KISA BİR ÖYKÜ
25.11.1993 günü Van Karayolları 11. Bölge Müdürlüğü Daire Tabibliğinde her günkü işlerimi yapıyordum. Amcam Osman Epözdemir geldi. SSK ile ilgili işleri varmış onu telefon ile çözümleyebileceğimi söyledim, çay içtik, sohbet ettik. Tatvan’dan geliyordu, aradakileri özellikle babam, annem, ve Şilan’ı sordum. Ayın 20’sinde intihar edip getirilen Sabri amcamın oğlu Yakup Epözdemir için gelenlerden dolayı kalabalık olduğunu, bir kısım akrabaların bugün, bir kısmının da yarın gideceğini söyledi. Şakir amcamı sordum, onunda ayın 6’sında gözaltına alınan Nametullah amcamın bugün savcılık karşısına çıkarıldığını, sonucunu beklediğini söyledi.
Benim ve Serhat’ın askerlik tecil işlemleri ile ilgili raporaldığımızı bunları babama vermesini söyledim. Öğleyin ayrıldı.
-
Efendim.
-
Merhaba Babacığım nasılsın?
-
İyiyim oğlum, sen nasılsın?
-
Ben de iyiyim baba. Amcamın durumu ne oldu?
-
Bizde bekliyoruz oğlum, bugün savcılığa çıkarıldılar henüz bitmedi. Şakir amcam da yanımda.
-
Baba raporları aldın mı?
-
Aldım oğlum, bugün askerlik şubesine gidip raporları verdim.
-
Bir sorun çıkmadı değil mi?
-
Yok yok.
-
Annem, Şilan nasıl baba?
-
Onlarda iyiler, gelip gidenlerle ilgileniyoruz.
-
Amcamla da görüşeyim babacığım, ellerinden öperim.
* * *
-
Merhaba amca,
-
Doktor nasılsın?
-
İyiyim amca, sen nasılsın?
-
Bizde iyiyiz, Nimet’in durumunu merak ediyoruz, sonuçlanırsa gideceğiz.
-
Buyurun bize gelin, buradan uçakla göndeririz sizi.
-
Teşekkürler yeğenim, araba ile döneceğiz belki daha sonra.
Bu arada telefon kesildi, bir kez daha çevirdim.
-
Merhaba baba.
-
Baban değil amcan.
-
Amca size iyi yolculuklar dilerim.
-
Gözlerinden öpüyorum, babana birşeyler söylüyor musun?
-
Hayır amca selam söyleyin. İyi akşamlar.
Nereden bilebilirdim bu konuşmanın babacığımla olan son konuşma olacağını!
Akşam Ayşe’nin öğretmen arkadaşları ve eşleri misafirliğe gelmişlerdi. Oturduk, sohbet ettik. Gece 23.00 de gittiler. Canım sıkılıyordu amcamın durumunu öğrenmek için Tatvan’ı aradım. Telefona amcam çıkınca şaşırdım. Babamı istedim henüz eve gelmediğini Nimet için beklediğini söyledi. İkna olmadan telefonu kapattım, çünkü babam hiç bu kadar geç kalmazdı. Bir kez daha aradım, sesler çok trajikti kuşkulandım, annemle konuşmak istediğimi söyledim. Annem telefonu eline aldı ve ağlamaya ve bağırmaya başladı:
- Ne oldu anne, niçin ağlıyorsun?
- Babanı gözaltına aldılar oğlum.
- Üzülme anne, sen bir Devrimcinin eşisin biraz sabırlı ol, biz hemen geliyoruz.
- Hayır oğlum, kış kıyamet gece yola çıkmayın sabah erkenden gelirsiniz.
- Peki anne fakat lütfen üzülme, Şilancığımı öp.
Telefonu kapattıktan sonra Serhat’ı aradım gidelim dedim fakat oda nasıl olsa gözaltında gece bir şey yapamayacağımızı düşünerek yarın sabah gidelim dedi.
İdari İşler Müdürümüz Mustafa Gökçek’i aradım, ertesi gün için izin aldım.
O gece sabahı nasıl yapabilirdim, bilemiyorum. Hiç uyuyamadım dönüp durdum. Tedirgindim. Saat 05.30’da Serhat ile Tatvan’a doğru yola çıktık. Eve ulaştık, ev çok kalabalıktı, annem bana sarıldı ve ağlamaya, bağırmaya başladı:
- Oğlum babanı kaçırdılar, onu öldürdüler. Evimiz yıkıldı oyy, oyy.
Durumu kavramaya çalışıyordum, her tarafımı kızıl bir ateş sardı titrememek için zor duruyordum, büyükbabamın yattığı yatağa yığıldım. Çevrede birçok akraba ağlıyor, feryat ediyorlardı. Şakir amcam ile kafa kafaya verip neler yapabileceğimizi tartıştık.
Önce annemle Hükümet Konağı’na gidip Başsavcı ile görüştük, bizi pek de iyi karşılamayan Savcı hayali yerlere gitmiş olabileceğinden söz ediyordu gözlemim sonucu şunu gördüm: Savcı’nın elleri titriyor ve yüzü bembeyazdı. Belli ki bir şeyler biliyor fakat söyleyemiyordu. Belki yüreği seviniyordu. Diğer Savcı Mustafa Yabanoğlu biraz daha başarılı rol yapıyordu. Üzülüyormuş gibi, yardımcı olmak için can atıyormuş, hiçbir şeyle ilgisi yokmuş gibi görünmeye çalışıyordu. Dilekçe verdik, her şeyi çok net söyledim: Babamı Kontrgerilla kaçırdı ve onu öldürecek!
Anneme dün akşamı anlatmasını söyledim:
Saat 20.00’de babamla telefonda konuşmuş, yemeğin hazır olduğunu eve gelmesini söylemiş, işte bu son konuşma. 20.30’da Neşet dayım ve oğlu Mustafa bize geliyorlar. Anneme Şevket ağabeyin arabası aşağıda, kendisi yok mu? Diyince bizde bulunanlar, hemen harekete geçip Emniyet, Valilik ve Ankara’daki politikacı tanıdıklara haber veriliyor. Babamı bir saat içinde kaybeden bu güç öyle bir güç ki, Ankara’nın bile ona gücü yetmiyor ya da istedikleri olmuyormuşçasına yürek sevindiriyorlar.
Babamı arıyorduk, her yola baş vuruyorduk. Valinin yanına ben, annem, amcam, Bitlis SHP İl Başkanı Muzaffer Ahlat ve DEP İl Başkanı İshak Tepe beraberce gittik.
Vali tipik bir bürokrattı, demokrasiden, insan haklarından söz ediyordu. Lafı çevirmeden direkt söyledim: Babamı Kontrgerilla kaçırdı ve hayatından endişe ediyoruz. Vali yerinden fırladı ne demekmiş Kontrgerilla Türkiye’de böyle kurumlar yok falan filan. Aşağı indik, arabanın arka koltuğunda ağladım, tavırlar maalesef babamı katlettiklerini gösteriyordu. Oğlu Kontrgerilla tarafından katledilen İshak Tepe’de doğrularcasına “Bana nasıl davranıldıysa size de aynı şekilde davranılıyor, aynı şeyler söyleniyor”.
ANAP İl Başkanı Nuri Dağdağan’ın Zırhlı Tugay Komutanı Korkmaz Tağma ile arasının iyi olduğunu bilen amcam kendisi ile görüşerek bir randevu almasını istedi, zorlamalarımız, ricalarımız sonucunda saat 15.00 için randevu almıştı.
Belki telefon ile aranırız diye alıcılarını yerleştirdik fakat boşuna imiş.
14.00’de telefon çaldı:
-
Kimsiniz?
-
Ben Avukat Şevket’in oğlu Doktor Serdar’ım, ne istemiştiniz?
-
Doktor bey Güroymak yolunda bir kamyon şoförü trafik kazası geçirmiş yaralıyı Bitlis Devlet Hastanesi’ne götürmüşler. İlgilenirseniz iyi olur.
-
Tamam bir grup gönderip baktıralım.
Bitlis Devlet Hastanesi’ni aradım, nöbetçi memuru böyle bir olayın hastaneye intikal etmediğini söyledi. Ben de aklımdan babamı, çevrenin zaten tanıdığını, herhalde getirilirse bilinebileceğini söylüyordum, oysa hazırlık yapıyorlarmış!
Telefon bir kez daha çaldı:
-
Siz gitmediniz mi daha?
-
Bir grup gönderdik, hastaneyi de aradık böyle bir vakanın gelmediğini söylediler müdür bey.
-
Tamam mutlaka ilgilenin.
Zalim herif çok ısrar ediyordu bir film şeridi gibi gün boyu olanlar gözümün önünden geçti. Herkes kendisine verilen rolü başarı ile oynuyordu.
Çok geçmeden telefonun ucunda ağlayan ve soğukkanlı olmamı söyleyen sesi ile acı haber ile karşılaştım: Babamı katletmişlerdi, beni otopsiye bekliyorlardı. Bitlis’e takside ağlayarak geldim, yıkılmıştım fakat güçlü ve objektif olmalıydım.
Sevgili dostum, arkadaşım, babacığım, kılavuzum masada cansız yatıyordu. Öldürmüşlerdi, işkence görmüştü fakat yüzü gülümsüyordu, belli ki davamda haklıyım diyordu.
Bitlis Devlet Hastanesi’nin önü, polis, özel tim ve adli görevlilerle dolup taşıyordu. Poliklinik önünde amcam ve İshak Tepe ayakta bekliyorlardı, amcam ağlayarak:
-
Senin baban kafasına kurşun sıkılacak adam mıydı? Dedi.
Sol burun deliğinin üst kenarından giren kurşun kafasının arkasından çıkmıştı. Boğazı ip ile ya da itin birinin boğazını sıkması ile morarmıştı. Sağ gözünde travmaya bağlı morarma, yeryüzündeki tüm güzellikleri beyninde taşıyanın yüzünde darp izleri mevcuttu. Bacaklarında sigara yanıkları ve darp izleri mevcuttu. Sağ elini ve ayağını dirsekten ve dizden kendine doğru çekmişti belli ki öldürüldüğünde bu pozisyondaydı. Sırtta ve kuyruk sokumunda ölü morlukları mevcuttu. Tahmini ölüm saati 03 – 03.30 idi. Güroymak yolunda Tahtalı köyü yakınlarında yüzü ve gözü agal ile bağlı, sol ayakkabısı ayağından çıkıp iki, üç metre uzaklığa yuvarlanmış, yüzü sağa dönük olarak askerler tarafından bulunduğu söylendi. Bir kez daha bizi aptal yerine koymaya çalışıyorlardı oysa biz düşmanlarımızı çok iyi tanıyorduk. Boğuşma izleri vardı, zaten gözlüğü de evden 100 metre ileride orduevi kapısına yakın yerde bulunmuştu. Oynanan komplo belliydi. Emirler Ankara’dan geliyor Tugay Komutanı, Emniyet Müdürü, Vali, Savcılar, Mülki görevliler ve tetikçiler bu savaşı sürdürüyorlardı.
“Bunlar engerekler ve çiyanlardır,
Bunlar aşımıza, ekmeğimize göz koyanlardır,
Tanı bunları, tanı da büyü.”
Babacığımın gül bedenini hastanenin Ambulansı’na bindirip, Tatvan’a doğru hareket ettik. Tatvan girişinde Emniyet Müdürü şehre girmememizi Karşıyaka’ya götürüp oradaki camide yıkayıp orada gömmemizi söyledi, yanıtım netti:
-
Babam şerefli yaşadı,
-
Onurlu yaşadı ve teslim olmadan öldü. Ona yakışan biçimde gömeceğiz. Tatvan merkezindeki merkez camiye götüreceğiz ve dini vecibeleri yerine getirdikten sonra defnedeceğiz dedim.
Babamı o musalla taşında yatışı hiçbir zaman unutamayacağım bir yaraydı, öylesine temiz bir yüzü vardı ki o anda mutlu olduğu belliydi. Doğru bildiği yolda yürüdü taviz vermedi ve işlerine gelmediği için eli kanlı katiller onu katlettiler.
Emniyet Müdürü bir kez daha geldi ve yarın (27 Kasım) PKK’nin kuruluş yıldönümü bu gece cenazeyi defnetmemiz gerektiğini söyledi ve bu emrin bizzat İçişleri Bakanlığı’ndan geldiğini söyledi. Evet katillerin şefini nihayet açıklamıştı. “İçişleri Bakanlığı.”
Belediye Başkan Vekili İmdat Akbay’ın üstün çabalarıyla o gece panzer ışıkları altında, babamı son yolculuğuna uğurladık şimdi yeni Karşıyaka Şehitliği ve mezarının üstünde şunlar yazılı “sen bir özgürlük ve barış gülü idin.” Babanın insancıl, barışçı ve yurtsever özelliklerini ancak bu sözcükler karşılıyordu.
26 Kasım güzel babacığımın katledildiği gün olarak Kürdistan Tarihinde yerini aldı.
Evet babacığım, seni katlettiler ve sandılar ki, Av. Şevket’i öldürürsek bu mücadeleyi bitirebiliriz. Oysa geçen bir yıl süresince bu mücadele tüm birimlere sıçradı artık yurt içinde değil, yurt dışında da köşeye sıkışmış bir TC izliyoruz. Seni Şehitlik mertebesinde gören bizler ve dostlarımız biraz daha kararlı bu yola baş koyuyorlar.
O büyük gün geldiğinde eminim ki sende toprağın derinliklerinde o çok sevdiğin doğa ile içiçe bize katılacaksın. Annemi ve Şilancığımı hiç merak etme ben ve Serhat dostların ve akrabaların da yardımıyla senin yokluğunu aratmıyoruz, rahat uyu babacığım. “İtler ürümeye devam ediyorsa da kervanımızda yürümektedir.”
Senin bedenini aramızdan aldılar,
Düşüncelerini asla,
Gülümsemeni soldurdular,
Duygularını asla,
Bugünü bitirdiler,
Yarınları ASLA!
Serdar EPÖZDEMİR
ŞEVKET EPÖZDEMİR ÖLDÜ MÜ?...
Av. Halit Çetin Yalap
Gazete haberleri ... Ölüm ilanları... Yok kimler ölür veya “O ölmedi, hiç ölmez” iddiaları. Buna benzer çok çapraşık iddia veya görüşler.
Bence mesele o kadar karışık değil. Birileri kapısına dayanıp alıp götürdü... Birkaç kurşun... Ceset bilmem hangi derede... Karınca ezmezin işi bitik... Bal gibi öldürdüler onu.
Çok zor iştir bir dostun ölüm haberi için yazı yazmak... Hele bir de yazı yazan okur-yazar değilse... Hep matbu dilekçe örnekleri. Her işi velhasıl arz ve talep ederim diyerek bitirmek... Peki bunu kime arz veya kimden talep edeceksin... Bir avukatı sadece düşündüğü için veya onlar gibi düşünmediği için öldür... Birileri kendisini aklamak zorunda...
Öldürüldüğü için değil, basbayağı İNSAN’dı. Düşmanı yoktu. Belki kendini öldürenler bile düşmanı değildi...
İnsanlar ülkede gruplara, düşüncelere bilmem nelere ayrılıyor.. Onu 1968 de tanıdım. Lisede öğretmendi.. Kuşak önemliyse altmış sekizlilerdendi. Ancak Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştı... Yıllanmış bir ikinci sınıf öğrencisi olarak beni buldu... O günden beri dostumdu...
Zor parasız öğretmenlik ve öğrencilik yılları... Altındağ’da ve bir gecekonduda sürdürülen yaşam... Doğal olarak paramız olmadığı için evden Cebeci’ye kısa olsun diye Bentderesi’nden geçerek giderdik. Günlük tasarruf, o zaman o parayla ikişer kilo hamsi alarak evin yolunu tutardık. O evli, iki çocuklu, ben çocuksuz; iki ev doyardık...
Okul ve staj bitti... Artık kendince vatanı ve kendini kurtarabilirdi. Baykan doğumluydu. Tatvan’ı mekan tuttu...
Sonra kasaba avukatlığı... Diğer aydınlar gibi politika. A partisi başkanı... Bilmem ne hakları üyesi... Sanki haklar veriliyormuş gibi... Senin yaşama hakkın da yokmuş... Herhalde ölünce anlamışsındır...
Nerede veya hangi tarafta olursa olsun ülkede düşüncelerinden dolayı öldürülen biridir o... Şehit kavramına hiç inanmadım... Öldü mü basbayağı ölür insan... Ama O’nun ölümü benden çok şeyler alıp götürdü...
Herkesin her yerde söylediği, uygulaması “Kaf dağının ardında” olduğu söylenen. “Din, dil, ırk, felsefi, inanç ve siyasi düşünce” vesaire için, yani herkes eşittir için, “kısaca Şevket’i öldürdüler.”
(DİYARBAKIR BÖLGE BAROSU DERGİSİ Sayfa: 46)
Dostları ilə paylaş: |