcı ve ertesi gün Kapahçarşı gezildikten sonra grup ayın 23'ünde kentten ayrılır.
Kitabın sonunda yazar tarafından çizilmiş birkaç gravür vardır. Bunlardan ikisi İstanbul'a aittir, ancak Fransız Sarayı'nın bahçesinden Topkapı'yı gösteren resim Choiseul-Gouffier'nin(-t) albümünde bulunan gravürden esinlenilerek yapılmıştır, çünkü sağda gösterilen elçilik binası o tarihte yanmıştı. İkinci gravürde ise kentin kara surlarının bir parçası ve bir türbenin yan yana montajı yapılmıştır.
STEFANOS YERASİMOS
MARKİ NECİB BEY YAIISI
Beykoz İlçesi'nde, Anadoluhisarı'nda, Körfez Caddesi üzerinde yer almaktadır.
19. yy'm sonuna tarihlendirilen yapının, İtalyan bir mimar tarafından inşa edildiği bilinmektedir. Yalıyı yaptıran bir Fransız markisidir. Marki, İslamiyeti kabul etmiş ve Ahmed Necib ismini almıştır. Yalı, Marki Necib Bey Yalısı olarak anılmaktadır.
Yapıda çeşitli dönemlerde restorasyonlar yapılmıştır. 1983'teki yangında sadece cadde ve deniz yönündeki duvarları kalmıştır. Bu yangından sonra yalı yeniden inşa edilmiş ve bugünkü durumunu almıştır. 1977'den beri, yalıda ve yanındaki daha sonra yapılan binalarda Erdoğan De-mirören ve ailesi oturmaktadır.
Yapı dört katlıdır ve bir de çatı katı vardır. Cadde yönündeki kapıdan yapının dördüncü katına girilmektedir. Bu katta giriş holünden sonra tonoz örtülü küçük bir mekâna geçilir. Burada alt katlara inen merdivenler yer alır. Bu katta deniz cephesine açılan bir salon bulunmaktadır. Salonun önünde geniş bir teras vardır. Bundan sonraki üç katın düzenlemesi hemen hemen birbirinin aynıdır. Ekinci ve ikinci kadarda deniz cephesine doğru dik gelişen birer büyük salon yer alır. Üçüncü katta, ikinci
Marki Necib Bey Yalısı
O. Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, J, ist., 1993 Fotoğraf Perihan Balcı
katın salonuna balkon şeklinde bir açılış vardır. Bu katlarda bahçe ve cadde yönlerinde odalar bulunmaktadır. Salonların tavanları bitkisel ve geometrik motifli kabartmalarla bezenmiştir. Bazı bölümlerde de yazılar ve bitkisel motifli boyamalar kullanılmıştır.
Zemin katın üzerindeki katta deniz cephesi boydan boya balkonludur. Balkona kemerli beş pencere açılır. Yapının hisar tarafına bakan yan cephesinde küçük balkonlar bulunmaktadır. Eskiden kayıkhane girişi olan geniş açıklık vitrayla kapatılmıştır. Önü de rıhtım olarak düzenlenmiştir. Zemin kattan bahçeye geçiş vardır. Bu geçişin bulunduğu bölüm yapı boyunca yükselen bir çıkma şeklinde düzenlenmiştir. Bahçeye bakan cephede zemin kata, iki tarafta renkli taşlardan yapılmış ince sütun-lu ve dilimli, kemerli strüktürler yerleştirilmiştir. Gerek bu kemerlerin ve gerekse pencere ve yapının içindeki üçüncü kat balkon düzenlemesinin iki ucunda yer alan dilimli kemerlerin yapıya bir Kuzey Afrika İslam mimarlığı etkisi verdiği söylenebilir.
Bibi. Erdenen, Boğaziçi Sahilhaneleri, I, 132-134; L. Yazıcıoğlu, "Boğaziçi Yalı Yaşamı", TAÇ, II/5 (Nisan 1987), s. 30.
EMİNE ÖNEL
MARKİANOS SÜTUNU
bak. KIZTAŞI
MARKİZ PASTANESİ
Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde bulunan tarihi pastane-kafe-restoran.
Lebon'un(->) Passage OrientaPin (Şark Pasajı) girişindeki eski yerinde Avedis Ohanyan Çakır (Çakıroğlu) tarafından 1940' ta açılmıştır. Kurucusu, Paris'te bulunan Marquise de Sevigne çikolata firmasının kalitesinde ürün imal etmeyi düşündüğünden işletmesine Marquise (Markiz) adını vermiştir.
Markiz Pastanesi de Lebon gibi edebiyatçıların, üniversite hocalarının ve İstanbul'un yeni kentsoylularının yeğlediği bir mekân olmuştur. Salah Birsel, bu sürekliliği Yeni Osmanlılardan sonra Servet-i Fü-nuncularm, Fecr-i Aticilerin ve son olarak da 40 kuşağının Lebon-Markiz anılarında anlatır. Bu ilgide ortamının ve mamullerinin kalitesi kadar mimari düzenlemesinin ve dekorasyonunun da büyük payı vardır.
Edouard Lebon'un pastanesinin mimari çizgileri ve iç düzeni hakkında ayrıntılı bir bilgi veya görsel belge yoktur. Ancak günümüzdeki düzenlemenin gerisindeki strüktürün, boyutların ve asıl önemlisi bazı dekoratif öğelerin değişiklik geçirmediği bilinmektedir. Pastanenin içinde yer aldığı pasaj ve handa da, bilindiği kadarıyla bir rökonstrüksiyon yapılmamıştır.
Pastane, Passage Oriental'in girişinin güney kesiminde, İstiklal Caddesi'ne bakan yaklaşık 7 m'lik bir cephesi olan uzun dikdörtgen planlı, yüksek tavanlı bir mekândır.
Küçük bir antre ile girilen mekânın dip kısmında servis hacimleri vardır. Yan taraftan gösterişsiz bir merdivenle bir ara lo-
kanta olarak kullanılmış olan üst kata çıkılmaktadır. Güneydeki beden duvarı, üçlü bir kemer dizisiyle bölümlenmiştir. Bu, pro-fillendirilmiş alçıdan büyük yarım daire kemerler ve aralarındaki pilastrlarla son derece sade çizgileri olan bir geç ampir düzenlemedir. Kemerlerin içinde Markiz'in artık markası olan büyük fayans panolar vardır. "L'Automne" (Sonbahar) ve "Le Prin-temps" (İlkbahar) adını taşıyan bu panolar, Ch. Boulanger Choisy-Le-Roi firmasının ürünü ve ressam J. A. Arnoux imzalı ve 1905 tarihlidir. Panoların montajının pastanenin Lebon-Bourdon dönemine ait olduğu kesindir. İmalatının yüksek kalitesi ile tanınan Boulanger-Choisy Seramik-Por-selen Fabrikaları, I. Dünya Savaşı'nda yıkıldığından bu panolar yüksek değerde antik parçalar sayılmaktadır.
"Belle Epoque" (19. yy sonu) döneminin sembolizmini, dekorativizmini, artnou-veau'nun(->) çiçeksi çizgileri ve renk ska-lası içinde sunan bu panolar, ayrıca boyut ve marka olarak kendi türünde İstanbul'da bilinen ünik parçalardır. Bu tabloların dört mevsimi simgeleyen bir bütünün parçaları olduğu bilinmektedir. S. N. Duhani üçüncü tabloyu görmüştür ama
Markiz Pastanesi (üstte) ve içinden bir gölünüm. Nazım Tiınuroğlu 1994 (üst), Merian, S. 2 (Şubat 1975)
"L'Hiver" (Kış) tablosunun nakledilirken veya yerine konurken kazaya uğradığını sanmaktadır.
Seramik panolarla birlikte Markiz'in özgünlüğüne ve görsel zenginliğine katılan ikinci öğe, Mazhar Resmol'un vitray çalışmasıdır. Art nouveau'nun bitkisel motifleriyle art deco'nun(->) geometrik soyutlaması arasında dikkate değer bir sentez oluşturan bu çalışma, görünürdeki benzemezliğine karşın, boyutu ve teması ile seramik panolara bir replik oluşturmaktadır. Vitraylar, seramik panolardan yalnız teknik ve malzeme değil desen ve figür anlayışı hattâ üslup özellikleri bakımından farklıdır ama dekorativizmi ve sembolizmiyle aynı çizgidedir.
İbrahim Safi'nin peyzajı, pano ve vitrayların renkli dünyasına biraz uzak düşen hüzünlü bir atmosferi yansıtır.
İstiklal Caddesi'ne bakan vitrini de yuvarlak köşeli camlarıyla yüzyıl sonu çizgisini taşır.
Bütünüyle bakıldığında, düzenlemede mimari bir bütünlükten çok amatör bir seçmecilik vardır. Ancak panoların kalitesi ile Resmol'un gerçekten incelikli vitrayları mekâna umulmadık bir düzey getirmektedir.
Markiz, yüksek kaliteli eşyası ve mamulleri ile de tanınmaktaydı. Meunier patentli çikolata fırını, dünyaca ünlü Limoges porselenleri, gümüş ve Christofle yemek takımları ve özgün ürünleri vardı.
Binanın 1970'lerde bir oto yedek parçacısına satılması Markiz için sonun başlangıcı oldu. Hukukçuların, mimarlık tarihçileri ve korumacıların ve Haldun Taner başta olmak üzere yazarların çabasıyla kamuoyuna mal olan Markiz'i kurtarma girişimleri sonucunda, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından önce 1977'de özgün dekorasyonu ile korunması kararı, ardından 1979'da da özgün işlevinin bağlayıcı olduğu kararı alındı. Ancak bu arada bağımsız olarak açılmış tahliye davası da sürdü ve Avedis Çakır, Markiz'i terk etmek zorunda kaldı. Markiz kapandı.
Halen boş olan bina Hotel Ricmond tarafından satın alınmıştır ve onarım geçirdikten sonra, Markiz'in de tıpkı karşısındaki Lebon gibi hizmete gireceği söylenmektedir.
Dostları ilə paylaş: |