KirkçEŞme tesisleri


MEHMED n 330 331 MEHMED H



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə81/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   140

MEHMED n

330

331

MEHMED H

^.*$&-*

^rA-( - ( .

jypJCV>d*='6oî.i „' ' ı
5 j •—•'Şç.-.-t/^.ojr-'i

- '^t

o?

HİKÂYE - İ İ B T İDÂ-İ İMÂRET-t K O S TANTİNİYYE



Rivayettir ki Sultan Mehmed, çünkü İstanbul'u feth etti, subaşılığı Süleyman Bey kuluna verdi. "Şehri imaret etmek ardınca ol" dedi. Andan Sultaa Mehmed İstanbul'un ma'mur olmasını isteyip cümle Osman vilâyetlerine adamlar gönderip "isteyen gelip istanbul'da mülk tutan tutsun" diye etrâf-ı âlemde çağırttılar. Bu haber âleme çav olup hatırı olan gelip mülk tutmadı. Gördüler ki, İstanbul bir veçhile imarete yüz tutmadı. Andan hünkâr buyurdu ki her vilâyetin ganisinden ve fakirinden süreler. Kadılara ve subaşılara hükümler varıp "her taraftan adamlar sürüp getirip istanbul'a dolduralar, her taraftan adamlar sürüp istanbul'a dolduncak, şen olmağa başladı. Andan bu gelen kişilerin evlerine mukataa va'zettiler. Bundan halk nefret ettiler, eyittiler: "Evlerimizi bize sattırıp vatanımızdan âzmend edip bizi bunda bu kâfir evlerine kira vermeğe mi getirdiniz?" diye ekser halk avratını ve oğlanını bırakıp başını alıp gittiler. Andan Kula Şahin derlerdi, Sultan Mehmed'in atasından ve dedesinden kalmış kişiydi. Padişaha bir gün eyitti: "Hay devletli sultanım,; atan deden zamanından kalmış eski kişiyim. Bunca memleket ki atan, deden feth ettiler. Mukata va'zetmediler. Bu nesne sultanıma dahi lâyık değildir" deyip sükût, etti. Padişaha bu söz tesir edip mukataayı götürdü. Hemen İstanbul yine imarete yüz tuttu. Ta şuna değin-kim, Rum Mehmed Paşa vezir olup ol yine Sultan Mehmed'i iğ-vâyile tama'a düşürüp yine mukataa va'zettirdi. Kendi zira istanbul oğlanıydı. Müslümanlar gelip kendi şehri evlerini müft tasarruf ettiklerine hased edip bu şimdiki mukataa anın iğvasıyle olmuştur.

Neşrî, Kitab-% Cihannûma, II, s. 709-711

ra, "mihmandar-ı Resulullah" olarak bilinen ve bir Arap kuşatmasında şehit düşen Ebu Eyyub el-Ensarî'nin(->) Akşemseddin'in "murakabesi" ile saptanan merkadi üzerine bir türbe ve cami yaptırılarak burasının, istanbul'un manevi merkezi haline getirilmesi, Ayvansaray-Eğrikapı, Galata semtlerinde sahabeden diğer kişiler için mezarlar ve ziyaretgâhlar yaptırılması, Şeyh Vefa için, bir cami inşa ettirilmesi, kente İsla-mi ve uhrevi bir kimlik kazandırmaya dönüktü.

Fatih'in başlattığı imar çalışmalarını destekleyen devlet adamları arasında ilk sırayı, kuşkusuz Vezir Mahmud Paşa almıştır. Adını taşıyan camisi, hamamı ve çarşı semti günümüzde de ayaktadır. Yine, Rum Meh-med Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Karamani Mehmed Paşa, Mesih Paşa, Davud Paşa ile aralarında Molla Gürani'nin, Molla Hüs-rev'in, Akşemseddin'in, Molla Zeyrek'in ve daha birçok din bilgininin yer aldığı kişiler imar hareketine katılmışlardır. Aşık-paşazade, Fatih dönemi ricalinin istanbul'a yaptırdıkları eserleri sayarken, Kemal Paşa Türbesi, Mahmud Paşa'nın imareti, medresesi, cuma mescidi, Hasköy'deki diğer medresesi, Rum Mehmed Paşa'nın Üsküdar'daki imareti ve camii, Mağnisa Çelebi' nin mescidi, Gezeri Kasım Paşa'nın mescidi ve muallimhanesi, Davud Paşa'mn medresesi, mescidi ve akıttığı su, Halil Paşa'nın cuma mescidi ve medresesi, Ali Paşa'nın külliyesi, akıttığı su ve yaptırdığı çeşmeler, iskender Paşa'nın mescit, medrese ve bir hamamı kapsayan külliyesi ile sofî-hanesi ve yaptırdığı suyolu özellikle vurgulanmıştır.

istanbul'un, bir iş ve ticaret merkezi olmasını sağlayan İstanbul, Galata ve Üsküdar bedestenleri, geleneksel pazar, kapan, mizan, mengene ve çardak sistemlerinin kuruluşu da Fatih dönemindedir. Yine, istanbul ve çevresinin l "şehir" (Nefs-i istanbul, Mahsura-i Kostantiniyye) ve 3 "belde" (Bilad-ı Selase; Galata., Eyüp, Üsküdar) olarak 4 ayrı kadılığa ve ihtisab(-0 bölgelerine ayrılması da bu erken dönemdedir.

FATİHSİN BİR GAZELİ

Bağlamaz Firdevse gönlünü Galatayı

gören

Servi anmaz anda ol serv-i dil-ârâyı



gören

Bir fırengî şivelü Isâî gördüm anda-kim Lebleri dirilmişi der idi îsâyi gören

Akl ü fehmin din ü imânın nice

zabteylesün

Kâfir olur mı müselmanlar ol tersâyı

gören


Kevseri anmaz ol içdüği mey-i nâbı

içen Mescide varmaz o vardığı kilisâyı gören

Bir firengî dilber oldığın bilirdi Avniyâ Beli vü boynunda zünnâr ü çelipâyı

gören Fatih Divam, s. 66

Constanza da Ferrara'nın yapmış olduğu II. Mehmed'in madalyonunun ön ve arka yüzü. Galeri Alfa

Başkentliği, ferman ve hükümlere "be-makam-ı Konstantiniyye", kesilen paralara da "duribe fi Kostantiniyye" (bak. Kostantiniyye) ibarelerinin konmasıyla vurgulanan kentte, Fatih'in uzun süreli seferler sebebiyle ayrılışlarında bir şehzadesinin saltanat naibi olarak oturduğu saptanmaktadır. Örneğin, 1472'de Akkoyunlu-Os-manlı ilişkilerinin giderek gerginleşmesi ve istanbul'a gelen elçinin oyalama çabalarına karşın, Üsküdar'da otağ kurduran Fatih'in Rum Mehmed Paşa'nın yerine Mahmud Paşa'yı ikinci kez vezirazam yaptıktan sonra, Şehzade Cem Sultan'ı, "Edirne ve Kostantiniyye'ye taht naibi" bırakıp sefere çıktığı bilinmektedir. Akkoyunlu seferiyle ilgili yanlış bilgiler istanbul'a ulaşınca, Cem Sultan'ın yakın adamları Süleyman ve Nasuh beyler harekete geçip Cem'i tahta oturtma girişiminde bulunmuşlar; istanbul'a dönen Fatih, bu kişileri idam ettirip oğlunu da sancağa göndermiştir. Bu sırada Venedik Senatosu'nun da İstanbul'a bir donanma gönderme tasavvurunda olduğu öğrenildiğinden deniz surlarının onarımı ve tahkimi bir daha gündeme gelmiştir.

Fatih'in son yıllarına kadar, fethedilen her yerden İstanbul'a nüfus göçünün devam ettiği, bunlardan Müslüman ve Türk olanlara "istanbul sürgünü Müslüman" dendiği, örneğin 1473'te Otlukbeli Sava-şı'nda tutsak olan Akkoyunlu ve İran ulema ve sanatkârlarının da İstanbul'a getirildikleri, bunlara mülknameler verildiği, devlet adamlarının ve varlıklı kimselerin, e-dindikleri mülklerin etrafına yeni binalar yaptırdıkları, bazı eski harap kilise ve manastırları onartıp camiye dönüştürdükleri ve kendi semtlerinde Müslüman nüfusun artmasına çaba gösterdikleri de anlaşılmaktadır. Belli bir bölgeden, kasaba ve köyden göç ettirilenler ise ekseriya kentin ayrı bir semtine yerleşmeyi tercih etmekte ve böylece doğan yeni mahalleler, örneğin Üsküp'ten gelenlerin iskân ettikleri Unkapanı-Cibali arasında "Üsküplü Mahallesi", Yenişehir'den gelenlerin yerleştikleri "Yeni Mahalle" vb gibi adlar almaktaydı. Yine Mora'da Yenişehr-i Fenar' dan gelenlerin oluşturdukları mahalle de daha o zaman Fener adını almıştı. Aksaraylıların yerleştiği semt, "Aksaray" adını alırken, Balat'tan gelen Kıptîler Balat Mahalle-si'ni kurmuşlardı. Arnavutlar Silivrikapı'ya, Amasra, Bayburt, Karaman, Tokat ve Sivas' tan gelen Ermeniler Sulumanastır, Langa, Kumkapı'ya, Karamanlı Hıristiyan Türkler Yedikule civarına, Manisalılar Macuncu

Mahallesi'ne, Bursalılar çoğunlukla Eyüp'e, Karamanlı Müslüman Türkler Büyükkara-man'a, Konyalılar Küçükkaraman'a, Çar-şambalılar, Çarşamba Mahallesi'ne, Kastamonulular Kazancı'ya, Gelibolulular Tersane civarına, İzmirliler Büyükgalata Mahallesi'ne, Frenkler Küçükgalata'ya, Sinop ve Samsun göçmenleri Tophane'ye, Argoslular Samatya'ya, Trabzon'dan özel olarak seçilip getirilen gençler Fener'e, Ak-kâ, Gazze, Remle Arapları Tahtakale'ye, Anadolu Türkleri Üsküdar'a yerleşmişlerdi. Pek çok mahalle ise semtin kurucusunun veya orada türbesi, zaviyesi bulunan ulu kişinin yahut bir eserin ve tesisin adını almıştı.

Ahmed Paşa Mahallesi, Defterdar Sinan Mahallesi, Arslanlu Mahallesi, Aya Kilisesi Mahallesi, Can Alıcı Kilisesi Mahallesi, İsa (Ese) Kapısı Mahallesi, Odun Kapısı Mahallesi, Kırkçeşme Mahallesi, Batrik (Patrik) Mahallesi bunlardandır. Tüm bu mahallelerin oluşumunda, fetihten sonraki ilk iskândan itibaren nüfusun Müslim ya da gayrimüslim olmasına bağlı olarak mescit, cami ya da kilisenin düzenleyici rol oynadığı, imamların ve papazların da bir tür muhtar sorumluluğu üstlendikleri, 5-10 mahalleyi kapsayan nahiyelere de İstanbul ve Bilad-ı Selase kadılarının birer naip atadıkları bilinmektedir.

Müslümanlar için cami ve mescitlerin bünyesinde mektep ve medreseler açıldığı da saptanmaktadır. Fatih İmareti ve Fod-lahanesi ise talebelere, yolculara ve yoksullara yemek ve ekmek dağıtmaktaydı. Ayrıca Fatih döneminde, Kalenderhane' de, Kocamustafapaşa ve Eyüp'te de birer imaret hizmete girmişti. Fatih vakfiyelerin-deki kayıtlara göre ise İstanbul'a gelenlerin konaklamaları için, Odunkapısı'nda Eski Han, Yemişkapam Hanı, Bey Kervansarayı, Bodrum Kervansarayı başta olmak üzere önemli tesisler yapılmıştı. Başlıca a-lışveriş merkezleri ise Eski Ayasofya Çarşısı, Balıkpazarı Çarşısı, Dikilitaş Çarşısı (burada Fatih'in yaptırdığı dükkânlar ve meşruta odalar vardı), Debbağhane Çarşısı, Ayasofya Yeni Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı, Acemioğlanlar Çarşısı, Darphane Çarşısı, Elvanoğlu Çarşısı, Hoca Pirî Çarşısı, Harrat-lar Çarşısı, Kirişhane Çarşısı, Mahmud Paşa Çarşısı, Saraçlar Çarşısı, Odunkapısı Çarşısı, Sarı-Demirci Çarşısı ile muhtelif semtlerdeki miri dükkânlar ve ayrıca Ağaç Pazarı, Aksaray Pazarı, Atpazarı, Bitpazarı, Halayık (Esir) Pazarı, Silahhane Pazarı, Sultan Pazarı (Malta Çarşısı), Karaman Pazarları, Tahıl Pazarı gibi pazarlardı.

Yine Fatih vakfiyelerine ve aynı döneme ait belge ve kaynaklara göre birçok hamam da İstanbul halkının hizmetine girmiş bulunuyordu.

Şehre su akıtmayı önemli bir hayır ve hizmet gören Fatih'in, Belgrad Ormanı su havzasındaki kaynaklan toplatıp eski Bizans kemerlerinden de yararlanarak İstanbul'a çeşmeler yaptırttığı bilinmektedir (bak. Kırkçeşme Tesisleri). Bu tesisten, camilere su verildiği gibi mahallelere ve çarşılara da çeşmeler yapılmıştı. Ayrıca Fatih Külliyesi için de Rami'deki su kaynağın-

dan ayrı bir suyolu döşenmiş, Turunçlu Suyu ise Mevlevihane Kapısı'ndan şehre sokularak güney semtlerine çeşmeler yapılmıştı. 1459'da yapılan Mahmud Paşa Su Tesisi de Sulukule'den kente girmekte, Aksaray, Laleli semtlerini beslemekteydi.

Fatih'in inançlı bir Müslüman olmasına rağmen evrensel kültüre ilgi duyduğu, bütün dinlere eşit mesafede durmaya özen gösterdiği, daha Manisa sarayındaki şehzadeliğinde Grek ve Latin kültürleriyle ilgilendiği bilinmekteydi. İstanbul'un alınmasından sonra İtalyan hümanist Cyriaco d'Ancona'yı ve birçok yabancı aydını çevresine aldığı gibi, Cenevizli, Venedikli, Ra-guzalı, Napolili nedimelerine geceleri Roma tarihi okutturmaktaydı. Floransalılar-la(~») ilişkisi ise Galata'da düzenledikleri bir şenliğe katılıp onlarla birlikte yemek yiyecek kadar ileri düzeydeydi. Yakın çevresinde Bizanslı, İranlı, Arap ve Türk uzmanlar, aydınlar ve sanatçılar da çoktu. Patrik Gennadios, itikatnamesini kendisine ithaf ettiği gibi, Trapezuntios da "Hıristiyanlıkla Müslümanlık arasında önemli farklar bulunmadığı" savını onun döneminde özgürce açıklayabilmişti.

Fatih, görüşlerinden sıkça yararlandığı Hocazade'nin, Molla Gürani'nin, Molla İyas'ın, Siraceddin Hâlebi'nin, Molla Ab-dülkadir'in Hasan Samsunî'nin, Molla Hay-reddin'in, Ali Kuşcî'nin Akşemseddin'in yanısıra Georgios Amirutzes'le de felsefi konuları tartışmaktaydı. Batı kültürüne ilgisi Avrupa'da da etkiler uyandırmıştı. Örneğin, eserlerini Fatih'e ithaf eden Latinler arasında, Françesco Berlinghieri ve Ro-berto Valturia ilk sırayı alırlar. Ozan Stefa-no Emiliano ise ölümüne bir mersiye yazmıştır.

Fatih İstanbul'u aldığı zaman, kentin yüzyıllarca süren kültür merkezi kimliği, II. Manuel'den (hd 1391-1425) sonra tamamen sönmüş bulunmaktaydı. Hattâ filozoflar için bile burada eski ortam kalmamıştı. Patrik Gennadios'a göre fetihten 8 yıl önceki durumu ile İstanbul'un bilim ve kültür çehresi bir harabeden ibaretti. Bununla birlikte bazı felsefe ve din konuları yine de tartışılabiliyordu. Her iki alana da ilgi duyan Fatih, fetihten sonra ilk akademik oturumu bir çevirmen yardımıyla Patrik Gennadios' la Pammakaristos Manastırı'nda (Fethiye Camii) yaptı. Buradaki hoşgörülü yaklaşımı, dinleyenlerde hayranlık uyandırdı. Hattâ, kendisinin Hıristiyanlığa eğilimi olduğu sanıldı. Oysa Fatih'in amacı, her dinden ulemayı "kimine sof, kimine çuha ve kimine akçe verip" hoşnut etmekti. Kavim ve din farkı gözetmeksizin sanatçıları, düşün ve bilim adamlarını İstanbul'a toplamayı amaç edinmişti. İslam bilimleri için medreseler yaptırtarak bu kurumun çalışması amacıyla da büyük bir vakıf tesis etmişti. Vakfiye, Fatih medreselerinin çalışma sistemi, tıp dahil, çeşidi dallara ait öğretim çalışmaları konularında ayrıntıları da içermekteydi. Örneğin Darüşşifa'da din ve ırk ayrımı yapılmaksızın herkesin tedavi edilmesi koşuldu. Fatih Külliyesi'ndeki medreseler temel eğitimden uzmanlık öğretimlerine kadar basamakları ve programları

o!>j'jj5,

' u L* ? 3^1 j 5 " <~s "'>> >f)'-ji(£ ü> >") '•*•.

Topkapı

Sarayı'nda



bulunan

II. Mehmed'in ^\ çocukluk ^ ' defterindeki yazı ve resimleri. Cengiz Kahraman arşivi

kapsamaktaydı. Mahmud Paşa ile Ali Kuşcî'nin bu aşamaları saptarken Patrikhane Ruhanî Mektebi sisteminden de yararlandıkları, Fatih'in kendilerine verdiği direktifin de tüm pozitif bilimlerin bu kurumlarda gösterilmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Semerkant'tan gelen Ali Kuşcî'nin İstanbul'da matematik öğretiminin temelini atmış olması bu açıdan anlamlıdır. Amasyalı hekim ve bilim adamı Sabuncuzade Şe-refeddin, 1465'te Cerrahnametü'l-Hani' yi İstanbul'da çevirdi. İşlerini ve memleketlerini bırakıp İstanbul'a gelen İslam bilginleri arasında Hekim Kutbeddin-i Ace-mî, Hekim Arab, Mehmed Şükrullah Şirva-nî, Hoca Ataullah, Hekim Larî, Hekim Ya-kub Paşa, İzmitli Muhyiddin Mehmed, Kaysunîzade Bedreddin, Hocazade Mus-lihiddin, Molla Mehmed Zeyrek ve Fatih' in hususi kütüphanesine bakan Molla Lut-fî sayılabilir.

Resmi en çok yapılan Osmanlı padişahı olan Fatih için Venedik Senatosu 1479' da Gentile Bellini'yi(->) göndermişti. İstanbul'a geldiklerinde Venedik balyosu kendilerini Fatih'e takdim etti. Bellini padişa-

hın portrelerim ve madalyonlarım yaptı. Fatih'in, Müslüman sanatkârlar tarafından da yapılan minyatürleri vardır. Mehmed Siyah-kalem'e hazırlattığı albüm de günümüze ulaşmıştır.

Antik çağ eserlerine ilgi duyan Fatih, İstanbul'daki dikilitaşları muhafazaya aldırmış, ancak bunların üstündeki heykelleri indirtmiştir. Sarayda tesis ettiği hususi kütüphaneye Arapça, Farsça ve Türkçe e-serlerin yanında Yunanca, Latince eserleri de koyduran Fatih, bunlardan bazılarını, örneğin Ptolemeios'un Coğrafya'smı 1464-1465'te Trabzonlu Amyntaes'e çevirttirmiş-tir. Bu eserlerden birçoğu günümüze kadar korunmuş olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'ndedir. Fatih'in, kendi kütüphanesi ile Ayasofya, Eski İmaret, Sah-n-ı Seman medreseleri kütüphanelerine 800 dolayında özgün eser kazandırdığı biliniyor.

İstanbul'la ilgili olarak II. Mehmed adına tescilli vakfiyelerden biri 877/1472 tarihli olup Fatih İmareti'ne vakfedilen mu-kataaya bağlı bina ve arsalarla Üsküdar'daki vakıf hanı, şehir dışındaki arazi ve bah-



MEHMED n

332

333


MEHMED m

çeleri kapsamaktadır. Büyük bir defter cilan bu vakfiyede 1.130 ev, 2.466 dükkân, 4 hamam, 7 birgos, 3 han, 54 değirmen, 57 oda, 26 mahzen, 2 kapan, 9 bahçe yer almaktadır. Ayrıca bu vakfiye, istanbul'daki yerleşimin taassuptan uzak, her dinden insanın iç içe olduğunu gösteren bir belge niteliğindedir. Pek çok mahalle ve semte daha o zaman Türkçe adlar verildiği de görülür. Nitelikleri sayılan evlerin çoğu tek katlı, bazıları iki katlıdır. Üç katlı binalar ise az da olsa Galata cihetindedir.

Nüfusun artmasına bağlı olarak evlerin damlarına "gurfe" denen çekme katlar da yapılmıştır. Bizans'tan kalan evler için "kâ-firiyü'1-bina" denildiği görülmektedir, ikinci vakfiyede, Fatih'in istanbul'da ve Ga-lata'da vakfettiği hamamlar, bilginlerin ve papazların çalışmalarına bıraktığı camilerle kiliseler de yer almıştır. Üçüncü bir vakıf, Fatih'in ölümünden sonra oğlu II. Baye-zid tarafından babası için düzenlenmiş o-lup Fatih Külliyesi'ne aittir. Bunda da 7 kilise, 1.063 ev, 2.300 dükkân, 17 hamam, 227 oda, 148 mahzen, 5 han, 48 değirmen sayılmıştır. Fatih'in, Eyüb Sultan Külliyesi ve Ayasofya için iki ayrı ek vakfiyesi daha bulunmaktadır.

II. Mehnıed, kendisinden önceki padi-

II. Mehmed'in Yılanlı Sütun'a şeşper atışını betimleyen minyatür. Hünername, 1584 TSM Kütüphanesi, H. 1523 Ara Güler fotoğraf arşivi

şahların koydukları kanunları daha geniş kapsamda ve İstanbul merkezli bir imparatorluğa göre yeniden düzenlemiş, buna "Fatih Kanunnamesi", "Atik Kanunname", "Kanunname-i Âl-i Osman" adlan verilmiştir. Diğer yandan ilk altın Osmanlı dinarı da istanbul'da II. Mehmed'in adına kesilmiştir. 1478'de çıkartılan bu altın paranın iki yüzünde birbirini tamamlayan Arapça ibarelerle "Şanı yüce Sultan Mehmed Han bin Murad Han'ın, karaların ve denizlerin hakanı" olduğu ve paranın Kostan-tiniyye'de darp edildiği yazılıdır. Dönemin Venedik dukasına eşit bu paradan başka İstanbul Darphanesi'nde Fatih adına 10 dirhemlik gümüş para, akçe ve bakır mangırlar da kesilmiştir. 1479'a ait bir belge ise, İstanbul'un 3 yıllık gümrük vergisi hasılatının 13.000.000 akçeye ulaştığını gösterir ki bu, Bursa gümrüğünün 20 katıdır, istanbul'a, iran'dan ve Bursa'dan ipek, Batı ülkelerinden yünlü kumaş ve sanayi ürünleri, Mısır'dan şeker, pirinç, Hint baharatı, Anadolu'dan ve Balkanlar'dan tahıl, canlı hayvan, kürk vb gelmekte olup aynı yıllarda istanbul'daki kamu hazinesinde 2.500.000 altın ve 48.000.000 akçelik bir fazlalık oluşmuştu.

Bu refahın ve istanbul'daki yüzlerce yıl-

lık yaşam alışkanlıklarının Osmanlı sarayına da yansıdığı kuşkusuzdur. Kalabalık saray kadroları, zenci köle istihdamı, imparatorluk protokolünün uygalanmaya başlanması, giyim kuşam konusunda lükse yöneliş Osmanlı yaşamına Fatih döneminde girmiştir. 1470'li yıllarda saray mutfağına giren yiyecekleri gösterir defterlerde hemen her gün balık, istiridye ve karidesin de yer alması ilginçtir.

Avnî mahlasıyla şiirler yazan II. Mehmed, Divan'ı olan ilk Osmanlı padişahıdır. Mehmed daha çocukluğundan itibaren istanbul'un fethini hayal edecek denli bu şehrin âşığıydı. Şehrin maddi ve manevi imarına önem veriyor ve şiirlerinde de sık sık bu güzel kentten bahsediyordu. Fetih tarihini bizzat kendisi söylemişti (Feth-i İstanbul'a fırsat bulmalıdır evvelûn / Feth edip Sultan Mehemmed dedi tarih "âhi-rûn"^>. Çağında şiirin değeri yükselmiş ve istanbul'daki şairlerin sayısı artmıştı. Himaye ettiği ilim ve sanat erbabının, istanbul' un bir kültür merkezine dönüşmesinde büyük tesiri olmuştu. Özellikle döneminin şairlerine gösterdiği iltifatlar ile yaşadığı şehri edebi bir muhite dönüştürmüştür.

II. Mehmed şiirlerinde özellikle Galata' dan sıkça bahsetmiştir. Yabancı ve serbest bir hayatın yaşandığı ve hemen sarayın karşısında yer alan Galata, onda bir şiirsellik uyandırıyor ve Divan şiirinin klasik ö-zellikleri Galata güzellerine, güzelliklerine uygun düşünüyordu. Ünlü İran şairi Ha-fız'ın Eğer ân Türk-i Şirâzî be-dest âred dil-i mârâ / Be-hâl-i Hinduyeş başem Se-merkand u Buhara ra (Şirazlı o Türk güzeli gönlümü elimden aldı, onun siyah benine Semerkand ve Buhara'yı bağışladım) şeklindeki Farsça beytini küçük değişikliklerle tekrarlayacak kadar (Eğer ân gebr-i Efenci be-dest âred dil-i mârâ/Be-hal-i Hinduyeş bahşem Sitanbul u Galata ra) Galata'ya önem veriyordu.

Galata'ya dair yazdığı iki müstakil gazelinden birinde buranın güzellerini istanbul'a tercih ederken (Karalargiymiş meh-i taban gibi olserv-i nâz/Mülk-i Efrencin meğer kim hüsn içinde şahıdır//... //Av-niya kılma gümân kim sana ram ola ni-gâr/Sen Sitanbul şahı isen ol galata şahıdır), Galata nasıl Cenevizliler zamanında Rum kayserini tanımadıysa, Galata'da güzellik sultam olan Frenk dilberinin de İstanbul padişahına ram olmayacağını itiraf eden II. Mehmed, diğer şiirinde Galata'yı bir cennet olarak tasvir eder ve buradaki güzellerin insanı dinden imandan çıkaracak denli işveli olduğunu söyler (Bağlamaz Firdevse gönlünü Galatayı gören / Servi anmaz anda ol serv-i dü-ârâyı gören //..,//Kevseri anmaz ol içdüği mey-i nâbı içen/Mescide varmaz o vardığı kili-sâyı gören). İstanbul'a hükümran olmuş bir şair padişahın kendine yeni hedefler e-dinmesi, şiirinde bu yönde ifadeler bulmuştur. II. Mehmed saray nakışhanesini kuran Baba Nakkaş'ı, Mehmed Siyah Kalem'i, hat sanatının İstanbul'da yeni bir ekol oluşturmasına öncülük eden çağdaşı hattatlardan Yahya Sofî'yi ve Ali Sofî'yi de korumuştur.

Fatih'in fiziksel özelliklerini, onu tanıyan yerli ve yabancı birçok sanatkâr ve yazar betimlemişlerdir. İtalyan Zorzo Dolfin, onun az gülen, zeki, çalışkan, cömert, amacına ulaşmada inatçı, her gün kitap okuyan, Roma tarihini, Herodotos'u ve daha pek çok tarihi okutup dinleyen, araştırmalar, incelemeler yapan eşsiz bir insan olduğunu anlatır. Yine bir başka İtalyan Lanğusto da onun ince yüzlü, uzunca boylu, asil tavırlı, korku uyandıran, az gülen, öğrenmeye aşırı istekli ve cihan devleti kurmayı ideal edinmiş bir hükümdar olduğunu a-çıklar.

Osmanlı tarihçilerinden Neşrî, Fatih'i, adaletli, yiğit, bilgin, dindar, bilginleri ve erdemlileri koruyan, nerede bir olgun kişinin varlığım haber alsa İstanbul'a getirtip aylık bağlatan bir sultan olarak tanıtır. Ali Kuşcî'yi Semerkant'tan getirttiğini, katına çıkanları iyiliğinden yoksun bırakmadığını, gezmeye çıksa dilencilere dinarlar verdiğini, İstanbul fukarasından onun flo-risini yemedik bir kişinin bulunmadığını, şairlere eğiliminin kendisinin de şair olmasıyla ilgili bulunduğunu yazar.

ilk Osmanlı padişahları için yakıştırılan "ermişlik", Fatih için de geçerli olmuş ve kendisi "veli hükümdarlardan" sayılmıştır. Bu nedenle de adı etrafında pek çok mena-kıp ve efsane vardır. Bunlar genellikle, gerçek bazı olayların halk inancı ve anlatımıyla biçimlenmiş versiyonlarıdır. Fatih'in ya-nısıra, özellikle fetihte bulunan "nime'l-ceyş"ten(->) çoğu için de benzeri efsaneler unutulmamıştır. Örneğin Buhurî Şeyh Ya-kub'un, Horos Efendi'nin, Hızır Bey'in, Şeyh Lutfullah'ın, Akşemseddin'in adları etrafında İstanbulluların yaşattıkları efsaneler vardır. Bunların mezarları, bazılarının şehit düştükleri yerler, sahabelerin murakabe yöntemiyle saptanan topraklan birer ziya-retgâh olmuştur. Eyüp semti bu yönden zengindir. Kentin Türkleşmesi ve Islamlaş-tırılması sürecinde, adlarına türbeler, ziyaret yerleri yapılan sahabeler Fatih döneminde ortaya çıkarılmıştır (bak. sahabe).

1481 ilkbaharında yeni bir sefere çıkmışken Maltepe'de hastalanan Fatih, Gebze yakınlarındaki Tekür Çayırı'ndan ileri gidememiş, hekimler tedavisiyle uğraşırlarken

II. Mehmed'in tuğrası. Galen Alfa

istanbul'da karışıklıklar başlamıştır. Ka-ramanî Mehmed Paşa, Fatih'in ölümünü gizlemeyi başardığı gibi Amasya'daki Şehzade Bayezid'le Konya'daki Cem'e ulaklar göndermiş, hangisi daha önce gelirse tahta onun geçmesini öngörmüştü. Âşıkpaşa-zade, Fatih'in ölümünü şüpheli görür ve hekimleri suçlayıcı bir ifade kullanır. Ölümünün nikris (goutte) ya da damla denen hastalıktan olduğu sanılır. Tarihçi Neşrî i-se kendi gözlemine dayanarak Fatih'in cenazesinin İstanbul'a gizlice nakledilişini, askerin İstanbul'a geçmemesi için alınan önlemleri, sur kapılarının kapatılmasını, yeniçerilerin ayaklanmasını ve istanbul sokaklarına dökülmelerini, Bayezid lehine yapılan gösteriler sonunda Karamam Mehmed Paşa'nın konağının basılmasını ve öldürülmesini, başının bir mızrağa takılarak sokaklarda gezdirilişini, aslen Yahudi olan hekim Yakup Paşa'nın da aynı akıbete uğramasını, Yahudi mahalleleri ile Venedik ve Floransah tüccarlara ait mağazaların yağmalanmasını, 20 Mayıs 1481'de İstanbul'a gelen Bayezid'in tahta çıkışını anlatır. Venedik balyosu ise 19 Mayıs 1481 tarihli mektubu ile Fatih'in ölümünü "La Granda Aquila e morta!" (Büyük Kartal öldü) diye bildirmiştir. Bu haber, Roma'da duyulunca şenlikler düzenlenmiş papanın buyruğuyla da Avrupa kiliselerinde şükür ayinleri yapılmıştır.

II. Mehmed'in oğullarından Mustafa 1474'te, Cem Sultan ise İtalya'da 1495'te ölmüştür. Kızı Gevherhan, Akkoyunlu Uzun Hasan'ın oğlu Uğurlu Mehmed Mirza ile evlenmiştir. Fatih'in adları saptanan eşleri ve hasekileri Gülbahar Hatun, Gülşah Hatun, Sitti Hatun, Çiçek Hatun ile Akide, Ta-mara, Esmihan, iren, Eleni, Anna, Anna (II.) ve Maria'dır.



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   77   78   79   80   81   82   83   84   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin