KIYAMET SÛRESİ
30 -33. ÂYET
أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بسم الله الرحمن الرحيم الحمد لله رب العالمين وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلىَ رَسُولِنا مُحَمَّد وَ عَلَي آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ رَبِّ اشْرَحْلِى صَدْرِى وَيَسِّرْلِى اَمْرِى وَاحْلُلْ العُقْدَةً مِنْ لِسَانِى يَفْقَهُوا قَوْلِى رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِنْ تَأْوِيلِ الأحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضِ أَنْتَ وَلِيِّي فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِين توفنا مسلمين وألحقنا بِالصَّالِحِين واحشرنا في زمرةالصَّالِحِينَ وأدخلنا الجنة مَعَ الأبْرَارِ يا عزيز يا غفار
KUR’AN’DAN OKUNAN BÖLÜM:
إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ (30) فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى (31) وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى(32)
ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى (33)
TEFSİRDEN OKUNAN BÖLÜM:
{إلى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ المساق} هو مصدر ساقه أي مساق العباد إلى حيث أمر الله إما إلى الجنة
أو إلى النار{فَلاَ صَدَّقَ} بالرسول والقرآن {وَلاَ صلى} الإنسان في قوله أيحسب الإنسان
ان لن يجمع عظامه{ولكن كَذَّبَ} بالقرآن {وتولى} عن الإيمان أو فلا صدق ما له يعني
فلا زكاه}{ثُمَّ ذَهَبَ إلى أَهْلِهِ يتمطى} يتبختر وأصله يتمطط أي يتمدد لأن المتبختر يمد
خطاه فابدات الطاء ياء لاجتماع ثلاثة أحرف متماثلة
ÖLÜM SARHOŞLUĞU
İÇİNDEKİLER
1.Kur’an’dan Okunan Bölüm
2.Tefsirden Okunan Bölüm
3.Fettah İsmine Sığınıyoruz
4.Dizginleyen Kıyamet
5.Allah Abes İşlerle Uğraşmaz
6.Tenezzülün İki Açısı
7.Gerçek Mürşid Allah’tır
8.Sırrın Ortaya Çıkışı
9.İstikbal Kapısı
10.Yaşam Arzusu Bitince
11.Duyuların ve Duyguların Karışması
12.Hayat İle Ölümün Berzahı
13.Ölüm Sarhoşluğu
14.Tamme-i Kübra
15.Aşkla Ölümün İzahı
16.Zikrin Tesiri Devam Eder
17.Kefenin Temsil Ettikleri
18.Ölenin İki Acısı
19.Âlimlerin İki İzah Tarzı
20.Küfür Panzehirsiz Zehirdir
21.Ölümle Hladaş Olanlar
22.Sevkiyat Nereye?
23.Kimler Ricalullah’tandır?
24.Şiddetli Ölümün Sebepleri
25.Zekâtsız Kazanç Zakkumdur
26.Dünya Bitpazarıdır
27.Ölü Yıkamanın Edebi
Değerli Müminler, Kıymetli Kardeşlerim;
Bu hafta Rabbimizin müsaadesi, izni, lütfu ve keremiyle inşallah Kıyamet Sure-i Celilesi’nin yirmi dokuzuncu âyeti ve bu âyeti izleyen kısımlardan okuyacağız, anlatacağız.
“FETTAH “ İSMİNE SIĞINIYORUZ
Hakikatlerini Rabbimizin imkan verdiği ölçüde ortaya koymaya çalışacağız. Ahlakı ile ahlaklanma yönünde, hakikatleri ile sırlanma yönünde, tahakkuk etme yönünde gayret sarf edeceğiz. Allah Teâlâ bu sa’yimizi indinde mübarek eylesin. Bizlere bu yöndeki çalışmalarımızı kolay eylesin. Önümüzü açsın, gözümüzü, kulağımızı, özümüzü açsın diye Rabbimizin Fettah ismi şerifine iltica ediyoruz.
افْتَحْ عَلَيْنَا خَيْرَ الباب اللَّهُمَّ
“Allah’ım, bize hayır kapılarını aç!”diyerek sohbetimizi, dersimizi bu minval üzere açıyoruz. Kardeşlerim Kıyamet Sure-i Celile’sinde kıyametin vukuu ile ilgili âyetler olduğundan dolayı bu sure-i celileye Kıyamet Suresi ismi verilmiştir, demiştik.
DİZGİNLEYEN KIYAMET
Ve sure-i celilesi içerisinde de büyük kıyameti ve küçük kıyameti; yani insanın ölümü ile olan “kıyamet-i suğrayı” ve kainatın ölümü ile ilgili olarak da “kıyamet-i kübrayı” anlatmaktadır. Bu insanoğlu için en büyük dizginleyici bir hakikattir, vakıadır. Bu kıyametin bir adı da biliyorsunuz vakıadır. İnsanoğlunun demek ki bu vakıadan, bu gerçekten, bu olaydan hislenecek şekilde, Yüce Allah onu dizayn etmiş ki, tertip etmiş ki bunları onun gözünün önüne getiriyor. O olaylardan söz ediyor. Eğer bunlar ona etki etmeseydi bunlardan söz etmesi abes olurdu. Yüce Allah da abes işlerden münezzehtir, abes işlerle uğraşmaz. Yüce Allah bir şeye yöneldiyse, bu şeye yönelmemiz gerektiğini, o şeyde bizim için faydalar olduğu, bir şeyden bizi uzaklaştırıyorsa, o şeyde mutlaka bizim için bir halel olduğu, zarar olduğu tahakkuk etmiş olur. Bunu böyle biliyoruz, böyle inanıyoruz.
ALLAH ABES İŞLERLE UĞRAŞMAZ
Yüce Allah hâşâ boş şeylerle uğraşmaz, boş şeyleri anlatmaz, boş kelimeler, boş sözler söylemez. Kelâmı daima âlidir ve ulviyete götürücüdür. Hem âli’dir hem de biz sefilleri; esfelde yer alan bizleri a’la’ya, a’la’yı illiyyine çekicidir, çıkarıcıdır. Onun için kelamını tedelli ettirmiştir.
ثُمَّ دَنا فَتَدَلَّى
|
“Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.” 1
|
فَتَدَلَّى ile تَدَلَّى - دَلْو kelimesi ile ilgilidir. Kova anlamına gelir. Suya erişmek için sarkıtmak anlamındadır. فَتَدَلَّى oradan gelir. Sarkıttı yani burada kastedilen tenezzül olayıdır.
TENEZZÜLÜN İKİ AÇISI
Bu tenezzülde min veçhin uzaklaşma vardır. Min veçhin yakınlaşma vardır. Bir açıdan (قربية )gurbiyeti ifade eder diğer bir açıdan ise bu’diyeti (بُعْدِيَّةُ ) ifade eder. Suri açılım yönüyle bu’diyeti, manevi açılım yönüyle ise yaklaşmayı ifade eder. Bir biriyle tezadı tenasüp oluşturur. Bu neşvede suret bir başka, mana bir başkadır. Bu neşve-i ûla dediğimiz dünya kavramı içerisinde mana ile madde birbirine tezat teşkil eder. Ama bu tezatta tenasüp vardır. Edebiyatta da buna tezat-ı tenasüp denir. Yani görünüş itibariyle bir zıtlık vardır ama bu zıtlık lafız yönüyledir. Mana da bir tenasüp vardır, bir uyum vardır, bir kemal vardır. İşte bu yaşam böylesine bir oluşumdur. Bu “tenezzülat-ı ilahiyye ila ukuli’l beşer” Üstad Hazretleri’nin ifadesidir. Allah’ın tenezzülatı; sıfatlarında, esmasında bir kul ile iletişimi sağlamak amacıyla ona gelme olayıdır.
وَجاءَ رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا
-
“Rabbinin buyruğu ve saf saf dizilmiş olarak melekler geldiği gün…”2
Rabbinin gelmesi, Allah’ın gelişi bu sıfatlar onun için kullanılmıştır. Müfessirler tabi ki وجاء امر ربك diye tefsir ederler ama
يَتَنَزَّلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا، حِينَ يَبْقَى ثُلُثُ اللَّيْلِ الآخِرُ، يَقُولُ: مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبَ لَهُ، مَنْ يَسْأَلُنِي فَأُعْطِيَهُ، مَنْ يَسْتَغْفِرُنِي فَأَغْفِرَ لَهُ
-
“Şanı Yüce ve Mübarek olan Rabbimiz her gece dünya semasına ta gecenin son üçte biri kalıncaya kadar tenezzül eder ve şöyle buyurur: ‘Bana dua eden yok mu, duasını kabul edeyim. Benden bir isteği olan yok mu vereyim. Bana tevbe istiğfar eden yok mu onu bağışlayayım.’”3
Yüce Allah’ın her gece sema-ı dünyaya tenezzülü vardır.
“Tenezzülat-ı ilahi ila ukuli’l- beşer”Beşerin aklına varıncaya kadar Yüce Allah’ın tenezzülâtı vardır. Yüce Allah kuluyla kontak kurmak, onunla diyalog sağlamak ister, onunla anlaşmak ister. Muradı ilahi budur. Kula bu veçheden kelâm etmesi yönüyle Yüce Allah mütekellim insan ise mütekellemdir. Yani konuşulan varlıktır. Allah insana konuşuyor. Allah kime hitap ediyor? Allah insana hitap ediyor, muhatap insandır. O halde bütün bu tenezzülat insan içindir. Arkasından gelen, O’nun zeyli olan, maiyetinde olan Hocamız Rahmetli Feyzi Efendi de Üstadın bu ifadesine sadece aklı değil diyerek “Bel ila isti’dadati’l- beşeriye” cümlesini ilave ederdi. İnsanın tüm uzuvlarına tenezzül vardır derdi. Ve buna delil olarak da 4أَفَلا تُبْصِرُونَ gözüne, أَفَلا تَسْمَعُونَ5 kulağına, أَفَلَا تَعْقِلُون6 - أَفَلَا تَفْهَمُونَ - أفلا تفقهون kalbine gibi âyetleri delil getirirdi. Çünkü fehim yani anlayış İslam büyüklerine göre kalp ile olur. Fıkh olayı akıl ile değildir, kalp iledir. Onların görüşü böyledir. Felsefecilere göre akılla ilgilidir.
GERÇEK MÜRŞİD ALLAH’TIR
İşte Allah’ın Kulları! Yüce Allah bu beyanları ile insanoğlunu irşad etmeyi murat etmiştir. O, gerçek irşat edicidir. Gerçek hidâyet edicidir. Bunun arasında yer alan hadiler, mürşitler mecazi anlamdadır. Peygamberler ve varisleri mecazi anlamda bu isimlerle anılırlar. Ama hakiki anlamda hidayet eden Allah’tır.
إِنَّكَ لَا تَهْدِي مَنْ أَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللَّهَ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
| -
“Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir.” 7
|
âyeti açıkça sen istediğini hidâyet edemezsin. Eğer Peygamber mutlak hidâyet edici olsaydı O’na öyle bir hitap sadır olur muydu? Reva mıdır, uygun mudur ama diğer âyette:
وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلى صِراطٍ مُسْتَقِيمٍ
-
“Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun;”8
Ey Muhammed sen gerçekten Rabbinin izniyle keremiyle
فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشاءُ إِلى صِراطٍ مُسْتَقِيمٍ
-
“Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah dilediğini doğru yola iletir.”9
kayıtları, ifadeleri ile Allah’ın izni ile sen sırat-ı müstakime insanları hidâyet edersin. İşte bu ifadeler beşer tarafından mutlaka algılanmalıdır, beşere iletilmelidir, ulaştırılmalıdır, onlara okunmalıdır. Mahiyetleri hakkında söz edilmelidir. Yani tercümesi, tefsiri yapılmalıdır ki muradı ilahi bu şekilde gerçekleşsin. Böylece Yaratan ile yaratılan arasındaki diyalog sağlanmış olsun. Ondan sonra söz tutanla tutmayan ortaya çıksın. Arkasını dönüp giden; dinlemeyen ile yüzünü, özünü O’na çeviren سَمِعْنَا 10ve أَطَعْنا 11 diyerek yoluna girenler böylece aşikâr olsunlar. İmtihan sırrı böylece ortaya çıksın, sübut bulsun.
قُلْ فَلِلَّهِ الْحُجَّةُ الْبالِغَةُ
-
“En üstün delil yalnızca Allah’ındır.”12
Sırrıyla açık belge böylece kendini ortaya koymuş olsun, tezahür etmiş olsun.
وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاً لا مُبَدِّلَ لِكَلِماتِهِ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
-
“Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” 13
sırrıyla Allah’ın varlık üzerindeki ezel hükmü mahfidir, batındır, gizlidir.
SIRRIN ORTAYA ÇIKIŞI
İmtihan bunu açar. İmtihan bu sırrın ser olması içindir. O gizli olan hükmün, insanlar için malum olmayan, kendilerinin de bilmediği bu hüküm imtihan sırrıyla temyiz sırrını taşıyan beyanlar -ki vahiyler bu zümredendir, bu cümledendir- la hakikatlerin ortaya çıkması içindir. Vahiy, emreden kısımlar ve nehyeden kısımlar olmak üzere iki bölümdür. Amir olanlar vardır, nâhi olanlar vardır. Ve bunun muhatabı da biz insanlardır, biziz. Evet, emreder memur olursun. Emre uyarsan memur olursun. Tabii, insan memurdur ama uyuyor mu, yerine getiriyor mu? Emredileni yerine getiriyor mu? Memur amirin hükmünün muhatabı olan kişi demektir. Amirin emrinin muhatabı olan kişi demektir. Ama memur var gafildir, cahildir, memur var asidir. Kurallara uymaz, amire itaat etmez. O istediği kadar emretsin. Bu durumda cezalandırılır. Memur var itaat eder. Demek ki sizden bir kısmı mümindir, bir kısmı kafirdir, nankördür, uyumsuzdur, uygunsuzdur, işe yaramaz. Demek ki işe yarayanlar var, inanalar, canı gönülden bağlı olanlar var, olmayanlar var. Evet, Kur’an nâhidir, nehyeder. Bu nehye uyan memur vardır. Uymayan vardır. Bu yasaklara uyanlar, uymayanlar vardır. Böylece Yüce Allah;
لِيَمِيزَ اللَّهُ الْخَبِيثَ مِنَ الطَّيِّبِ
-
“Allah, pis olanı temizden ayırmak....”14
Sırrıyla pisliği, kötüyü, bozuğu, çürüğü çarığı; temizinden, sağlamından ayırt eder. Ayırt etmek için emir ve nehiyde bulunmuştur. Bu din-i mübini, insanoğluna bunun için göndermiştir. Bu temyizi, huccetillahi’l-baliğayı(الْحُجَّةُ الْبالِغَةُ) o hücceti zahir eylemek ve bahaneleri geri çevirmek içindir.
İSTİKBAL KAPISI
Asılsız yere özür beyan edenlerin özrünü yüzüne çarpmak için bu hücceti Allah ortaya koymaktadır. İşte kıyamet dediğimiz olay insanın büyük geçididir, büyük kapısıdır, istikbal kapısıdır.
قُلْ أَفَأُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذلِكُمُ النَّارُ وَعَدَهَا اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا وَبِئْسَ الْمَصِيرُ
-
“De ki: “Şimdi size bu durumdan daha beterini haber vereyim mi: Ateş... Allah onu kâfirlere vaad etti. Ne kötü varış yeridir orası!”15
Âyeti cehennemi ifade eden bir âyettir ama kıyameti de ifade eder.
Çünkü kıyamet kimisinin cehennemidir, kimisinin cennetidir. Kimisine göre kıyamet cennettir, oh sevinç günüdür. En mutlu günüdür. Çünkü yolunu bulacağı gündür. Sonsuza yönelik olarak alacağı hüküm zamanıdır. Kendi eline verilecek defteriyle cennet veya cehenneme (Allah korusun.) gidişinin belli olduğu gündür Eline bir kitap verilecek, tutuşturulacak. Bu kitap cennete veya cehenneme ait olacaktır. Cehennemdeki yerini gösteren, bölümlerini, birimlerini gösteren şekilde olacak. Cehennem ehli ise oranın yolu, haritası var. Hani şimdi var ya arabalarda. O doğru ila cehenneme zümera. Eliyle koymuş gibi bulacak. Çünkü elinde bir kitap var, haritası var. Yol haritası var. O kitap burada da zaten vardı. Alın yazısı olarak, içinde kitapçığı yazılıydı. Orada aşikâr olacak, o ortama göre şekillenecek. Ve orada yol haritası var. Ehli cennetin de öyledir. Eliyle koymuş gibi yerini bulacak. Kimseye sormaya, şurası nerede, şu adresi söyler misin? Yok, öyle şey. Öyle eliyle koymuş gibi, ezelden orada yaşamış gibi hadis-i şerif de böyle belirtir, yerini bilecek, bulacaktır. Bunlar insanoğlunu gayet derecede, son derece etkileyen unsurlardır. Bu nedenle Yüce Allah karşımıza gelip dikmiştir. Biz de bunları okuyoruz. Bu önemli tablolardan birisi de küçük kıyameti ifade eden kişinin ölümüdür. Kıyameti suğra, artık yirmi sekizinci âyet ile kişi kesinlikle artık can boğaza gelip, çevresindekilerden de bir medet olmayınca, var uğraşıyorlar, didiniyorlar. O oraya koşuyor, o oraya koşuyor. Doktorun birisi bir yerini elliyor, öteki orasını, öteki burasını ama hiç on para pusulada, ibrede bir kımıldama yok. Sonunda anlar ki bu artık benim sonum der. Boşuna bağırmanın bir anlamı yoktur. Benim sonum geldi. Çünkü işte doktorlar, işte ilim, işte para, işte pul, işte oğul- kız, işte bütün ahbaplarım, yarenlerim peşimde fırıl fırıl dönüyorlar. Ama ellerinden gelen bir şey yok. Kesinlikle anlar ki bu artık benim sonum der ve artık kendini bırakıverir.
YAŞAM ARZUSU BİTİNCE
Kendini bırakıverme ile de artık bünyedeki mekanizma yaşam yönünde durur. Çünkü insanın yaşam arzusu sonra erdi mi hareket sona erer. Tıp ehli bunu söylemiştir. Onun için o kimse ile konuş derler. Aman bak seninle iyi günlerimiz olacak gibi, şuura getirmek için ne laflar söylersin, moral verirsin değil mi? Daha iyi olacaksın, şöyle olacaksın filan. İşte yaşam iradesini ona anlatmak için söylüyorlar. O arzu olsun da o talep matlup yerine gelsin.
مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
-
“İsteyen de âciz, istenen de.”16
Ne talep var ne matlup var. İşi bitmiş, ben bittim artık diyor. Bittim deyince bünyedeki hareket, biyolojik sistem, organizma durur. Hareket etmeyi bırakır. Bu neye bezer Allah’ın kulları biliyor musunuz? Hani Süleyman nebi cinleri çalıştırıyordu. Başlarında böyle onları izliyordu. İrade vardı, mutlak irade, güçlü irade vardı. Onları o irade muradına erdiriyordu. Ötekiler murad, o murid, oradaki murad böylece yerine geliyordu. Mürid sağlam, murad da sağlam oluyordu. E talip bitmiş matlup da yok. Talep yoksa matlup da yoktur. Onlara bakınca, cinler bakarlar. Bizi gözetliyor, hadi devam, çalışalım yoksa cezalandırılırız. Çünkü cezalandırırdı. Yanlış yapan cinleri de cezalandırırdı. Ya, onları da cezalandırma usulü var, onu da biliyor. İşte bünyedeki emir alan bütün sistem içerisinde insan iradesi Süleyman gibidir. O irade sona erdi mi, zaafa uğradı mı, ne oldu ondan sonra dağıldılar gittiler, hepsi bir tarafa gitti. Hz. Süleyman pat yere düşünce hepsi birden dağıldılar. İşte irade böyle sugut (سقوط )etti mi insanda ben bittim dedi mi her şey bitmiştir. Hepsi çalışmaz olur. Böylece biyolojik ölümde gerçekleşmiş olur.
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ yirmi dokuzuncu âyet-i celileden alalım. Bacak bacağa dolaşır dedik. وَالْتَفَّتِ dolaşmak, bir birine girmek demektir. لف den geliyor. Hani لف lif diyoruz ya. وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ bacak bacağa dolaşır. التوت ساقاه İki bacağı birbirine dolaşır. عند موته Ölümü anında, ölümü anında bacak bacağa dolaşır. Bu duyguların dolaşması şeklinde de yorumlanabilir ki şimdi gelecek. Okuyalım da ona göre ifade etmeye çalışalım. Arap dilinde ölümü darbı mesel olarak da kullanılıyor. Şimdi bu durum da ifade edilecek, geçecek. Mecazi anlamda da kullanılıyor, hakiki bir anlamı da var. Mecazi anlamda bu ifadeler işin, olayın, neyse ne ile ilgili kullanılıyorsa o şeyin şiddet peyda edilmesinden kinayedir. Yani iş kızıştı. Bir birine girdiler. Ordu bir birine girdi. Mesela bir ordu bir bacaktır, ayakta tutuyor. Diğer bir ordu bir diğer bacaktır. Sanki büyük dev bir cüsse, iki bacak bir birine dolaşmıştır. Veyahut iki kanatlı bir ordudur. Birisi sağ cenah, birisi sol cenah, bu eğer paniğe uğradıysa bacak bacağa dolaştı, bir birbirlerine girdiler, birlerini öldürdüler adamlar anlamındadır. O onu ezdi, o onu ezdi. Demek ki iş kötüye gidiyor demektir. Bacak bacağa dolaştı demenin, Türkler’de karşılığı eli ayağına dolaştı demektir.
DUYULARIN DUYGULARIN KARIŞMASI
Bu ne demektir? Öyle bir şeyle, ummadığı bir şeyle karşılaşıyor ki ummadığı anda paniğe düşüyor ve ne yapacağını bilemeden ondan sonra elinde olanlar gidiyor, paldır küldür düşüyor. Yuvarlanıyor, kırılıyor, atıyor ve kafayı gözü oraya çarpıyor. Nereye gideceğini nereye vuracağını, ne yapacağını bilemez bir konuma geliyor. Bu insanın tamamen duyularının fizik yönüyle ve iç yönüyle karman çorman olduğunu gösterir. Bir birine girdiğini gösterir. Bacakları birbirine dolaşır. عند موته ölümü anında. Tabi bu insanın bacaklarını daha geçen dersimizde söyledim, bütün bu ölünün başına gelen sıkıntıları bizim görmemiz mümkün değil ama o kendisini görüyor. Kendisi kendisine izlettiriliyor. Bize her şey gösterilmez. Bir çok şeyler anlatılıyor da yok ya ben böyle bir şey görmedim. Adam öyle sessizce öldü gitti. O sana göre öyledir.
HAYAT İLE ÖLÜMÜN BERZAHI
Çünkü o hayat ile ölüm arasında da bir berzah vardır. Her şeyin bir arası vardır. Mevt ile hayat arasında bir tampon bölge vardır. Bir geçit mahalli vardır, berzahı vardır. Buna sekerat-ı mevt denir.
وَجاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ
-
“Ölüm sarhoşluğu bir hakikat olarak insana gelir de ona, “İşte bu, senin öteden beri kaçıp durduğun şeydir” denir. ”17
Burada bahsediyor. Ölüm sarhoşluğu, hak üzere gelmiştir.
ذلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ
Ve ölüye denir ki işte bu senin kaçıp durduğun şeydir. Fikir olarak hiç düşüncene yanaştırmadığın bir gerçektir. Hiç duymaktan hazzetmediğin bir gerçektir. Hiç ölüme bakmazdın, hiç ölümü düşünmezdin. Hiç kendini ölecek sanmazdın. Ölümle ilgili kelimeden nefret ederdin. Kaçar dururdun. تَحِيدُ kelimesi تَفِر - تهرب anlamlarına gelen işte bu senin kendisinden kaçıp durduğun gerçektir. Şimdi sana bu gerçek geldi. Nasılmış? Hak olarak hakke’l- yakin derecesinde artık, içinde adam, yaşıyor adam ölümü yaşaya yaşaya كُلُّ نَفْسٍ ذائِقَةُ الْمَوْتِ18 tada tada ölüyor. Yudumlaya yudumlaya adama yuttururlar. İsterse yutmasın. Adamı gebertiyor. Ben kendimi teslim etmem dese ne çıkar ki? Kurtuluş mümkün mü? Melekü’l- mevtin elinden kim kurtulmuş ki o kurtulacak? Koca koca Firavunlar, Tanrıyım diyen adamların işini bir anda bitiriverdi. Ellerini, dillerini kırıverdi. Hepsi kuzu gibi oldular. Sen bilirsin dediler. Bir fırsat daha istediler. Biraz daha, biraz daha süre talep ettiler. Değil mi? Nasıl yalvardıklarını biliyorsunuz.
لاَ إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، إِنَّ لِلْمَوْتِ سَكَرَاتٍ» ثُمَّ نَصَبَ يَدَهُ، فَجَعَلَ يَقُولُ: «فِي الرَّفِيقِ الأَعْلَى» حَتَّى قُبِضَ وَمَالَتْ يَدُهُ
-
“Allah’tan başka ilâh yoktur ki ölüm anında sarhoşluklar vardır, sonra avucunu Allah’a doğru açtı ve En Yüce Dost’a En Yüce Dost’a dedi ta ki ruhunu teslim edip eli düşene kadar.”19
ÖLÜM SARHOŞLUĞU
Bu, Peygamberin vefatı anında Hz. Aişe’nin kucağında iken söylediği bir sözdür. Vah başım vah başım diye diye inlemiştir. Hz. Aişe, Peygamber (a.s)’ın başını sardığı bezi ara sıra suya batırır, mübarek başlarına koyarlar. Başları Hz. Aişe Validemizin göğsündeydi. Hz. Aişe, “o zaman Resûlullah’dan bu hali gördükten sonra hiç kimsenin ölüm anındaki hal ve hareketini yadırgamadım” diyor. Allah’ın habibi böyle olursa başkası nasıl olur diyerek hiç onları hafife aldım. Hiçbir kimse hakkında çok dehşetli bir ölümle öldü, acılar çekti gibi sözler söylemekten sakındım. Hiçbir şeyi hafife almadım. Yani o insan hakkında başına gelen olayla onu eşleştirerek kınamadım. Böyle bir şeye yanaşmadım. Çok dikkat ettim. Peygamber böyle olunca başkası hayli hayli daha acılar çeker. Çekmesi de yadırganacak bir şey değildir. Kimseyi yadırgamadım diyor. İşte Peygamber o hal nedir deyince ölümün sarhoşluğu vardır. Bu sarhoşluk ölümündür. Bu ölüm gelmeden evvel ölüm provasıdır. Yani önce yudumluyorsunuz, daha sonra gerçeği geliyor. Önce fecr-i kazip dediğimiz bir fecir oluşuyor biliyorsunuz. Bu da bir fecir ama bir Hak olanı var, bir de mecaz olanı var. Mecaz hakikate geçişi sağlayandır ama hakikatin kendisi değildir, mahsulüdür asli değildir. Maksadı asli değildir. O sadece bir vasıtadır. İşte ona kazip diyoruz. Onunla onu karıştırmasın diye ona kazip denir. Yoksa o da Allah’ın bir yaratmasıdır. Allah’ın yarattığı şey hiç sahte olur mu? O da doğrudur ama Yüce Allah böyle yaratmış. Gerçek ile gerçek olmayanı, gerçeği yansıtanı, müşabih olanı, müteşabih olanı ayırt edeceksin. Muhkem ile müteşabihi ayırt edeceksin. Bu senin imtihanın içindir. Şu halde fecri kazip müteşabihtir. Bu gibi şuna benzer. Sadık gibi, nasıl gördün adamı, iyi gibi gördüm. İyi diyemiyor ama iyi gibi diyor, tam karar veremiyor çünkü iyiye müşabihmiş. Müteşabih bi’l-hayr işte ölüm gibi bir hal zuhur etti. Adam ölür gibi. İşte o gibi dediğin şey sekeratü’l-mevttir. O ölümün kendisi değildir ve o büyük darbeye hazırlanır. O büyük kancayı takacak, çengeli takacak ve bir hamlede ruhunu çekip çıkaracak. O zamana kadar hazırlığını yapar, ayıklar. Tam bir anda olsun diye hani adamın deriyi soyduğu gibidir. Hani hayvanı kesince ondan sonra derisinin orasını orasını şey edince bir asılır, bir anda kopar. Ama oraya varıncaya kadar birden asılmaz. Çünkü o zaman paramparça olur. Bu işin sanatı değildir. Sanatkâr evvela ortamı hazırlar, çevreyi hazırlar. Mesela bir hattat önce yazacağı yeri tımar eder. İmar eder. Ne kadar o hattı yazacağı yer güzel olursa yazı da güzel düşer. İşte Azrail de böyle bir operasyon yapar. Bu başlangıç halinde demek ki arada sırada orasına burasına kakıştırır, oradan buradan asılır, şöyle çimdik atar şekliyle ah of der. Ondan sonra dişini çekerken gerçek şeylerde oradan buradan şöyle ne yapıyorsun? Çekiyorum işte der, fazla şey değilmiş ya dersin. O gerçeği değil ama o seni öyle öyle alıştırıyor. Ondan sonra bir tutar. Ah dersin ama ah deyince işte iş bitti. Bitti tamam o zaman. Önce yavaş yavaş, korkutmamak için bir şekilde giriş yapar. Allah’ın Kulları bu tabi ki iyi kullar içindir. Bu tabi o kişinin durumuna göredir. Çünkü canın çıkma olayı, canın değeri ile ilgilidir. Aslında uhrevi hayata götürmek için bir karşılamadır. Eğer iyi bir ruh ise, iyi bir ruh
Dostları ilə paylaş: |