Mehmed
Emin Efendi
Tekkesi,
Aksaray
Nedret İşli fotoğraf arşivi
li" gecesi "mevlit" ve hırka cemiyeti yapılarak tekkenin şeyhliğine tayin edilmiştir. Şeyhlik süresi çok kısa süren Şemseddin Efendi'nin şeyhliği sırasında tekke 17 Ramazan 1307/7 Mayıs 1890'da meydana gelen Aksaray-Horhor yangınında yanmış ve arsa haline gelmiştir. Kırkağaçlı Mehmed Emin Efendi Tekkesi'nin beşinci şeyhi Na-zillili Fahreddin Efendi'dir. Tekkenin ikinci banisi sayılan Şeyh Fahreddin Efendi Yedikule Tekkesi Şeyhi Aydınlı Şeyh Mehmed Emin Tevfik Efendi'nin halifesidir. Emtia-i Ecnebiye Gümrüğü kâtipliği görevinde bulunan Fahreddin Efendi, Uşşakî tarikatına mensuptur. Temmuz 1849da Nazilli'de doğan Fahreddin Efendi çeşitli devlet memuriyetinden sonra 11 Şevval 1332/2 Eylül 19l4'te Balkan Savaşı yenilgisi nedeniyle duyduğu üzüntü neticesi felç gelerek ölmüştür. Mezarı tekkenin tevhid-hane kısmına bakan küçük bahçenin içindeki özel bölümdedir. Tekke arsasının bir kısmı yangından sonra yola dahil edilmiş, bazı kısımları ise civardaki kimselerin tecavüzüne uğramıştır. Şeyh Fahreddin Efendi bütün bu olumsuzluklara rağmen 4 Nisan 1903 Pazar günü tekkenin yeniden inşası ve ihyası için Meclis-i Meşayih'e verilen dilekçe ile yapım faaliyetlerini başlatmıştır. Tekke binası 43.120 kuruş harcama ile 13 Mart 1904 Pazar günü tamamlanmış ve zamanın önemli şeyhlerinin katılımıyla bir açılış töreni düzenlenmiştir. Tekkenin yapımında Dülger Asadur, Dülger Kirkor, Silmeci Tatyos, Rençber Yusuf Ağa, Silmeci Nikoli, Rençber İsmail Ağa gibi ahşap yapı ustaları çalışmıştır. Tekkenin altıncı ve son şeyhi ise Şeyh Fahreddin Efendi'nin oğlu ve halifesi Mehmed Emin (Candan) Efendi'dir (ö. 1938). Tamamen ahşap olan tekkenin sonraki büyük yangınlardan etkilenmediği anlaşılmaktadır.
İki katlı olan tekkenin tevhidhanesi i-kinci katta ve arka taraftadır. İçinden bağdadi sıvalı, kubbeli tevhidhaneye İmam Murat Sokağı'na açılan kapıdan çıkılır. Tekkenin Şekerci Sokağına açılan kapısı haremlik kısmının kapısıdır. 1980'li yıllarda Vakıflar İdaresi tarafından restore ettirilen tekkenin bahçesinde bir tek mezar vardır. Vakfiyesine göre tekke mutlaka Nakşî-Kadirî
tarikatından hulefaya meşruttur. Uşşakî-likten olmasına rağmen meşihat görevinin Şeyh Fahreddin Efendi'ye verilmesinin sebebi, şeyhin çok sevilen, sayılan biri olması ve Kırkağaçlı Mehmed Emin Efendi Tekkesi'ni ihya ve yeniden inşa etmiş olmasındandır. Meclis-i Meşayih Reisi ve Kadirîhane Şeyhi Ahmed Muhiddin Efendi çeşidi yazılarında Şeyh Fahreddin Efen-di'yi övmüş ve bu yeri mükemmelen ihya ettiğini, şeyhin de sulehâdan, musalli, müstakim, âlim, ğayyur bir zat olduğunu yazmıştır. Şeyh Fahreddin Efendi'nin yaşadığı devrin bilgin ve kültürlü şeyhlerinden o-luşu nedeniyle Kırkağaçlı Tekkesi İstanbul'un önemli Uşşakî merkezlerinden biri haline gelmiştir.
Bibi. î. Ateş, "Vakfiyelerde Dua ve Beddualar", VD, XVII (1983), s. 9; ISTA, I, 539; E. Nedret İşli, "Bir Şeyh Efendinin Not Defterinden", Dergâh, S. 45 (Kasım 1993), s. 22-23; Şerif Ahmed Muhiddin Efendi, Tomâr-ı Tekâya (M. Erkmenkul Arşivi), vr 120a; Mahşer-iMe-şayîh, (M. Erkmenkul Arşivi), vr HOb-llla; Şeyh Fahreddin Efendi, Aksaray Şekerci Sokağı Uşşakî Dergâhı İnşaat ve Mesârifat Defteri, 1321, (Nedret-Necdet îşli Arşivi); Şeyh Fahreddin Efendi, Hatıra ve Not Deften, (E. Nedret İşli Arşivi); Kırkağaçlı Mehmed Emin Efendi Vakfiyesi, Ankara Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, no. 583, s. 1; Münib, Mecmua-i Tekâya, 5; İhsaiyat III, 109; İhsaiyat IV, 78; 1301 İstatistik Cedveli, 57.
E. NEDRET İŞLİ
MEHMED ESAD YESARÎ
(?, İstanbul - 19 Aralık 1798, istanbul) Ta'lik hattatı.
Anadolu Kazaskerliği mübaşirlerinden Kara Mahmud Ağa'nın oğludur. Ş. Rado' nün yazdığına göreyse, yazı meraklılarından Hasan Fehmi Efendi'nin evrakı arasından çıkan bir kayda bakılırsa Şeyhülislamlık Dairesi memurlarından Kara Âbâdî Ahmed Efendi adında bir kişinin oğlu olarak gözükmektedir. Mehmed Esad sağ tarafı felçli ve eli çolak olarak doğduğu için sol eliyle yazardı. Bu yüzden kendisine solak anlamına gelen "Yesarî" denmiştir. Hattatlar arasında genellikle bu unvanla anılır. Yazı öğrenmek için devrin ta'lik üstatlarından Şeyhülislam Veliyyüddin Efendi'ye müracaat ettiğinde felçli diye kabul edilmemesi üzerine gene tanınmış hattatlar-
MEHMED KEMALİ
362
363
MEHMED RÂlF BEY
Mehmed Esad Yesarî'nin ta'lik bir levhası. TETIV Arşivi
dan Seyyid Mehmed Said Dedezade'ye rica ederek meşk almaya başladı. Rivayete göre bir müddet sonra yazdıklarını götürünce Dedezade, kendi yazısı üzerinden kopya çekildiği zannıyla, "Oğlum, bunları bir kere de burada yaz göreyim" demiş, o da aynı yazıları aynı güzellikte yazınca hocası şaşırmış. Mehmed Esad kısa zamanda icazet almaya hak kazanınca icazet merasimine davet edilen Veliyyüddin Efendi, Yesarî'nin yazılarını hayranlıkla seyrettikten sonra gözlerinden yaşlar akarak "Bu çocuğun hocası olmak şerefi bana gelecekti bilemedim" diyerek üzülmüştür. 1753' te aldığı bu icazetname hocası dışında, Kâ-tibzade Mehmed Refi1 ve İsmail Refik adlı ünlü hattatlar tarafından da imza edilmek suretiyle tasdik edilmiştir.
III. Mustafa döneminde (1757-1774) büyük bir itibar gören Mehmed Esad kadılığa yükseldi ve saraya yazı hocası oldu. Ölümünde Fatih'ten Âşıkpaşa'ya giden Gelen-bevi Caddesi'nin sol tarafındaki setin üstünde toprağa verildi. Sonradan burası caddeye gittiğinden kitabesi Fatih Camii bahçesine taşındı. Yesarî, İran ekolünde en kudretli hattat olan İmâd'ın üslubunu takip etti ve hakkıyla "İmâd-ı Rûm" (Anadolu'nun İmâdı) unvanını kazandı. Maha-retiyle İranlı ustalara parmak ısırttıran bu dahi sanatkâr 1775'ten itibaren bazen harflerini büyülterek, bazen küçülterek â-deta yeni bir üslup arayışı içine girdi ve bu yazıda bir Türk zevki ortaya koymaya çalıştı. Harflerde ölçüleri aynı tutmaya gayret etti ve biraz küçülttü. Bunun en güzel örneği, Üsküdar'da Selim Ağa Kütüphane-si'nin kitabesidir.
Yesarî'nin eserleri çoktur. Büyük bölümü müze ve özel koleksiyonlardadır. Bah-çekapı'da Ticaret Borsası'nın kitabesi de
onun elinden çıkmıştır. Kendisi gibi ünlü bir hattat olan oğlu Yesarîzade Mustafa İzzet(~»), babasının bir yere kadar öncülük ettiği Türk ta'lik üslubuna hakiki hüviyetini kazandırmıştır.
Bibi. Müstakimzade, Tuhfe, 717; Habib, Hat veHattatân, İst., 1306, s. 243; Tarih-i Cevdet, VI, 314-315; C. Huart, Leş calligmphes et leş miniaturistes de l'orient Musulman. Paris, 1908, s. 291-292; inal, Son Hattatlar, 531-536; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, İst., 1982, 19. ve 25. levhalar; Rado, Hattatlar, 182-184; U. Derman, İslam Kültür Mirasında Hat Sanatı, İst., 1992, 100, 102, 103, 108 numaralı levhalar (s. 206-209).
ALİ ALPARSLAN
MEHMED KEMÂLÎ
(19- yy sonu - 20. yy başı) Destancı âşık.
II. Meşrutiyetle (1908) birlikte gazete, dergi ve kitap yayımcılığında görülen hareketlenme bu dönemin destancı âşıklarında da etkili olmuştur. Destancılığı meslek edinmiş âşıkların sayısında artış olmuş; çok sayıda destan yazılıp basılmıştır (bak. destancılık; destanlar).
Mehmed Kemali, bu dönemin destancı âşıkları arasında, eserlerinde güncel olaylara yer veriş biçimiyle dikkati çeker. Zaman zaman Kemali, Abdülgaffar Kemali ve Abdülgaffar Mehmed Kemalî mahlaslarım da kullanan âşık, tek yaprak halindeki destanlarının boyutlarını bir gazete sayfası büyüklüğüne çıkarması, konuyla ilgi resimlere yer vermesi ve haber metni öncesinde verilen giriş cümleleri biçiminde başlıklar atmasıyla da yenilik getirmiştir.
Destanlarında güncel olayları yansıtırken dönemin günlük gazete haberlerinden büyük ölçüde yararlandığı, yabancı ülke devlet adamları ve komutanlarından söz etmesinden, olayları sıcağı sıcağına des-tanlaştırmasından anlaşılmaktadır. Uzun başlıklı destanlar, halk tarafından ilgi gördüğü için o dönemden günümüze kadar örneklerine bolca rastlanmaktadır.
Yer yer ölçü bozuklukları ve dil yanlışları görülse bile bir dönemin olaylarını, kişilerini ve değer yargılarım yansıttığı i-çin Mehmed Kemalî'nin destanlarına yarı edebi ve toplumsal belgeler olarak önem vermek gerekir.
Saptanabilen 15 destanından birkaçının başlığı şöyledir: "65 Yaşında Arslan Yürekli Bir Türk Kadınının Moskof İngilizden İntikam Şarkısı" (ty), "Çanakkale Önünde Düşmana Kan Kusturan Arslan Yürekli Kahraman Mehmed Çavuş'un Müdafaa-i Vatan Destanı" (1915), "Çatalca-Hadım-köy-Lüleburgaz-Edirne-İşkodra Hücumlarında Kahraman Osmanlı Ordusundan Kurşun Baklavası Yiyip Kapelasını Atıp Kaçan Yunan-Karadağ-Sibirya-Yakası Kirli Domuz Çobanı Beş Yumurta Bir Kurşuna Satan Kapı Köpeği Bulgarların Matem Ha-zinenğiz Yas Destanı" (1912-1913); "Edir-ne-Kırk Kilise'nin Şanlı Muzafferiyet Destanı" (1913-1914), "Millet Vatan Düşmanı Hain Fehim Paşaların Destanı", "Pazarola Hasan Bey'in Destanı" (1922), "Sevgili Bursa, İzmir, Edirne ve Trakyamızın Selâmet-i Vatan Destanı", "Seyahat-ı Şahane Şanlı
Manevra Destanı" (1911-1912), "Yaşasın Hamidiye Kruvazörünün Kaptanı Rauf Beyin Şanlı Muzafferiyet Destanı". Bibi. M. S. Özeğe, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Katalogu, I-V. İst., 1971-1979. M. SABRİ KOZ
MEHMED KETHÜDA ÇEŞMESİ
Fatih İlçesi'nde, Merkez Efendi Mahallesi'nde, Mevlanakapı Caddesi'nin üzerinde ve Mevlevihane Kapısı'nın çıkışının sol tarafında bulunmaktadır.
Mehmed Kethüda tarafından yaptırılan çeşme 1034/1624 tarihlidir. Bu kitabenin altında, solda bulunan kemer boşluğunda-ki üçgen alana yerleştirilmiş olan ve taşa kazınarak yazılmış olan onarım kitabesinde ise bu çeşmenin 1929'da Kavaf Ahmed Rüşdi Efendi'nin ruhu için tamir ve ihya e-dildiği kaydedilmiştir. Oldukça güzel bir sülüs hatla ve manzum bir dille yazılmış olan inşa kitabesinde mısralar kartuş içine alınmış, aralarda kalan boşluklar bitkisel motiflerle bezenmiştir.
Bir haznenin önünde, düzgün kesme taştan, klasik üslupta yapılmış olan bu çeşme oldukça sade bir görünüme sahiptir. Çeşme nişi ve kitabeler çift sıralı bir silme ile dikdörtgen bir çerçeve içine alınmıştır. Üzerinde çatı ve saçak olmayan çeşmenin bozulmuş olan aynataşının iki yanında birer tane küçük tas yuvası vardır. Kemerin kilit taşında yer alan rozet, çeşmedeki yegâne süsleme elemanı olarak gösterilebilir.
Çeşme günümüzde oldukça harap bir durumdadır. Lülesi koparılan çeşmenin suyu, teknesinin kenarına takılan yeni bir musluk vasıtasıyla akıtılmaktadır. Çeşmenin teknesi ve bunun iki yanında bulunan testi koyma setleri de oldukça hırpalanmış bir görünümdedir.
Mehmed Kethüda Çeşmesi süslemesiz, sade bir tek kemerden ibaret, basit, iddiasız bir mimariye sahip olmasına karşılık, İstanbul'un günümüze ulaşabilmiş çeşmeleri içinde en eski örneklerden biri olmasından dolayı önemli bir yere sahiptir.
Mehmed Kethüda Çeşmesi
Ertan Uca, 1994
Bibi. Fatih Camileri, 324; A. Egemen, İstanbul'un Çeştne ve Sebilleri, İst., 1993, s. 568-569; Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 68-69.
HÜLYA KOÇ
MEHMED NAFİ EFENDİ TEKKESİ
bak. AFİFE HATUN TEKKESİ
MEHMED NAZİF BEY
(1846, Rusçuk [bugün Bulgaristan'da] -8 Mart 1913, İstanbul) Hattat.
Kırım'dan Rumeli'ye göç etmiş Mustafa Efendi'nin oğludur. Ailece İstanbul'a geldikten sonra Enderun'a girdi. Burdurlu Hafız Vahdeti Efendi'den biraz ders gördükten sonra, dönemin ünlü hattatı olan Sami Efendi'ye devam etti. Ondan celi sülüs, divani, celi divani ve tuğra dersleri aldı. Bu derslere 40 yaşından sonra başlamasına rağmen çok ileri gitti. Ayrıca 60 yaşından sonra gene aynı hocadan ta'lik icazetnamesi aldı.
Mehmed Nazif Bey, Enderun'dan ayrıldıktan sonra Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Harita Dairesi hattatlığına geçti. O dönemin haritalarındaki yazılar onun eseridir. Bu arada bazı okullarda da yazı dersleri veren hattat, hocası tarafından çok takdir edilmiş bir sanatçıdır. Hocası Sami Efendi'den sonra zamanın en usta hattatı idi. Celi sülüs yazıları tek kurşunkalemle resim yapar gibi çizmesi ve bunu yaparken harflerin ölçülerini kaybetmemesi ustalığına bir delildir. Aklam-ı şiltede Hafız Osman'ın, celide Mustafa Rakım'ın, ta'likte Yesarîzade Mustafa İzzet'in yolunu izlemiştir.
Deve derisinden Karagöz takımı yapmakta da usta olan hattatın, elinin gücünü korumak için baltayla odun kırdığı söylenir. Bir felç sonu vefat eden Mehmed Nazif Bey, Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergâhı naziresinde toprağa verildi.
Yıldız'daki Orhaniye Kışlası kapısında, Yıldız Camii önündeki saat kulesi kaidesindeki yazılar ve Topkapı Sarayı'nda hır-ka-i saadetin örtüleri üstündeki yazılar da onundur.
Bibi. Ahmed Süreyya, "Üstad-ı Ekrem Hattat Nazif, Sebilürreşad, S. 244 (1331), s. 159-161; İnal, Son Hattatlar, 232-235; U. Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, İst., 1982, 29. levha; ay, islam Kültür• Mirasında Hat Sanatı, İst., 1992, 144, 157, 163, 178. levhalar (s. 219, 223, 225, 228); Rado, Hattatlar, 242-244.
ALİ ALPARSLAN
MEHMED PAŞA CAMÖ
Eminönü İlçesi'nde, Süleymaniye'de, Hoca Gıyaseddin Mahallesi'nde, Mehmed Paşa Yokuşu'nun devamında yer almaktadır.
Caminin banisi, Akşemseddin'inO) yeğeni Gıyaseddin Mehmed Efendi'dir (ö. 1521). İlmiye sınıfından olan, Eyüp müderrisliği ve Amasya müftülüğü görevlerini üstlenen Gıyaseddin Mehmed Efendi "Paşa Çelebi" lakabı ile tanındığı için yaptırdığı bu hayır eseri de "Mehmed Paşa Camii" olarak şöhret bulmuştur.
Vakfiyesinin tescil tarihi olan Receb 9247 1518'den önce 16. yy'rn başlarında inşa ettirildiği anlaşılan yapının banisi mihrap
Mehmed Paşa Camii
Nurdan Sözgen, 1994/ TETTV Arşivi
duvarının önünde gömülüdür. Başlangıçta mescit olarak tasarlanan binaya, 18. yy'ın ünlü darüssaade ağalarından Hacı Beşir Ağa(->) minber koydurmuştur. Cami zaman içinde çeşitli onarımlara tabi tutulmuş, bugünkü şeklini 19. yy'ın ikinci yarısında almış, Cumhuriyet döneminde de 1958, 1982 ve 1994 yıllarında onarımlar geçirmiştir.
Kagir duvarlı, kırma çatılı olan caminin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüştür. Mermerden avlu girişinin üzerinde Latin harfleri ile "Hoca Gıyaseddin Camii" yazılıdır. Ufak boyutlu avlunun sağ tarafında imam meşrutası ve abdest muslukları yer alır. Caminin girişi doğu cephesinden olup burada, iki tarafı camekânlı bir son cemaat yeri bulunmaktadır. Bu bölümün sağ tarafından kadınlara mahsus fevkani mahfile çıkılmakta, sol tarafından ise ha-rime girilmektedir. Dikdörtgen planlı ha-rimde, girişin karşısına gelen yerde müezzin mahfili bulunur. Güney duvarının ekseninde, mermerden, yarım daire planlı, dikdörtgen çerçeveli mihrap, mihrabın yanlarında yuvarlak kemerli birer pencere yer almaktadır. Doğu duvarında, girişin yanısıra üç adet pencere, batı duvarında da, halen dolap olarak kullanılan iki tane pencere sıralanmaktadır. Ahşap minber ile vaaz kürsüsü özgün değildir. Bir balkon şeklinde harime doğru çıkma yapan kadınlar mahfili, ikisi kuzey, biri batı duvarında bulunan, ufak boyutlu, yuvarlak kemerli pencerelerle aydınlanmakta, minareye de mahfilin doğu duvarından girilmektedir.
Herhangi bir süslemenin bulunmadığı iç mekânda duvarlar, son onarımlarda pencerelerin alt hizasına kadar mermerle kaplanmış, geriye kalan yüzeyler beyaz badana ile boyanmıştır. Yapının dış cephelerinde de süsleme öğesi görülmemekte, doğu cephesinde harimdeki mermer kaplama tekrarlanmaktadır. Pencereler demir parmaklıklarla donatılmış, silindir gövdeli,
tek şerefeli, güdük minare konik bir külahla taçlandırılmıştır. Kırma çatı kiremitlerle kaplıdır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 178-179, no. 1025; Ayvansarayî, Hadîka, I, 201; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, I, 96-97, no. 391; Öz, İstanbul Camileri, I, 101; Eminönü Camileri. 85-86.
N. ESRA DİŞÖREN
MEHMED RÂİF BEY
(1863, İstanbul - 8 Şubat 1917, İstanbul) Tarihçi.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda şehit düşen Yüzbaşı Mehmed Efendi'nin oğlu ve Askeri Müze'nin kurucusu Ahmed Muhtar Paşa'mn(-») sütkardeşidir. Davutpa-şa'da dünyaya geldi, iptidai ve rüşdi öğretimini İstanbul'da, idadi öğretimini Şam' da yaptıktan sonra babası gibi asker olmak üzere İstanbul'da Mekteb-i Harbiye'ye geçti. 23 Haziran 1882'de piyade mülazim-i sanisi (teğmen) olarak Mekteb-i Harbiye' den mezun olan Mehmed Râif, 3. Kolordu' nün 24. piyade alayının 4. bölüğüne atandı. 1885'te Halep Askeri Rüştiyesi coğrafya öğretmenliğine, 1888'de Kuleli Askeri İdadisi beden eğitimi öğretmenliğine getirildi. Bu okuldaki görevi 27 yıl sürdü. Tarih, kitabet, mantık dersleri de verdi. Çok sevildiği için burada kendisine öğrencileri "Baba Râif" adım taktılar.
Mehmed Râif, 1897 Osmanlı-Yunan Sa-vaşı'na katıldı, 1908'de II. Meşrutiyet'te 4. Ordu nizamiye alayı bölük komutanlığına atandı. 1909'da Muş'ta 16. Liva komutanlığında bulundu. 1912'de Balkan Savaşı' na 91. piyade alayı komutam olarak katıldı. Bu savaşın arkasından, sağlık durumu sebebiyle kaymakam (yarbay) rütbesinde emekliye ayrıldı. 54 yaşında vefat etti ve Yedikule dışındaki aile kabristanına defnedildi. Yeni harflerle yazılı olan mezar taşında eşi Ayşe Revnak Ayyıldız (1873-1954) ile oğulları Mehmed Zühdü (1896-1920) ve Rüştü Ayyıldız'ın (1899-1960) da adları okunur.
Oğlu Tuğgeneral Hakkı Râif Ayyıldız' dan (ö. 1969) sağlanan nota göre, Râif Bey' in Osmani ve Mecidi nişanlan, gümüş liyakat ve Yunan Savaşı madalyaları vardı. Arapça, Farsça ve Fransızca da bilirdi. Yine oğlu tarafından anlatılan bir olaya göre, Eminönü'nde Yeni Cami arkasındaki, İş Bankası yanındaki sebil bir yangın sonunda harap olduğunda kitabesi de parçalanmıştı. Kitabeyi aynen yeniden yazdırabil-mek için Râif Bey'e başvurularak, ondaki kopyadan sağlanan metin, hattat Sami Bey'e yeniden yazdırılmış ve taşa işlenmiştir.
Mehmed Râif Bey, Nükât-ı Edebiye (1307), Hatırat-ıEslâffâlO), Mi'yâru'l-Efkâr(13l6) gibi ancak birkaç formalık kitapçıklar yayımladıktan başka, Mehmed Cemil ile birlikte Yüz Sene Yaşamak Çareleri (1332) başlıklı bir de tercüme bastırmıştır. Fakat onun önemli yayın ve çalışmaları İstanbul tarihi hakkında olanlardır. Topkapı Sarayı ve Parkının Tarihi (İst., 1332) ile Sultanahmed Parkı veAsâr-ıAtî-kası (İst., 1332), birkaç formalık, ufak boy-
MEHMED RASİM
364
365
MEHMED SÜREYYA BEY
MehmedRâifBey
Semavi Eyice arşivi
da kitaplardır. Râif Bey bu yayınları ile, I. Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda İstanbul'da araştırmalar yapan, kitaplar, makaleler yayımlayan, esas meslekleri dışında bu konularla ilgilenen yabancı veya azınlıklardan amatör "arkeolog" ve "sanat tarihçileri" kuşağına katılan bir Türk oldu.
Râif Bey'in istanbul ile ilgili en önemli yayım Mir'at-ı istanbul'âüi (İst., 1314). Birinci cildin tamamı ve ikinci cildin 48 sayfalık üç forması çıkan bu eserin takdim sa-hifeleri değişik, iki ayrı baskısına rastlandığım da belirtmekte fayda vardır. 1314 baskısında "Muharriri Mehmed Râif kaydının bulunmasına karşılık, Mir'at-ı istanbul Birinci Cild, Boğaziçi ve Havalisi başlıklı cilan diğer baskıda (İst., 1316) "Muharrirleri Mehmed Râif ve Ahmed Bahrî" kaydı görülür. Her ikisi de kolağası rütbesindedir. Her iki nüshanın 576 sahifeden ibaret olan esas metinleri aynı olmakla beraber, önsözler (mukaddime) değişiktir. 1314 baskısı 2 sahife ve tek imzalı, 1316 baskısı ise 5 sa-hife ve çift imzalı ve değişik ifadelidir. İkinci ciltte ise yazar olarak Mehmed Râif in yanında Kolağası Halil Rüşdî adı da yer alır.
Kitabın bu birinci cildinde Mehmed Râif, İstanbul'un Anadolu yakasında Kadıköy ve dolaylarından başlayarak, Bulgurlu, Üsküdar, Boğaz'ın Anadolu kıyılarında bulunan cami, mescit, çeşme, sebil, mektep gibi yapılar hakkında kısa açıklamalar ile birlikte bunların kitabelerinin kopyalarını da verir. Arada bazı mezarlıkları da ihmal etmez. Vakıf binalara dair verdiği bilgiler, genellikle Hüseyin Ayvansarayî'nin(->) Hadîkatü'l-Cevami'sini pek aşmaz. Kitabe metinleri kopyalan da bu konunun uzmanlarına göre hatasız sayılamaz. Fakat ne olursa olsun, eser İstanbul tarihi bakımından değerli bir kaynaktır.
Boğaz'ın Rumeli yakasında da eserler
ve kitabeleri kaydedildikten sonra, Fındıklı, Tophane ve Galata'ya geçilir. Kitabın gayesinin, İstanbul'un Türk dönemi e-serlerinin kitabelerinin bir "corpus"unu meydana getirmek olmakla beraber, aralarına başka bilgilerin de katıldığı görülür. Galata bölümünde, kuleye ayrılan sahife-lerde, buradaki pencerelerin her birinde şehrin hangi kesiminin görüldüğünün ayrıntılı olarak anlatılması bu hususta bir örnek teşkil eder.
Râif Bey, Mir'at-ı İstanbul'un, ikinci cildini de hazırlamıştır. Bunda şehrin surlar içindeki kısmında bulunan eserlerin kitabeleri derlenmişti. Bu cildin büyük bölümü yayımlanamadan müsvedde halinde kaldı. Râif Bey'in oğlu Askeri Okullar Şubesi Başkanı General Hakkı Râif Ayyıldız, bu elyazma müsveddeyi Türk Tarih Kuru-mu'na vermekle, birçok benzeri gibi yok olmaktan kurtardı. Bugüne kadar birkaç kişi bu cildi yayımlamak üzere girişimlerde bulundular ise de bir sonuç alınamadı. Son yıllarda yeni bir girişim yapılmış ve basılı olan birinci cilt bütünüyle yeni harflere çevrildiği gibi, ikinci cilt de aynı şekilde yeni harflerle yazılarak baskıya hazırlanmış ve yayımlanmak üzere Kültür Ba-kanlığı'na teslim edilmiştir. Bu yeni baskı yapılırken, adları geçen eski eserlerin bugünkü durumlarına dair bilgiler verilmesi, kitabelerden hâlâ duranların karşılaştırılması çok faydalı olurdu. Ancak böyle bir çalışma hiç de kolay olamayacağından ve bir kişinin gayretini çok aşacağından, hiç değilse ikinci cildi olduğu haliyle kazanmak yoluna gidilmiştir.
Râif Bey'in eserinin ikinci cildi, metin bakımından oldukça dağınıktır. İçinde bu türden bir kitapta yer alması gerekli görülmeyecek uzun bazı bölümler vardır. Bazı eserlerden hiç bahsedilmemiş, bazılarının ise yalnızca adı verilmiş ancak içindeki kitabe hiç anılmamıştır. Bu duruma göre eserin ikinci cildinin, yazar tarafından son şekli verilmemiş bir ön müsvedde olduğu anlaşılır. Ne olursa olsun Mir'at-ı istanbul, bu şehrin tarihi için yapılmış çok büyük bir hizmettir. Mehmed Râif Bey'in basılmadan kalmış başka müsveddeleri daha vardır. Bunlardan Heyâkel-i Kemâlât yahut Âbide-i Insâniyet'len başka üç eseri de İstanbul'a dairdir: istanbul'un fethi hakkında, Feth-i Celîl-i Konstantiniyye, camiye çevrilen eski Bizans kiliseleri hakkında, Ba'de'l-feth Cevâmi-i Şerifeye Tahvil Olunan Kenâis, şehrin kuruluş ve gelişmesi hakkında, istanbul'un Ahval-i Kadime-i Temeddün ve Ümranı.
Bibi. Osmanlı Müellifleri, III, 62-63; Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları, 434-435; H. T. Dağ-hoğlu, "İstanbul Bibliyografyası", Yenitürk, S. 64; Gövsa, Türk Meşhurları, 311; G. Kut-H. Aynur, "Mir'at-ı İstanbul Üzerine", Türklük Araştırmaları Dergisi, S. 5 (1989), s. 271-282. SEMAVİ EYİCE
MEHMED RASİM (Eğrikapılı)
(1687?, istanbul - 1755, istanbul) Ak-lam-ı sitte ve ta'lik hattatı.
İlk yazı derslerim hattat olan babası, Eğ-rikapı'daki Molla Aşkî Camii imamı Yusuf
Efendi'den meşk etti. Babasının görevi dolayısıyla Mehmed Rasim de "Eğrikapılı Çelebi" veya "Hoca Mehmed Rasim" olarak anılırdı. Ayrıca, saray hattatı olan ünlü hattat Yedikuleli Abdullah'tan(-») da yazı dersleri meşk ederek 18 yaşında iken 1705' te aklam-ı sitteden icazetname aldı. 1714' te Sadrazam Şehit Ali Paşa tarafından Galata Sarayı Ocağı(->) yazı hocalığına getirildi. Mehmed Rasim Efendi, ayrıca ünlü ta'lik hattatı Hekimbaşı Kâtipzade Mehmed Refi' Mehmed'den(->) de ders görerek ta'lik yazıdan icazetname almış, kendisi de Mehmed Refi' Efendi'ye aklam-ı sitteden ders ve icazetname vermiştir.
Hafız Osman okuluna bağlı usta bir hattat idi. "İlmi pazartesi günü arayın; o gün öğrenciye kendini daha kolay gösterir" hadisine uyarak, öğrencilerine o gün ders verirdi. Yedikuleli Abdullah, Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın oğlu Mehmed Pa-şa'ya yazı hocası olarak tayin edildiği zaman sadrazamın kendisinden gubârî yazıyla bir Kuran yazmasını istemesi üzerine tereddüt etmeden öğrencisi Mehmed Rasim'e "Ben sana güvenerek söz verdim; bizi bu müşkil işten kurtar" deyince o hemen işe koyularak 3 ay içinde Kuran'ı tamamlayıp hocasına götürmüş ama onun imzasını atmış olduğundan da utanmış.
Eserleri çoktur: 60 Kuran, 1.000 kadar en'am, delâil-i hayrat, evrâd, vakfiye, mu-rakka ve kıt'a, ayrıca hurda ta'lik ile de birçok risale yazmıştır. Azapkapı'daki Sa-liha Sultan Sebili, Çeşmesi ve Sıbyan Mek-tebi'nin tarihleri, Beşiktaş Sarayı karşısındaki çeşmelerin ve Eyüp civarında Hekimbaşı Mustafa Efendi'nin mezar taşı yazıları onundur. İmzalarını önce "Mehmed min tilâmîz-i es-Seyyid Abdullah" yahut "İmam-zade" diye atardı. Galata Sarayı yazı hocalığına geldikten sonraki imzaları ise "Mehmed Rasim" veya "Mehmed Rasim İmam-zade" şeklindedir. Çok öğrenci yetiştiren hattatın mezar taşım öğrencilerinden Mest-çizade Ahmed Efendi yazmıştır. Şiirleri de vardır.
Dostları ilə paylaş: |